7.Bölüm

2420 Words
Pazartesi sabahı erkenden kalkan Hacı, kahvaltısını yaparken ablası Nigar aradı. Telefonun ucundaki kadın merakla Rüya’nın üniversite hazırlığının nasıl gittiğini sordu. “Telefonda bana bir şey anlatmıyor. Nasıl, yeni hocalarından memnun mu?” Hacı, ablasından yeni kiracılarını ve onların yeğenine ücretsiz ders verdiklerini hâlâ saklıyordu. Eğer ablası ders ücretlerini at yarışında kaybettiğini ve evi üç oğlana kiraya verdiğini duyarsa kıyameti koparırdı. Ne kadar geç öğrenirse o kadar iyiydi. Konuyu değiştirmek için, “Merak etme bu seferkilerden memnun kaldı,” dedikten sonra bebeği sordu. “Rüya bebeği anlata anlata bitiremedi. Fotoğraflarını gösterdi ama yüzü net değildi. Görüntülü arayayım da şu yavruyu canlı canlı göster bana. O tarafa mı benziyor bu tarafa mı bir bakayım.” Kısık sesle konuşan Nigar hanım, “Aman Hacı, yeni doğmuş bebek, kime benzediği şimdi belli olmaz. Biraz büyüsün bakalım,” dedi “Hem annesiyle birlikte diğer odada onlar. Sabaha kadar sancıdan hiç uyumadı yavrum.” Hacı görüşmesini bitirip telefonu kapattığında, odaya Rüya girdi. “Dayı, beni kuaföre götürür müsün? Saçlarımın uçlarından aldırmam gerekiyor.” Erkek berberi olan Hacı saatine bakarak, on dakikaya kadar dükkanı açması gerektiğini söyledi. “Keşke daha önce söyleseydin. Altı üstü iki santim kestirmeyecek misin? Akşama gelince ben hallederim,” dedi. Rüya bu teklifi reddetti. “Tabi canım. Geçen seferki gibi ucundan alacağım deyip, enseme kadar kesersin. Artık sana güvenemem.” Hacı güldü, kendisine haksızlık yaptığını dile getirdi. “Kız, küt model çok yakışmıştı sana. Heidi’ye benzemiştin,” derken, çayından bir yudum alıp ayağa kalktı. “Sen de hiçbir şey beğenmiyorsun. Neyse, bugün dükkan yoğun olmazsa bir ara gelip seni alırım.” “Ya ama dayı!” Hacı arkasından söylenen Rüya’ya beklemesini söylerken, aklına gece yazdığı mektup geldi. Cebinde taşıdığı zarfı çıkartıp yönünü genç kıza döndü. Rüya dayısına şimdi ellime düştün der gibi gülümseyerek, “Yine mi?” dedi. “Şu mektuplardan hiç vazgeçmeyeceksin öyle değil mi?” Hacı, yeni yetme delikanlılar gibi kızaran yüzüyle zarfı uzattı. “Ya hu yorum yapmasan mı artık? Akşama kadar temize çekersen, sabah postalarım.” Rüya oflayarak dayısını yolcu edip balkona çıktı. Aşağıya baktığında bahçe kapısında Hacı’nın, Sinan ve Ahmet Onur’la konuştuğunu gördü. Oğlanlar belli ki okula gidiyorlardı. Gözleri Melih’i aradı, yoktu. Bu sırada Hacı çocuklara okullarının nasıl gittiğini soruyordu. Rüya Melih’e bakınırken, evden çıkan Sanem ve Şafak’ı fark etti. Kızlar, Hacı ve yanındaki çocuklarla selamlaşarak hep birlikte bahçe kapısından çıktılar. O an aklında tek bir soru vardı. Melih neden onlarla gitmemişti? Rüya’ya göre bunun üç sebebi olabilirdi. Ya hastaydı, ya onlardan önce çıkmıştı ya da dersi yoktu. Bunu bir an önce öğrenmeliydi ama nasıl? Aşağı inip evin kapısını çalarsa seçeneklerden ilk ikisinin olup olmadığını anlayabilirdi. Eğer hastaysa veya dersi yoksa kapıyı açabilirdi. Mesele kapıyı çalmak için sağlam bir bahane bulmaktı. Balkonda soğuktan buz tutan parmaklarını nefesiyle ısıtarak içeriye girdi. Evin salonunda gerekli olan mazereti düşünürken, aklına önce derslerle ilgili soru sormak geldi ama bu bahane yeterli değildi. Daha inandırıcı bir şey aradığı sırada, mavi gözleri az önce masanın üzerine bıraktığı zarfa takıldı. Hemen mektubu kaptığı gibi odasına koştu. Pijamalarını çıkartıp eşofman altını, beyaz penye bluzunu ve annesinin en son ördüğü gri yün yeleği giydi. O kadar heyecanlıydı ki birbirine girmiş olan kıvırcık saçlarını fırçalamaya gerek görmediğinden, lastik tokayla tepesinde topladı. Geriye bir erkeği baştan çıkartacak son detaylar kalmıştı. Kırmız rujunu sürdü, yeni sipariş verdiği parfümünü baştan ayağa bolca sıktı. Topuklu ayakkabılarını giydi, yürürken acıttığı için geri çıkarttı. Rüya’nın birinci kata inmek için hazırlandığı dakikalarda Melih, Sinan’ın evin ortasına bıraktığı çamaşır sepetine düşmanına bakar gibi baktı. Nefret ediyordu ütü yapmaktan. Ahmet Onur ve Sinan’a dersinin olmadığını söylediğine pişman olmuştu. Fırsatçı ev arkadaşları hemen, o hafta ütü sırasının onda olduğunu hatırlatıvermişlerdi. Sırf ev işleri yüzünden, üniversiteyi kendi memleketi Konya’da okumadığına pişman oluyordu bazı zamanlarda. Melih evin tek çocuğuydu. Anne ve babası öğretmendi. Yıllarca süren tedaviden sonra annesi ona tüp bebek yöntemi ile hamile kalmıştı. Babasıyla daha yakın görünmesine rağmen aslında annesine daha düşkündü. İçindeki aile hasreti bir anda depreştiğinden, gözleri doldu. El bebek gül bebek yaşadığı günleri özlemişti. Çamaşır sepetine bakarken sesli şekilde, “Ah anneciğim, şimdi yanımda olsaydın bana hiç kıyamazdın sen. Ama bak elin oğulları nasıl da kıyıyorlar,” dedi. “Eller kadir kıymet bilmiyor annem.” Melih kendi kendine konuşarak ütü masasını açarken, telefonunun cebinde olduğunu hatırladı. Ütü birazcık daha bekleyebilir diye düşündü. Kızlara bulaşmak yasaktı ama sosyal medyaya yasak yoktu. Çay makinesinden kupa bardağını doldurup geniş koltuğa kurulurken, çayından büyük bir yudum aldı. Bir yandan da Twitterda kullandığı yedek hesabı, daha doğrusu profil ismi İkizler Burcu olan sahte hesabını açtı. Sosyal medya, Melih’in gezinmekten en çok hoşlandığı yerdi. Bir çeşit terapiydi. Ayrıca yüzünü gizlediği, sadece karın ve kol kaslarını sergilediği yarı çıplak profil fotoğrafının ona gizemli bir hava katmasından çok hoşlanıyordu. Bu gizem ve ikizler burcu için attığı günlük tweetler sayesinde, bir sürü takipçisi olmuştu. Önce son tweetlerine gelen beğenilere, mesaj kutusuna, kim ne paylaşmış ona göz attı. Sonra günlük burç yorumu için yeni tweet oluşturdu. Eğer sevgiliniz ikizler burcuysa, sizi seçtiği için Allah’a şükredin. Çünkü o, hayatın size bahşettiği en büyük nimettir. Melih tweeti yayımlar yayımlamaz iki dakika içinde otuz beş beğeni, bir yorum almıştı. Gülümseyerek, Merve06 isimli kişinin yorumunu açıp okudu ve anında suratı düştü. Allah senin gibilerin belasını versin! Hayatın size bahşettiği en büyük nimet dediğin sevgilim, beni en yakın arkadaşımla aldattı. Keşke biraz cesur olup ikizler burcunun iki yüzlü şerefsizler olduğunu da yazsaydın! Diğer takipçileri görmesin diye yorumu hızla silip yazan kişiyi engelledi. “Karıya bak ya! Sen elinde tutamadıysan benim suçum mu? Birde şerefsiz diyor manyak!” Melih bozulan morali yüzünden sosyal medya hesabından çıkarken, kapının zili çaldı. Ahmet Onur ya da Sinan’ın, bir şey unuttuğu için geri dönmüş olabileceğini düşünerek kapıyı açınca, karşısında Rüya’yı görmeyi beklemiyordu. İçinden, sabah sabah bir sen eksiktin derken, Rüya içerideki ütü masasına bakarak, “Günaydın,” dedi. “Meşguldün galiba.” Genzine dolan ağır parfüm kokusu nedeniyle öksüren Melih, odayı saran kokuyu dağıtmak için elini yelpaze gibi sağa sola salladı. Rüya’nın dudaklarında abartı görünen kırmızı ruja bakarken, keyifsizce “Evet,” dedi. “Neden gelmiştin?” Genç kız içeriye girmek için müsaade istedi fakat Melih’in uygun olmadığını söylemesine fırsat vermeden, içeriye girip cebindeki zarfı çıkarttı. “Senden bir konuda yardım isteyecektim,” diyerek çamaşır sepetindeki kıyafetlere baktı. “Eğer bana yardımcı olursan, ütü konusunda ben de sana yardımcı olurum.” Melih bir Rüya’nın elindeki zarfa baktı, bir de genç kızın yüzüne. Ütü konusundaki teklifine sevinse bile, bunu neyin karşılığında yapacağını merak etti. Elindeki zarfı bakışıyla işaret ederek anlamadığını söyledi. Rüya zarfın içinde mektup olduğunu açıkladı. “Senin dil bilgin iyi. Benim için bunu dil bilgisi kurallarına göre temize çekersen, karşılığında ben de senin ütünü yaparım.” Melih için bu isteği yerine getirmek en fazla beş dakikasını alırdı. Memnuniyetle kabul etmeyi düşünürken, hevesi kaçtı. Hacı’dan çekiniyordu. Adam, yeğeninin yanında olduğunu öğrenirse sorun çıkartabilirdi. Sonuçta evde yalnızdı. Huzursuzlanarak, “Hacı dayı kızmaz mı?” diye sordu. “Hem bir yere gidecektin galiba, hazırlanmışsın.” “Kızmaz. Zaten o dükkanı yeni açmıştır. Akşama kadar gelmez. Ayrıca bir yere gittiğim falan yok. Bu benim ev halim. Bakımlı olmayı seviyorum.” Melih içinden ıyyy iyi ki bakımlı halin böyleymiş diyerek dalga geçse bile, seve seve Rüya’nın teklifini kabul etti. Elinden zarfı alarak mektubu çıkarttı, katlanmış kağıdı açarak içinden okumaya başladı. Sevgili Muzaffer. Nasılsın. Beni soracak olursan ben çok iyiyim. Bu hafta sansar şeref öldü. Daha doğrusu öldürüldü ama sen bunu zaten tahmin etmişsindir. Hep derdin: Bir gün bunu öldürüp bir köşeye atarlar diye. Haklı çıktın. Bu aralar iş güç çok yoğun. Eve yeni kiracılar taşındı. 3 genç oğlan. Üniversite öğrencileri. Oğlanlardan ikisi çok sağlam çocuklar ama bir tanesi var ki evlat olsa eldivenle bile sevilmeyecek türden. Gözüm hiç tutmadı ama ne yapayım… Hacı’nın kendisiyle ilgili yazdığı satırları okuyan Melih duraksayarak, “Muzaffer erkek arkadaşın mı?” diye sordu. Ütünün başına geçen Rüya, yanlış anlaşılmayı düzeltmek adına, “Hayır hayır benim değil,” dedi. “Muzaffer, dayımın unutamadığı aşkı. Zaten o yüzden hiç evlenemedi.” Bunu duymayı beklemeyen genç adam şaşırdı. “Nasıl ya? Bizim Hacı dayı …” Melih cümlesini nasıl tamamlayacağını düşünürken, Rüya onun kafasındaki soru işaretini giderecek cevabı verdi. “Ha sen Muzaffer’i erkek sandın. Yok öyle değil. İsmi Muzaffer ama kendisi kadın. Tuhaf değil mi?” “Yani, tuhaf tabi. Ama tuhaf olan sadece kadının ismi değil. Bu devirde mektupla iletişim kuran mı kaldı?” Rüya elindeki penyeyi ütülerken tebessüm etti. “Yıllar önce Muzaffer abla bu mahallede yaşıyormuş. Ben çok hatırlamıyorum kendisini. Birbirlerini çok sevmişler fakat babası kızını dayıma vermek istememiş. Muzaffer abla okumuş biri, öğretmenlik yapıyor. E bizim dayıda lise mezunu. Anlayacağın adam kızını dayıma layık görmemiş. Sonra kızını istemediği birisiyle evlendirmiş. Elbette bu evlilik birkaç yıl sürmüş, boşanmışlar. Bunu duyan dayım Muzaffer ablanın çalıştığı ilçeyi ve okulun adını öğrenmiş. O gündür bugündür, ayda bir kere ona karşılığını alamadığı mektuplar gönderiyor. Yazısı berbat olduğu için de bana yazdırıyor.” Hacının aşk hayatını ayrıntılarıyla öğrenen Melih, kendisi için yazdığı cümleleri unutup onun adına çok üzüldüğü söyledi, mektuptaki yazım hatalarını düşünürken, mırıldanarak, “Keşke sadece yazısı kötü olsa,” dedikten sonra normal ses tonuyla “E böyle asker arkadaşına yazar gibi yazarsa cevap gelmez tabii,” dedi. Bir saat sonra Rüya elindeki üçüncü gömleği ütülerken, Melih koltuğa uzanmış sosyal medya hesaplarında geziniyordu. Göz ucuyla Rüya’ya baktı, şaşırdı. İlk defa ütüyle aşk yaşayan birini görüyordu. İçinden bu kız hayatımda gördüğüm en garip kız diye geçirdi. Çilli yüzü çirkindi, bakımsızdı, kalın kafalıydı, tipsizdi, gözlükleri ve diş telleriyle iticiydi ama eli ağır olmasına rağmen işe yarıyordu. Ayrıca ütünün buharına bastıkça buğulanan gözlük camları yüzünden azıcıkta olsa komik görünüyordu. Eğer biraz eli yüzü düzgün biri olsaydı, Melih için bulundukları an daha eğlenceli geçebilirdi. Rüya’ya çamaşır sepetini göstererek, “Ahmet Onur’un iç çamaşırlarını, yastık kılıflarını ütülemeyebilirsin. Onları ben hallederim,” dedi. “Arkadaş takıntılıdır biraz.” Rüya önemli olmadığını söyleyerek yaptığı işe devam etti. Amacı Melih ile daha uzun süre bir arada kalmaktı fakat genç adam onun gibi düşünmüyordu. Bir an önce ütüyü bitirip üst kata çıkmasını istiyordu. Bu sebeple mümkün olduğunca az konuşuyordu. Rüya ise konuşma ortamı yaratmak için konuya derslerden girdi. “Meğer bütün sorun ders veren hocalardaymış. Siz geldiğinizden beri daha hevesli çalışıyorum. Eğer daha önce gelmiş olsaydınız, bu kadar zaman kaybetmemiş olurdum.” Melih i********: hesabından tanımadığı güzel bir kızın hesabını incelerken, Rüya’nın yüzüne bakmadan, “Eğerle meğer evlenseydi doğacak çocuklarının ismi muhtemelen keşke olurdu,” diyerek dalga geçti fakat Rüya ne demek istediğini anlamadı. Aptal durumuna düşmemek için Melih’in kurduğu cümleyi düşünürken, cep telefonu çaldı. Hacı arıyordu. “Eyvah dayım! Ben yukarıya çıkıyorum.” Rüya ateş almış gibi kapıdan çıkarken, Melih Hacı’nın zamanlamasının mükemmel olduğunu düşündü. Ütünün büyük çoğunluğu bitmişti. Keyfi iyice yerine geldiğinden kendine kahve yaptı, kış güneşinin ışıklarından faydalanmak için balkona çıktı. Fincandan bir yudum alıp yüzünü güneşe vererek gözlerini kapattı. Tekrar açtığında aşağıya baktı. Yoldan on yedi on sekiz yaşlarında genç bir kız geçiyordu. Kızla göz göze gelirken, gülümseyerek göz kırptı. Adımlarını yavaşlatan kız ise kıkırdayarak karşılık verdi. Tam bu esnada Melih bahçe giriş kapısında duran Hacı’yı fark etti. Adam aşağıdan gözünün içine dik dik bakıyordu. Bulunduğu noktadan hem yolda yürüyen kızı hem de Melih’i görebiliyordu. Hacı iki parmağıyla önce kendi gözlerini sonra Melih’i işaret etti. Bu, gözüm üzerinde, ayağını denk al demek oluyordu. Bozuntuya vermeden Hacı’ya başıyla selam verirken, Rüya kuaföre gitmek için evden çıktı. Dayısının yanına koşarak giden genç kız, elindeki cüzdanı ve zarfı uzattı. Melih için içeriye girme vakti gelmişti. O gün Melih dışarıya çıkmak istemediğinden bütün gününü evde geçirdi. Kızlar olmadan kendisini sokağa atmasının bir anlamı yoktu çünkü. Akşam eve dönen arkadaşlarından, ütüyü Rüya’nın yaptığını sakladı. Dillerine düşmek istemiyordu. Yemek sonrası Ahmet Onur ve Sinan koltuklara uzandıklarında, Melih diğer odada bulunan gitarını getirdi. Arkadaşları için Melih’in yaptığı tek güzel şeydi müzik. Sesinin berbat olmasına tezat olarak, gitarı çok güzel çalıyordu. Sinan’a ithafen, “Bu şarkı senin için,” diyerek işaret parmağıyla az sonra Rüya’ya ders vermek için çıkacağı üst katı gösterdi. “Kabus öncesi biraz gevşemende yardımcı olur.” Ahmet Onur, “Meliiiiih!” diyerek uyardı. “Az daha konuşursan senin kabusunda ben olurum bak. Demedi deme!” “Of be! Tamam.” Melih gitarı çalmaya başladığında, üst kattan gürültü gelmeye başladı. Sanki biri tepelerinde ip atlıyordu. Sinan sese karşı hassas olduğundan ayağa kalktı “Bu ne be!” dedi. O sırada ses kesildi fakat hemen arkasından daha büyük bir gürültü geldi. Sanki zemine ağır bir şey düşmüştü ya da devrilmişti. Ahmet Onur eve girerlerken ikinci katın ışığının yandığını söyledi. “Sanırım üst kat komşularımız döndü. Bildiğim kadarıyla ikiz çocukları vardı.” Sinan gürültüye tahammül edemediğinden oturduğu yerde başını tutarak öne doğru eğildi. “Hapı yuttuk desenize.” Sonraki iki gün. ikinci kattan gelen gürültü yüzünden günleri gergin geçerken. Melih Rüya’ya ders vermek için gittiği bir akşam, kapıda yeni komşularının kızıyla karşılaştı. Göksun henüz beş yaşında, kıpır kıpır neşeli, yerinde duramayan bir çocuktu ve Rüya ile çok iyi anlaşıyordu. Bu durum Melih’i şaşırtmazken, Göksun onu daha önce tanıyormuş gibi rahat bir şekilde, “Senin boyun neden bu kadar uzun? Annen sana çok mu pırasa yedirdi?” diye sordu. “Annem bana pırasa yemezsem hep küçük kalacağımı söylüyor.” Melih güldü. Sebze yemeklerinden nefret etmesine rağmen, çocuğu pırasa yemeye teşvik etmek için annesinin haklı olduğunu söyledi. Kapıda Melih’i Rüya ve Göksun ile gören Hacı, “Melih sen içeriye geç onlarda vedalaşsın artık,” dedi. “Kız küçük cadı, hadi annen aşağıda seni bekliyor.” Melih içeriye girip çalışma masasına yerleştiğinde, içini kaplayan kasvet yüzünden kazağının yaka kısmını çekiştirdi. Bir an önce şu sınav gününün gelmesini, ders işkencesinden kurtulmayı diliyordu. Onun peşinden içeriye giren Hacı, hafta sonu mangal yakacağını söyledi. “Çocuklara da söyle, pazar günü kimseye söz vermeyin. İkinci kattakilerle kızlarda gelecek, hep birlikte vakit geçirelim. Hem böylece daha çok kaynaşmış olursunuz.” Melih bu emrivakiden rahatsız olsa bile, kabul etmek zorunda kaldı. Sanem ve Şafak’la en son cenazede zaman geçirmişler, ikinci kat komşuları ile henüz tanışmamışlardı Hafta sonu Melih uykusu kaçtığı için erkenden uyandı. Babasıyla son birkaç gündür konuşmadığından onu aramak istedi fakat ev iki odaydı. Ses çıkartarak Sinan’ı uyandırmak, isteyebileceği son şeydi. Telefonunu alıp balkona çıktığında, arkası kendisine dönük halde duran Sanem’i gördü. Genç kız telefonda birisiyle konuşuyordu. Ne söylediğine kulak verdi. “Ya Buse bir yıl oldu. Bir yıldır bu ilişki benim çabamla devam ediyor gibi hissediyorum. Bazen beni gerçekten sevip sevmediğinden emin olamıyorum.” Sanem konuşurken Melih’in varlığını hissederek yönünü döndüğünde, göz göze geldiler. “Ben seni sonra arayacağım,” diyerek görüşmeyi sonlandıran Sanem, Melih’e ne kadardır orada olduğunu sordu. “Sinsi sinsi beni mi dinliyordun?” “Yok artık daha neler! Bizimkiler uyuyor diye babamı aramak için balkona çıktım, seni gördüm.” Sanem sinirlenerek içeri gireceği sırada, Melih iki elinin işaret parmaklarını ok gibi kullanarak Sanem’e yöneltip sırıttı. “Minimum tepki, maksimum etki,” dedi. “Biz erkeklerin anladığı dil bu. Benden sana tüyo.”

Great novels start here

Download by scanning the QR code to get countless free stories and daily updated books

Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD