Otele giriş yaptığımızda geçmiş tecrübelerimin dürtüsü ile otelde gözlerimi gezdirdim. Çok hoş dizayn edilmişti. Şık ama sıradan değildi. Boğmuyordu aksine huzur veriyordu. Yılların tecrübesi ile söyleyebilirdim ki otelin tasarımını beğenmiştim ama tasarımdan daha önemli şeyler vardı.
Eylül oda kartımızı alarak birini bana verdi. Asansör ile sekizinci kattaki odamıza çıktığımızda odada inceleme yapmaya başladım. O olaydan önce kendi otelimde oda konusunda yapmak istediğim değişiklikler vardı ama bu otel bu değişiklikleri çoktan yapmıştı. Temizdi ve düzenli duruyordu. Camdan manzaramıza baktığımızda direkt sahili gördüğünü fark ettim. Meraklı bakışlarla Eylül'e dönerek:
-Bu oteli nereden buldun diye sordum. Otel şehrin dışındaydı fakat buna rağmen oldukça lüks ve güzeldi. Eylül, hayranlığımı yok sayarak kendini yatağının üzerine attı.
-Ahmet amcaları hatırlıyor musun? Balık lokantası olan dedi.
-Hatırlıyorum eşi Nermin teyze ile işletiyorlar lokantayı. Onarla ne alakası var buranın? Onlar mı tavsiye etti? Diye sordum. Eylül dediğim şeyle gözlerini devirerek:
-Saçmalama be kızım. Onların torunununmuş bu otel. Seninle İstanbul'a gideceğimizi söyleyince onlar ayarladı burayı. Bakıyorum sevdin. Senden onay aldı burası.
-Sevdim evet. Hatta çok hoşuma gitti. İzmir'e döndüğümüzde Ahmet amca ve Nermin teyzeye teşekkür edelim.
-Çocukluğumuzda bizimle de mahalledekilerle de çok ilgilenirlerdi. Hatırlıyor musun?
-Evet hatırlıyorum. Güzeldi önceden bizim orası. Sıcak bir yerdi. Herkes birbiri ile iç içeydi.
-Hala güzel İpek. Sen farkında değilsin.Kendini o kadar çok kapattın ki? Geldiğinden beri çiçekçiden dışarıya adım atmamışsındır. Sıkıntıyla bir nefes verdim.
-Ne yapayım Eylül? Olmadı işte. Zaten moralim bozuk. Üzerime gelme lütfen. Eylül dediklerim ile ayaklanıp:
-Neyse boşver bunları. Otelin barı için çok güzel diyorlar. Hazırlan seninle bugün her şeyi unutacağız dedi. Ve ben daha ne olduğunu anlatmadan beni çekiştirmeye başladı. Bir buçuk saat sonra Eylül'ün büyük çabaları sonucunda üzerimde onun elbisesi ve binbir ısrar ile yaptığı makyaj ile hazırdım. Eylül ile kol kola bara doğru ilerledik. Bar otelin en alt katındaydı. Etraf çok kalabalık ve gürültülüydü. Eylül beni çekiştirerek tekila istedi. Arkasından adeta sürüklenerek gittiğimde o dans ederken ben etrafı izlemeye başladım. Eylül gelen tekilalardan ikisini seri bir şekilde fondiplediğinde önümdekilere kararsızlıkla baktım. Eylül alkolün ve ortamın etkisiyle dans etmeye başladığında onu izliyordum. Gözlerimi Eylül'den çekip etrafa baktığımda azımsanmayacak kadar meraklı gözün beni incelediğini fark ettim. Birkaç kişi bana bakarak fısıldayıp gülmeye başladığında Eylül'e uyarak buraya geldiğimi pişman oldum. Hızla telefonumu alıp çoktan dans etmeye başlamış Eylül'e bir mesaj attım.
'Burası benim için çok gürültülü. Sakin bir yere geçiyorum. Az içmeyi ve işin bittiğinde odanın yolunu bulmayı unutma.'
Mesaj attıktan sonra önümdeki tekilalardan birini hızla başıma diktim. Duraksamadan ikincisini de dikip geldiğim yoldan kendimi dışarı attım. Bir süre kararsızlıkla nereye gidebileceğimi düşündüm. Odanın camından gözüken sahil gidebileceğim en cazip yer gibi geldi. Biraz uğraşın ardından sahili bulduğumda sessiz ve boş olmasına minnet ettim. Kuma oturup denizi izlemeye başladım.
Bugün benim için zor bir gündü. Kenan onunla biriktirdiğim her anın yerine kötüsünü ekliyordu ve bunu o kadar acımasızca yapıyordu ki. Ne kadar canımın yandığını biliyor muydu acaba. Kenan ile yaşadıklarım yetmezmiş gibi Sayer soyadı üzerime yapışmıştı. Kenan'dan boşanmış ama Sayerlerden boşanamamıştım. Beni tahminen ne zaman rahat bırakırlardı bilmiyordum ama unutulmak için 3 ay yeterli bir süre değildi. Bunu anlayabiliyordum. Gözümden akan yaşı silerek başımı dizlerime yasladım. Tam o sırada arkamdan bir ses duyuldu.
-Yalnızsın sanırım. Korkuyla arkama döndüğümde kumaş pantolonlu beyaz gömlekli bir adam görmeyi beklemiyordum. Belli ki otelde çalışanlardan biriydi. Elinde iki bira şişesi vardı.
-İkisini de kendim için almıştım ama istersen birini seninle paylaşabilirim dedi. Normalde hayır diyeceğim bu teklife içinde bulunduğum ruh halinden mi yoksa karşımdaki adamın sıcak gülümsemesinden mi bilmiyorum. Kendimi:
-Olur derken buldum. Adam aramızda belirli bir mesafe bırakarak yanıma oturup şişelerden birini bana uzattı.
-Bu saatlerde burası boş olur. Seni ilk defa görüyorum. Ne arıyorsun burada? Diye sordu.
-Sen her gün geliyorsun sanırım. Ben de sıkıldım biraz. Öyle denizi izlemeye geldim.
-Her gün geliyorum diyebiliriz evet ve şunu söyleyebilirim ki burası denizi izlemek için en güzel yerlerden birisi. Bu arada kendimi tanıtmadım. Poyraz ben. Senin adın nedir? Şaşkınlıkla karşımdaki adama baktım. Gerçekten beni tanımıyor muydu? Birden düşüncemi garip bulup gülümsemeye başladım. Öyle bir psikolojiye girmiştim ki kendimi Shakira sanıyordum. Yüzümdeki gülüşü fark eden Poyraz:
-Ne oldu neden gülüyorsun? Yanlış bir şey mi söyledim? Ya da yüzümde bir şey mi var diye sordu. Karşımdaki adam kendi kendime güldüğüm için beni yargılamak yerine olayı kendine çekmişti. Gülümseyerek:
-İpek ben. Aklıma bir şey geldi ona gülüyordum. Senlik bir durum yok dedim ve önüme dönerek biramdan bir yudum aldım. Aklıma gelenler ile gülüşüm durduğunda yanımdan bir ses duyuldu.
-Anlatmak ister misin? Meraklı gözlerle Poyraz'a döndüm. Canlı cenaze olduğum Eylül'ün yaptığı makyaja rağmen belli oluyorduysa işim vardı.
-Nereden anladın diye sordum. Poyraz omuz silkti.
-Bu saatte barda olmak yerine tek başına sahilde oturuyorsun. Kolay bir tahmindi. Anlatmak istersen dinlerim. Bazen bir yabancıya anlatmak iyi gelir. Beni tanımıyorsun. Ben de seni tanımıyorum. Belki bu geceden sonra birbirimizi hiç görmeyeceğiz. İsimlerimizden başka bildiğimiz hiçbir şey yok dedi ve telefonunu çıkartıp bir şeylerle uğraşıp bana döndü.
-Türkiye'de 63.905 tane İpek varmış. Onlardan birisin ve seni tek tek arayarak bulmam imkansız. Dediği şey ile gülümsedim.
-Kaç Poyraz varmış peki? Dediğim şey ile tekrar telefonuna döndü.
-27.816 kişi de Poyraz ismini kullanıyormuş. Sen benden daha şanslısın beni bulmak istersen benden daha az seçeneğin var. Gülümsemem artarken:
-Çok fazlaymış seni bulmak on yılımı alır sanırım.
-Sen birde beni düşün. 20 yılımı alır seni bulmak. 35 yaşında olduğumu düşünürsek 20 yıl sonra seni bulduğumda hatırlayabileceğimi sanmıyorum. Söylediklerinde haklılık payı vardı. Aklıma takılanalar ile ona doğru dönerek bağdaş kurdum. O da beni taklit edip bana dönüp bağdaş kurduğunda:
-Sosyal medya kullanmıyorsun değil mi? Diye sordum.
-Sadece twitter kullanıyorum. Orada da takip etmem gereken ekonomi sayfaları var o yüzden kullanıyorum. Nereden anladın sosyal medyaya uzak olduğumu. Cahilliğim bu kadar belli mi oluyor?
-Bir önsezi diyebiliriz. Hislerim iyidir. İnsanları çok çabuk tanırım dedim. İçimde bir yerler ağzımdan çıkanlara götüyle gülüyordu. Kurduğum cümlenin ironisini düşününce yüzüm düştü. Poyraz'a dönerek:
-Hiç de insan falan tanımam. Sekiz yıllık kocam tarafından aldatıldım. On yıldır da birlikteydik ama benim ruhum bile duymadı. O kadar insan tanımıyorum ki. Durumun saçmalığını buradan anlayabilirsin. Bugün de uzun zaman sonra onu gördüm. Muhtemelen son görüşümdü ama buruğum işte. Bu duyguyu kelimelere dökebileceğimi sanmıyorum deyip biramdan bir yudum daha aldım. Poyraz'a bakmıyordum o da susuyordu. Sanırım devam etmemi bekliyordu.
-Bir zamanlar mutlu olduğun eve eşyalarını toplamak için son kez gitmek bok gibi bir his. Sevdiğin adamı başka biri ile o halde görmek fazla mide bulandırıcı ama bunlar aşamayacağım şeyler değil. Asıl zoruma giden ben nasıl bu kadar aptal olabildim diyorum. Ona nasıl inandım? Nasıl sevdim? 10 yıl koskoca 10 yıl ve ben onu hiç tanıyamamışım deyip bir süre sustum. Biramdan bir yudum daha alıp önümdeki çubukla kuma bir şeyler çizmeye başladım.
-Onunla çok zor günler de geçirdik çok mutlu anlar da yaşadık. Ben gerçekten hayat arkadaşı olduğumuzu sanmıştım ama görüyorum ki ben koca bir salakmışım. Saflığım ile hayat arkadaşı olmuşum. Unutmaya, toparlanmaya, düzelmeye çalışıyorum ama yıllardır yaşamayı ertelediğim hangi duygu varsa üzerime biniyor. İnsan duygularını ertelememeliymiş. Lisedeyken bizim orada tanıştığım bir çocuk bana düşeceksin demişti. Böyle devam edersen çok kötü düşeceksin ve farkına vardığında çok geç olacak demişti. Bu sözü bile unutmuştum. Bu zamana kadar aklımdan çıkmıştı. Düştüğümde hatırladım. O gün o çocuğa uyuz olmuştum ama haklı çıktı sanırım dedim. Gözümden akan yaşı silerek Poyraz'a baktım. Derin bir nefes alıp birasından bir yudum aldı. Kendisini hazır hissetmiş olacak ki konuşmaya başladı.
-Duygularını ertelemek bir insanın kendine yapabileceği en büyük kötülüklerden birisi. Aldatılmanın ne demek olduğunu bilmiyorum. Ben hiç yaşamadım ama babam annemi aldattığında 14 yaşındaydım. Anlattığın şeyleri daha önce de gördüm. Dinledim. Bana uzak duygular değil. Annem, babamın onu aldattığını öğrendiğinde uzun süre toparlanamamıştı. Her gece bana sarılarak ağlıyordu. Bana bir şey anlatmıyordu ama az önce söylediğin her şeyin aynını annemden de duydum. Öfkesi babama değildi. Hiçbir zaman da ona öfke duymadı. Hep kendine kızdı. Kendini suçluyordu. Babama güvendiği için kendine kızıyordu. Onların ki 20 yıllık bir evlilikti. Babam annemi üç yıldır aldatıyormuş. Üç yıl sonra öğrendik. Öğrendiğimiz gibi de tüm düzeni alt üst edip anneannemlerin yanına taşındık. Annem uzun süre kendine gelemedi dedi. Uzaklara dalmış gibiydi. Merakla sordum.
-Şimdi ne yapıyor annen peki? Poyraz burukça gülümsedi.
-Annem kendini topladı İpek. Eskisinden bile daha iyi hale geldi. Tekrar çalışmaya başladı. Nasıl yaptı? Nasıl başarabildi bilmiyorum ama annemi babamla olduğundan çok daha mutlu görmeye başladım. Sonrada şuan baba dediğim adamla evlendi. Dünya turundalar. Geziyorlar dedi ve gülümsedi. Ardından bana dönerek elini dostça omzuma koydu.
- Nasıl olacak bilmiyorum ama sende toparlanacaksın. Eskisinden bile daha mutlu olacaksın. Bu dediklerimi unutma. Sadece şu çocuğu dinle ve duygularını bir daha erteleme olması gerektiği gibi yaşa.
-Erteleme kotam doldu sanırım şuan istesem de erteleyemiyorum. Derin bir iç çektim. Merak ettiğim diğer soruyu sordum.
-Babana ne oldu?
-Annemi aldattığı kadın hamileydi. Bir kardeşim oldu. Hatta ondan sonra bir kardeşim daha oldu. Başlarda hiç görüşmedik. Annemi üzdüğü için ona çok öfkeliydim. Sonra sonra yaş aldıkça bir şeyler değişti. Annemin mutluluğunu görünce konunun ikisi olduğunu fark etmeye başladım. Babamla görüşüyoruz. Onun bir ailesi var. Sık sık olmasa da iletişimi koparmadık. Hikayenin benzerliği şaşırmama sebep olurken biramdan bir yudum daha aldım.
-Teşekkür ederim Poyraz. Sohbetin tahmin edemeyeceğin kadar iyi geldi.
-Ben Teşekkür ederim İpek dedi ve denize döndü. Kısa bir an Poyraz'ı inceledim. Ona özel karakteristik bir yüzü vardı. Üzerine giydiği sempatik ifade onu çok daha ilgi çekici kılıyordu. Aynı zamanda olgun ve ciddi bir yanı da vardı. Poyraz bana döndüğünde aniden kaşları çatıldı.
-Sakın kıpırdama saçında böcek var İpek. Korkuyla olduğum yerde kaldığımda:
-Ben böceklerden korkarım. Nasıl bir böcek? Çok mu büyük? Al hemen Poyraz al diye çığlık attığımda Poyraz saçıma uzanarak böceği aldı. Böcek dediği şeyin küçük bir sinek olduğunu görmemle omzuna vurdum.
-Çok komiksin dedim. Poyraz elindeki sineği üfleyerek uçurduğunda :
-Ne yapayım sende hemen korktun dedi. Dediği şey ile verdiğim tepkiye bende gülmeye başladım. Telefonuma gelen mesaj sesi ile çantamdan telefonumu çıkardığımda Eylül'ün:
"Otelin zemin kat tuvaletinde kusuyorum. Acil gel" yazdığını gördüm. Telaşla ayağa kalkarak:
-Benim gitmem lazım. 20 yıl sonra beni hala hatırlıyor olursan görüşürüz deyip otele doğru ilerlemeye başladım...