~tanıtım~
“Resmi nikahı İstanbul’a dönmeden önce mi yapacağız?”
“Nikah yok, İstanbul da.”
“Kusura kalma Azad ağa, ben cahilim. Ne dediğini tam anlayamıyorum.”
“Ne dediğim açık Elif. Seni yanımda götürüp bakıcılık edecek zamanım yok.”
Sert sesimle inadı nihayet kırılırken, bakışlarını öne düşürüp usulca mırıldandı.
“Tamam, götürme ama bebek için resmi nikah kıymamız lazım.”
Tuzağına düşeceğimi fark ettiğimde hızla çıkıştım.
“Ne resmi nikahı lan! İki kere girdim çıktım diye seni alıp evimin kadını yapacağım mı sandın!”
Gece utana sıkıla kollarımda, sırtımda, saçlarımda gezdirdiği ufak, tombul elini yüzüme vurmak için hınçla kaldırdığında, bileğini havada yakaladım.
Ne kadar s.ersem s.eyim içimde geçmeyecek bir saplantı vardı sanki.
İçime dışıma lanet edip bileğini, acıyacağını bile bile sıkarak bedenini yatağın üzerine doğru fırlattım.
Uçuşan eteğinden beyaz, etine dolgun bacakları önüme serilirken tekrar içine girmemek için zor duruyordum.
Bakışlarımdaki arzuyu gördüğünde toparlanmaya çalıştı ama artık çok geçti.
“Seni istediğim gibi s.mek için imam nikahını kabul ettim, fazlasını beklemeden işimi göreceksin.”
~tanıtım sonu~
Azad’dan,
Uzansam dokunabileceğim bir mesafedeydi. Parmaklarım, omzuna düşen örtüsünün altından fışkırmış saçlarına, dudaklarım ağlamaktan kızarıp şişmiş dudaklarına değmek için sabırsızlanıyordu.
Onu hemen şimdi alıp ilk gördüğüm andan beri istediğim gibi kendimin yapabilirdim.
Öyle perişan, merhametime öyle muhtaçtı ki, bu ihtiyaç benim nişanlısının abisi olduğumu bile unutturuyor olmalıydı.
Onu gebe bırakıp düğünlerine iki hafta kala ölmüş nişanlısının...
Annem “ölen oğlumdan hatıra” deyip doğacak torunu ortada kalmasın diye çırpındığında, içime gömdüğüm arzu adeta mezarından hortlamıştı.
Oysa Elif’i zaten ilk ben görmüş, gördüğüm an da benim olsun istemiştim.
Kanımı ilk ateşlediğinde henüz reşit bile değildi.
Abime istemeye gittiğimiz ablasının söz yüzüklerini taşıyan tepsiyi tutarken yavru bir ceylan gibi ürkek halleri fena halde dikkatimi çekmişti.
Üzerinden dökülecek gibi duran, yaşıyla uyumsuz kıyafetleri bile dişi hatlarını gizlemeye yetmemişti.
Onu istediğimi söylesem dayımın paragöz karısı, kızının reşit olmadığına bakmaz eminim koynuma sokmaya çalışırdı ama ben sadece cinsel güdüleri ile eş seçecek bir hayata sahip değildim.
Babamın, ta ilk okuldan sonra beni memleketten gönderip büyük şehirde büyük adam olmam için yaptığı yatırımları bir çift dolgun meme ve kalça için heba edilemezdi.
Evliliğim sadece geceleri pantolonumun önünü değil, namlı bir cerrah olmam için yolumu açacak türden olmalıydı.
O yabani hali ile alıp karım yapsam, ne sosyal çevreme ne statüme ayak uydurabilirdi. Liseyi bitirdi mi, onu bile bilmiyordum.
Elif’i bir sonraki görüşüm, bir yıl sonra abimin, ablası ile düğününde olmuştu. İyice gelişip serpildiği, bu kez emanet olmayan, üzerine tam kıyafetlerinden açıkça belli oluyordu.
Düğünün bütün yükü onun omuzlarındaymış gibi oradan oraya koşturuyor, evlerine doluşan misafirleri memnun etmek için her sofrayı tek tek dolanıyordu.
Ben damat masasında oluğum için bize gelmediyse de insanlarla konuşurken işittiğim, diline yapışmış ağır şive, onu yetiştiği köyünden koparıp İstanbul’daki çevremin içine götürsem ne kadar sırıtacağını bir kez daha bana göstermiş oldu.
Köyünde, kendine münasip, ondan utanmayacak bir erkekle evlenip mutlu olması için aklımı başımdan alan kıvrımlarını unutmak zorundaydım.
Önünde sonunda biri ile evleneceğini biliyordum ama kardeşim Fırat’la sözleneceklerini duyduğumda kan beynime sıçradı.
Benim aklımdan atmak için canımı dişime taktığım kıvrımlara burnumun dibindeki birinin sahip olması adil değildi.
Ağzımı açıp tek kelime söylesem, dünyadan habersiz garibanın adına leke düşerdi, biliyorum. Kimse bana yanına yakıştırmadığın kıza kötü gözle neden baktın demez, Elif’i ahlaksız bilirlerdi ama öylece gidip kardeşimle nişanlanmalarını da seyredemezdim.
Söz tarihi ile çakışan, normalde yüzüne bakmayacağım s.ik bir tıp kongresini bahane edip nişana gitmedim.
Kardeşimin yüzük taktığı kıza o gözle bakacak kadar namussuz olmadığımdan artık memlekete uğramamak, düştüğüm b.k çukurundan kurtulmak için bulabildiğim tek çözüm oldu.
Ben memleketi hayatımdan çıkarma planları yaparken aldığım, kardeşimin ölüm haberi ile kendimi ilk uçakla evin yolunu tutmuş olarak buldum.
Elif’in hayatı iki hafta sonra evleneceği Fırat’ın ölümü ile tam bir trajediye dönmüş, onca bakımsızlık içinde bile ışıl ışıl parlayan teni solmuştu..
Ona karşı hayvansı bir istekten farklı olarak ilk kez üzüldüğümü o gün hissettim.
Kim düğününe iki hafta kala nişanlısı ölsün isterdi ki.
Üzerine bir de gebe olduğu ortaya çıktığında canına kıymaya kalktı.
Bu kadar genç ve diriyken ölmesine izin veremezdim. Her ne kadar onu yanıma yakıştırıp İstanbul’daki çevreme sokmaya uygun görmesem de içimde hala ona karşı dayanılmaz bir arzu vardı.
Kardeşimle ikisini hiç yan yana görmemiştim. Gözüme Fırat’ın artığı gibi gözükmüyordu.
Gebeliği yüzünden annesinden dayak yiyip kendini öldürmeye çalıştığında, belki de bu yüzden kahramanlığına soyunmak hiç zor gelmedi.
Sana, bebeğine sahip çıkarım derken aklım neredeydi bilmiyorum ama ürkek ceylanlar gibi gözüme bakıp “nasıl olacak öyle” diye sorduğunda bir an için kalbimin attığını hissettim.
Niyetim ona olan arzumu söndürüp tekrar alışık olduğum hayata koşa koşa geri dönmekken “hallederim, bana bırak” derken buldum kendimi.
Doğacak yeğenime sahip çıkma bahanesiyle imam nikahıma alıverdim.
Annem doğacak torunu p.ç damgası yetmeyeceği için mutlu, Elif ortada kalmadığı için sevinçliydi.
Nikahtan sonra el ayak çekilme vaktini beklemeden “hadi siz yukarı çıkın” dediğinde kızın iki hafta önce ölmüş kardeşimin koynunda olduğunu umursamadan önüme katıp odama getirdim.
Ellerini kucağının üzerinde birleştirmiş, başı önde, yatağımın ayak ucunda otururken, korkudan neredeyse titrediği görmezden gelerek ben de yanına oturdum.
Çaresizliği, ürkekliği, dayak yediği için yara bere içinde kalmış hali bile ona karşı yıllanmış arzumu söndürmeye yetmiyordu.
Kolumu omzuna dolayıp yanaklarını kuruladığımda başını kaldırıp ilk kez gözlerime baktı.
Daha önce annesinin elinden almaya çalışırken dokunmak dışında birbirimize hiç değmemiştik.
Dokunmaya doyamayacağım şimdiden belli ipek gibi teni, göz yaşlarının ıslaklığıyla parmaklarımın altın kayıp giderken kalbimin atışları baş döndürücü bir hızla arttı.
“Şimdi ne olacak Azad abi?”
Abi kelimesi ile anında kaşlarım çatılırken elimi alev gibi yanan dudaklarının üzerine koydum.
“Ben senin abin değilim, nikahımız da göstermelik bir nikah değil Elif. Aramızdaki her şey gerçek karı kocalar gibi olacak.”
Söylediğim kelimelerle gözlerinden önce büyük bir şaşkınlık geçse de ne yanağından hala çekmediğim elimden kaçtı ne de bir itiraz kelimesi etti.
Karnında ölmüş kardeşimin çocuğu varken yapmak istediğim şerefsizlik olsa da sonuçta benim de nikahıma girmişti.
Yüzlerimiz arasındaki mesafeyi gittikçe kapayıp dudaklarına uzanacağım zaman, kısa bir anlığına geri çekilip gözüme baktı.
“Yapma, günahtır.”
Günahını sevabını çoktan geçtiğim için yıllanmış iştahımla dudaklarına kapandım.
Basma elbisesinin yakasındaki düğmeleri bir bir açarken sadece kokusu bile aklımı başımdan almaya yetiyordu.
Onu ürkütmemek için açtığım düğmelerden içeri daldırdığım elimi canımı yakan bir yavaşlıkla ilerletirken verdiği tepkileri izledim.
Beni itse, sevişmek istemiyorum dese onu birlikteliğe zorlayamazdım. Sonuçta bu işe onu s.mek için girmiştim ama hayvanlık etmeye de gerek yoktu.
Önünde sonunda bana teslim olacağını biliyordum.
Elim, azap dolu yolculuğunu, onu ilk gördüğüm andan beri aklımı başımdan alan dolgunluğuna gelerek tamamladığında canını yakmayacak şekilde sıkıştırdım.
Parmaklarım heyecandan buz kesmiş etine batarken ikimiz de aynı anda inledik.
Elimin altındaki kalbi heyecandan patlayacak gibi atarken aklımı oynatmama ramak kalmıştı.
Elif, vücudunu keşfe çıkan ellerimle, kendini kasmayı bırakıp öpüşlerime karşılık vermeye çalıştığında acemiliğini fark ettim.
Fırat’la bebek yapacak kadar sevişmişlerse nasıl böyle cahil kalabilmiş, anlayamıyordum.
Dilim birbirine kenetli dişlerini aralamaya çalıştığında birden geri çekilip gözüme korkuyla baktı.
“Napıyorsun!”
Ne yaptığım hakkında gerçekten bir fikri olmadığını anladığımda tuhaf bir mutluluk hissettim.
Rahmine uzanan ilk kişi ben değilsem de galiba dudaklarının ilk sahibiydim.
Gittikçe daha şaşkınlaşan bakışları ile ona ne yapmak istediğimi anlamaya çalışırken baş parmağımı öpülmekten şişmiş dudaklarının arasından kaydırarak dilinin üzerine bastırdım.
Kaynar ıslaklığı aklımı başımdan tamamen alırken alt yanım deli gibi zonkluyordu.
“Em hadi.”
Ona tuhaf geldiği gözlerinden belli isteğimle yutkunduğunda parmağım ağzının sıcaklığında tatlı tatlı sıkışmış oldu.
Fazlasını istediğim için ısrar ettim.
“Hadii...”
Yaptığı şeye anlam veremese de bana itiraz edemeyeceği için dilini parmağımın altında ufak ufak hareket ettirirken dudakları ile de sıkıştırmaya başladı.
Aklım, parmağımın yerine organımın geçtiği hayallerin istilasına uğrarken kendimi kaybetmemek için hızla parmağımı çekip yerine dilimi verdim.
Daha öpüşmeyi bilmeyen kızdan muamele istemek fazla olurdu.
Gerçi kendini bana öyle teslim etmişti ki istesem de itiraz etmezdi çünkü demin “ne yapıyorsun” diye korktuğu şeyi şimdi büyük bir ahenkle karşılıklı yapıyorduk.
Beni bedenine kabul etmeye hazır olduğunu hissettiğimde dudaklarımızı kısa bir an ayırdım.
Sımsıkı kapadığı kirpiklerini aralayıp bu defa merakla gözüme baktı.
Ona vereceğim her şeye aç hali gururumu okşadığında iki hafta önce ölen kardeşimin bıraktığı mirasa keyifle gülümsedim.
“Beni ellerinle soy.”
Bir lafımı iki etmeyerek üzerimde ne var ne yoksa acemi hareketleriyle çıkardı.
Ufak, etli, yumuşacık elleri dokunduğu her zerremi ateşe verirken daha fazla sabredemeden altıma aldım.
Teni nihayet tenime karıştığında kendimi nasıl bir yangına attığımı ancak fark ettim.
Elif ateşti.
Yıllardır uğruna gençliğimi çürüttüğüm kariyeri de, içine girmek için geldiğim yeri inkar ettiğim sosyal çevreyi de s.tirecek bir ateş.
-*-
Elif,
Üzerimde yeni gelinlere has utangaçlıkla, bütün gece tek vücutmuşuz gibi sarmaş dolaş uyuduğum adamın kollarından sıyrılıp hızlıca banyoya gittim.
Onu tanımıyordum, sevmiyordum ama tam ölmeye çalışırken yaşamak için ikinci bir şans gibi girmişti hayatıma.
Nazik biriydi. Canımı hiç yakmamış, beni kendine alıştıra alıştıra kanıma karışmıştı.
Karnımda başkasının bebesi varken yaptığımızın yanlış olduğunu bilsem de ona direnmemiştim çünkü Azad benim son umudumdu.
Dul bir kadın olarak baba evine dönmek istemiyordum. Annem, bu kirletilmiş halimle eve döndüğüm an beni en çok parayı veren kim olursa ona satacağını söylüyordu.
Daha nişanlıyken gebe kaldığım için, ailemin gözünde namussuzdum. Kimse, rızamı almadan, canımı çıkara çıkara bana sahip olup sonra da düğüne iki hafta kala ölen şerefsiz nişanlıma kabahat bulmuyordu.
Aynı zamanda halam olan kaynanam, oğlunun karnıma zorla soktuğu bebeği “yavrumdan hatıra” diye illa doğurmamı istemiş ve daha kırkım bile dolmadan beni, büyük şehirli oğluna nikah etmişti.
Sevmek, aşık olmak, kendime telli duvaklı bir hayat kurmak zaten benim için artık bir hayal bile olmadığında istemem diyememiştim.
Aslında evlendirildiğim adamın bana dokunmaya tenezzül edeceğini sanmıyordum.
Sonuçta bakire bile değildim ben. Okumuş, doktor olmuş, hayatı büyük şehirlerde geçmiş biri olarak beni kendine layık görmez, bebek doğana kadar yanında göstermelik tutar sanıyordum.
Kaynanam, ikimizi birlikte odaya yolladığında nasıl davranacağımı bilmez haldeydim.
Onun da başına dert olduğumu düşünüp usul usul gözyaşı dökerken ağzımdan “Azad abi” lafı kaçtığı zaman beni susturup hakkımızdaki niyetini belli etmişti.
Beni yanına layık gördüğü için sevinirken az sonra yaşayacağımı bildiğim dayanılmaz acı için korkuyla titremiştim.
Kaç defa tekrar ederse etsin asla alışılmayan bir acıydı. İnsanı canlı canlı ikiye bölünmüş gibi hissettiren bir acı.
En azından karnımdaki yavrunun babasız kalmayacağını, büyük şehirde mutlu bir hayatı olacağını düşünüp sabretmek için Allah’tan yardım diledim.
Azad abi de Fırat gibi üzerimdekilere dokunmadan sadece donumu çıkarttırıp etimi yara yara içime girecek zannederken dudaklarımı televizyondakiler gibi öpmeye başladığında şaşkınlıktan öleceğim zannettim.
Ne söyledikleri, ne yapmamı istedikleri Fırat’a benziyordu.
O sesimi kimse duymasın diye elini ağzıma bastırıp başka bir yerime dokunmadan içimi talan eder, sonra da “toparlan, kimse bir şey anlamasın” deyip giderdi.
Odama ilk geldiği gece sadece konuşacağız zannederken ne olduğunu bile anlayamadan kendimi altında buluvermiştim. Üstelik içimdeyken başka bir kadının ismiyle inemişti.
Sonraki geceler kapımı açmak istemediğimde “bakire olmadığını herkese söylerim, ben yapmadım, kendini başkasına s.tirmiş derim, söz bozulur, patlak halinle ortada kalırsın” diye beni tehdit etmişti.
Onun sözüne karşı benim sözümün çöp kadar değeri yoktu. Kimseyi yalan söylediğine ikna edemeyeceğim için canımı yakmasına tekrar tekrar izin vermiştim.
Azad öyle değildi.
Bana dokunurken değerli bir mücevher gibi hissettirmişti. Annemin döve döve morluk içinde bıraktığı etlerimi iğrenmeden bir bir öpüp okşamış, hayatımda asla hayal edemeyeceğim zevkle aklımı başımdan almıştı.
Şimdi aklıma geldikçe bile utandığım şeyler, gelecekte aramız iyi olur diye umutlandırıyordu.
Yine de ona karşı çekingenliğim sürdüğü için uyanır uyanmaz banyoda kaçmıştım.
Yıkanma işim bitse bile banyodan çıkmaya utanırken içeriden gelen ufak tıkırtılarla daha fazla bekleyemeden utana sıkıla odaya geçtim.
Pencereyi açmış, sabah sabah sigara içiyordu.
Başını çevirip göz göze geldiğimizde olduğum yerde kala kaldım.
Dün gece, yatakta karı koca gibi davranmak için birbirini tanımaya yada sevmeye gerek olmadığını görmüştüm ama şimdi ayakta nasıl davranılır bilmiyordum.
Tedirginliğimi fark ettiğinde gülümseyip göz kırptı.
“Yanıma gelsene.”
Hep böyle yakın davranırsa hiç yabancılık çekmezdim ben, onu mutlu etmek için hayatımı verirdim.
Kıçına geçirdiği düştü düşecek gibi gözüken şortundan kalan her yeri çıplak olduğu için kendimi utanmış hissetsem de, lafını ikiletmemek için usul usul açtığı kolunun altına girdim.
Elindeki izmariti, cam kenarına basıp toprak zemine attıktan sonra boşa çıkan elini de belime sarıp bedenlerimizi iyice birleştirdi.
Tenim tenine sürtündükçe, sanki derimin altında minik karıncalar geziyor gibi gıdıklanıyordum.
İki kelime konuşmuşluğum olmayan adamla yıllardır yavukluymuşuz gibi sarılmak beni utandırıyordu.
Dün gece dokunuşları altında kıvranırken, elleri en mahrem yerlerimde dolanırken, anın heyecanıyla utanmayı galiba unutmuştum ama şimdi geceden birken utanmalarım da üzerime çöktüğü için yüzüne bakmaya bile cesaret edemiyordum.
Kolları arasında olduğum adamdan sanki saklanabilirmişim gibi başımı iyice öne eğmiştim ama bu defa da geceden kalma bedeninden yayılan erkeksi kokuyla içim bir hoş oldu.
Karnımın eteklerinde dolanan tatlı sancıyla farkında olmadan derinden iç çektim.
Neredeyse hiç tanımadığım adama bir gecede nasıl yandığımı düşünürken yanaklarımın bile kızardığını hissediyordum.
Canım hem beni kollarının arasında tutmaya devam etsin, hem de kendi halime kalıp ona alışmama fırsat versin istiyordu.
Ben yabancısı olduğum garip hislerle mücadele ederken Azad, benimkinden bin kat bakımlı parmaklarını, nemli saçlarıma çıkarıp usulca okşamaya başladı.
İlk kez başı okşanmış birinin mutluluğuyla ağlayacak gibi olurken televizyon adamlarının Türkçesi ile konuştu.
“İyi misin, ağrın var mı?”
Kollarına hapisli olsam da konuşmaya utandığım için eğik başımı iki yana salladım.
Zaten o, sanki ölen kardeşinden miras kalmamışım da beni sevdiği için evlenmiş gibi davranırken ağrıdan ölsem yine gıkım çıkmazdı. Verdiğim sessiz cevap yetmemiş gibi konuştu.
“Utanmana gerek yok, kocanım artık.”
Söylediği sözlerle, hayat boyu itilip kakılmışlığım sanki zihnimde silinip giderken, kendimi ilk kez değerli biri gibi hissetmeye başladım.
Üstelik ellerinde değerlenecek olan tek ben de değildim.
Sayesinde, tecavüzle de olsa bir şekilde karnıma düşmüş yavrum ölümden de p.likten kurtulacaktı. Büyük şehirde yetişecek, belki de baba bileceği amcası gibi okuyup büyük adam olacaktı.
Ona minnetimin ne çok olduğunu düşünüp utancımı kenara atmaya çalışarak lafını dinlemeye çalıştım.
Usul usul başımı kaldırıp gözlerine baktığımda eğilerek dudaklarımdan büyük bir öpücük aldı.
Gerçekten de aşık olup evlensek ilk sabahımız daha nasıl olurdu, bilmiyorum.
Kalbim, mutluluk denen şeyi ilk kez tadarken bir kez daha utandığımı hissettim.
Sevmesem de, nişanlanmayı başka seçeneğim olmadığı için, sırf ailelerin zoru ile kabul etsem de ölmüş nişanlımın abisi ile yeni evli çiftler gibi davranmak ayıp geliyordu.
Başımı bir kez daha öne eğdiğimde boynuma sokulup kokumu ciğerlerine doldurduktan sonra dudaklarını dedire değdire konuştu.
“Dün gece çok güzeldin.”
Ölen benim nişanlımsa onun da kardeşiydi ama Azad, bana bunu hiç hissettirmeden mutlu etmeye çalışıyordu. Kendimi geri çekip durarak ona haksızlık ettiğimi düşünüp ben de ellerimi yumruk yapmayı bırakarak çıplak göğsüne koydum.
Dün geceki gibi yine alev alev yanıyordu sanki. Belimdeki tutuşunu biraz daha sıkılaştırdığında uyanmış erkekliği incecik şortundan boylu boyunca karnıma değdi.
Acaba gündüz gözüne bir kez daha mı isteyecek diye şaşkınlıkla yüzüne baktığımda komik bir halim varmış gibi keyiflendi.
“Seni sevdi.”