18 EYLÜL PAZAR
''Tam tamına on sekiz gün be annem! Sensizlikle savaştığım on sekiz koca gün! Biliyorum anne çok çektin bu hayattan ama vazgeçmeseydin keşke! Beni bırakmasaydın bu koca dünyada tek başıma! Madem gidecektin niye bıraktın beni geride? Beni de alsaydın ya yanına! Tamam, hadi beni götürmeyecektin yanında peki, niye son anlarında yanında olmama izin vermedin.
Niye sabah bana iyiyim dedin? Elini sen hala hayattayken tutamadım! Soğuktu tuttuğumda! Çok acıttı be annem! Belki de o yüzden öfkeliyim sana. ''Anneye kızılmaz!'' dediğini duyar gibiyim. Zaten kızmadım ki annem. Kırgınım sadece. Gitmeseydin be annem! Neyse biliyor musun ilk defa seni öptüğümde bana söylenmedin. 'Sabah yüzümü yıkamıştım, yüzümü yalamana gerek yoktu!' demedin!'' dedim annemin taklidini yaparak.
Acı acı gülümsedim. Gözyaşlarım firar edip annemi hapseden toprağı ıslatırken annemin mezar taşını okşadım. Zor be, çok zor ama insan alışıyor bir süre sonra. Aslında ben kendimi buna çoktan hazırlamışım. Yedi yıldır ben kendimi buna hazırlamışım. Biliyordum annemin bir gün ona gün yüzü göstermeyen bu hayattan gideceğini.
Çok çekti annem; yirmi yıl boyunca bu hayatla boğuştu. Benim için savaştı, beni bu günlere getirdi ve sonrada gitti. Öylece gitti! Titrek bir nefes alıp gözyaşlarımı sildim.
''Annem, biliyor musun Erdinç Abi benim çok yetenekli olduğumu söyledi. O kadar erkeğin içinde en iyisi benim. Merak etme annem, Erdinç Abi dışındakiler kız olduğumu bilmiyor! En çok malı ona ben götürüyorum. Ahh! Doğru ya bu akşam yeni bir mal götürmem gerekiyor! Annem şimdi gideceğim ama yine geleceğim.
Ha! Gitmeden önce bu gün akademiden aradılar. Yeteneğime hayran kalmışlar! Sen haklıydın. Yine. Her zamanki gibi!'' dedim ve gülümsedim. Sonra ''Anneler her zaman haklıdır! Azıcık anne sözü dinle be kızım!'' diyerek annemin taklidini yaptım tekrardan. Yalan söylemiştim. Annemin haberi gelir gelmez hiçbir şey demeden çıkıp gitmiştim oradan.
Önemli de değildi artık. Eğer seçmelere gitmeseydim annemin son anlarında yanında olacaktım. Bu yüzden kendime de öfkeliydim. Keşke, keşke gitmeseydim.
Gözyaşlarım akmak için tekrar gözpınarlarıma hücum ederken gözlerimi iri iri açarak derin bir nefes aldım. Ağlamayacaktım. Bir saatten fazladır ıssız mezarlıkta kimi zaman haykırarak kimi zamanda sessizce ağlamıştım.
Ayağa kalktım ve üstümü başımı silkeledim. ''Annem, ben şimdi gidiyorum! Beni merak etme olur mu? Ben iyiyim, buraya yakın küçük ve temiz bir ev buldum. Sık sık seni ziyarete geleceğim. Merak etme, seni aksatmayacağım. Şimdi, Allah'a emanet ol annem!'' dedim mezarına su dökerken.
Doğrulup, uzun kahverengi saçlarımı kepimin içine koydum ve kepimin üzerine kapüşonumu geçirdim. Boynuma ağzımı kapatacak şekilde atkımı sarıp, kepimi yüzümün gözükmeyeceği şekilde ayarladım. Sırt çantamı omzuma attım.
''Görüşürüz annem!'' deyip mezarlıktan ayrıldım. Evet, çok acıydı ama insan alışıyordu bir süre sonra. Hayat denilen sürecin belki de tek iyi tarafıydı. Unutmak.
Ellerimi ceketimin cebine sokup sokaklarda yürürken arabaları kontrol ediyordum. Sağ cebimdeki alyan anahtarıyla oynarken gözüme bir yansıma takıldı. Sol tarafımda kalan bir ara sokakta bir Porsche park halindeydi.
Öylece donup kalırken siyah Porsche'yi hayranlıkla izliyordum. '' Allah'ım biliyorum sana çok dua ettim 'Eğer bir arabanın altında kalarak can vereceksem bu bir Porsche olmalı!' diye. Şimdi şu karşımda duran benim Azrail'im mi?'' diye yukarı bakarak mırıldandım.
'Kızım, Allah'ım sana akıl dağıtırken neredeydin sen? Azrail falan filan! Tövbe de tövbe!' diye bilincim azarladı beni.
Hızla etrafı kolaçan ettim ve kimsenin olmadığını gördüm. Burası gayet ıssızdı ve bu beni ürkütüyordu. İki tarafta da eski binalar yükseliyordu ve araba çıkmaz bir sokakta park halindeydi.
Adımlarım Porsche'ye doğru ilerlerken arabanın kaportasında elimi gezdirdim. Gerçekten çok güzeldi. Bu arabanın sahibi kim bilir ne kadar zengindir? Sağ elimi de arabayı incelemek için çıkaracaktım ki aklıma gelen ani bir fikirle alyan anahtarlığımı çıkardım.
Erdinç Abi yeni bir mal istemişti değil mi? Sürücü tarafından yolcu tarafına geçerken etrafı gözetledim, kimsecikler yoktu. Kamerada yoktu. Ne olur ne olmaz diye atkımı burnumun üstüne çektim ve elimdeki alyan anahtarını sıktım.
Kapının kolunu tutup çektiğimde arabanın kilitli olmadığını görüp şok geçirdim. Sevinç dansı yapmak istesem de vücudumu saran adrenalin yüzünden hızlı davranıyordum. Evet, çünkü ben profesyonel bir oto faresiyim.
Kapıyı sessizce açıp yolcu koltuğuna süzüldüm ve ilk iş arabayı inceledim. Son teknoloji ürünü gibiydi, burada sökebileceğim bir şey yoktu. Bu yüzden ben de torpido gözünü açtım. Kafamı kaldırıp bir kez daha etrafımı kolaçan ettim. Torpido gözünden birçok evrak çıktı. Evrakları çıkarıp şöför koltuğuna koyarken torpido gözünün daha arkalarına baktım.
Bir sürü kullan-at telefon vardı. Hepsini sırtımdaki çantama attım. Tekrar torpido gözünü kontrol ettiğimde elime gelen sert bir şeyle durdum. İki elimle nesneyi kavrayıp gözden çıkardım.
Elime gelen bir silah çantasıydı ve içinde de Glock model bir silah vardı. Korkuyla donup kalırken sağ tarafımdaki eski binadan bir çığlık yükseldi. Bir erkek acıyla çığlık atıyordu. Korku ve telaşla silah çantasını sırt çantama attım ve evrakları yerine koyduktan sonra torpido gözünü kapatıp hızla arabadan atladım.
Kapıyı yavaşça kapatıp Porsche'den uzaklaştım. Etrafımı tekrar kolaçan ettim ve arabadan uzaklaşmak için harekete geçtim. Bir kedi ile köpek aniden sokağa girince korkuyla sıçradım. Kedi doğruca arabaya doğru gidiyordu ve köpek de havlayarak onu takip ediyordu.
Kedi arabanın üstüne atlayınca tehlike çanlarının sesi doldurdu kulağımı. Porshe'nin alarmı çalarken sağ taraftaki binadan iki adam dışarı fırladı. Onları görür görmez korkudan koşmaya başladım.
Lanet olsun! Lanet olsun! Lanet olsun! Kedilerden artık ölesiye nefret ediyordum. Hızla koşarken arkamı kontrol ettim. İki tane siyah takım giymiş adam hızla peşimden koşuyordu. ''Dursana lan piç!'' diye bağırdılar arkamdan. İçimden 'Ya sabır!' deyip koşmaya devam ettim. Piç nedir ya?
'Neva! Şu an tek sorunumuz bu, değil mi?' diye tersledi bilincim. Etrafıma baktım. Yayalar için kırmızı ışığın yanmasına iki saniye vardı. Hızımı iyice arttırıp arabalar harekete geçmeden önce karşıdan karşıya geçtim. Trafik hızla akarken beni kovalayanlar diğer tarafta kalmıştı. Durup beni nefes nefese izliyorlardı. Orta parmağımı kaldırıp onlara hareket çektim.
Derin derin nefesler alırken soluklandım. Adamların geriye doğru koşup üst geçide tırmanmaya başladıklarını görmemle koşmaya tekrar başlamam bir oldu. Hızla koşarken güzergahımın beni on sekiz gün önceki yere getirdiğini fark ettim.
Bahçede birkaç genç vardı ve kaykayla kayıyorlardı. Aklıma gelen bir planla hızla demir kapıdan içeriye girdim ve bahçeyi geçip bana en yakın olan üç katlı geniş binaya girdim.
İçeriye girmeden önce adamların da benim peşimden okulun bahçesine girdiğini gördüm. Binanın giriş katını kontrol ederken sendeleyen bir çocuk gördüm. Geniş omuzlu ve kaslıydı. Aklıma gelen yeni bir fikirle onun yanına gittim ve onu kapı tarafına alıp kolunun altına girdim. Bir kolumu da beline sarıp onu destekledim.
İrkilip bana ''Sen ne yapıyorsun?'' diye tısladı. Sesi bile halsiz çıkıyordu. Teni soluktu ve göz altlarında mor halkalar vardı. Gözlerimi kahverengi gözlerine diktim. Yüzüm fazla gözükmüyordu bu yüzden rahattım.
''Hiç! Sendeledin bende insanlık görevimi yapıp seni tutayım dedim! Kötü mü ettim yani?'' dedim kısık sesle. Gözüm bu arada kapıdan giren iki adama kaydı. Beni, omuzlandığım çocuk yüzünden görmeleri zordu.
''Sen niye fısıldıyorsun? Hem ben iyiyim!'' dedi ve kolunu omzumdan çekmeye çalıştı. Kendini fazla zorlamış olacak ki acıyla inleyip yere dizlerinin üstüne çöktü. Ben, öylece kabak gibi ortada kalınca ve de çocuk inleyince adamların dikkatini çektik.
Adamlar bana doğru yürümeye başlayınca çocuğu öylece bırakıp koşarak merdivenlere yöneldim. Merdivenleri ikişer üçer çıkıp onların merdivenleri tırmanmasını bekledim. Mesafeyi ölçüp onlar tam beni yakalamak üzereyken kendimi merdiven boşluğuna bıraktım.
Duvarlardan destek alarak yere sapasağlam inip onlar merdivenden inmeden binadan çıktım. Kaykay yapan çocukların yanına gidip kaykayına yaslanan çocuğa sinsice yaklaştım. Kaykayı kapıp hızla koşmaya başladım.
Çocuk dengesini kaybedip yere düşünce ''Sen ne yapıyorsun lan! Bıraksana kaykayımı, piç!'' diye arkamdan bağırdı. Gözlerimi devirip 'Bu gün niye herkes bana piç diyor? Tamam, babam olmayabilir ama bunu onlar nereden biliyor?' diye kendi kendime hayıflandım.
Heyecanlanınca çok konuşuyordum. Tam da şu an heyecandan kalbim kulağımda atıyordu ve nefes nefeseydim. Okulun bahçesinden çıkıp kaykaya atladım ve arabalar ile insanların arasından hızla geçtim.
Peşimdeki adamlardan kurtulduğuma emin olunca kaykayı kolumun altına koydum ve Erdinç Abi'nin yerine etrafımı kolaçan ede ede gittim.
***
''Lan! Aranızdan bir piç! Emanet çalmış! Hangi akla hizmet lan! Ben sizi kaç kere uyardım lan!'' diye bağırdı Erdinç Abi depodakilere. 'Bak Erdinç Abi, sabahtan beri herkes piç deyip duruyor bari sen deme' diye içimden söylendim. Öfkeden ela gözleri kan çanağına dönmüş su gibi terlemişti.
Bir ileri bir geri gidip gelirken her adımında öfkeyle bize bakıyordu. Ben iyice köşeye sinmiş diğerlerinden uzak duruyordum. Kepimi iyice çekmiştim yüzüm gözükmesin diye. Atkımı burnumun ucuna çıkarmıştım.
''Bir de gitmiş, en belalı adamın silahını çalmış! Ulan babasını koltuğundan indirmiş adam lan o! Babasını yirmi yerinden bıçaklamış adam! Sana ne yapar Allah bilir!'' dediğinde yutkundum. Ulan Neva! Ulan Neva!
''Ulan geri zekalı! Ulan dangalak! Ne bokuma lüks bir arabaya yaklaşırsın! Basit arabalar, diye sizi kaç kere uyardım lan ben! Kim ulan kim? O piç kim?'' diye bağırdı. Sesi iliklerime kadar titretirken korkuyla iyice büzüştüm köşemde.
Erdinç Abi bir süre daha bağırdıktan sonra ''Sırayla bu günkü mahsulü getirin!'' dedi masasının başına geçerken. Yine en sona geçtim ve önümdekilerin mal karşılığı aldığı paraya baktım.
Sıra bana geldiğinde depoda ben ve Erdinç Abi'den başka kimse kalmamıştı. Atkımı aşağıya indirip kapüşonumu çıkardım. Kepimi de çıkarıp saçımı saldım. Erdinç Abi ticaret modundan çıkıp abilik moduna geçti.
''Neva! Bu gün nasılsın?'' dedi sevecen bir sesle. Çantamı masanın üstüne koyup fermuarını azıcık açtım. Kullan at telefonları ve annemin mezarına gitmeden önce söktüğüm iki teybi masanın üstüne koydum. ''İyiyim abi, sen nasılsın?'' dedim en tatlı yüz ifademle.
Gülümsedi ve ''Bende iyiyim! Bu gün yine en iyi mahsul senden geldi!'' dedi bana vereceği paraları sayarken. Gülümsedim ve çantamın fermuarını iyice açıp ''Bu arada ağabey, o piç benim!'' dedim.