Hava kararmaya başlarken kalabalık toplanmış, gelinin artık aşağı inip erkek evine doğru yol almasını bekliyorlardı. Lakin ortada olmayan yalnızca Acem kızı değildi. Sancar ağa da ortalarda yoktu. Zafer saatine bakınırken bir yandan da etrafa durumu çaktırmamaya çalışıyordu. Onu hiçbir zaman, en ufak olayda bile yalnız bırakmamıştı, keşke şimdi de bırakmasaydı. Ne diye gitmemişti ki?
Ardına döndüğü sırada dibinde biten Cüneyt'e baktı. Onun da yaşlı ağalar gibi Sancar'ı soracağını düşünüp konuştu.
"Abim gelir şimdi..."
Konuşması devam edecekti fakat Acem kızının evden gelin çıkacağını belirtmek adına getirilen davulcu, davulun tokmağına birkaç kez vurmuştu. Gözler sesin geldiği yana yönelirken güzeller güzeli Acem kızı konağın balkonunda görünmüştü. Yüzündeki hüzün ister istemez belli oluyor, güzelliğiyle kamaşan gözlere merak salıyordu.
O an konağın kapanmış dış kapısı hızlı bir şekilde açıldı. Gözler bu sefer Acem kızından ayrılıp kapıyı böylesine bir kuvvetle açan kişiye bakındı. İşte, öfkesi ve kudretiyle meşhur Sancar ağa gelmişti. Yüzündeki bariz öfke güneş gözlüklerine rağmen ortadaydı. Adamları etrafı sarmalarken Zafer de yanına koşturmuştu. Konağa doluşan tüm misafirler kendisine bakmaya başlamış, birer adım geriye çekilir olmuşlardı. Onun bakışları ise Acemin güzelini bulmuştu.
Kenarları altın sarısı işlemelerle bezenmiş kırmızı bir kaftan giymişti. Gelinlik giymesi gerekmez miydi? Sonuçta ne kadar mecbur tutulsa da evleniyordu.
Bakmaya devam ederken güneş gözlüğü altındaki gözlerini kırpmayı unutan Sancar, gözlerini kamaştıran şeyin batmaya başlayan güneş mi yoksa bu genç kadın mı olduğunu bilemedi. Neden bu kadar etkilenmişti ki? Pekala her zaman görebileceği bir güzelliğe sahipti. Artı bir özelliği yoktu. Hatta ondan çok daha güzel kadınlarla karşılaşmıştı.
Peki, öyleyse neydi böyle hissetmesine neden olan şey?
Yıllar sonra onu tekrar görmesi mi?
Hafifçe yutkunma gereği duyarak başını eğip bakışlarını başka bir yöne çevirirken gözlüklerini çıkardı.
Babasının yanındaki yerini alırken merdivenlerden inmekte olan Acem kızının koluna iki erkek kardeşi girmişti. Avluya indiklerinde elini tutan babası Kılıç ağa ağır adımlarla Sancar ile Gazi ağadan yana gelmeden önce kaftanın örtüsüyle kıymetlisinin yüzünü kapattı.
Salona geçerek yere oturmaları için hazırlanan minderlerden birine yerleştirdi Acem kızını.
Damat ettiği oğlunu yanına alıp diğerlerini de ardına katan Gazi ağa da salona geçtiğinde hoca da gelmişti. Sancar ağır adımlarını kırmızı kaftanlı genç kadının yanına doğru atarken tedirginlik arasında gidip geliyordu. Zaman bir an onun için durduğunda olayların hangi ara bu raddeye geldiğini düşündü. Gerçekten bunu yapmalı mıydı? Kısa bir süre için değecek miydi?
Gerçek bir evlilik bile olmayacaktı. Nasıl olacak da ona böylesi bir beklentiyi aşılayacaktı?
Artık genç kadının yanındaki mindere oturduğunda düşüncelerinden soyutlanması gerekiyordu. Çünkü herkes sessizleşmiş, hoca duaları etmeye başlamıştı. Gözleri hoca ile yanında oturan sessiz, yüzü kapalı kadın arasında gidip gelirken çok uzaklardan geliyormuşçasına bir ses duydu.
"...karın olarak kabul ettin mi?"
İçinde bulunduğu durumu bir kez daha idrak etmeye çalışan Sancar önce başıyla onaylayıp ardından bu onay işini sözleriyle de belirtmişti. İki kez daha aynı şekilde onayladıktan sonra yanındaki sessiz güzelin sesini duyma fırsatı buldu.
"Ettim!" derken sanki bu konakta ikisiyle birlikte sallanıyordu.
Son kez dualar edilip herkes ayaklanırken kendisi de güç bela ayağa kalktı. Önden ilerleyip avluya çıkarken içerideki ağlaşmaları duyabiliyordu. Salona getirirken yaptığı gibi kızının ufak elini tuttu Kılıç ağa. El ele yeniden avluya çıktıklarında ortam ağıtlar ve ağlaşmalar arasında olabileceği kadar sessizdi.
Gazi ağaya gözünün bebeğini emanet etmek üzere olan Kılıç ağanın veda etmeden önce şu sözler döküldü yaşlı dudaklarından:
"Kaç yıl geçerse geçsin, yaşım kaç, yaşın kaç olursa olsun, hangi koşullarda olursa olsun, suçsuz ya da hatalı olsan bile, baba, beni buradan al dediğin an, gelip seni oradan alacağım. Acemin kızıyken gelini olsan da, Acemin hatunu olduğunu sakın ola aklından çıkarma. Gittiğin yerde ne övün, ne de yerin. Her daim, Aceme layık ol."
Ağanın sözleri biterken gözleri dolmuş, yüzü kapalı güzel kızı da sessizce içli içli ağlamaya başlamıştı. Babasına sıkı sıkıya sarıldıktan sonra konağın diğer ahalisiyle de vedalaşmış, amcası Gazi ağadan yana yürümüştü.
Kılıç ağanın elini öpen Gazi ağa Acem kızının elini tutup gayrı eri olan Sancar ağadan yana yöneltmişti.
Yüzü kapalı genç kadına bir anlığına bakan Sancar Kılıç ağaya başıyla selam edip eliyle kapıyı işaret ederek hatununa yolu gösterdi. Peş peşe kapıdan çıktıkları an ağıt yakan kadınlar arabalara binmelerini herkes gibi izlediler. Ağa dönüp başıyla Kılıç ağaya selam verdiğinde, Halis'te büyük ağanın tam ardında durmuş kendisini izliyordu. Dişlerini sıkışını kasılan çenesinden anlayan Sancar bıyık altından çarpık bir gülüş atarak, arka koltuğa, din katında hanımı olan kadının yanına yerleşti.
Çok uzun olmayan bir yolculuğun ardından diğer Acem konağına gelen ahali konağa doluşurken Acem kızı yol boyu peçe altından ağlayarak izlediği Sancar ağaya bakmaya devam ediyordu.
Neden Halis'e o tefeci konusunda yardım etmişti? Tıpkı kendisi gibi mecbur bırakıldığı bir evlilik için neden böylesi bir iyilik yapmıştı ki?
Kafasındaki sorularla arabadan inerken kaftanına basmasıyla düşeceği an öne atılan Sancar ağa hızlı bir şekilde belinden kavrayıverdi. Kırmızı kaftanın ardından ela gözleri bu yabancı adamın gözlerine takılırken onun artık yabancılıktan çıktığını hatırladı. Baba evinden çıkmadan birkaç saat önce aklına takılan düşünceler yeniden üşüştü.
Ya sandığın kadar korkunç biri değilse!..
Ne yapacak, nasıl yapacaktı? Onu sevebilir miydi? Ona bağlanabilir miydi? Şüphesiz bağlanırdı. Ya sevgi?
Sahi o da olur muydu? Eğer olursa, o da kendisine karşılık verir miydi? Belki de bu evliliğe mecburiyet gözüyle bakan yalnız kendisiydi. Evet evet, öyle olmalıydı. Yoksa ne diye bu kadar yardımsever davranacaktı ki? Üstelik herkes ondan köşe bucak kaçıyordu. Belli ki o kadar da korkulacak, kötü bir adam değildi.
Sancar ağa sonra aniden kendisini tuttuğu gibi bıraktı. Eliyle yolu gösterirken diğer eli hafiften beline uzanmıştı. Yüreğindeki daralmayı göz ardı ederek derin bir nefes alan Acem kızı gösterilen yöne doğru adımladı. Konağın kapısından girerken kırması için uzatılan çömleği alıp içten bir besmelenin ardından yere fırlattı. Çömleğin içinden dağılan leblebi, tahıl ve bozukluklar çocukları oradan oraya koştururken kapıya bal süren Acem kızı nihayet içerdeydi. Gözleri kaftanının altında bulunan kırmızı kuşağa gitti. Yalnızca birkaç âdet yerine getirilmişti.
Oysa hayallerinde neler vardı neler...
Bu kırmızı kuşak kabarık bembeyaz bir gelinliğin üzerinde duracak, bir o kadar beyaz ayakkabılarının altına da konaktaki her kızın adını yazacaktı. Şimdi ise ayağında düz, taşlı babetler vardı. Gözünden akan bir damla yaş yüzünü örten taşlı kırmızı şalın altından damlayıp ayaklarının önüne düşerken, beraberlerinde sessiz bir şekilde gelen davula birkaç kez daha vuruldu.
Koca avluya yerleştirilmiş masaya kuruldukları zaman sıra resmi nikahtaydı. Ve işte, babası, kardeşleri ve diğerleri de gelmiş, kendisine bakınmaktaydılar. Herkes bir köşeye çekildiği zaman sessizliğin ardından nikah memuru hızlı bir şekilde söyleyeceklerini söyleyip sorması gerekenleri sordu.
Cevap verme sırası kendisine geldiğinde o da tıpkı ağa gibi ilk başta küçük bir tedirginlik yaşamıştı. Yüreği yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Acaba yanında oturan adam da hızla atmakta olan kalbinin sesini duyabiliyor muydu?
Her şey ne kadar da hızlı olup bitmişti böyle? Rüya mı görüyordu?
Dudaklarından çıkan onaylayıcı kelimenin ardından gürültüsüz bir alkış yağmurunun ardından nikah memurunun uzattığı cüzdanı artık eri olan ağa uzanamadığı için kendisi almış, sonra da önüne doğru masaya bırakmıştı.
Ardından bir şeyleri hatırlarmış gibi kendisinden yana dönüp yutkunarak yüzünü açtı. Alnına belli belirsiz mecburi bir öpücük kondurduğunda Lalin'in yanağından istem dışı bir damla yaş süzüldü. Her şey ne kadar da değişmişti birden bire. Nasıl bu hale gelmişti? Hayalini kurduğu adam ile şuan elini tutan adam ne kadar da farklıydı.
Bir tutulan eline, bir yanında heybetlice dikilen adama baktı. Memur ne zaman gitti, misafirler ne ara sohbet etmek üzere oturdular, oturdukları masanın yerine ne zaman rahat iki kişilik parlak bir koltuk getirilmişti, bilmiyordu.
Ela gözleri genç adamın bıyıklarında, keskin ve öfkeli bakışlarında, sıkıp bıraktığı çenesindeydi. Kendisi henüz yirmi dört olmuştu. Otuzunu geçmiş olmalıydı. Yıllar olmuş, o da kendisi gibi büyümüştü. Kim bilir neler yaşamış, herkesi, her şeyi nasıl da unutuvermişti. Acaba kendisini de unutmuş muydu?
Zaman akıp giderken misafirler yavaş yavaş ayrılır olmuş, kendi ailesi de yeni bir vedaya kucak açmışlardı. Lakin Acem kızının gözü hala yanında oturup sıkılmış bir yüz ifadesiyle etrafı izleyen, arada bir de önlerindeki masada duran meyve ve kuruyemiş tabağını kendisinden yana uzatan adamdaydı.
Ve işte, bir kez daha uzattı. Eline aldığı kuru yemiş dolu küçük kase koca avucunun içinde kaybolmuş durumdaydı. Kendisi ise alması için beklemiş, en nihayetinde gözlerine bakmıştı. Kısa bir an göz göze gelmeleri ağaya ne hissettirmişti bilmiyordu ama, Lalin için çok şey ifade ediyordu.
Kendisini hatırlamamasına, bu duruma mecbur bırakılmasına rağmen şimdiden kabullenip Acem kızını sahiplenmiş gibiydi. Lalin dudaklarına buruk bir gülümseyiş kondurarak kocasına bakmaya devam edince ağa bakışlarını kaçırmıştı.
Ne o, yoksa utanıyor muydu?
Farkında olmaksızın biraz daha içten gülümsedi Lalin. Bu utangaçlığı nedense hoşuna gitmişti.
Ve nihayet konak boşalmış, kız tarafı bile gitmişti. Merdivenleri tırmanmaya başlayan Lalin ardından gelen Sancar ağanın varlığını hissederek heyecanlanıyordu. Keşke Dicle hemen gitmeseydi.
Çıktığı oda konağın en üst katında, en köşesindeki odaydı. Kapıdan içeri gireceği sırada içerinin zifiri karanlık olduğunu gördü.
"Dur." diyerek ardından kolunu uzatan Sancar ağa ışığı yakıp girmesi için işaret etti. Oda yeterince büyüktü. Mobilyaların yenilendiği ise her halinden belli oluyordu.
Yatağa doğru ilerleyip ayak ucuna oturduğunda başındaki şal düşmüş, ağa da kapıyı kapatıp perdeleri çekmişti.
Yanına yaklaşmaya başladığında kalbi ağzına gelen Lalin gözlerini ayaklarına indirip sessizce beklemeye başladı. Göğsü hissettiği heyecanın etkisiyle hızlı hızlı inip kalkarken artık durumu sineye çektiğini, kabullendiğini fark etti. Sonuçta artık o kocasıydı. Ona alışması, onu sevmesi gerekiyordu. Onlayken başkasına takılı kalmak onun sevgisine de saygısızlık olurdu. Ve Lalin saygısızlığın sevgiyi de yok edeceğini çok iyi biliyordu.
Yanına oturan Sancar ağa bir süre elleriyle oynadıktan sonra derince bir nefes aldı ve Acem kızını hüsrana uğratan sözlerini sarf etti.
"Bu eve geldin, hoş geldin. Ama senin yerinde olsam fazla alışmamaya çalışırım. Bu evlilikten gerçek bir evlilik olmasını bekleme! Çünkü hiçbir zaman öyle olmayacak. Zamanı gelince aynı sessizlik ve saygıyla yolları ayıracağız. Ha yine de Sancar ağanın hanımı diye anılmanın tadını çıkarabilirsin."
"Ne.. Ne, demek bu?" diye sorarken duyduklarının şokundan çıkmaya çalışıyordu Lalin. Gerçekten... Duydukları gerçekten doğru muydu?
Bunları nasıl söylerdi? Nasıl..?
"Ne demekse o demek!" diye ayaklandı ağa.
"Hiçbir zaman gerçekten karı koca olmayacağız. Yoksa bu saçma sapan mecburiyete göz yumacağımı mı sandın?"
"A.. Ama..."
"Aması maması yok, kendime bile tahammül edemeyeceğim bir zamandayım. İstersen sen şansını fazla zorlama! Toz çıkarmadığın sürece bu konakta her şeyi yapabilirsin. Ama unutma; benim adım Sancar, Acemin büyüğüyüm, ve kuralları ben koyarım!"