"Aden!"
"Hey! Sana sesleniyorum Aden?"
"Bir kere daha duymazdan gelirsen seni Uzay Polislerine teslim ederim. Fazladan nefese bu dünyada ihtiyacımız yok!"
Kulağıma dokunarak teki çalışan kulaklığın sesini kapattım. Önümdeki dijital ekrana zihnimdeki düşünceleri işlerken, set amiri yüksek tondaki azarlarıyla kelimelerimi karıştırmama neden olmuştu.
"Ne istiyorsun?" diye sorarak dijital ekranı kapatarak elime aldım. Onu kolumun altına sıkıştırarak arkama döndüğümde dumandan kirlenen yüzü ve kızaran gözleriyle oldukça öfkeli görünüyordu. Set amiri benden kırk yaş büyük, ölümün kıyısında bir kadındı. Pek anlaşamazdık, benden hoşlanmazdı. Her karşılaştığımızda beni Uzay Polislerine vermekle tehdit ederdi. Genç olduğum için beni kıskandığını düşünmeye başlıyordum.
"Sana tüpleri temizlemeni söylemiştim." diye bilmiş bilmiş konuştu. "Duman altında kaldık, oksijen seviyesi düştü. Bu durumda nasıl sete devam edebileceğimizi söyler misin?"
Dudağımı ısırdım. Evet, bu işi bana dün geç saatlerde verdiğini anımsıyordum. Çıkmadan önce tüpleri temizlemezsem Uzay Polislerini arayıp Dünya'da yaşamak için yeterince yaşlı olmadığımdan bahsedeceğini söylemişti. Anlamadığı şey şuydu, bir tehdidi birden fazla kez söyler ve yerine getirmezsen, anlamını yitirirdi.
"Yedek tüplerle?"
Bu onu daha da öfkelendirdi. "Devlet yedek tüp tedarikini kesti. Bunu sana daha kaç defa söylemem gerek!"
İç çekerek gözlerimi onun dışında her yerde gezdirdiğimde, "Kovuldun! Bu seni son kovuşum. Sakın bir daha iş dilenmeye gelme!" diye bağırarak odadan çıktığında peşinden koştum.
"Amirim!" diye seslendim. "Beni kovamazsın, ben yönettiğin setin nefes almasını sağlıyorum."
"O yüzden mi tüpler oksijen yerine duman püskürtüyor?" Durmuyordu ve beni duyması için peşinden koşturmam gerekiyordu. "Bunun bir başkaldırı olduğunu biliyorsun, sana aylar önce söylemiştim."
Setin ortasından geçtiğinde Mars'dan gelen oyuncuları gördüm. Oksijen maskeleriyle oturuyorlardı ve bu durumdan hiç hoşnut değillerdi. Aslında dünyada olmaktan hoşnut değillerdi. Eğer Dünya gezegeninde yaşamıyorsanız burası size bina yığını bir çöplükten ibaret gibi gelebilirdi. Diğer gezegenlerin hepsi dünyaya böyle bakıyordu. Dünyadan göçen insanlar bile buraya böyle bakıyordu. Çünkü dünya artık yaşanılabilir bir gezegen değildi.
Set Amiri bir anda durdu ve bana döndü. Parmağını sallaya sallaya, "Senin küçük başkaldırın sadece bizim hayatlarımızı tehlikeye sokar. Dünya sadece dünyada kalanların umurunda, anla artık. Bize yeni yaşam şartları sunmayacaklar. Ölmemizi ve dünyayı tamamen bir çöp yığınına çevirmeyi bekliyorlar. Buna alışsan iyi edersin." dediğinde yutkundum.
Söylediklerinin hepsinin doğru olması canımı bir kez daha yaktı. Elimden ona bakmaktan başka bir şey gelmedi. Dünyayı sen değiştiremezsin Aden.
"Şimdi git, seni bir daha burada görürsem dediğimi yaparım. Bunca zaman ailenin hatırı için seni burada tuttum ama artık olmaz. Başkaldırı yapmak için hayatımızı tehlikeye atan, Uzay Polislerinden kaçan bir kızı korumayacağım."
Son sözünü söyleyip gittiğinde öylece kaldım. Herkesin gözlerinin benim üzerimde olduğunu fark ettiğimde iç çektim. Çok güzel, şimdi herkes kaçak olduğumu biliyordu.
Gözlerimi devirerek binanın dışına doğru yürüdüm. Adımlarım mermer zeminde yankılanırken kendi kendime söyleniyordum.
Gezegenlere ve evrenin düzenine söverek dışarı çıktığımda bir toz tabakası yüzüme çarptı. Tozlar boğazıma girdiğinde öksürük krizim başladı. İki büklüm olmuş öksürürken ceketimin cebinden maskemi çıkarttım. Maskeyi takmaya çalışırken gözlerime giren tozlar yüzünden bir süre göremedim. Kolumun altındaki dijital ekran yere düştüğünde ve göremediğim için yanlışlıkla üzerine bastığımda bir çatırtı sesi duydum.
"Evreni sikeyim"
Küfür edip bağırdım ve ayağımı öne doğru geçirerek ekranı fırlattım. Belki de teslim olmalıydım, herhangi bir gezegende normal bir yaşam sürmeliydim. Dünyadan vazgeçmeli, aileme verdiğim söze ihanet etmeliydim. Kayıtlara göre dünyada doğan son insandım. Kurallara göre buraya ait değildim. Yaşamın var olduğu, lüks içinde sürdüğü gezegenlerden birinde olmalıydım. Dünyada 22 yıl önce doğum yasaklanmış. Dünyada yaşayan ve doğum yapabilecek bütün kadınların hamile kalması engellenmiş. Annem bana hamile kaldığı sırada bu gerçekleşmiş. Bunu yaşayan diğer anne adayları istedikleri gezegenlerden herhangi birine geçiş hakkına sahipmiş. Annem dünyada doğup dünyada ölmemi istemiş. Bu yüzden bunu asla kabul etmemiş. Devlet beni kendi bünyesine alıp götürmek istediğinde karşı çıkmış. Sonra babamla beraber beni öldü olarak göstermişler. Yani kaydım vardı ama ölüydüm. Eğer hayatta olduğum öğrenilirse dünya dışı edilirdim. Ben ailemin dilediği gibi dünyada doğdum ve dünyada ölmek istiyorum.
"Aden?"
Adımı duyduğumda derin nefesler alıp kendime gelmeye çalışarak doğruldum. Tek gözümü zoraki aralayarak sesin geldiği tarafa baktığımda tanıdık bir simayla karşı karşıyaydım.
"Senin burada ne işin var?" diyerek gözlerimi ovuşturdum. Cebimden gözlüğümü çıkartarak taktığımda güldü. "Görev için geldim."
"Burada ne işin var?" diye tekrar ettiğimde yine güldü. "Seni görmeye geldim. Belki bizim gezegene gelmeyi bu sefer kabul edersin diye."
Gözlerimi devirerek yanından geçtim. "Sana bunu unut demedim mi? Ayrıca gezegen değişmek istesem Mars'a mı gelirim? Sizin suyunuz acı bir kere."
"Tek problem bu mu?" dedi peşimden gelirken. "Sana getirdiğim su zaman aşımına uğradı. Taze içsen öyle demezsin. Tabii, Dünya suyunun yanında hafif kalır ama zamanla alışırsın."
"Dünya suyundan başka su içemiyorum biliyor musun? Benim midemi bozuyor."
"Kaç gezegenin suyunu içtin sanki?" diye homurdandığında motorumun yanına varmıştım. "Ulaşılması zor olan malın alıcısı çok olur." diyerek gözlerimi kapattım ve gözlüğümü çıkarttım. Kaskımı takarak gözlerimi açtım. "Senin gibi buraya görev için gelen kaç adamın kendi gezegenlerinin mallarını sattığını görsen inanamazsın."
"Sen de alıyor musun?" diyerek kıkırdadı. "Başka gezegenlerin malında gözün yok sanıyordum."
Motosikletime binerek parmak izimi okuttum. Motor çalışmaya başladı ve bütün ışıkları yandı. Haritayı açarak oksijen seviyesinin yüksek olduğu bölgeleri arattım.
"Merak." diye mırıldandım. "Hepsi de çok kötüydü."
"Önyargılı davranıyorsun da o yüzden." diye homurdandı. "Bak, sana bir teklifim var. Bir seferliğine benimle gel. Sana orayı yakından göstereyim. Görünce seveceksin, dönmek istemeyeceksin."
"İstemez, ben burada mutluyum."
"Sen sadece ailene verdiğin sözü tutmaya çalışıyorsun. Ailenin öldüğü yıl dünya bu kadar kötü halde değildi Aden. On yıl önce oksijen seviyesi bu kadar düşmemişti. Her yıl dünya nüfusunda yüzde onluk bir azalma oluyor ve bunun sebebi oksijensizlik."
Haritadan onay sesi geldiğinde oraya döndüm. İncelediğimde benim yaşadığım yerin oksijen seviyesinin düne göre yüzde 0.2 attığını gördüm. "Bak." dedim ekranı göstererek. "Benim yaşam alanımın seviyesi gayet yerinde. Yıllar önce diktiğimiz ağaçlar meyvesini vermeye başladı."
Somurttu. "Ormanda yaşıyorsun."
"Etrafı şehir ile çevrili bir orman."
"Şehir dediğin yerlerde yaşam yok kadar az. Kimse evinden çıkmıyor, ölümü bekliyorlar. Daha fazla karşı çıkma, gel benimle. Benim seni korumam gerek."
"Dünyadan mı?" diyerek güldüğümde daha çok somurttu.
"Ölümden, yalnızlıktan, dünyada başına gelebilecek her türlü şeyden. Burası artık çöplük, gezegenler anlaştı. Çöpleri dünya topraklarının yaşam olmayan bölgelerine yığmaya başlayacaklar."
"Bunu yapamazlar, biz daha ölmedik. Devlet..." dediğimde lafımı kesti. "Başkan izin verdi. Kendisi de artık burada yaşamın doğru olmadığını anlamış olmalı ki kendine gezegen bakıyor. Yakında burayı başka gezegenden yürütmeye başlayacak."
"Dünya kendini yenileyebilir!" diye haykırdığımda dudaklarını birbirine bastırdı. "Dünya sadece bir çöp yığını. Ozon tabakası çökmek üzere. Diğer gezegenler kendi hava sahalarını korumak için pis işlerini hala burada yapıyorlar. Dünya artık çalıştığın dizinin anlattığı gibi, ayak basılmaması gereken bir yer."
O kadar öfkelendim ki yüzündeki şeffaf kaska yumruk attım. Bu benim elimi acıtsa dahi umurumda olmadı. Arkaya doğru savrulduğunda kanamaya başlayan parmak boğumlarıma baktım. Kaskları bile sinirimi bozuyordu. Onlar için bu hava katlanılamazdı. Buraya bu kasklar olmadan inmiyorlardı. Kaskları yeterli oksijeni sağlarken dışarıdan gelecek etkilere karşı da koruyordu. Misal, benim karşı karşıya kaldığım toz tabakası yüzünden kör olmam gibi. Onlar bunu yaşamıyorlardı.
"Bir daha karşıma çıkma Emir. Beni ikna edemezsin. Moral bozan cümlelerini de istemiyorum. Beni korumana ihtiyacım yok. Beni bırakıp Mars'a gittiğin gün o hakkını kaybettin."
Onun cevap vermesini beklemeden sürmeye başladım. Tozu dumana katarak eve doğru yol aldım. O kadar öfkelendim ki sürebildiğim kadar hızlı sürdüm. Motor birkaç kez uyarı verdiğinde Manuel moda alarak akıllı sistemden çıkardım.
Damon... O benim en yakınımdı. Doğduğumdan beri yakın olduğum, benim yaşlarımda tek kişiydi. Benden dört yaş büyüktü ve bir süre dünyada yaşamıştı. Ailesi ölünce o da Mars'a yerleşmişti. Ailelerimiz çok yakındı, beraber büyüdük bile diyebilirdim. Onun da ailesi benim ki gibi aynı topluluğun parçasıydı. Dünyadaki yaşamı korumak için bir arada olan topluluğun. Ailelerimiz aynı yıl, aynı ayaklanmada öldüler. Geride kalan çocuklar gezegenlere götürülürken ben zaten var olarak gözükmediğim için listede bile yoktum.
Damon görev için geldiği her fırsatta yanıma gelirdi. Beni ikna etmeye çalışır, dünyanın yok olduğunu söylerdi. Ben bana bunları söylemesini değil yanımda olmasını isterdim.
Orman yoluna girdiğim an kaskın camını açtım. Oksijeni içime çekerken gülümsemek için yeterli sebebim vardı. Yeterli nefesi alabilmek beni çok mutlu ediyordu. Motordan azalan enerji uyarısı geldiğinde gülümsemem soldu. En son üç ay önce enerji kapsülünü değişmiştim ve satan adam altı ay yeteceğinin sözünü vermişti.
Satıcıya söylenerek eve geldiğimde motordan indim. Tahta merdivenleri ikişer ikişer çıkara verandaya girdiğimde ışıklar yandı. Kapı açıldığında kaskımı çıkartarak içeri girdim. Kapı kapanırken kaskımı masanın üzerine bıraktım. Parmağımı şıklattığımda pencereler gece moduna geçti.
Üst kata çıkmak için merdivenlere yöneldim. Yukarı çıkarak banyoya gireceğim sırada odamdan bir ışık yayıldı. Kaşlarımı çatarak oraya yöneldiğim an bunun Damon'ın bir oyunu olduğunu biliyordum. Kendince beni korkutup buranın güvenilmez olduğunu düşündürecekti ama yemezler.
Bunu bildiğim için odaya girmekten vazgeçerek banyoya girdim. Ellerimi yıkamak için elimi suya doğru uzattığımda akmadı ve aynadaki ekran açıldı. Su seviyesinin sadece içerek tüketebileceğim kadar azaldığını gösterdiğinde öfkeyle elimi ekrana geçirdim. Su seviyesini yükseltmek için başvuru yapmam gerekiyordu. Ya da her zamanki gibi kaçak yollara başvurabilirdim.
Islak mendil alarak ellerimi sildim ve banyodan çıkarak odama yöneldim. Emir ne gibi bir oyun hazırladı bilmiyordum ama tek isteğim üstümü değiştirip yemek yemekti. Kapıdan geçtiğim an sert bir dalga üstüme doğru geldi ve arkaya doğru fırlayıp duvara çarptım. Kafam duvara çarptığı an gözlerim karardı ve yere yığılırken zihnim kapandı.