"Her son başka bir başlangıç için konulmuş noktadır."
Yetimhane müdiresi kucağında kundağa sarılı bebekle karşısında dikilen bekçiye bakarken ne düşüneceğini şaşırmıştı. Hava soğuktu. Kışın göbeğinde hangi vicdan yoksunu kadın el kadar bebeği yetimhanenin çöp konteyner yanına bırakırdı ki. Kirli battaniye içindeki cılız beden açlıktan ve soğuktan incecik sesiyle odayı doldururken hiç anne olmasa da terk edilmiş kimi kimsesi olmayan çocuklara anne olan kadın ayaklandı. Bebeği kucağına aldığında gördüğü şey daha gözleri dahi açılmamış bir yavruydu. Titreyen dudakları sesini dışarı çıkarmak için aralanırken en fazla iki günlük olduğu açıkça belliydi.
"Halim Efendi hemen depodan yeni doğan bezi giysisi mama biberon al getir. Acele et. Pudra ve pişik kremiyle ıslak mendili de unutma."
"Tamam Seyhan Hanım. Hemen getiriyorum."
Orta yaşlı adam hızla odadan çıkıp depoya koştu. Seyhan Müdür bir kat aşağıdaki Doktor Begüm hanımın yanına inip içeri girdi. Çocukların dosyalarını dolduran genç doktor yurt müdiresini ve bebeği görünce ayaklandı.
"Bu da kim? Hayırdır inşallah Seyhan Hanım?"
"Sormayın doktor hanım, Halim Efendi yurdun konteynerin kenarında bulmuş. Yavru daha iki günlük belli şu hale bak."
Kırkına gelmiş müdür öyle içi yanarak söylenmişti ki doktor da hemen sedyeye aldığı ve kontrol ettiği bebeğe üzülmüştü. Göbek bağı bile resmen mandalla tutturulmuş iltihap tehlikesi kendini belli etmişti.
"Bu bebek için hastane şart Seyhan Hanım. Göbek bağı dibinden iltihap kapmış. Ciğerleri çok hırıltılı. Ben hemen ambulans çağırıyorum."
Küçük kız gelen ambulans ile en yakın hastaneye götürüldü. Seyhan Hanım hastane polisine durumu izah ederken en az bir hafta hastanede tedavi görmesi gereken bebek için de yatış işlemleri başlatıldı. Zaten bir yurt önüne bırakıldığı için ailesi çıkmazsa orada yaşamasına karar verildi.
Günler geçti. Küçük bebek daha da düzeldi. Gözleri açıldı. İlk annesini değil hemşireleri gördü. Onların kokusunu aldı. Yeni doğum yapan bir kadının insafı ile kursağından kendi annesi olmasa da süt geçti. Seyhan Müdür ise her gün hastaneye ve karakola uğradı. Herhangi bir başvuru ya da kayıp ilanı yoktu.
Geçen bir haftanın sonunda aile ve sosyal politikalar bakanlığının görevlileri ile küçük bebek yurda giriş yaptı. Adı yoktu. Bir kimliği ya da eşyası. Kimlik için başvuru yapılacağı sıra isim konusunda yurt müdürü öneride bulundu.
"Bu küçük kızımızın adı Asra olsun. Asra Bozdoğan."
Küçük Asra böylelikle yurt hayatına merhaba dedi. Her çocuk gibi özenle ilgilenildi. Bebekler için ayrılan bölümde onun gibi olan birkaç canla birlikte nefes almaya başladı.
Ara sıra ziyaretçileri oluyordu. Küçük mavi gözlü bir erkek çocuğu, Selçuk. Altı yaşlarındaki çocuk yaşıtları ile oyunlar oynuyor ama ara sıra bebeklerin kaldığı kata çıkıp kapıdan beşiklerinde uyuyan bazen de yerdeki battaniyeler üzerinde oynayan küçükleri izliyordu. O da bu yurda iki yaşında gelmişti. Annesi başka adama kaçmış babası da önce adamla karısını sonra da kendi canını almış çocuk ise ortada kalmıştı. Akrabalardan kimse Selçuk'u istememişti çünkü annesinin hatası yüzünden ona piç gözü ile bakılıyordu. Yurt müdiresi durumu ilk öğrendiğinde amca ve teyzesine onca dil dökmüş hatta sayıp söylenmişti ama işte olmayınca olmuyordu. Zorlama vicdan kimseye hayır getirmiyordu.
Seyhan Müdür odasında işi olmadığı zamanlar önce büyük çocukları sonra da küçükleri yoklardı. Çalışanları teftiş eder kötü bir olayın vuku bulmaması için çok uğraşırdı. Birkaç zengin iş adamının aylık yardımları ile oldukça güzel ve malzemesi bol bir yurt yönettiği için çocukların bundan sonuna kadar faydalanmasını isterdi. Selçuk da Asra gibi müdirenin özel ilgisine mazhar olmuştu. Akıllı uslu olduğu için de daha da sevilirdi. Öyle ya terk edilmiş yüz üstü bırakılmış çocukların en çok ihtiyacı olan şeydi sevgi. Aslında dünyaya merhaba diyen her çocuk çokça sevilmeyi sahip çıkılmayı hak ediyordu ama hepsi hak ettiği gibi yaşayamıyordu.
Yine küçük Selçuk bebek odasının kapısından içeriyi izlerken Asra bebek elindeki çıngırakla oynuyordu. Altı aylık olduğu için kaşınan damağı yüzünden ağzına götürüyor bebek sesleri çıkarıp küçük yanağındaki gamzelerini göstere göstere gülüyordu. Onla birlikte farkında olmadan gülen küçük çocuk bakıcı annelerin de dikkatini çekmişti. Annelerden biri olan Sevim "Gelsene Selçuk, bak kardeşler ne kadar da tatlılar," dediğinde çekinerek içeri girip beşiklerin arasında dolaştı. Bebeklerin yerdeki oyun alanına girerken ayakkabısını çıkardı ve yumuşak halıya bastı. Sevim anne beşiğinden Asra'yı alıp yere battaniye üzerine koyarken oturmuş elleri yanaklarını avuçlayan çocuk yanlarındaydı.
"Ne kadar güzel değil mi Selçuk?"
"Evet, çok güzel ama azcık pis. Baksana ağzından hep su çıkıyor."
Kadın güldü. Onları kapıdan izleyen Seyhan müdür de kayıtsız kalamamıştı.
"Olsun paşam. Senin de böyleydi. Dişin çıktığı için o sular akıyordu. Bak Asra'nın da dişi çıkacak. O da büyüyüp senin gibi olacak."
Selçuk elinde oyuncağı gülücükler saçan kıza bakışlarını çevirdi. Ne masumdu o bakışlar? Nasıl da sevgi doluydu?
"Büyüsün Sevim anne. Ben elinden tutar gezdiririm. Düşerse kaldırırım. Hep yanında olurum. Arkadaşım olur benim."
O gün Selçuk çocuk aklı ile öyle demişti demesine de kimse gerçekten de öyle olacağını düşünmemişti. Aradan geçen zaman da Asra yürüdü. Elinden tutan Selçuk'tu. İlk düştüğünde kaldırıp acıyan dizini öpen, kimsesizliğini sorguladığında yanında olan, canını acıttıklarında kavga eden.
Ta ki yıllar sonra amcası ortaya çıkıp okul yolunda karşısına çıkarak "Sen bir piçsin. Günah tohumusun. Anan olacak orospu başkasından peydahladı kardeşime kakaladı ama yine kardeşimin elinde geberdi aşığı ile. O yüzden sende bunu bilerek yaşa. Nasıl bir ananın evladı olduğunu öğren" diyene kadar.
O gün Selçuk daha on dört yaşındaydı. Okula bir sene geç başlamış ortaokul son sınıftaydı. İlk dönem içine öyle bir kapandı ki Asra'ya bile kötü davrandı. Yanından kovdu. Hırçın ve kavgacı oldu. Rüyalarında etrafındaki herkesin ona piç diye bağırdığını görüyordu. Küçük Asra'sı bile ona tiksinerek bakıyor "Bana yaklaşma bana dokunma" diye kaçıyordu.
Kâbusları artmış kendinden nefret eder olmuştu. İkinci dönem başladığında okuduğu okula bir komutan askerleri ile yardım kolileri taşımış çocukların derslerine girip onlara askeri liseler hakkında bilgi verirken vatan ve millet sevdasından bahsetmişti. O gün çocuk için oldukça önemliydi çünkü içinde bir yerlerde üzerine yapışan balçıklardan anca vatan aşkı ve hizmeti ile kurtulabileceğini düşünmeye başlamıştı.
Asra ise abiden çok dost gibi bağlandığı Selçuk'un haline çok üzülüyor bazı zamanlar Sevim annesine şikâyet ediyordu.
"Sevim anne."
"Efendim kuzum."
"Selçuk bugün yine bana bağırdı."
"Aaaa, niye yavrum?"
"Bilmem, sadece nasılsın dedim. Bir de matematik ödevim vardı onu gösterdim. Sinirlendi. Kaybol Asra diye bağırdı."
Sevim anne bunun farkındaydı. Gece kabuslarını hırçınlıklarını biliyordu. Nedenini bilmese de hepsinden haberdardı. "Paşam" dediği çocuğa ayrı üzülüyor "Boncuk kızım" diye sevdiği yavruya ayrı canı acıyordu. Ne yapacağını bilmez halde ona boncuk boncuk bakan kıza vereceği cevabı düşünüyordu.
"Belki canı sıkılmıştır. Onun da ödevleri vardır. Ondan sinirlidir. Sen üzülme boncuğum."
Asra, Sevim annesini üzmek istemediği için başını sallamış elindeki hikâye kitabını okuyordu. Zeki kızdı. Okuma yazmayı çabuk sökmüş öğretmeninin göz bebeği olmuştu. Sürekli hikâye kitapları hediye eden öğretmeni "Büyüdüğünde ne olacaksın bakalım?" diye sorduğunda gururla "Hemşire olacağım öğretmenim" deyip cevaplardı.
Seyhan müdürün de bazı bağlantıları Selçuk'un azimle çalışması ile askeri liseye giriş yapabilmişti. Yatılı olarak okumak isteyen çocuk yurttan ayrılırken en çok "Anne" dediği iki kadından ve elini bırakmayacağına söz verdiği Asra'dan kopmak zor gelmişti. Hatta gidiyor diye küçük kız ona küsmüştü.
"Söz her fırsatta geleceğim tamam mı? Hem sen de derslerine iyi çalışır hemşire olursan bana bakar iğne yaparsın olmaz mı?"
"Olmaz. İğne canını acıtır. Acımasın. Sen de gelme. Küstüm ben sana. Söz vermiştin ama tutmadın. Tıpkı yıldızlara gidip geri gelmeyen anne babam gibi sende beni bırakıyorsun. Küstüm işte küstüm."
Hem ağlayıp hem de omuz silken küçük kız koşarak hep oturdukları ağacın dibine gidip dizlerini kolları ile sararken başını o kollara gömmüş ağlıyordu. Selçuk üstelemedi. Bir daha ki gelişim de gönlünü alırım diye düşündü.
Lakin ne Selçuk bir daha geldi ne de Asra beklemekten vazgeçti. Ona göndersin diye Sevim annesine mektuplar yazıp verdi. Her yaz tatilinde gelmeyince yine küstü. Yalnız kalan küçük kalbi mavi gözlü çocuğa hep küs kaldı. Geceleri kitap okurken attıkları kahkahaları dinledi. Gözlerinin önüne geleceğim diyen çocuğun görüntüsü gelip gitti.
*****
Ve yıllar sonra Şırnak da saldırıya uğrayan askeri araçtan çıkan yaralıların tedavisi için gelen askerlere pansuman yapan genç bir kıza arkadaşı seslendi.
"Asra, canım işin bitince gelecek ambulansta komutanları varmış. Onunla sen ilgilenir misin?"
"Tamam ben hallederim. Bitti zaten işim."
Geri kolunu sardığı askere dönüp "Geçmiş olsun. Siz uzanın serumunuzu takalım. Ağrı kesici sayesinde daha iyi hissedeceksiniz." Dedi. Başını eğip "Sağol bacım" diyen ere gülümsedi. Boncuk gözleri ışıldarken mesleğini yapma hevesi daha da artıyordu.
Acil servisten çıkamadan duyduğu siren sesi ile serum klipsini kontrol edip hemen eldivenlerini değiştirdi. Kapıya çıkarken yenisini takıyordu. Ambulansın kapısı açıldı. Sedye ile inen askeri diğerleri içeri götürürken kolundan yaralanmış yüzünde siyah boyalar olan iri yapılı asker oturma yerinden yere indi. Sarmaya çalışılmış ama kanama hala devam ediyordu.
Başını kaldırdı. Siyah boyalı yüzde inci gibi parlayan mavilerle anlık duraksadı. Nefesi kesilir gibi oldu. Gözler çok tanıdıktı ama hatırladığı gözler sıcak bakardı. Bu maviler buz gibiydi. Soğuk ve mesafeli. Ufacık yutkunup yaklaştı ve sağlam koluna girmeye çalışıp içeri yönlendirmek istedi. Boyu kısa sayılmazdı bir altmış beş civarıydı ama yine de iri adamın omuzlarına anca geliyordu. Birkaç adım atmışlardı ki içeriden koşarak çıkan başka bir hemşire "Asra çabuk ol. Kaza olmuş. İki ambulans daha yoldaymış, askerlerin pansumanlarını bitirelim" diye acele ile konuştu.
"Tamam, en son komutan kaldı. Onu da hocaya emanet edecek gibiyim kanaması hala devam ediyor."
Konuşurken durduklarının farkında değildi. Hatta soğuk bakan mavilerin şaşkınlık ile kendisine döndüğünün de. Genç kız mevzu bahis görevi olunca etrafa kapanan biriydi. Saniyeler içinde bunu fark ettiğinde acele ile "Lütfen, hızlı davranmamız lazım." Diyerek çekiştirince adım atan adam neye uğradığını şaşırmış gibiydi.
Bazen kader en olmadık anda kaçılan ne varsa insanın önüne serer ya bu da öyle bir şeydi.
Kartal yuvasının Selçuk'u boncuk gibi bakan serçeyi yeniden bulmuştu. Bundan sonrası varsın eğlence başlasındı.