Benim iki çeşit karanlığım vardı ve ikisininde adı Umut’tu. Şimdi, gelin güvey olacağımız yeni odamda onu bekliyorum. Kefenim gibi gördüğüm saten kumaştan üstüme göre dikilen ve hiçbir özelliği olmayan, sade bir kesime sahip gelinliğim hâlâ üstümde ve artık aşiretin ağası olan zalim, kahretsin ki ona çok yakışan ama aynı zamanda kendisi gibi karanlık, simsiyah renkteki giydiği damatlıklarıyla son kalan misafirlerini yolcu etmekte.
Heyecanlı değilim, fakat korkumun sınırı yok işte. Kendimi ondan nasıl koruyacağım? Ne olur ne olmaz diye odamın her yeri didik didik arandı. Yine bir şekilde bıçak ya da benzeri bir şey bulundurmamdan korkuyorlardı.
Ağanın canına kast ettiğim silahı nerden bulduğum konusunda ser verdim, sır vermedim. Ceylan’ın bana meyve soyarken bıçağı yatağımın üstüne dalgınlıkla bıraktığını ve orda unuttuğu yalanını attım. Ceylan’da bu yalana can hıraş sarıldı ve çok şükür ki birkaç tokatla atlattı bu durumu.
O günü düşünerek aklımı oyalamaya çalışırken, koridorda yankılanan adım seslerini duydum ya, kalbimin vuruşları anında hızlanırken, adeta boğuk sesini kulaklarımda duyar oldum. Yüreğimin atışlarına eş, resmen o adımların sesi de beynimin içinde yankılanıyordu sanki. Kapının önünde son bulan adımlar ile bende sanki son kez ciğerlerime havayı almış ve asla bırakmayacakmış gibi nefesimi tuttum. Kocaman açılmış gözlerimle kapının topuz şelindeki koluna bakıyordum. İki kez kapının tıklatıldığını duydum. Gelen o olsaydı kapıya asla vurmazdı. Eşkiya gibi odaya dalardı.
“Girin!” dediğimde saniye olsun ayırmadan korkuyla baktığım o topuz, yavaşça yerinde dönmeye başladı ve kapı içeri doğru biraz itildi. Daha çok açılmasını beklerken birkaç saniye öyle durdu. Derin derin iç çekildiğini duydum ve sonrasında geriye doğru tamamen açılan kapının önünde onu gördüm. Allah kahretsin ki gelen o imiş. İçeri girmesi, kapıyı yavaşça kapaması, dönüp bana bakması sanki bir rüyadaymışım gibi hissetmeme neden oldu. Hareketlerindeki ahenk, nedendir bilmem kalk gidelim diyen sinirlerimi yatıştırmıştı.
“Beklemişsin beni!” dedi ya, ilk anda ne diyeceğimi bilemedim.
“Celladımı beklemekten başka çarem var mı ki?”
Cevabımı duyunca gülümsedi, hemde tıpkı eskisi gibi. Oturtulduğum yatağa doğru ağır adımlarla yaklaşırken, önce ceketini çıkardı ve ardından da gravatını çözmeye başladı.
“Çok yorgunum.. sen burda hanım hanımcık otururken, ben aşağıda kaç aşiret ağırladım bilmiyorum. Getirilen hediyelerin burda,” dedi ve diğer elinde tuttuğu büyük bir keseyi bana doğru attı. Kılım kıpırdamadı bile.
“Onlar bana değil, sana ve senin aşiretine getirildi. İstemem!” dedim ve tam yanıma düşen keseyi aldığım gibi tüm öfkemle ona fırlatıp attım. Havada yakaladığı keseye bakan gözleri ve o alaycı bakışları beni buldu. Anlamını çözmeye uğraştığım başka bir şeye evrilen o bakışlarını benden hiç çekmedi. Sanki beni çözmeye çalışır gibi bir hali vardı.
Bilerek yaptığı şeyi elbette anlamıştım. Beni deniyordu. Bakalım ben içinde altınlar ve paralar olduğunu tahmin ettiğim o şeyi isteyecek miydim? Kaçmayı düşünüyorsam onlar benim için bulunmaz nimetti ve o da bunu biliyordu. Tahminen tüm bunların hesabını yapıyordu pis tilki!..
Bildiği ya da bilmediği bir şey varsa o da, onun gibi düşünmeye çalıştığımdı. Aklından geçebilecek her türlü düşünceyi önceden tahmin etmeye, yaptığı her şeye bir anlam, ama doğru bir anlam yüklemeye çalışıyordum. Doğru düşünüp, yanlış hareketten kaçınmalıydım her daim.
“Pek tok gözlüymüşsün, hoş bunu zaten biliyordum,” dedi ve elindeki keseyi başının yanında sallarken tatlı tatlı gülümseyerek, “bunu istememeklede kendini kanıtlamış oldun küçük hanım, ya daaa aklından çok başka şeyler geçiyor ve şu an beni açıkçası kandırmaya çalışıyorsun. Zekice! Tebrik ederim sevgili karıcığım.”
Tıpkı onun gibi tatlı ve birazda nazlı gülümsedim ona. Bunu görünce hoşuna gitmiş olmalı ki tam ayak ucuma geldiğinde gülümsemesinin keyifli bir hal aldığını gördüm ve o anda yüzümdeki tebessüm bir hayal gibi silinip, yok oldu.
“Zalim olduğunu biliyordum ama paranoyak olduğunu bilmiyordum. Bu vesile ile onuda öğrenmiş oldum,” dedim ve hemen ekledim.
“Şu halimle kaçabilmem için elimde Alaaddin’in sihirli lambasının olması gerekir.”
“Yorma beni Yıldız, yorma! Ben şimdi banyoya gidiyorum. Yorgunluğumu ancak sıcak bir duş alır, sana gelince ister bekle, ister yat! Çocuk yapmak için günler çuvala girmedi.. bu gece özgürsün ama diğer geceler ve günler için aynı şeyi söyleyemem,” dedi bana arsızca, ama en azından bu geceyi rahat geçireceğimin sinyalini de vermiş oldu. Bunu öğrendiğim için çok mutlu olmuştum ama asıl mesele bu gelinlikten nasıl kurtulacağımdı.
Yanıma geldi ve bana, “eğil!” dedi.
“O niye ki?”
“Gelinliğinin fermuarını açacağım ve üstünden çıkarmana yardım edeceğim. Kapıda bekleyen var. Malum, çarşaf meselesi,” dediğinde beynimden vurulmuşa döndüm. Yalnızca filmlerde olur sandığım şey resmen saf gerçekmiş. Dehşet içinde kalmıştım ve aynı anda çok utanmıştım.
“Hadii!.. bütün gece seni bekleyemem,” dedi usanmış bir sesle.
Sen mi usandın, yoksa ben mi ha?
Sessizce öne doğru eğildim. Parmak ucu ense köküme değdiği an ürperdim. Tuttuğu fermuarın ucunu, yavaş yavaş aşağıya kadar indirdi.
“Doğrulabilirsin!”
Geriye doğru gittiğimde gözlerimiz buluştu ve utanarak bakışlarımı hemen kaçırdım. Ağlamak üzereydim. Yine yetersizliğim ile baş başa kalmıştım ve bu gelinlikten kurtulmak için maalesef ki ona mecburdum.
Ellerimle omuzlarından gelinliğimi aşağıya doğru çekerken başım önümdeydi ve ağlamaya başlamıştım. Benim için seçtikleri süslü kombinezonla kalınca, havanın sıcaklığına tezat titremeye başladım.
“Benden utanma. Öyle ya da böyle kocanım senin!” dediğinde, titrediğimi gördüğünü anladım. Hızla başımı kaldırdım ve gözlerinin içine öfkeli bir bakış attım.
“Sen benim hiçbir şeyim bile olamazsın!. Bu saatten sonra da, senden bana olsa olsa bir oğul sahibi olmak için, bu beden üzerinde emeline ulaşmaya çalışan bir pislik olursun benim gözümde. Hepsi o kadar işte!”
Sözlerimin ağırlığı altında ezilmiş kalmış gibi sanki bir anlığına sendelediğini gördü bu gözler. Yavaşça eğildi. Yüzü yine yüzüme çok yakındı. O ormanlarıyla gözlerimin içine bakarak, “boynum sarıl!” diye adeta emretti. Sesi buz gibiydi ve yüzünde tek bir mimik yoktu.
Benden bunu neden istediğini tabii ki anlamıştım. İster istemez kollarımı boynuna doladım ve var gücümle ona sarıldım. Bir kolu ile belime sarıldı ve beni oturduğum yerden biraz havalandırdı. Kırk beş kiloya kadar düşmüştüm ve ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar kilo almıyordum. Hiç zorlanmadan bir tüyü kaldırır gibi kaldırdı beni ve diğer eliyle gelinliğimi sanki daha çok kötü hissetmem için yavaş yavaş aşağıya doğru çekti. Yeniden beni yatağıma bıraktı ve hatta bununla yetinmeyip, üstüme yatağın ayak ucunda duran pikeyi çekti. Tüm bunları gözlerimin içine bakarak yapmasını garipsemiş olsamda ses çıkarmadım.
“Allah rahatlık versin!”
“Sana hiç vermesin!”
“Ben gayet rahatım sevgilim, zıbar artık ve o çeneni kapa!”
Donup kaldım resmen. Utanmadan birde bana sevgilim demişti ve en az onun kadar arsız kalbim, bunu duyduğu an sevinçle resmen göğüs kafesimin içinde gümlemişti.
Bu deli divane gönlüm, benden bağımsızdı sanki ve tam bir inatla ruhuma, benliğime asi gelerek, bana karşı tam bir ihanetin işbirlikçisi olmuştu.
Ardından onu izlerken, yatağımda kıpırdadım ve öylece kala kaldım. Az önce ben ne yapmıştım?
Deliren kalbimle ve kapıldığım heyecanımla pikeyi tuttuğum gibi kendimden uzaklaştırıp, biraz yüksekte tuttum. Ayağıma bakıyordum. Kalbim öylesine hızlanmıştı ki her an durabilir diye korkmaya başladım. Korkumun ve heycanımın etkisiyle terlediğimi fark ettim. Ayağıma bakarken onu hafifçe oynatmaya çalıştım. Parmak uçlarımda aniden var olan karıncalanma hissi yerini sıcaklığa bırakmaya başladığında, farkında olmadan tuttuğum nefesimi bıraktım. Gözlerime inanamadım. Parmaklarımı oynatabiliyordum. Ayağımı bileğimden oynatmaya hazırlanıyordum ki, banyo kapısıbının açıldığını duydum ve hemen pikeyi üstüme bırakıp, ellerini göbek deliğimin üstünde birleştirdim. Gözlerim kapalıydı. Korkudan hiç kıpırdamıyordum. Sadece bir ara birbirine kenetlenmiş kirpiklerimi çok az oynattım ve hafif aralayıp baktım. Yarı beline sardığı havlusuyla, belki on çekmecesi olan ağır el işçiliği ile bir sanat eseri gibi yapılmış şifonyerin çekmecelerini çektiğini gördüm. Bir ara öylece durdu ve hızla dönüp bana baktı. Anında kirpiklerimi yeniden buluşturdum. Hızlanan nefesimi dengeledim ve usul usul nefes alıp vermeye başladım. Çamaşırlarını aldığı gibi çekmeceyi kapatınca, tek gözümü hafif araladım ve yine ona baktım. Arkası bana dönüktü ve bir anda havlusu üstünden yere düştü.
Gözümü nasıl kapadığımı şaşırdım. Pislik herif! Orta yerde böyle çıplak kalınır mı? Görgüsüz manyak!
“Ama o kaslı bedenide çok güzelmiş be Yıldıız!” diyen arsızlığına ilk defa şahit olduğum iç sesime, aklım savaş açtı anında.
Bedenimi garip bir sıcaklık basarken, ince kilim üstünde sürünen ayak sesini duydum.
Hay lanet! Yatağa geliyor işte.
Yatağın sol yanını işgal etmiştim ve sağ yanım hafif hareketlenince artık yatağa uzandığını fark ettim. Bununla da kalmayıp bana doğru döndüğünü hissettim. Yavaşça yanıma doğru kaydı ve kolunu belimin altından geçirmeye kalkınca anında açtım gözlerimi.
“Çek elini!”
“Kes sesini!”
“Kesmezsem ne olur?”
“Kız bak öperim şimdi seni!”
“Dene de gör gününü. And olsun morartırım o pis gözlerini!”
Dinlemedi ki beni! Eliyle bel oyuğumdan yakaladı beni ve bedenimi kolayca yan çevirdi. Bedenini bana iyice yaklaştırdı. Bildiğim sarıldı bana. Az kalsın ayağımı oynatacaktım. Şükür ki ayakları benden uzaktı. Yoksa ayaklarımın ısındığını, hatta yandığını hissedecekti.
Sabaha kadar ben hiç uyumazken ve ondan kurtulamazken, zalim herif tıpkı bir bebek gibi mışıl mışıl uyudu. Hâlâ uyuduğunu biliyordum. Uslu nefesleri bunun en büyük işaretiydi. Elini tutup, karnımın üstünden çekmeye çalıştığımda, dahane olduğunu anlayamadan sırtım yatakla buluştu.
Ellerimi yakalayıp, başımın iki yanına bastırdı ve gülümsedi.
“Günaydın sevgili karıcığım.. ilk gecemiz ısınma turuydu. Bu gece ise yanma turuna başlayacağız. Hazırlıklı ol!”
“Geber inşallah üstümde olur mu?”
“Düşünürüz aşkım!”
Aşkım mı?
* * * * *