10- Sınav Öncesi Aksiyon

1828 Words
Sınava iki gün kalmıştı ve Ahlas yoğun bir şekilde tarikat dosyası üzerinde çalışırken ben de delirmiş bir vaziyette spor hareketlerini yapıyordum. O gün de öğlene kadar spor salonunda çalışmış çıkmış eve gidecektim ki Ahlas’ın aracıyla salonun çıkış kapısında beni beklediğini gördüm. Dünyalar benim olmuştu. Hemen onu bekletmeden araca bindim. “Sürpriz mi yaptın sen bana aşkım?” dedim gülerek. “Öğle yemeğine çıktım günler sonra nihayet, Mehmet senin salonda olduğunu söyleyince ben de geldim. Kendime bir hamburger menüsü aldım sana da salata.” dedi gülerek. “Hamburger dururken salata niye yiyorum ben acaba?” “Ne bileyim spor yapıp üstüne hamburger yenmez diye.” “Ben yerim. Hiç de umurumda olmaz, olur da bir gün şişkonun teki olursam yine de sevmek zorundasın beni.” “Bence de senden hiç kaçışım yok benim, zaten çok kilo alacağın zamanlarımız da olacak.” dedi gülümseyerek, bunu söylerken gözlerinin içi gülüyordu. Heyecanla titredi içim, sahi Ahlas ile bir çocuğumuz olsa ne güzel olurdu benim sarı saçlarımı alan, onun masmavi gözlerini alan bir kız çocuğu. Cilveli cilveli babasının kucağına gelişi canlandı birden gözümde. Farkında değilim tabii yüzümün nasıl göründüğünün. “Şu an o kadar güzel görünüyorsun ki, hemen şu saniye bir çocuğumuz olsun istiyorum.” “Yok artık” dedim kulaklarıma kadar kızararak. “Sana benzeyen bir kız çocuğu ne güzel olurdu.” dedi samimiyetle. “Olmaz o mavi gözlerini de alsın.” dedim hayalimi paylaşarak. Bir süre öylece bakakaldık birbirimize, sonra dudaklarımız birleşti farkında olmadan, ateş sardı her yanı. O’na gelen telefonun sesiyle irkilmesek duracağımız da yoktu. “Kim arıyor?” dedim huysuzca. “Selo Abi.” dediğinde gözlerimi devirdim, başımıza ne geliyorsa zaten onun yüzünden değil miydi? “Tamam abi... Neresi? Şimdi hemen geçiyorum, tamam yetişirim sıkıntı yok.” dedi Ahlas. Telefonu kapatır kapatmaz aracı çalıştırdı. “Nereye gidiyoruz?” dedim eski günlerdeki gibi. Ama Ahlas kesinlikle eski günlerdeki gibi görünmüyordu, ben artık onun gözünde eğitimli bir meslektaş değil, sadece korunması gereken narin bir kızdım. Bakışlarında bunu görmek benim için büyük hayal kırıklığı olsa da kendi içinde yaşadığı tereddütün bitmesini bekledim konuşması için. “Aşkım bak bir yere gideceğim ama sen benim yanımdan hiç ayrılmayacak ve sessizliğini koruyacaksın. Söz vermeni istiyorum seni bırakacak vaktim yok çünkü?” dedi aceleyle. “Çatışmaya mı gidiyoruz.” dedim çocuksu bir heyecanla. “Evet eline de bir silah verip senden sessizce oturmanı isteyecektim ben de. Tabii ki çatışmaya falan gitmiyoruz. Benim kolumu sıyıran cinayet zanlısının karısını ziyarete gidiyoruz.” dedi alayla. “O adam ölmedi mi, hani sen etkisiz..” “Öldü tabii ama karısı ile konuşmam gereken şeyler var, sorgu gibi düşün, ama ziyaret tadında gerçekleşeceği için seni de götürüyorum şu an. Sen söyle şimdi anlaştık mı, karışmak konuşmak yok.” dedi Ahlas ciddiyetle. “Çok da heyecanlı değilmiş ama olur, bu da olur.” dedim sırıtarak. Irmak Akan herkese göre hiç var olmamış olabilirdi, varlığı ebediyen silinmiş olabilirdi ama hayattan aldığı lezzet, zevkleri, ruhumda değiştirdikleri bende hala duruyordu. İçimde taşıyordum onu. Sırf bu yüzden polis olmaya karar vermiştim ya zaten. Ahlas’ın bana güvenip beni de yanında götürmesi gururumu okşamıştı. Araç İstanbul’u tepeden seyreden gece kondu mahallelerinden birine doğru yol alırken arkama yaslanıp Ahlas’ı seyretmeye koyuldum. “Geldik.” deyince irkildim bir anda. Boyaları dökülmüş eski püskü bir ev, perdeleri solmuş, yer yer delinmiş. İnanılmaz fakir bir aile oturuyor belli ki burada. Ahlas araçtan hızla ilerledi ve evin kapısını çalmaya başladı. Ağlamaktan gözlerinin altı şişmiş, dahası karnı burnunda bir kadın kapıyı açtığında içimin parçalandığını hissettim. Kadının kocasını öldüren Ahlas, mecburen öldürmüş olsa da karşısındaydı işte. Gördüğüm kadarıyla Ahlas da kadının hamile olduğundan haberdar değildi çünkü kadının karnını görünce, masmavi gözleri laciverte dönmüş derinleşmişti. “Buyrun.” dedi kadın tedirgin bir halde. “Ben cinayet büro amirliğinden Ahlas Ateş. Eşinizin işlediği cinayet ile ilgili birkaç sorum olacaktı.” dedi. “Ben hiçbir şey bilmiyorum.” dedi kadın. Sanki kağıttan ezbere okur gibiydi yalan söylüyordu. Bunu ben bile azıcık tecrübemle anlamıştım. “Anlıyorum, ancak yine de eşinizle ilgili sorularım olacak, içeri geçebilir miyiz?” dedi Ahlas kibarca. Kadın kocamı da tanımıyorum diyecek değildi ya mecbur araladı kapıyı ve içeri geçmemize müsaade etti. Eşyaları da kırık dökük, yamalıydı kadının. Böyle bir evde nasıl doğar o çocuk, nasıl büyür. Ne yer ne içer bu kadın. Mutfak zaten hemen girişteki iki mermer tezgahtan ibaretti. Mermerin üstünde dört göz bir ocak, üstünde pişen bir şey yok, eve sinmiş yemek kokusu bile yok. Kadının bize ikram edecek bir şeyi zaten yok. Bunun acısıyla geçtim üzerine eski çarşaf örtülmüş bir divana. Yerdeki minderde yedi sekiz yaşlarında bir oğlan çocuğu oturuyordu. Başını öne eğmiş olan çocuk bizi görünce ağzı açık bir şekilde süzdü ikimizi de, bu evde bu tür insanlara alışkın değildi belli ki. Cebimden telefonu çıkartıp bir marketten online alışveriş yapmaya başladım. Haftalığımı yeni almıştım, ah be Irmak Akan olsam aslanlar gibi maaşım olurdu şimdi. Ama haftalığımın tamamıyla market alışverişi yapmayı başarmıştım tam onaylayacaktım ki, Ahlas ne yaptığımı fark etti. “Ne yapmaya çalışıyorsun?” “Görmüyor musun evin halini, kadının konuşmasını istiyorsun ya bırak da önce karnı doysun insanların.” dedim en bilmiş tavrımla. Bana bakarken gözlerinin içi gülüyordu. “Ben size ne anlatayım ki?” dedi kadın karşımıza oturur oturmaz. “Bacım kocan sinsi, bir tarikata üyeymiş. Sen de mensup musun o tarikata.” dedi Ahlas damdan düşer gibi. Yontulmamış sevgilim benim. Kesinlikle o okulu bitirip partner olmalıyım bu adama, erkeklerin dilinden anlıyor da kadınların dilinden asla! “Ben bilmiyorum.” dedi kadın hemen panik bakışlarla. “Murat Efendi diye birinden bahsetti mi sana hiç?” dedi Ahlas yine aynı sert tonla. “Tanımıyorum.” dediği anda yerdeki ufak çocuğun bakışları değişti. Annesine bir an için öfkeyle baktı ve sonra ellerini yumruk yapıp başını öne eğdi. Neyse ki detaycı sevgilim bunu fark edebilmişti. “Delikanlı senin adın ne?” dedi çocuğa dönerek. “Samet.” dedi çocuk kafasını kaldırıp güçlü durmaya çabalayarak. “Ne güzelmiş ismin, baban seni camiye götürür müydü?” dedi Ahlas. Kafasını salladı Samet. “Namaz kılmayı da biliyorsun o zaman, kim öğretti sana namaz kılmayı?” dedi Ahlas tatlı bir ses tonuyla. Eh be adam, kadınlarla da böyle tatlı konuşsan ya, hoş konuşamıyor olması kesinlikle benim yararıma. “Orhan Abi öğretti.” dedi çocuk. “Orhan abi, şu Murat amcanın oğlu olan mı?” dedi Ahlas hemen. İsimlere bak hizaya gel, Murat Orhan, kesin dedeleri de Ertuğrul falandır bunların, bildiğin padişahlığı el altından sürdürmeye devam etmişler. İsimleri bile hanedanın soyunu sürdürür nitelikte. “Evet.” dedi çocuk, nereden tanıdığımızı anlamaya çalışıyor bir hali vardı, şaşkındı. “Samet hadi abilere bir gazoz al bakkaldan.” dedi annesi aceleyle. “Para yok dediydin ya.” dedi çocuk kaşlarını çatarak. “Bakkala de sen o verir.” dedi annesi üstüne basa basa. “Vermiyor işte. Orhan abinin getirdiği para ile doktora gittin, artık o da gelmiyor zaten.” diye içini döktü çocuk. Ne güzeldi çocuk olmak, ne tehlikeliydi çocuğun varken yanlış şeylere bulaşmak. “Demek tanıyorsunuz siz de annesi olarak tarikat üyelerini Serap Hanım.” dedi Ahlas. “Ben tanımam etmem, oğlan bilir işte, o gider medreseye babasıyla, babası ölünce benim de gebe olduğumu duymuş para getirdi oğlu. Babasını öldürdü kocam acımış da gelmiş halime, yoksa niye gelsin?” dedi kadın başı önde. Yine yalan kokuyordu cümleler. “Samet gel ben sana gazozun parasını vereyim, bisküvi falan da al, artanı da bakkal amca da kalsın, borcunuzdan düşsün.” dedi Ahlas biraz para uzatıp çocuğa. Çocuğun gözleri parladı. “Tamam abi.” “Sonra gel sohbet edelim seninle, birer tane de çikolata da al hatta sen.” dedi ekleyerek. Çocuk ayağına terlikleri geçirip sokağa fırladı avucunda sıkı sıkı tuttuğu paralarla. Bir anda hayatım değiştiğinde bile bu kadar heyecan duymamıştım herhalde. Çocuğun açtığı kapıda market görevlisi belirdi. “Serap Hanım’ın evi mi?” dedi çocuk. Kadın artık şaşkınlık içinde kapıya yöneldi. “Evet?” “Siparişinizi getirdim böyle bırakıyorum.” dedi ve kadın daha ağzını açamadan fırlayıp gitti market görevlisi. Kadın heyecanla poşetlere yöneldi. İçindeki ürünleri görünce gözleri doldu, eli titreyerek poşetleri mermerin üstüne taşıdı ve sonra yanımıza geldi. “Siz mi sipariş ettiniz bunları?” dedi. “Evet.” dedim söze girerek. “Allah razı olsun bacım, üç gündür yiyecek ekmeğimiz yoktu, seni Allah gönderdi.” dedi mahçup bir halde. “Sizden de Allah razı olsun.” dedim sonra Ahlas ile göz göze gelince susmak zorunda kaldım. Söz vermiştim neticede. Ahlas çocuktan laf almayı planlıyordu belli ki, kadının karşısına daha sağlam çıkmak istiyordu kafasında seçeneklerini tarttığını görebiliyordum. “Ya şu bakkalın borcunu hepten kapatalım, bakkal ne taraftaydı.” dedi Ahlas birden. “Sokağın aşağısında mavi boyalı evin yanı, ama Samet halleder.” dedi kadın çabucak. “Samet hangi çikolata ve bisküviyi alacağını seçene kadar akşam olur.” dedi Ahlas gülerek. Kapıdan çıkıp bizi kadınla baş başa bıraktı. “Ben sana hemen bir kahve yapayım bacım.” dedi kadın doğrularak. Hiç ses etmedim, kadın kalktı cezvesini buldu, poşetteki şekeri kahveyi çıkardı bir hevesle başladı kahve yapmaya. “Kadir beye neden sinsi demişler?” dedim aniden. Aklıma sohbet açmak için başka soru gelmemişti. Bir de Ahlas’a laf ediyorum! “Demez olsalardı.” dedi kadın, kahve fincanını sert bir şekilde çıkartıp mermere koydu. “Kötü bir şey mi yaptı rahmetli?” dedim belki rahmetli deyip kocasının öldüğünü hatırlatmak kadını yumuşatırdı. “Bildiklerini hiçbir zaman sorarak öğrenmezdi Kadir, gördüğü her şeyi gizlice takip eder, merakının ardına düşerdi. Araştırır kapıları dinler, insanları gözler sonunda gerçeği ortaya çıkarırdı. Varlığını hiç hissettirmeden. İşte bu yüzden sinsi demişlerdi ona, bu huyu da sonunu getirdi işte.” dedi kadın. “Nasıl?” dedim. Kadın çok fazla konuştuğunu düşünmüştü. Kahve taşınca bir taşım, hemen fincanlara doldurdu ve eline aldığı fincanlarla az önceki odaya geçti. “Buyur bacım kahveni iç..” dedi. “Doğum ne zaman?” dedim gerilen kadını biraz sakinleştirmek adına. “Eli kulağında. Ama babası da yok artık, öldü.” dedi kadın. “Başka kimseniz yok mu kocanın akrabaların falan?” dedim. “Yok bacım yok, yıllar önce küçücük çocukken çizildi benim kaderim, bir gün yapayalnız kalacağımı hep bildim ben!” dedi kadın umutsuzca. “Sen de kalktın kahve yaptın hemen ben varım diye, üç gündür açım diyorsun, bebeğe zarar bacım. Dur bisküvi de olacaktı.” dedim, kalkıp bir tabak bulup poşetten kek ve bisküvilerden çıkarıp koydum içine, kadının önüne servis ettiğimde kadın bana şaşkınlıkla bakıyordu. “Bana bilgi almak için mi yardım ediyorsunuz bu kadar?” dedi kadın. “Ben polis bile değilim, az önce gördüğün yakışıklı polisin sevgilisiyim.” dedim gülerek, kadın bunu duyunca daha bir şaşırdı ama rahatlama ifadesi de takındı. “Ben de isterdim bir sevgilim olsun, önce seveyim, sonra evleneyim, onunla gezeyim tozayım. Ben bu hayatı hiç yaşamadım biliyor musun bacım.” dedi kadın hüzünle. Doğru yerdesin Irmak Yeşilada, ilk dosyan iyi ilerliyor, dedim kendime en derin en saklı sesimle. “Neden yaşamayasın kocanı sevmiyor muydun?” dedim. “Kocalığı batsın, hangi erkek..” dedi ama cümleyi tamamlamadı. Başladı kıvranmaya. “Ahhh.” “Ne oluyor?” “Bebek...Bebek geliyor!” Ahlas ile Samet kapıdan girdiğinde ben titreyen ellerimle ambulansın numarasını çevirmekle meşguldum. Sonunda ambulansı çağırabildik, Samet’i polis otosuna yanımıza alıp başladık ambulansı takip etmeye. Az önce polisçilik oynarken, kaderime ebe olmak düşmüştü!
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD