26- Yalnızlar Parkı

1822 Words
Bir kişi ölmüş, beş kişi yakalanmıştı. Ama hala durumu kavramayıp, "Aaa Ahlas Amirim siz Amerika'ya gitmediniz mi?" diyenler oluyordu. Beş kişi de sorgularının arkasından çetenin gönderildiği ceza evine yollanmıştı nihayetinde. Annemle babamın cinayetine bir buçuk ay kalmıştı. On yedi yaşındaki halim tüm saflığıyla, tüm salaklığıyla her şeyden habersiz spor akademisi sınavlarına hazırlanıyordu. O gün de okuldaki dersler boş olunca annesini ziyarete gelmişti ama yanında bir sürprizi vardı. "Aaa Şaşkın Ozan değil mi O?" demiştim görür görmez. Lise sonda sınıf arkadaşıydık, iyi de anlaşırdık. Çocuğun bana bir ilgisi olduğunu sezerdim de Josh'tan başka kimseyi düşünmediğim için, ben arkadaşça takılırdım o da bana uyum sağlardı. Şimdi tahmin etmediğim şey meydanı kimsenin Ahlas'a boş bırakmayacağıydı, ayrıldığımı duyan başka hevesliler de vardı. Duruma bir müdahale etmem gerekiyordu. "Seninki gelmiş." dedim Ahlas'a. "Bu yanındaki balkabağı kim ola ki?" dedi dişlerinin arasından. "Herhangi bir çocuk." dedim gülümseyerek. Benim kendime ulaşıp mesajlar vermem gerekirdi bir şekilde ama nasıl? Annem de bu yeni gelişmeden pek hoşlanmışa benzemiyordu. "Maşallah kızım okulda dersler boşsa git eve ders çalış, YÖK'ün de sınavına girmen gerekiyor, sadece spor yapmakla bu durumdan kurtulamazsın. Ama sen maşallah her gün arkadaşlarınla." demişti ve arkadaş kelimesine fazladan bir vurgu yapmıştı. Gözlerine devirerek "Ben kahve almaya gidiyorum, Ozan hadi gel." diyerek odadan çıkan Irmak çıkınca ben de kapısını beklediğim odadan içeri girdim. "Amirim bugün sakin bir gün, birkaç alışveriş işim vardı. Dilerseniz geçen Josh konusundaki sohbetimiz etkili olduğuna göre Irmak ile biraz sohbet edelim bugün. Dersler konusunda da biraz fikir verebilirim." dedim gülümseyerek. "Vallahi harika olur Imak'çığım. Yolda şu yanındakinden de kurtulursan üstüne kaymağı olur." dedi gülerek. "Çok da kötü bir çocuğa benzemiyor ama biraz saf gibi." dedim sırıtarak. "Nereden buluyorsa hepsi seçmece." dedi dert yanarak. Ben annemle oturmuş kendim hakkında dedikodu mu yapıyordum? Halime gülerken Irmak elinde kahveler, peşinde Ozan ile geri geldi. Ozan bir kahveyi bana uzatırken bir garip baktı yüzüme. Sonra Irmak da elindeki diğer kahveyi annesine verdi ve oturmaya koyulduk. "Irmak ne diyeceğim, gerçi arkadaşına ayıp olacak ama seni görünce teklif etmeden geçemeyeceğim. Benim bugün biraz alışveriş ve kuaför işlerim var, izin almaya gelmiştim zaten amirimden. Seninle çıkalım mı baş başa bana fikir verirsin." dedim göz kırparak. "Ozan sorun olur mu senin için?" dedi hemen hevesle. "Açıkçası kuaföre sizinle gelirsem büyük bir sorun olur. Ben eve geçerim buradan." dedi çocuk gülerek. O sırada kapıda beliren Ahlas kaşlarını kaldırmış soru sorarcasına bana bakıyordu. Ne olacak Ahlas efendi, on yedi yaşımdaki halimi azıcık tokatlama gayretindeyim. "Biz alışverişe çıkıyoruz Ahlas komiserim, mümkünse akşama kadar izinliyim." dedim göz kırparak. "Biz gelemiyor muyuz?" dedi meraklı komiser. "Ozan kuaförü duyunca kaçtı Ahlas komiser, eminim seni de cezbetmez." dedi genç Irmak gülümseyerek Ahlas yüzünde donuk bir ifadeyle baktı Irmak'ın yüzüne. Eh sen böyle potansiyel heykel gibi durursan tabii sana aşık olamam. Off Ahlas of! Bu kadar harika bir adam olup bunu niye beni gördüğünde gösteremiyorsun. Halbuki süpermarketten çıktığımızda çok rahat konuşuyordun benimle, ne olduysa öpücükten sonra oldu herhalde. "Hadi ben çantamı alayım çıkalım." dediğimde annemin yüzündeki mutluluk görülmeye değerdi. Birazdan oğlanı kızının yanından nasıl uzaklaştırdığımı anlattığında Ahlas'ın da yüzü gülecekti ama şimdilik son derece şaşkındı. Birlikte emniyet binasından çıktığımızda Ozan ilk gittiğimiz alışveriş mağazasına kadar bizi takip etti. Ben de baktım yılışıktan kurtuluş yok, iç çamaşırlarının satıldığı bir dükkana girdim. "Ozan'ı izle şimdi." dedim Irmak'ı dürterek. Çocuk vitrini görüp kıpkırmızı bir yüzle koşar adım uzaklaşırken Irmak ile ben kahkahalarla güldük arkasından. Kendime gerçekten de birkaç iç çamaşırı takımı almıştım, Irmak'a da hoşlanacağı kelebek desenli bir gecelik hediye almıştım. Geceliği görünce şaşırarak hayranlıkla inceledi. "Kesinlikle harika ötesi bir gecelik bu çok zevklisin Irmak abla ya." dedi sevinçle. Hani insan gençliğini ya da çocukluğunu anımsar da gülümser ya ben her an Irmak'ı canlı canlı izliyordum karşımda ve gülümsemek o kadar yetersiz kalıyordu ki yaşadığım duygular karşısında. Birkaç mağaza gezdikten sonra ikimiz de nedense ortak zevkimiz olan en sevdiğimiz dondurmadan aldık. Yiye yiye benim araca geçtik. "Kuaföre mi gidiyoruz şimdi?" dedi hevesle. Güzel bir gün geçirdiği gözlerinden okunuyordu. "Eğer seninle alışveriş yapmaktan bu kadar keyif almasaydım kuaföre gidebilirdim Irmak, ama şu an o kadar güzel vakit geçirdim ki seni çok özel bir yere götüreceğim." dedim. "Nereye?" dedi heyecanla. "Sürpriz!" dedim gülümseyerek. Dondurmam bitince aracı çalıştırdım ve İstanbul'da ağaçlarla çevrili bir tepe olan, hemen hemen hiç kimsenin bilmediği bir tepeye doğru yol aldım. Akıl hastanesinden ilk çıktığım gün keşfetmiştim orayı. Kalacak yer bulmak için bir belediye otobüsüne binmiş ve otobüsün gezdiği her yere gitmiştim. Tepeden deniz görünen ağaçlıklı alan, gelişi güzel atılmış birkaç piknik masası ve çok uzun zamandır kimsenin uğramadığını işaret eden terk edilmişlik hissiyatı.. O kadar çok beni anlatmıştı ki bana bu yer, adını yalnızlar parkı koyduğum bu köşeye sık sık uğramaya başladım. Her köşede bir anısı olsun isteyen biri olmamıştım hiç, ama bulunduğum yerdeki her şeyin benim için bir anlamı olsun isterdim. Bu tepeden görünen İstanbul başka bir İstanbul'du. Gökyüzü başkaydı, şehrin kalabalığına karşı tek başına meydan okuyan bir Irmak dururdu hep o tepede. Tepeye gelmeden önce bir markete uğradım, yiyecek abur cuburla bir poşeti doldurdum. Sonra Irmak ile tepeye vardık. İndi ve önce gördüğü döküntü terk edilmiş piknik alanına şaşkınlıkla baktı. Sonra manzarayı gördü, uçurum gibi parkın kıyısına yanaştı ve "İNANILMAZ!" diyerek çığlık attı. Elimdeki market poşetlerini çürümeye yüz tutmuş piknik masalarından birine bıraktım. "İnsanlar böyle manzaralarda yiyip içmek için deli paralar ödüyorlar ama insanoğlu işte bazen muhteşem olan şeyleri de böyle terk edebiliyorlar." dedim gülümseyerek. "Marketten o kadar sürede bu kadar çok şey mi aldın Irmak abla?" dedi inanamayarak. Ben markete girdiğimde Irmak arabada beklemişti. Her önüme geleni sepete attığım için kısa sürmüştü alışveriş. Gençliğiyle bir araya gelmek her zaman herkese nasip olmaz, güzel bir sohbet olmalı bu. "Anlat bakalım bu sıkıcı Ozan'ı nereden buldun?" dedim niğde gazozunun kapağını sesli bir şekilde açarak. "Çok sıkıcı değil mi, ama benden hoşlanıyor. Josh'tan ayrıldığımı duyar duymaz itiraf etti. Ben de bugün dersten onunla çıkmayı kabul ettim ama işte baş başa kalmak istemedim. Annemin yanına gidiyorum istersen sen de gel dedim." diye açıklama yaparken nasıl da masumiyet akıyordu her yerinden. Yirmi sekiz yaşına geldiğinde yanında duran insanların kim olduğuna daha çok dikkat edeceksin, dedim içimden. Ben bir kere o yola gidip gelmiştim. "Buraya "Yalnızlar Parkı" diyorum, yakışıyor değil mi?" dedim boğazdan geçen iki gemiyi süzerek. "Muhteşem bir yer, hep böyle sakin kalır umarım ben de gelirim." dedi gülerek. "Gelirsin." dedim. "Ama dikkat et parkın yalnızlığını bozarak gel her seferinde." dedim gülümseyerek, benim gibi kendini yalnızlığa mahkum etme yani. "Sana bir şey söyleyeyim mi Irmak abla, inanılmaz bir şekilde zevklerimiz benziyor, en sevdiğim abur cuburları doldurmuşsun, bir tanesi bile şaşmaz mı, mesela annem şunun baharatlısını alır gelir her zaman, ama ben peynirlisine bayılırım. Bu bile aynı. Çok şaşırtıyorsun beni." dedi. "O zaman yazdığım hikayem için senden fikir alayım ben de." dedim gülümseyerek. "Ne hikayesi, öyle bir yönün mü var hiç belli etmiyorsun?" dedi şaşırarak. "Neden aklındaki yazar tipine uymuyorum acaba?" dedim gülerek. "Çünkü böyle yazar dediğin oturduğu yerden seyreder her şeyi gözlem yapar, dışarıdan bakmaya çalışır, sense hep aksiyonun içinde bir hayat yaşıyorsun." dedi. "Belki de dışında kalıp gördüklerimle hiçbir şey anlamadığım içindir. Belki de şimdiye kadar her sınavdan, her zorluktan kaçıp onları görmezden geldiğim içindir. Bir nevi geçmişin kefaretini ödüyorumdur." dedim, dediğim şeyi her ne kadar ben de o an idrak etmiş olsam da. "Anlat hadi hikayeni çok merak ediyorum." dedi heyecanla. Bu heyecanımı seviyordum. "Şimdi hikayede genç bir kız var senin yaşlarında, bir adama aşık oluyor, Adam da ona." "Hah tam benlikmiş hikayen." "Ama kız adamla tanıştığı gün bir kaza geçiriyor ve adamı unutuyor. Bu Adam da onu üzmemek için karşısına çıkıp gerçekleri söylemiyor. Kız başka biriyle beraber oluyor. Bu arada kızın annesi babası önemli kişiler, bir suikastçı takılıyor peşlerine." "Hah aşk romanı çıkmaz senden zaten, illa bir polisiye katacaktın bekliyordum." dedi kahkahasıyla yalnızlar parkını kalabalıklaştırarak. "İşte bu kız her şeyden habersizken bir gece evlerine giriyor adamlar, kız çok esnek küçük bir dolaba saklanıyor." "Aaa benim gibi." dedi hemen. "Saklandığı yerden anne babasının öldürülüşünü izliyor. Sonra adamlar gidince çıkıyor saklandığı yerden ama anne babası ölmüş. Tam o arada geride kalan bir Adam buna tuzak kurmuş, bayıltıp cinayet bıçağını kızın eline tutuşturuyor." "Ayy, çok fena." "Kız herkese masum olduğunu anlatmak istiyor ama anlatamıyor. Aşık olduğu Adam da bu kendisine yüz vermediği için umudu kesmiş yurt dışına gitmiş, giderken adamlar önce onu ortadan kaldırmış, kaçırılmış mı öldürülmüş mü belli değil. Kız ısrarla maskeli adamlar geldi onlar öldürdü diye tutturduğu için kızı akıl hastanesine kapatıyorlar. Yaşı da küçük olunca, sekiz dokuz sene akıl hastanesinde tedavi görerek çekiyor cezasını ve çıkıyor. Ama hiçbir şeyi kalmamış kızın. Böyle bir parkta geçiriyor ilk gecesini, sonra bir iş buluyor, bir ev arkadaşı bulup ev tutuyor derken bir sabah bir uyanıyor ki, geçmişe gitmiş, ama başka birinin bedeninde. Cinayetten üç ay öncesi ve kendi gençliğini izliyor ve olayları değiştirmeye başlıyor." "Çok güzel bir hikayeymiş Irmak abla, senden yazar da olurmuş, az önceki ön yargımı yıktın yani." dedi eğlenmiş bir halde. "Evet ama hikayenin burasında tıkandım Irmak, sence karakterimiz gençliğine bütün gerçekleri anlatmalı mı? Onun da yardımını almalı mı bu süreçte, mesela şimdi sana biri gelse, ben senin geleceğinim dese hemen ona inanır mısın?" dedim gözlerinin içine dikkatle bakarak. "Sen söylersen inanırım, sırf şu abur cuburları bu kadar tutturduğun için." dedi gülerek sonra devam etti, "Yine de sana ancak ikimizin bileceği sorular sorardım herhalde ve evet bence genç olan karakterin de bunu bilmeye hakkı var. Yani sen gelecekten gelmiş olabilirsin ama ben de aynı zekaya aynı duygulara sahibim, sadece daha olgunlaşmamışım, ama anne baba ikimizin de anne babası oluyor, onun için paylaşman gereken yegane kişi ben oluyorum." dedi içimi kemirip duran çelişkilerin cevabını bana sunarak. "Deli olduğunu düşünmez misin karşıdakinin?" dedim. "Belki başta, ama sorular soracağım ya, kimsenin bilmediği sorular. O zaman her şey ortaya çıkacak." dedi kendinden emin bir şekilde. "Peki o zaman ben gelecekten geldim." dedim ciddiyetle. "Evet hemen sorularıma başlıyorum o zaman." dedi oyun yaptığımı zannederek. "Tamam sor bakalım." dedim yine ciddiyetimi bozmadan. "İlkokul üçüncü sınıfta, yanımda oturan çocuğun adı?" dedi. "Orkun." dedim sakin bir şekilde. "Oha annem bunları mı anlatıyor ofiste? Peki Orkun öyle bir şey yaptı ki, hala aramızda sır, neydi o?" dedi, gülmeye başladım. "Orkun sınıfta sadece ikiniz varken çok çişi geldiği için gidip sınıfın çöp tenekesine işedi ve öğretmen buraya biri su dökmüş dediğinde sana fındıklı çikolata sözü verdiği için sen de sustun ve bu hala ikinizin arasında bir sır." dedim, bakışları değişti, bunu gerçekten başkasının bilmesine imkan yoktu. Önünde duran su şişesini kafasına dikti ve "Gerçek misin sen?" dedi. "Gerçeğim Irmak ya da değilim, bunu bilmeme imkan yok." dedim çaresizce. "Annemle babamı kim öldürecek?" dedi korkuyla, ilk olarak bunu merak etmesi normaldi. "Şu an içeri tıktığımız çetenin üyeleri ama ben on yedi yaşındayken o Piç Anıl dışarıdaydı ve sen komodinin içine saklandığında, delikten onun gözlerini gördün." dedim. "Şimdi yine mi aynı şeyler olacak?" dedi korkuyla. "Olmaması için geldiğimi düşünüyorum, onca zamanın ötesinden." dedim. "Kaç yaşındasın ki?" dedi. "Yirmi yedi." dedim. "Peki aşık olduğumuz Adam?" "O'na hazır mısın bilmiyorum, önce kaybettiğin anıyı hatırlaman gerekiyor." dedim dürüstçe. "Irmak abla benimle gerçekten alay etmiyorsun değil mi?" dedi çaresizlik içinde. Kendi gençliğime on senenin yükünü, acısını yüklemiştim. Böyle bir ağırlık karşısında kıvrandırıyordum onu. Ama yaşadıklarım yanında duydukları hiçbir şeydi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD