13- Irmak'ın Denize Kavuşması

1717 Words
Sınavı kazanmam sanki beklemedikleri bir şeymiş gibi herkes tarafından sevinçle karşılanmıştı. Ertesi gün cinayet büro amirliğine gittiğimde de bütün memurlar yeni meslektaş olarak beni selamlamış ve tebrik etmişti. Ceylin’i görmek epey tuhaf gelmişti. Karnı epey belirginleşmişti. Ama bana bir yabancı gibi bakması yüzünden karnına dokunup samimiyetle sarılma isteğimi bastırmak zorunda kalmıştım. Aynı evde üç ay geçirdiğimizi söylesem bir işe yarar mıydı ki? Evet büyük bir sınavı atlatmıştım, en azından geleceğimde tekrar polis olacaktım. Bunun için gerçekten çok mutluydum ama sınavın varlığı benim vicdanımı rahatlatan bir bahane gibiydi. Ahlas’tan sır sakladığımı düşündükçe sınav öncesi ne gerek var hem Selo abi de ben anlatırım demedi mi diyerek oyalıyordum kendimi. Oysa şimdi bütün gün Ahlas’a karşı suçluluk duygusu ile dolup taşmaya başlamıştım. Bizi bir araya getiren özel şeyi, hayatımızda var olan sihiri ve kendi ailesiyle ilgili gerçekleri onun da bilmeye hakkı vardı. Bir sabah daha uykumdan suçluluk duygusu ile uyandığımda günlerden Pazar’dı. Ahlas’ın işi veya nöbeti yoktu, bu da bütün günü onunla geçireceğim anlamına geliyordu. O’nun yanında kendimi tutmak bu kadar zorken bakalım bugünü nasıl atlatacaktım. Ben bunları düşünürken kapı çaldı. Ahlas’ın sesini duymuştum sanki ama daha yüzümü bile yıkamadığım için panikledim. Hemen odadan çıkıp banyoya attım kendimi ve elimi yüzümü yıkamaya koyuldum. Ahlas içeri girmiş miydi acaba? Ya da kapıda mı bekliyordu, ama yok annem onu hayatta kapıda bekletmezdi, daha geceliğimi değiştireceğim odama geçip. Apartmana kök salmasına hiç gerek yok Ahlas’ımın! Yüzümü havluyla kuruladıktan sonra banyo kapısını açtım ve hızlı adımlarla kimseye görünmeden ışık hızıyla odama geçmeyi planladım. Giyinip süslenmeden karşısına çıkmak istemiyordum. Odamın kapısını açtığım anda ağzım da en az kapı kadar açık kaldı. Yatağım yerler, çalışma masam, kütüphanenin rafları her yer kırmızı güllerle donatılmıştı; masamın üstünde ise bir demet gül buketi beni bekliyordu. Kocaman bir gülümsemeyle güllerden başımı kaldırıp Ahlas’a baktım. Karşımda heyecanlı gülümseyen bir Ahlas bulmalıydım ama karşımda gözleri kıpkırmızı olmuş, ateş saçan bir Ahlas duruyordu. Bu işin şaka kısmıydı sanırım diye düşündüm gülümsemeye devam ettim. “Neden öyle kızgın bakıyorsun, her kızdığında güllerle donatacaksan odamı kızabilirsin tabii.” dedim gülerek. Ama ciddiyetini bir gram olsun bozmamıştı. Sonra sımsıkı kapalı avucunu bana doğru uzattı ve ellerini açtı. Avcunun içinde Selo abiden çaldığım bir buçuk mum duruyordu. “Sen benden ne saklıyorsun Irmak?” dedi hayal kırıklığı ile dolu bir ses. Gözlerim doluverdi hemen. Haklıydı ama haklı olmak insana mutsuzluktan başka bir şey getirmiyordu. “Ben..be..” “Benim kundağıma bırakılan mumların aynısı sende nasıl olabilir Irmak? Benim kim olduğumu biliyor musun? Ya da belki şöyle sormak daha doğru olur, sen kimsin?” dedi ve kalbime hançerini sapladı. “Be...ben onları buldum.” dedim çaresizce. “Nerede bulmuş olabilirsin ki? Bende bile yoklar, kim verdi sana bunları?” dedi hiddetle. “Aslında aldığımdan haberi yok o kişinin evinde bulunca dikkatimi çekti.” dedim. “Kimin Irmak, kimin evinden bahsediyoruz?” “Selo abi.. O’nun evi yani atölyesi işte.” dedim çaresizce. Selo abi beni kesin öldürecekti bunu söylediğim için ama artık buradan kıvıracak, sapacak bir yol bulmamın imkanı yoktu. “Hadi kalk gidiyoruz öyleyse.” dedi Ahlas o kadar öfkeli görünüyordu ki, gül dolu odama bir kez daha imrenerek baktım ama bu odada kalıp güleceğimiz hoş sohbetler yapma imkanımız kalmamıştı maalesef. Hep aksiyon, hep gerilim ben romantik komedi istiyorum bazen... Aklımdaki bu çaresiz cümle saniyeler içerisinde yerini korku ve endişeye bıraktı çünkü bütün topu Selo abiye atmıştım ve onun neyi ne kadar anlatacağını kestiremiyordum. “Nereye gidiyorsunuz Irmak?” diye soran annem olmasa Ahlas gideceğimiz yere ışınlanacaktı herhalde. “Amirim Selo abimin oraya gidiyoruz izin verirseniz, balıklarını özledik.” dedi Ahlas hemen. “Ohoo, şu balıkçı Selo abinle bizi de tanıştır. Biz de yiyelim arada şu taze balıklardan Ahlas, hadi iyi eğlenceler size.” dedi annem, Ahlas en sahte yapmacık gülüşle evden dışarı adımını attı ve gözleri yeniden ateş saçmaya başladı. “Bana ailemle ilgili dosyayı da o vermişti, güya yetimhane sistemini hackleyerek bulmuştu ailemden kalan izleri. On sekiz yaşımı doldurmadan öğrendim diye şanslı sayıyordum bir de kendimi. Ama meğerse benim Selim Abim, beni kandırıyormuş!!! Kesin tanıyor ailemi. Düşünebiliyor musun? Tabii düşünmüşsündür. Ne de olsa epeydir elinde bu mumlarla dolaşıyorsun. Bir tanesi yarım yandığına göre yakıp uzun uzun düşünmüşsündür Irmak. Şu hayatta güvendiğin iki kişi kim deseler, Selo abim ile Irmak’ım derim. Ama ne güzel değil mi, en çok onlar beni sırtımdan vurmanın peşindeymiş meğer!” Soluk almayacak mıydı, beni bıçaklamaya devam mı edecekti, insan manevi bir kan kaybından ölür müydü? Ölürsem ana rahminde olduğum güne kadar gidebilir miydim? O zaman çünkü sırf o bir aileyle büyüsün diye oradan düşebilirim. Daha fazla canı yanmasın diye ölmeyi göze alabilirim. Hiç var olmamayı... Bütün bunları anlatsam anlar mı ki? Ben dedim ama Selo Abi’ye, anlatalım dedim, inanmayacağından emin konuştu. Şimdi ne anlatacak bakalım, artık bize hiç inanmaz. Araca geçtik ama o kadar sert davranıyordu ki vites ve direksiyon elinde kalmadan varır mıydık bilmiyorum. Gözlerim dolmuş, dudaklarım titrer bir haldeydi, ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Ağlarsam daha çok kızdırabilirdim onu. Daha fazla canı yansın istemiyordum. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, Ahlas söyleniyordu arada, ben ise yüz yıllardır onu dinliyormuş gibiydim. Ama varmıştık sonunda Selo Abi’nin kapısına. Ahlas aracı park eder etmez hızla fırladı ve sertçe Selo Abi’nin kapısını yumrukladı. Kapıyı açan Selo Abi değil, Medyum Ozan’dı. Ama Ahlas belli ki medyumu yok sayıp hızla ilerledi. “Selo Abi nerede ve sen niye açıyorsun kapıyı?” dedi Ahlas sinirle. “Sizi teknede bekliyor?” dedi Ozan. “Ne teknesi?” dedi Ahlas, sahi adamın bir kayığı vardı, tekne derken kayığı mı kastediyordu. Ahlas yine beni beklemeden hızlı adımlarla içeri girince, sessizce “Selam” diyerek Ozan’ın yanından hızla geçtim ve koşarak Ahlas’a yetiştim. Sahil kısmına geçtiğimizde kayığın hemen arkasında bir tekne bizi bekliyordu. Selo abi bize el salladı, Ahlas kayığa atlayarak tekneye geçiş yaptı ben bir süre öylece baktım yardım eder mi diye ama yok, delirmiş bir haldeydi. Ben de artistik jimnastik yaparcasına kayığa oradan da tekneye geçmeyi başardım sonuçta. “Selo abi bu mumların sende ne işi var, bana hemen açıkla yoksa aklımı kaçıracağım!” dedi hiddetle. “Hoş geldiniz.” dedi Selo abi bana dik dik bakarak. Bu kadarla yırtarsam iyi tabii. Neyse ki Ozan burada o durum için ön hazırlık yapmasına, düşünmesine olanak sağlamıştır belki tuhaf yetenekleri sayesinde. Benim daha tam olarak inanamadığım bir şeyi Ahlas’a nasıl anlatacaktım ki zaten? Buyursun tecrübesi olan anlatsın bir zahmet. “Abi bırak hoşgeldini..” “Ahlas’ım bir sakin ol, şöyle açığa alayım tekneyi, rüzgara bırakalım kendimizi boğazda, oturup konuşalım, anlatacak şey çok.” dedi Selo abi sakin bir ses tonuyla. Adam rahat tabii, 25 yıldır saklıyor bu gerçeği, ben daha şunun şurasında ne kadardır varım ki hayatlarında, bana göre 13-15 yıl falan olmuş olsa da hepi topu üç ay da hızlandırılmış ilişki kurdum Ahlas ile. Kaybolan yılların telafisi gibi bir şeydi sanırım. “Açıl nereye açılıyorsan, çok sürmesin yalnız. Yoksa şuradan atacağım artık kendimi.” dedi Ahlas. Bu kadar sinirlendiği nokta hangisiydi acaba? Sonunda boğazın ortasına geldik, Selo abi geçti teknenin kıç tarafına oturdu, Ahlas da yanına oturunca ben de kenar köşe bir yer seçtim kendime. “Bana altı sene önce bir soru sordun Ahlas, abi denizi neden bu kadar seviyorsun sen diye, hatırlıyor musun cevabımı?” dedi Selo abi konuya girerek. “Özlediğim bir yakınımı anımsatıyor, beni avutuyor demiştin.” dedi Ahlas hiç düşünmeden. Belli ki hatırlanacak bir gün, hatırlanacak bir andı. “Evet, ben on beş yaşındayken bir kardeşim oldu, adını Deniz koydum. Ben koydum adını... Sana ailemden pek bahsetmedim ama iki kızdan sonra doğmuştu Deniz. Kundaktaydı henüz. Annemle babam devlet tarafından kovalanıyordu, özel yetenekleri yüzünden. Ben evde yokken evimizi basmışlar, vardığımda ev cayır cayır yanıyor, bir tek Deniz kalmış geriye. Aldım onu saklandım, iş aradım ama çok küçüktü ben de peşine düşmesinler diye yetimhaneye isimsiz olarak bıraktım Deniz’i. Ahlas koymuşlar adını, yanına da kendi yaptığım mumlardan koydum.” “Sen...benim.” “Dur bekle, bırak anlatayım.” dedi Selo Abi. “Hep yakınlarında iş kurdum, hep etrafında gezindim, bütün hayatım boyunca o benim kim olduğumu bilmese de onu koruyup kolladım. Bir gün dedim, bir gün anlatacağım. Sarılacağız, denize bakacağız beraber, güleceğiz halimize, çokça da ağlayacağız. Ama dedim bir gün birlikte yapacağız bunları.” “Neden yapmadın şimdiye kadar o zaman?” dedi Ahlas sinirle. Ama yaşadığı şoktan kireç gibi olmuştu yüzü. “Çünkü... Sen Amerika’ya gittin.” dedi Selo abi. “Hayır gitmedim delirdin mi abi buradayım işte.” dedi Ahlas adamın delirdiğini düşünerek. “Hayır gittin ve öldün, Irmak o mumları kullanmasaydı bir ölüydün.” dedi Selo abi. Ahlas aklını kaçırdığını düşündüğü abisine baktı. “Sen mumları kullanınca ne oldu Irmak ben anlamıyorum dediklerini.” dediğinde ağlamaya başladım. Hem haftalarca susturdu beni, hem de topu bana attı gene. Yerimden kalktım, Ahlas’ın elindeki yanmamış mumu aldım. Çakmak arandım baktım masada duruyor bir tane alıp mumu yaktım ve gözlerimi kapatıp Ahlas’ın anlatacağım her şeye inanmasını diledim. “Irmak artık danışmadan kullanma şunları.” diyen Selo Abi’ye, “Son kez” dedim. Hep bir bedeli oluyordu çünkü olanların şu inancın bedeli nasıl ödenecekti bilmiyorum, korkuyordum ama Ahlas’ı üzmekten daha fazla değil! Oturup karşısına bütün yaşadıklarımı anlattım bu yüzden. Her söylediğime şaşırsa da en ufak bir şüphe duymadı. Bana sarıldı, teskin etti. Ancak Selo abisine hala kızgındı ve bu nasıl geçerdi bilmiyorum. “Sen bunca şeyi bunca sene nasıl anlatmazsın bana, üstelik polis olmuşken arar bulurduk katillerini, izlerini sürebilecek kadar çok bağlantım var benim.” diye haykırdı öfkeyle. “Biliyorum, bu yüzden söylemedim işte. Peşine düşüp kendine zarar verme diye!” bağırdı Selo abi. Deniz dalgalandı aniden, ben sudaki suretime aktım, suretim bana aktı. Ben Irmak Yeşilada... Sonunda Denizime kavuştum. “Deniz!” dedim aniden. “Bana mı diyorsun?” diyerek döndü şaşkınlıkla. “Evet sana akan bir Irmak var gerisinin önemi var mı sence?” dedim. “Bilmiyorum Irmak, gerisi de önemli, ben bu yaşıma kadar, bu sırlar yüzünden kendimi hiç bir yere ait hissedemedim.” dedi ellerini başının iki yanına koyarak. “Biz birbirimize aitiz sevgilim. Geçmişin bir önemi yok, geleceğin de yok çünkü benim geçmişimde korkunç bir gelecek var. Artık biz seninle tek bir yolda el ele yürüyoruz ve bence sahip olduğumuz en önemli, en değerli şey de bu!” dedim. Usulca sokuldum tenine, öptüm yanaklarından. Alev alev yanan teni serinledi biraz. Sonra o eğilip öptü yanaklarımdan sarılarak, buz kesmiş tenimi ateş sardı benim de... Birbirimize karıştığımız yerde balıklar sıçradı neşeyle... Selo abi’nin anlattıkları kadar anlatmadıkları da vardı elbet. Ama şimdilik ikimiz sırlar vadisinde yol alıyorduk el ele. En azından artık elini tutabildiğim sevdiğim vardı bu ıssız vadide.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD