23-Orman Macerası

1306 Words
"Arabesk bir dal sigara versene bana oradan." "Amma içtin lan şu zıkkımı, karavanın içinde nefes alamaz olduk az bir ara verin." "Kes lan seninle mi konuştum ben Ali abimden istedim." "Ne kadar yolumuz kaldı Ali abi." "Vardık sayılır" Gözlerimi açamamıştım sersemlik hissinden ama birkaç adamın çirkin seslerini işitebiliyordum. Ceylin Uygar ile sinemaya gidiyordu, gece yarısına kadar yokluğumu fark edemezdi. Ahlas da en fazla telefonla arardı ama telefonlarına çıkmadım diye kaçırıldığımı düşünmezdi herhalde. Olayları kesinlikle yanlış yorumlamıştım. Kaçırılacak olan kız bendim ve tecavüz izni için Piç Anıl'a danışılan da. "Kız uyanıyor galiba." dedi bir tanesi. Gözlerim kapalıydı halbuki, farkında olmadan kıpırdanmış olmalıydım. "Uyansın, uyuyan güzel masalı çevireceğiz daha onunla, kızıl prenses ve yedi develer." deyip kahkaha attı biri, midem bulanmıştı sözlerinden. Aniden mide bulantım hiç olmadığı kadar gerçek gelmeye başladı ve hemen beni yatırdıkları koltuk gibi yerden aşağıya doğru kusmaya başladım. Adamın biri saçlarımdan tuttu. "Kova getir Adem." dedi biri. Adem Halkalı aralarındaydı. Kovayı getirdi Adem. Ben ise bu yedi adamın isimlerini bir bir kazıyacaktım hafızaya. Ali karavanı kullanıyordu. Arabesk demişlerdi Arabesk Yasin olmalıydı bu. Üçünü biliyordum, aradığımız adamlardı hali hazırda. Kusmam sona erdiğinde ellerim ve ayaklarımın bağlı olduğunu keşfetmiştim. Güçlükle doğrulup kendimi oturur pozisyona getirmeye çalıştığımda saçımı tutan herif saçlarımı bırakıp koluma girmeye çalıştı, silkelenerek ittirdim ellerini. "Güzelim telaş yapma, ben öyle kırdığım fındıklarla meşhur bir adamım, güzel severim, korkmaz kadınlar benden." dedi Nuri Alço modunda. "Bu yüzden mi Sincap Azmi diyorlar sana?" dedim sorgu dosyasındaki ismi hafızamda bularak. "Bak sen namım sana kadar geldi demek. Orçun'un üstüne atlamışsın sabah, biz de senin methini duyduk. Adamın üstüne atlamana gerek yoktu ki, biz sana gelecektik zaten." dedi sırıtarak. Öğürerek midemde kalan öz suyunu kucağına bıraktım. Al sana övgü pislik herif. "Beni bulduklarında siz canlı olmayacaksınız daha fazla biliyorsunuz değil mi?" dedim. "Ooo çok sert bu kız." dedi Azmi gülerek. "Ali abi Orçun izni alabilmiş mi bari." dedi Arabesk. Tam karşımda oturuyordu, ben de suratına tükürdüm güzelce. "Bana bak o tükürüğü sana yalattırırım ona göre." dedi öfkeyle. "Sakin ol Arabesk, geldik sayılır hem." dedi. Ormanlık bir alana gelmiştik, kışın ortası kimseler yoktu, buralara yazın gelen var mıydı onu da bilmiyordum gerçi. Adamlar araçtan inip etrafı yerleştirmeye başladılar. Bir tane bahçe sobası kurdular dışarıya, iki tane de çadır yerleştirdiler karavanın çevresine. Yani gören de tatile çıkan bir grup arkadaş sanır bu geri zekalıları. Ama ben karanlığın ortasında bu ormanda olmaktan ve bu pisliklerle baş başa kalmaktan hiç memnun değildim. Altısı harıl harıl çalışırken bir tane genç oğlanı başıma dikmişlerdi. Silahım ve cebimde olan her şey ben baygınken toplanmıştı. Vücudumda gezen ellerini düşündükçe iğrendim. "Senin adın ne?" dedim çocuğa, yüzünden belliydi, ya kimsesiz ya yetimdi, düşmüştü bir şekilde bunların eline. Yetiştiriyorlardı örgüte. "Samim." dedi çocuk. "Lakabın var mı Samim?" dedim. "Pembe Samim diyorlar." dedi başını öne eğerek. "Neden pembe?" dedim. Sustu. Ben de sustum, düşündükçe boğazım kirlendi, bu çocuğu sadece örgüte adam olsun diye yetiştirmiyorlardı istismar ediyorlardı. "Samim sen de en az benim kadar nefret ediyorsun onlardan." dedim gözlerinin içine bakarak, ama gözlerini kaçırıp başını yere eğdi. Bu Samim pembe falan ama benim çıkış biletim olabilirdi. Sadece doğru bir zamanlama ile güvenini kazanmalıydım. "Senin gibi bir kardeşim olsa keşke, ne güzel gözlerin var Samim. Benim kardeşim olsan sana şöyle güzel elbiseler alırdım, jilet gibi giyinirdin, çekerdin lacivertleri kimse pembe diyemezdi sana, kızlar peşinde koşardı." dedim. Başı hala öndeydi ama gülümsemişti. İlk zaferimle ben de gülümsedim. O sırada adamlardan henüz ismini bilmediğim bir çam yarması girdi karavanın içine. "Samim git odun topla sağdan soldan bir de ateş yakalım dedik, birden fazla yerde yakalım ki çadırdakiler üşümesin." dedi İzbandut. "Kız ne olacak abi." dedi bütün saflığıyla. "Ben devraldım, hadi git." Samim ikiletmedi, karavandan fırladığı gibi odun toplamaya koşturdu. Adam benimle ilgilenmiyordu, karavanın içindeki televizyonun kumandasını aldı rahat hareketlerle, ayağını az önce samimin oturduğu koltukta uzattı ve kanalları değiştirmeye başladı. "Senin adın ne?" dedim aniden. Dönüp sinek vızıltısıymışım gibi baktı yüzüme. "Kundakçı Cemal" dedi ve tekrar televizyona döndü. "Amirin evindeki kundaklamada sen yoktun ama." dedim hesap sorarcasına madem tecrübeliydi, belki bu içeride çakmak bırakmamayı akıl ederdi. "Ben o zaman içerdeydim başka bir kundaklamadan." dedi ve huzursuzca geri döndü televizyona. Adam sanki televizyon izlemeye gelmişti buraya ve ben rahatsız ediyordum kendisini. Utanmasa özür falan dilememi bekliyor sanırsın. İsmini öğrenmediğim bir kişi kalmıştı. En azından buradan kurtulduğumda kaçan olursa büroya isimlerini bildirebilecektim. Bu sefer on yedi yaşındaki o çaresiz Irmak değildim. Silahım yoksa bile tecrübem ve aklım vardı. "Cemal Abi odunlar tamam, yemek yapacaklarmış, seni çağırıyorlar." dedi Pembe Samim. İzbandut homurtu çıkararak televizyonu kapattı ve karavandan indi. Ben ise Samim ile baş başa kalmıştım yine. "Samim gece karavanda benimle sen kalabilir misin, diğerleriyle kalmak istemiyorum." dedim hemen lafa girerek. "Abla sen arkadaki geniş yatakta yatacaksın, ben de aynı odada yerde oturacağım. Bu gece nöbetçi benim ama yarın sabah Ali abi nöbeti alacak." dedi. Demek ki benim her ne yapacaksam bu gece bu çocukla yapmam şarttı. "Arabesk Yasin, Sincap Azmi, Ali, Kundakçı Cemal, Adem Halkalı, Sen, yedinci kim?" dedim merakla. "Tuğrul Dayı." dedi çocuk. "Senin dayın mı?" dedim bütün saflığımla. "Yok abla dizideki gibi, dayı derler ona." dedi. "Hay ben sizin mafya dizilerinize olan özentinizi seveyim çocuk. Dayıları var ama pembeleri yok bak, seni kaçak sokmuşlar kadroya." dedim. Yine öne eğdi başını. Tam daha da derinleştirecektim sohbeti ki, Ali girdi içeri elinde yemek tepsisiyle. "Pembe, koş iki tepsi daha al gel." dedi çocuğa. Çocuk fırladı tepsi almaya o sırada elindeki tepsiyi de masaya bırakıp ellerimi çözmeye başladı. Karavan otobüs karavan şeklindeydi, arkada yatak odası vardı kapalı bir şekilde, aracın banyo tuvalet kısmının karşısında altlı üstü ranza vardı, kalanı da koltuklar, yemek masası ve mutfaktı. Gayet de lüks bir araçtı. İki kişi ranzada yatsa, bir kişi benimle nöbette, demek ki çadırlarda ikişer kişi kalacaktı. Samim'in nöbette olması en büyük şansımdı. Saate baktım, daha Ceylin sinemada olmalıydı belki yeni çıkmıştı, ama Ahlas beni epey bir aramış olmalıydı. Acaba emniyeti harekete geçirmiş miydi? Ellerim çözülünce ipin canımı ne kadar çok acıttığını fark ettim. Kurt gibi acıkmıştım, masaya doğru davet beklemeden geçtim ve yemeği yemeye başladım. "Lan ben onu kendime torpilli koymuştum." dedi Ali. "Sorguda da benim sana torpil borcum olsun, bizzat ben girerim ödeşiriz." dedim sırıtarak. "Gül sen gül, önce seni sonra o yakışıklı amirini, sonra da en başınızdaki o Leyla amiri kemik torbası olarak piyasaya sunacağız nasılsa. O zaman şu yediklerini toprağa verirsin, ödeşmiş oluruz." dedi sinirle. "Ama etler gerçekten çok lezzetli, yani böyle emniyet mensuplarını arada kaçırıp getirin buralara, hem izinizi bulmak daha kolay olur." dedim köftelerden bir tane daha ağzıma atarak. Tam cevap verecekti ki, Samim elinde iki tepsiyle ulaştı karavana. Ali kalkıp tepsilerden birini aldı yemeye koyuldu, Samim ise yazık yere koydu tepsiyi, benim yanıma oturmak istememişti, çekinmişti. Ali de yayılarak öküz gibi bütün masayı kaplamıştı. Neyse ki onun da karnı doyuyordu neticede. Dışarıdaki adamlar alkol almaya başlamışlardı. Bir tek Samim içki içmiyordu, Ali'ye de bir bardak rakı gönderdiler dışarıdan. İçin için de sızın hepiniz it sürüleri. Aklımdakileri harekete geçirmek için, hepsinin uyuması şarttı. İki saat kadar mangala et atıp atıp, alkol kullanımına devam ettiler, Ali de yemeğini yiyip, ellerimi bağlayıp onlara katılmıştı. Samim ile baş başa kalmıştık. "Samim senden bir şey isteyeceğim." dedim, ilk defa kafasını kaldırıp gözlerimin içine bakma cesareti gösterdi. "Telefonumun yerini biliyor musun?" dedim. Başıyla onayladı. "Bütün eşyalarım aynı yerde mi?" dedim. Yine başıyla onayladı. "Peki Samim, sen bunların arasından kurtulmak istiyor musun?" dedim, yine başıyla onayladığında kalkıp sarılasım geldi. Yaşı on beş vardı yoktu, çocuk bunlardan nefret etmişti yaşattıkları şeyler yüzünden. Ama gel gör ki nereye gitse izini buluyorlardı. Ona tanık koruma programı gerekliydi. Güzel bir yurtta, okul eğitimi gerekliydi. Ama işte bir kere bunların eline düştün mü, aldığın eğitim, yaşın, itibarın fark etmiyordu. Senin hayatını hiç yaşanmamışçasına birkaç saniye içinde yok edebiliyorlardı. Tıpkı 17 yaşındaki Irmak'a acımadan yaptıkları gibi. Samim'e baktığımda gözlerinde o çaresizliği görüyordum. Sorgu odalarında "Ben yapmadım." diye ağlayan on yedi yaşındaki kız çocuğundan hiçbir farkı yoktu. Belki Irmak Yeşilada değil de Irmak Akan olarak gelmemin sebebi buydu tekrar geçmişe, bir değil birçok can kurtulacaktı bu vesileyle.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD