28- Yalnızlar Parkı 3

1117 Words
Ahlas parkın girişinde göründüğünde yüzünde anlaşılması imkansız tuhaf bir ifade vardı. Yalnızlar parkının yine en yalnız üyesi oluvermiştim işte. Benim yanımda aşklarını ilan edecekler ve beni de bu güzel anlarına şahit kılacaklardı. Ben bunun da ağırlığını taşımak zorundaydım. Irmak Ahlas'ı görünce kıpkırmızı kesildi. "Sensin gerçekten sensin." dedi yüzüne bakarak, hala süpermarketin çıkışında birlikte yürüdüğü genç olduğuna inanamıyordu. "Evet benim." dedi Ahlas kızaran bir yüzle. Aman ne sevimliler, yerimden kalktım arkamı onlara döndüm ve uçurum gibi olan yerden denizi seyretmeye koyuldum. Boğazın serin sularına bıraksam kendimi, her şey bitse sona erse. Genç Irmak da buna şahit olsa, bu sonu engellemek için benim çabaladığım kadar çabalar mıydı? Daha da fazlasını yapıp beni öyle bir sondan kurtarır mıydı? "Yangından seni kurtardığımı hatırlıyor musun peki?" "Evet. Beni öptün." dedi Irmak eliyle dudaklarına dokundu, yanakları kıpkırmızı. Ahlas birden Irmak'ı tutup kendisine çekti ve sarıldı sonra saçlarını kokladı. Sana da yeniden merhaba "Yalnızlar Parkı." Ne zaman acı çeksem seni buluyorum. Hep seninle acımı paylaşıyorum, değerini bil. "Annem senden övgüyle bahsettiğinde evde, torpili nereden acaba diye düşünmüştüm, bu genç yaşta bu terfi nasıl olmuştur diye." dedi gülerek. Ben gülmüyordum. Ben bunları senden önce hatırlamış, gülümsemiştim zaten. "Siz burada neler yediniz böyle ya?" dedi Ahlas, elleriyle yanaklarını okşuyordu Irmak'ın bunları bana hiç yapmamıştı. Ama şimdi ben Irmak'ın geleceği olduğuma göre benim de değişmem gerekmiyor muydu, artık kendi zamanıma dönüp mutlu hayatımı görmem gerekmiyor muydu, bu ne biçim bir sihirdi. Evet olsa olsa bir sihirdi, büyüydü ama bunu kim yapmış olabilirdi ki bana? "Sorma Irmak Abla bir sürü şey almış ama hepsi de sevdiğim şeyler." dedi Irmak, sonra kafasını kaldırıp sanki anlatmamışım gibi sordu. "Siz birlikte misiniz Irmak Abla ile?" dedi. Kafamı ona doğru çevirip kaşlarımı kaldırdım, bir pot kırarsa sonsuza kadar kaybedebilirdi beni. "Arkadaşız evet, iş yerinde de birlikteyiz ama bu birliktelik hikayesi onun fikriydi. Senin dikkatini çekmek istiyorduk, sen beni hatırlamamakta ısrar edince." dedi gülerek. Hiç bu kadar güzel gülmemişti haftalardır. Olsun be Irmak, bak nasıl mutlu hayatının aşkı, bir şekilde seninle mutlu. "Yalnız bir şey söylemek istiyorum buranın adını kirletiyorsunuz siz ikiniz!" dedim kaşlarımı çatarak. Ahlas anlamamış halde baktı yüzüme, hemen utanıp kızarıverdi. "Neden ne yaptım şimdi?" dedi çocuk saflığıyla. "Burasının adı Yalnızlar Parkı, böyle mutlu bir çiftin ne işi var burada, hadi binin aracınıza gidin." dedim gülerek. "Emir büyük yerden." dedi genç Irmak. "Eh, gidelim o zaman." dedi Ahlas. "Bir saniye akşam yemeğine gelecek Irmak abla bize, birlikte gelsenize." dedi aniden. "İyi tamam hadi birlikte gidelim bakalım, Leyla Amirime bu aşk üçgenini nasıl açıklarız bilmiyorum artık." dedim sinirle ve sinirime hiç uymayan bir sırıtışla. Ben kendi aracımın şoför koltuğuna otururken Irmak Ahlas'ın yanına oturdu. Kaybettin Irmak, yine kaybettin. Yüz milyon tane daha Irmak versiyonun olsa en kötüsü, en başarısızı sensin, dedi içimdeki küskün ses. İnsan yeri geldiğinde kendisini bile rakip görecek arzulara sahipti. Annemler eve gelmiş olmalıydılar, Irmak onları araçtayken telefonla arayıp haber vereceğini söylemişti. Bu saatten sonra misafir gelirse annem hayatta yemekle uğraşmazdı, çok güzel bir balıkçımız vardı ya o balıkçıdan balık söylerdi ya da en sevdiği pizzacıdan pizza. Misafir ile olan samimiyeti, misafirin kültür yapısı etkili olurdu bu ikisi arasındaki seçimde. Biz sanırım çok sürpriz bir ekiptik. Eskiden ben arkadaşlarımı götürdüğümde apansız pizza söylenirdi, hatta aynı pizzacının lazanyası vardı ve bayılırdım. Kendi iş arkadaşlarına yemek yapacak vakti yoksa balık söylenirdi. Biz annemin iş arkadaşlarıydık ama bizi eve çağıran kişi kızıydı bakalım ne sürprizlerle karşılaşacaktık. Eve vardığımda annem fırından lazanyayı çıkardı, tamam dedim pizza yiyoruz ama sonra fırının alt kısmından balık tepsisini çıkarmıştı. Tam da tahmin ettiğim gibi kararsız kalmış, lazanya ve balığı sipariş verip evdeki fırın tepsilerine yerleştirmiş bize de evde yapmış gibi kaktırmaya çalışıyordu. Ama ben Irmak ile Ahlas son hızla eve doğru düşüncesizce ilerlerken bir ev yemekleri yapan restoranda durmuş, bir kilo yaprak sarması almış, sonra da bir kilo baklava alarak öyle gelmiştim. Haliyle ben eve vardığımda, Irmak ile Ahlas akılları bir karış havada oturmuş sohbet ediyorlardı. Ahlas sanki genç Irmak ile birlikte gençleşmişti, arada yangın günü hatırladıkları detayları konuşuyorlar ama annem salona gelince susuyorlardı. Babam geldi salona en sonunda. "Hoş geldiniz." dedi bütün ciddiyetiyle, oysa ben onun en şakacı hallerini bilirdim, bana batmasın diye sakallarını kesmediğini bilirdim. Sırf seviyorum diye yurt dışından sevdiğim parfümü getirttiğini bilirdim. Annemin benim kadar isteği olmazdı babamdan, o her türlü kabul ediyordu herhalde kocasını. Ama ben daha karizmatik görünsün diye bütün gün uğraşır dururdum. Şimdi karşımdaki adama sarılmam tuhaf kaçacağından tuttum kendimi. "Hakkı Müdürüm sizinle tanışmak bir şeref." dedim kibarca, ne tatlı gülümsedi ama ne resmi... "Haydi sofraya geçelim gençler." dedi annem. Tabii Ahlas ile beni sevgili bildikleri için yan yana oturttular, Irmak benim her zaman oturduğum sandalyeme geçip oturdu. "Bu kız niye seni kıskanmıyor normal mi?" dedi Ahlas kulağıma eğilerek. "Çünkü onunla konuştum. Açıkladım. Bir şey olmadığını söyledim aramızda, neden kıskansın?" dedim fısıldayarak. Ama bu cümle beni düşündürmüştü, on yedi yaşımdaki halim benden daha hesapsızdı, daha masumdu, kendiyle rekabet etmeyecek kadar kendisiyle barışık bir hayat yaşıyordu. Benden çok daha çabuk kabullenmişti aynı insanlar olduğumuzu. Gelecekte yaşanabileceklerin ihtimaliyle epey ürkmüştü ama bunu düzeltmek için gönderildiğime, bu mucizeye çabucak inanmıştı. İnanmak bazen ne kadar da tehlikeliydi. İlahi bir güce inanmak, daha iyi bir insan olmaya çalışmak kesinlikle kusursuz bir şeydi. Böyle bir inanç kişinin canını yakmazdı, kişiyi doğruya ulaştırırdı. Ama kişinin kendisi kadar aciz başka bir insana inanması, bunu körü körüne yapması her zaman çok tehlikeliydi, ne kadar iyi niyet barındırsa barındırsın. Piç Anıl'ın adamları gibi mesela, ona öyle inanmışlardı ki, adam hapisten çıkamayacak olsa bile uğruna her şeyi yapabilecek durumdalardı. Ve o an anladım ki, insan bu hayatta en çok kendisini kandırıyordu. En çok kendisine karşı acımasızdı. Dışarıdan gelen sözlere inanmayı tercih eden, sorgulamayan, körü körüne peşine takılan hep bizim içimizdeki tercihler yapan irademizdi. "Lazanyadan al istersen Irmak Abla, harika görünüyor." dedi Irmak göz kırparak. Kim bilir ne kadar zamandır yemediğim o lazanyanın tadı bile beni şu an hüngür hüngür ağlatabilirdi. Tabağıma hatırı sayılır ölçüde koyduğum lazanyadan ilk çatalı aldığımda tahmin ettiğim gibi gözlerim doldu. Bazen bir anı, bazen bir koku, bazen de bir tat insanı bambaşka yerlere götürebiliyordu. Ahlas'a baktım göz ucuyla, ne kadar tuhaf görünüyordu yüzü, yıllarca aradığı kayıp bir değerli nesneyi bulmuş gibi. Kulaklarına kadar kızarmıştı. Ama mutluydu. Tarifi imkansız bir mutluluğun hem sebebiydim hem de parçası bile değildim. O mutlulukla dokunacağı ten benimkisi değildi. Okşamayı arzuladığı saçlar bu kabarık kızıl saçlar değildi. Ben yanlış yollardan gitmiş olan Irmak'tım karşımdaysa henüz hiç bir yanlış yoldan yürümemiş, inancı sonsuz bir Irmak bütün isteklerime teker teker kavuşurken seyirci olmaktı cezam. Irmak'ın konuşmasıyla irkilerek sıyrıldım düşüncelerimden. "Her şey çok lezzetli, ama kesinlikle lazanyaya bayıldım." dedim gülümsemeye çalışarak. "Benim de favorim o." dedi Irmak. "Ne kadar çok benzer zevkleriniz var, ne zamandır dikkatimi çekiyor, ikiniz de Irmak'sınız ondan herhalde." dedi annem. Aynen öyle anne, ikimiz de Irmak'ız. Bize kaderin oynadığı bir oyunun içinde sıkışmış iki Irmak, bakalım akan sularımız nerede, ne zaman birleşecek?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD