25- AmerikaYolcusu

1051 Words
Başıma gelen şeyin gizemini çok merak ediyordum, ama bunu ne araştıracak bir yol ne de iz bulabilmiştim. Aslolan cinayeti çözmek diye karar almıştım en son. Çünkü amacım o cinayeti ve diğer suçları engelleyip Piç Anıl'ın kökünü kazımak ve gençliğimi kurtarmaksa, başıma gelen sihirli durumla ilgili gerçekleri de ancak bu görevleri bitirdiğimde öğrenme şansım olabilirdi. Samim'in adı Ufuk Ersöz olmuştu bir gün içerisinde. O'nu Kayseri Sevgi Evi'nden bir araç gönderip almışlardı. Artık Kayseri ilinde ikamet edecek, okula gidecek ve sıcak bir yuvada yaşayacaktı. Dahası psikolojik tedavi görecekti. O'nun adına sevinirken, bu hengame içerisinde Ahlas'ın sözde Amerika seyahatine iki gün kalmıştı. Ahlas özellikle dikkat çekmek için izin almıştı ve ben de kız arkadaşı olarak akşamlara kadar onunla vakit geçirecektim bu iki gün. Son akşamımızda dışarıda bir yerlerde güzel bir yemek yedik, ben ara sıra ağladım ve en iyi oyunculara taş çıkarttım. Bizi izleyen birileri var mıydı bilmiyorduk ama vereceğimiz her görüntü bizim için önemliydi. Olayın inandırıcılığı açısından şarttı. Yıllar önce onun başına ne geldiğini bilmediğim için en gergin halimi yaşıyordum. Akşam gelişi güzel bir bavul hazırladım kendi ellerimle, tabii bavulu hazırlarken her çıkardığım kıyafeti fırlatıyor, beğendiklerimi üstüne giydirerek eğleniyordum. Sonra bavulu hazır ettiğimde bir an için gerçekten gittiğini düşündüm. Öyle olsa çok acı çekerdim, bu kadar kısa sürede bu kadar bağlandığım bir adam... Aslında bunu çok daha önce yaşamalıydım, çalınan ve daha sonra iade edilen yıllar. Benden çalınan bedenin de geri gelmesi mümkün müydü acaba? Sabah erkenden kalktım kendi aracımla Ahlas’ı evinin önünden bavuluyla aldım, şöför koltuğuna geçip aracı tekrar çalıştırdım. Üzerindeki dinleyicilerin gözükmediğinden emin olduk. Ayrı bir asayiş ekibi de havaalanında hazır bekliyordu ayrıca annem bizim ekipten de kalabalık bir grup görevlendirmişti. Tabii biz saf saf birbiriyle ayrılmaya hazırlanan çifti oynuyorduk herkesten habersizcesine. Hava alanına kadar hiçbir engelle karşılaşmadık. Ama gözümüzü dört açmıştık ve arkada bizi takip eden bir araç vardı. Hiç bozuntuya vermedik sadece asayiş ekiplerine takip edildiğimizi bildirdik. Şimdilik hiç kimseye dokunmuyorduk çünkü amacımız ele geçirebildiğimiz kadar çok kişiyi ele geçirmekti. Bir an için çeteyi epey çökerttiğimiz için havaalanında kimse olmaz diye düşünmüştük ama takip edilince çetenin planlarının son hızla devam ettiğini anlamıştık. Hava alanında gerçekten sevgilisini uğurlayan bir kadın ifadesi takınmıştım yüzüme. Gözlerim dolmuştu ama ben bu olurken annemle babamın öldürüldüğü günü düşünmeye gayret göstermiştim. Havaalanına yanaştığımızda check-in işlemi için Ahlas yanımdan ayrılırken ben de asayişten sivil Melike'nin yanına oturmuştum. Melike tek başına seyahat eden bir kadın görünümünde boş valiziyle hava alanında oturuyordu. Önceden anlaştığımız gibi hava alanı içinde dolaşan sivil ekip bizim güvenliğimizi sağlıyordu. Ahlas bavulunu check-in sırasında teslim etmişti. "Ne kadar kaldı uçağına?" diye sordum. "Yarım saat." dedi hüzünle bakarak. Fena halde gülesim gelmişti. Anlaştığımız gibi o uçağa kadar gidecekti, eğer uçağı düşürmek için bir eylem yapılacaksa bunu diğer insanların güvenliği için de tespit etmek zorundaydık. Hava yolu şirketi konuyla ilgili üst düzey gizlilikle bilgilendirilmişti ve uçağın butonundan her köşesine didik didik aranıyor ve inceleniyordu. Başka bir ekip tarafından da check-in yapan her yolcunun gbtsi araştırılıyordu. Uçağa giden kapılar açıldığında Ahlas ile sımsıkı sarıldık. Ama bizim sivil ekiptekiler de daha önceden bilgilendirdikleri görevlilere sahte biletlerini gösterip uçağa doğru hareket etmeye başlamışlardı. Check-in yapmamış otuz kadar adamımız da havaalanına giden servis otobüsüne Ahlas ile binmişlerdi. Bense sadece camların arkasında olası bir çatışma için bekliyordum. Araçla bizi takip eden ekipten kimse ayrılmamıştı yerinden, hava alanında turluyorlardı ve hiç bir şeye karışmıyorlar ama bizim hareketlerimizi adım adım izliyorlardı. Servis aracı uçağa doğru ilerlerken, yolcular ikinci bir araç için doluşuyorlardı. Ben ekstradan bir şey daha yapmakla meşguldum. Samim'e aldığım telefon aracılığıyla, görüntülü konuşuyor gibi sohbet ediyordum. Samim her ihtimale karşı kendi yüzü yerine bir arkadaşının yüzünü kameraya yansıtırken ben de kameranın yönünü ters çevirmiştim. Böylece uçağa binen her yolcuyu Samim de görüyordu.. Tanıdık bir yüz görürse haber vermesi konusunda anlaşmıştık. İlk gruptan sonra ikinci grup da check in yapıyordu ama hala bir ses yoktu Samim'den. Nihayet seslendi. "Abla mavi ceketli adam ve yanındaki kısa boylu. Özkan ile Serdar isimleri soyadlarını da lakaplarını da bilmiyorum yalnız. Çok az bir arada kaldık onlarla." dedi. Hemen Ahlas ve diğer ekiple kurduğumuz gruba fotoğraflarını attım. Adamlar Ahlas'ın arkasındaki araçla uçağa vardıklarında Ahlas ve diğer polis ekibi uçağın içinde hazır bekliyorlardı. Uçağın hemen girişinde sivil ekipler adamların üstünü bir kez daha aradılar ve artık hangi ara aldıkları belli olmayan silah ve bıçağı üstlerinden alarak kelepçelerini taktılar. O sırada içlerinden kısa boylu olanı ellerinden koşup kaçmaya başladı, bizi takip eden araçtaki ekip resmen cama yapışmıştı. Sivil ekibimizle hep beraber aynı anda harekete geçip onları da kıskıvrak yakaladık. Kaçan Serdar isimli şahsın peşine ekipler düşmüştü ve nereye kaçtığını düşünüyorsa salak adam koşturmaya devam ediyordu alanın içerisinde. Çok geçmeden neden koştuğunu anladım, uçak benzinlerinin bulunduğu araca doğru gidiyordu. Aracın arkasına vardığında cebinden çakmağı çıkarıp sönmeyen model çakmağını aracın arkasındaki bir kapaktan içeriye doğru fırlattı, peşindeki ekipler son hızla geri dönüp geriye doğru koşmaya başladılar. Ama büyük bir patlama oldu. Havaalanı ekipleri yolcuları durdurup geri çevirmeye başladılar, koridordaki herkes gerisin geri havaalanına doğru koşuyordu panikle. Neyse ki uçak epey uzakta kalmıştı, patlama oraya yetişemediyse de, Serdar Havaya uçmuş, polislerden de yaralananlar olmuştu. Bir grup bizi takip eden ekibi ve Özkan'ı emniyete sevk ederken biz de aprona inip yaralıları ambulanslara yüklemeye ve sağlık ekiplerine yardım etmeye başladık. İtfaiye ekibi yanan aracı söndürmüştü ama binanın alt kısmı hasar görmüştü neyse ki bavulların yer aldığı depodaydı hasar on kadar kişinin bavulu dışında bir zarar yoktu. Duvar için de tadilat gerekecekti tabii. Serdar ölmüştü ve bunu sadece sessizce gitmemek için yapmıştı. Kendisiyle birlikte götürebildiği kadar kişiyi götürme amacı güdüyordu. Bu kinin kaynağı neydi diye sordum sorgularda. Piç Anıl'ın babasının adamıymış o Serdar. Çok bağlıymış efendisine. Annemle babamın ortak operasyonuyla yakalanıp vurulunca, hem Piç Anıl hem de onun adamları düşman kesilmişler bize ve bizim nezdimizde tüm polislere. İyi de arkadaş kötülük yapmayın siz de o zaman, polislerle bir işiniz olmasın. Bu insanları anlamakta zorlanıyordum gerçekten. Dünyaya kazık çakacaklarını sanıyorlardı herhalde. Hepimiz için ölüm bir gerçekken üç günlük dünya için harcadıkları insan sayısının haddi hesabı yoktu. Ahlas yanıma ulaştığında ona gerçekten sımsıkı sarıldım. Yakalanacaklarını anlasalardı, aracı uçağa yanaştırıp patlatmanın da yolunu bulabilirlerdi. Yine büyük bir kabusun eşiğinden dönmüştük. Her ihtimale karşılık uçakta bir arıza veya terslik tespit edilememesine rağmen uçuş patlama nedeniyle iptal edilmişti. Yolcular bir sonraki uçağa güvenli bir şekilde yönlendirilirken, herkes halinden şikayet etmekle meşguldu. Yahu havaya uçabilirdiniz toplu şekilde, biraz şükredin, biraz mutlu olun onu da yapamıyorsanız biraz susun! Bir an söylenmeyi bıraktım içimden de olsa ve düşündüm. Babama ne kadar benziyordu huylarım!
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD