24-Pembeleri Maviye Boyamak

1296 Words
Saat gece yarısını geçmişti, ama it sürüsü hala kahkahalarla içiyor, şarkılar söylüyor ve en başından göründüğü gibi, ormanda güzel bir macera tadında yaşıyorlardı. İçeride tutsak edilmiş kadınla ilgili ne yapacaklarını da içerideki adamdan telefon aldıklarında öğreneceklerdi. Emirleri taşla iletme yöntemi ifşa olmuştu. Artık telefonda şifreli konuşmayı planlıyorlardı. Bunları onlar dışarıda eğlenirken baş başa kaldığım Samim'den öğreniyordum. Sonunda adamlar esnemeye başladı, ayakta duramaz hale geldi kimisi. Bunlardan biri de izbanduttu, pencereden gördüğüm kadarıyla ilk çadıra gidip yerleşen Kundakçı Cemal olmuştu, Adem Halkalı da onunla aynı çadıra girdi. Diğer bir çadıra Ali girmişti, Sincap Azmi de onunla birlikte yanına kıvrıldı. Araca doğru yönelen Arabesk sallanarak kapıya tutundu ve ranzanın alt katına girip yattı. "Samim, kızı yatır." diye de emretti. Elimle durmasını işaret ettim. O sırada Dayı araca bindi, ranzaya doğru ilerledi ama tırmanamadı. Sendeledi ve arkaya doğru düştü. "Dayı sen geç benim yatağıma yat ben bu koltukta uyurum." dedim sakin bir ses tonuyla. "İyi dedin, niye seni en rahat yerde yatırıyorsak, sen rehinsin kadın!" diye bağırdı, dayının d si gitmiş kalanıyla idare ediyorduk belli ki. Dayı gittikten beş dakika sonra yüksek bir horlama sesi geldi yatak odasından. İyi ki uyumayı düşünmüyordum. Birazdan ayılar kaybettikleri akrabalarını aramaya gelebilirlerdi bu ses yüzünden. "Samim bir kalkıp arabeski kontrol et." dedim, Samim yerinden fırladı, eliyle Arabesk'i dürttü, tabiri caizse bir kütükten farkı yoktu. Yüzü zaten kıpkırmızı olmuştu içmekten. Sızıp kalmıştı salaklar. "Samim bak şimdi seninle bir şey konuşacağım, burada tek geleceği olabilecek olan sen varsın." dedim yine eğildi başı öne. "Ben buradan çıkabilirsem, seni diğerleriyle birlikte kelepçeleyip götürecekler ama benim çalıştığım yere götürecekler, ben savcılığa sevk etmeden seni iki gün boyunca sorgular gibi yapacağım, ama sorgu falan yok. Onlar öyle sansın diye, sonra orada bir Ahlas Komiser var bir de Leyla Amir. Onları da seveceksin çok. Onlar sana yeni bir isim verecekler. Şöyle en mavisinden, Mahmut olur, Onur olur, sonra seni okula göndereceğiz başka bir şehirde. Yaşadıklarını unutup yeni bir hayata başlamak ister misin?" dedim. Baktı gözlerimin içine umutla, sonra yine utangaç haline dönüp başını salladı. "O zaman şimdi git benim cep telefonumu getir." dedim. "Abla ses olursa duyarlar." dedi korkuyla. "Ses olmayacak, senin kendi cep telefonun var mı üzerinde?" dedim. "Var abla." "Tamam şimdi kendi telefonunu çıkar, vereceğim numaraya konumu at ve altına Irmak yaz. Sonra da mesajı silip telefonunun sesini kıs." dedim. "Tamam abla." dedi heyecan içinde, suçluluk hissiyle birlikte çıkardı telefonunu, fısıldayarak Ahlas'ın ezberimdeki numarasını verdim. Neyse ki ormanda telefonun çekeceği bir yere getirmişlerdi bizi, çünkü Piç Anıl'dan emir bekleyeceklerdi. Benimle ilgili bir emir gelene kadar bana karşı nazik halleriydi bu sonrasında ne yapılacağına Piç Anıl karar verecekti. Ben şu yaptıklarının ifadesini aldığımda onun cezasına eklenecekti bunların hepsi. "Yollandı abla." dedi çocuk telefonunun sesini iyi ki kısmıştı, çalıyordu. "Aç ama konuşma." diye fısıldadım. Samim telefonu açtı benim kulağıma dayadı etrafı kontrol ederek. "Ahlas kaçırdılar kalan ekip burada." diye fısıldadım ve Samim hemen panikle kapadı telefonu. Sadece Alo dediğini duyabilmiştim. Ahlas ekipleri toplayıp gece operasyonu düzenlerdi artık, geriye dinlenmesi kalmıştı. "Samim ben bir saat kadar kestiriyorum, sen kaldır o telefonu, dediklerimi unutma. Polisleri gördüğünde şaşırmış gibi davran." dedim ve kapadım gözlerimi. Heyecandan uyumam mümkün değildi ama gözlerim de kapanıyordu yorgunluktan, iki arada bir derede sızmışım, kalktığımda yarım saat geçmişti sadece. "Su versene Samim." dedim çocuk kalktı bir pet şişe aldı ötedeki dolaptan, getirip birleşik duran ellerimin arasına bırakıp kapağını açtı. "Teşekkür ederim Samim, sen yeni ismini ne istersin?" dedim gülerek. Hayal kurmak da onların tekelinde değildi ya. "Ufuk." dedi. "Neden?" dedim. "Babamın adıydı abla, ben küçükken ölmüş, bu pembeden kurtulayım, onun gibi iyi bir baba olayım diye." dediğinde gözlerim doldu. "Olacaksın aslan parçası." dedim gülümseyerek. O sırada ekip otolarının ve motorsikletli ekiplerin ışıkları göründü uzaktan. Sirenleri çalıştırmamışlardı, ama bizim uykucular çetesi sızdığı için henüz farkına varmamışlardı. Araçların ışıkları söndü ve görebildiğim kadarıyla araçlarından inen polisler silahlarıyla siper ala ala geliyorlardı yanımıza. Önce hem çadırların hem de karavanın çevresini sardılar, karavanın açık kapısından içeri elinde silahı ile Ahlas girdi. "Ahlas çocuğu alın ama sert değil." diye fısıldadım. Samim zaten kendi indi karavandan ben böyle söyleyince ellerini havaya kaldırarak. Memurlardan bir tanesi Samim'i araca doğru götürürken, Arabesk "Ne oluyor ya?" dedi ama bunu diyene kadar Ahlas kafasına silahı dayamıştı, hemen arkasından başka bir memur gelip ters kelepçeleri gözünü açamayan Arabesk'e taktı. "İçeride Dayı var." dedim Ahlas'a, başka bir memur benim ellerimi çözerken. Ellerim çözülür çözülmez eşyalarımı aramaya koyuldum, öne torpido gözüne koymuşlardı silahımı elime aldığımda çadırdakiler ve Dayı kelepçelenmiş araçlara gidiyorlardı. "İyi misin sen, bir şey yaptılar mı?" dedi Ahlas yanıma gelerek. "Hayır dünyanın en kolay operasyonu oldu sanırım." dedim gülerek. "Nasıl yani?" dedi. "Orman havası aldım mangal yedim, şimdi de eve dönüyorum." dedim sırıtarak. "Boş da dönmüyorsun, yedi kişi yakaladık." dedi gülerek. "O Samim, onun sayesinde bu kadar kolay oldu bu operasyon, o çocuğu istismar ediyorlarmış, adını değiştirip bir Sevgi Evi'ne yerleştirelim. Bir daha izini bulamasın bu pislikler." dedim ve araçların oraya giderken Samim'in hikayesini anlatmaya koyuldum. Olay yeri inceleme ekibi arkamızdan geldi ve delilleri toplamaya başladı. Bir saate kalmaz hava aydınlanacaktı. Her bir suçluyu ayrı bir araca bindirmişlerdi. Biz Samim'in arkaya konuşlandırıldığı araca geçtik. "Samim aferin sana." dedi Ahlas çocuğa samimiyetle, eliyle de dizine vurmuştu hafifçe ama çocuk yerinden sıçradı kendisine bir el dokununca, sonra başladı ağlamaya. "Tamam koçum, özür dilerim ben öyle kardeş sevgisiyle dokundum. Bak hepsi geçti artık güvendesin." dedi Ahlas. "Samim değil onun adı artık, Ufuk. Sorgu bitene kadar sadece sorguda Samim dersiniz. Ufuk oldu o artık." dedim göz kırparak, ben öyle deyince durdu ağlaması, gülümseyiverdi hemen. "Abi senlik değil olay vallahi, ben çok kurtulmak ellerinden, bugüne nasipmiş." diyerek ilk uzun cümlesini de kurmuş oldu. Ekipler İstanbul'a doğru hareket ederken gelirken baygın geldiğim için ne kadar uzakta olduğumuzu kestiremiyordum, neyse ki bir saat kadar sonra şehre girmiştik, ikinci saat dolmak üzereyken günün ilk ışıklarıyla suçluları emniyet binasından içeri sokuyorduk. Samim de başı öne eğik, ters kelepçe ile içeri sokulurken içim sızlamıştı. Ama böyle olmak zorundaydı. O'nun iyiliği için yapıyorduk bunu. Nezarethaneye atılan suçluların katına indim bir kahve aldıktan sonra. "Ahlas sen Samim'i götür, ikinci katta sorgulasınlar, benim şu Ali'ye sözüm var, ona torpil geçeceğim." dedim ve Ali'nin sorguya alınmasını sağladım. "Az köfte yedin içime dert oldu sudan ikram edeyim." dedim sorgu odasına girer girmez, sürahideki suyu gözünün içine baka baka yere boşalttım. Bir saat boyunca o anlatmam dedikçe konuşturdum. Riva civarında Piç Anıl'ın bir evinden bahsetti. Adresi hemen ekiplere teslim ettim kontrol etmeleri için. Ama akşama doğru evden sadece iki kişi çıkarıp getirmişlerdi. Kuyu İsmail ile Güdük Mahir. Hepsinin de cins cins isimleri vardı. Ama bitmemişlerdi henüz, bunu hepimiz biliyorduk, belki de piyasadaki en kalabalık çeteydi karşımızdaki. Yeni ifadelerle Anıl'ın hapishanedeki avlu iznini iptal edip onu bir hücreye tıktırmıştık ama bir şekilde yolunu bulacağını biliyorduk. Herkes satılıktı bu hayatta, Samim içindeki kin ile satmıştı, hayatına karşılık mesela, Ahlas Irmak'ın güvenliği için benim güvenliğimi satmıştı. Hepimizin bir fiyatı vardı vicdanımızı kaybetmek pahasına. Sorguları devam ederken içtiğim on beşinci kahveden artık kusmak üzereydim. "Kötü görünüyorsun git eve uyu biraz." dedi Ahlas. "Önce Irmak'ı anlat ne yaptınız?" dedim merakla. "Kağıdı verdim, ona ait bir bileklik vardı onu verdim, ama beni hala hatırlamadı, o günü de hatırlamadı, silmiş beni." dedi hüzünle. "Sen de bütün gün ayaktaydın, hadi sen de git evine uyu." dedim. "Olmaz Samim'in kimlik işi için evrakları hazırladım, cevap bekliyorum. O çocuğu ortada bırakamam artık." Dedi. Ah Ahlas Ah! Seni neden sevmem gerektiğini biliyordum. Nedensiz de severdim gerçi ama o kadar çok sebep veriyordun ki sen bana. O kadar güzeldin ki, bunu göremeyecek kadar kör on yedi yaş halimden nefret bile edebilirdim senin için. Memur arkadaşlardan biri beni eve bıraktı. Yatağa nasıl vardım, nasıl uyudum bilmiyorum, akşam karanlığı çökmüştü uyandığımda ve Ceylin yaşadıklarımdan çok etkilenmiş bir halde bana yemek hazırlıyordu. "Sen böyle mutfakta döktüreceksen, arayayım salsınlar adamları bir daha kaçırsınlar beni." dedim gülerek, gündüz operasyona gittiği için denk gelememişti benimle, sadece telefonda konuşabilmiştik, beni öyle görünce uyanmış vaziyette sımsıkı sarıldı. Değer verilmek ne güzel bir hismiş, nasıl da özlemişim.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD