5- Hatırlamak

1481 Words
Ceylin ile birlikte hazırladık akşam yemeğini, sonra birlikte film izledik. Ceylin'in iddiasına göre haftada bir böyle kızlar gecesi yapıyormuşuz. Romantik bir film açmıştık ve ben her aşk sahnesinde, Ahlas'ın benimle evlendiğini hayal etmeye başlamıştım. İmkansız hayalim yüzümü kızartırken, Ceylin’în bu duygularımı anlamaması için dua ediyordum. Daha birkaç saat önce hayatımda hatırlamadığım bir suikast girişimi olduğunu öğrenmiştim. Hala hafızamda bu anı yoktu. Ertesi günü Piç Anıl'ı ziyarete gideceğimiz düşüncesi sardı birden beni. O adamı tekrar görecek olmak tüylerimi ürpertiyordu. "Ne düşünüyorsun öyle Ahlas amirimi mi?" dedi Ceylin aniden. "Tabii, böyle öpmeye kalksam ne yapar acaba?" Dedim Ceylin’in huyunu bildiğim için dalga geçer gibi bir tonlamayla. "Ay, ben olsam denerdim." dedi heyecanla. "Dene o zaman denemek bedava. Ama ben deneyemem sanırım. Çünkü reddederse ne olacak birlikte çalışıyoruz." dedim. "İş başka aşk başka, hiçbir şey olmaz, bence denemeye değer." dedi gülerek. "Ben yatıyorum." dedim filmin bittiğini görünce, adamla kadın kavuşamamış, adam ölmüştü işte. Bu adamlar ya yarı yolda bırakırlar ya reddederler ya aldatırlar ya da işte ölürler. Hiç mutlu son yoktu hayatta. Daha on yedi yaşımda bir kızken, Josh'ın ihaneti ile öğrenmiştim bunu. Bütün bu kızgınlıkla uykuya dalıp ertesi sabah Ahlas Ateş'i düşünerek uyandım yataktan. Bu adam beni böyle etkilemeye devam ederse çözmem gereken cinayete nasıl odaklanacaktım acaba? Sandviç hazırladım Ceylin ile bana, onun yaptığı gibi kuru kuru da değil üstelik epey bir yeşillik koydum sağlıklı olması için. Arabaya geçtiğimizde bu sefer sandviçleri uzatan ve şoför koltuğuna oturan bendim. "Bakalım bugün ne gibi maceralar bekliyor bizi." dedi Ceylin iç çekerek. "Bütün gün dosyaların başında ne macerası bekliyorsun?" dedim gözlerimi devirerek. "Senin gibi bir soruşturmaya atanmayı bekliyorum ümitle, senin zaten adamı öpeceğin yok, bitirin şu cinayeti de yeni dosya açılsın, amirimden yeni dosyada beni göreve göndermesini isteyeceğim." dedi keyifle. Emniyete vardığımızda daha kata çıkmadan Ahlas karşıladı beni. "Hadi bakalım Irmak Hanım, göreve!" dedi Ahlas. Araca doğru giderken kurşun geçirmez yeleği uzattı, kendisi de giymişti. Ben de montumun içine kurşun geçirmez yeleği giydim ve birlikte yola koyulduk. Polis akademisi bile okumadım ben, atlayıp zıplar yeterince çevik hareketler yapardım ama onlar da diğer Irmak'ın vücuduna ait yeteneklerdi, bu vücut o kadar sıkı ve esnek değildi. Eski ve yarısı yıkılmış bir evin yakınında durdurdu aracı. "Beni takip et." dedi ciddiyetle. Baktım o silahını çıkarıp havada tutuyor ben de yaptım aynısını. Çevik hareketlerle girdi içeri "Sen arkadan dolan." diye emretti, bahçe duvarından atlayıp arka kapıya doğru ilerledim. Kapı zaten aralıktı. "Eller yukarı" dedi Ahlas. Ama adam aynı anda silahına davrandı. "Ahlas komiser, bak ne için silahla evimi basıyorsun bilmiyorum ama acımam sıkarım." dedi tehditvar sesiyle. Bu sesi hatırlıyorum... Annemi öldürdü... Babamı öldürdü. Arka kapıyı ayağımın ucuyla hafifçe araladım. Ahlas adamın gözlerinin içine bakıyordu. Arada bir buçuk metre kadar mesafe vardı. Bir adım atarak sıçradım. Jimnastik derslerinde yaptığım hareketi inanılmaz sessizlikte binlerce kez yapmışımdır, ama bu sefer başka birinin bedenindeydim, bu yüzden iki metre sıçrayamazdım. Mesafenin daha az oluşuna güvenip Piç Anıl'ın sırtına atlayıp onu yere düşürmeyi başardım. Eline vurarak silahtan ayrılmasını sağladığımda Ahlas hemen silaha el koymuştu. "Tak kelepçeleri." dedi. Kelepçeleri arkasına bağladığım ellerinden geçirdim. O'nu öldürmek istiyordum, şu anda kafasına bir tane sıksam, istedikleri kadar yatırsınlar, annemle babamı öldüremezdi, hayatımı mahvedemezdi. "Kalk, kalk, kalk." dedi Ahlas adama yaklaşarak, bana da aferin dercesine göz kırptı. O sırada adamı arkasına çevirip kelepçelerin sıkılığını kontrol etti. Adam kafasını kaldırıp gözlerimin içine baktı. Bir komodinin alt rafına sığdırmıştım bedenimi, daha on yediydim... Daha önce gördüğüm gözleri görmüştüm tekrar. O yangın gecesinin sabahında gördüğüm gözler. Ahlas'ın sesi doluyordu kulaklarıma. Bacaklarımın beni daha fazla taşıyamayacağını hissediyordum. Birden bedenim Piç Anıl'ın halısının üstüne külçe gibi devrildi. "Irmak!" diye haykırdı Ahlas. Sonra ne oldu bilmiyorum. Ben on beş yaşımdaydım, bu gerçek miydi rüya mıydı bilmiyordum üstelik. O gün son iki ders beden eğitimiydi. O yüzden üzerimde taytım ve tişörtüm vardı. Formam sırt çantamdaydı. Boyum 1.75'ti daha on beşimde, çok uzun boylu bir kızdım yaşıtlarıma göre. Annemle babam polisti ve ikisi de uzun boylulardı. Annem gelirken almam için sipariş vermişti marketten. Ben de yol üzerindeki süpermarkete uğrayıp siparişlerini aldım. Kasada sıra vardı, arkamda 1.95 boylarında açık kumral, mavi gözlü bir adam vardı. Ne kadar tatlı bakışları vardı öyle? Bana baktığını görünce gülümsedim, utanıp önüme döndüm. Kasiyere kartı uzattıktan sonra kartı geri alıp çantama koydum, poşetleri elime alıp eve doğru yürümeye koyuldum. Kaldırımın karşısındaki mavi gözlü adam dikkatimi çekmişti. Bu da mavi gözlüydü ama bir gözünün yanında korkunç bir yara izi vardı. Biri bıçakla adamı kesmiş gibi. Bakışları da çok rahatsız ediciydi. Ben eve doğru yürümeye koyuldum. O sırada arkamdan marketteki çocuk yetişti. "Kartını düşürdün, bekle." dedi arkamdan seslenerek. "Ya, çok teşekkür ederim çantama koydum sanıyorum. Kaybetseydim annem beni öldürürdü." dedim karta uzanarak. "Hayatını kurtardım öyleyse." dedi gülerek. Ne güzel gülüyordu. "Evet, teşekkür ederim." dedim gülümsemesine karşılık vererek. "Öyle kuru kuru teşekkür olmaz ama." dedi. "Ne lazım?" dedim kaşlarımı kaldırarak. "Benimle evlenirsen ödeşiriz." dedi hala gülüyordu, kalbim yerinden fırlayacak gibi olmuştu. Ciddi değildi herhalde ben de şakaya vurmaya karar verdim. "Çok isterdim ama önce liseyi sonra üniversiteyi bitirmem gerek, on sene falan beklersen neden olmasın?" dedim. "Sen liseye mi gidiyorsun, yaşın kaç?" dedi hayretle. "On beş" dedim sırıtarak, "Ya sen okuyor musun?" "Şey evet polis akademisinde okuyorum, yapacak bir şey yok, bekleyeceğiz on sene." dedi iç çekerek. "Annemle babam da polis benim." dedim. Elimdeki poşetleri almak istedi yardım etmek için, ama tam eğildiğim sırada poşetin birini bırakmak için arkamda o yaralı yüzlü adamı fark ettim. "Sen polis akademisindesin ya, kaçıncı senendesin?" dedim. "Son senemdeyim." dedi gülerek. "O zaman arkamda birinin beni epeydir takip ettiğini söylemeliyim. Sence ne yapmalıyız, aileme haber vermeli miyim?" dedim. "Ben seni eve kadar bırakırım kapıda da oyalanırım bir süre merak etme." dedi. Çok korkmuştum ama adam bana asılmaya çalışan bir sapık da olabilirdi, annemle babamın daha önce cezalandırdığı bir katil de. Annem cinayet büro şube amiri olmuştu yeni. Bense polis olmak istemiyordum, gerçi şu yanımdaki yakışıklı birinci sınıf falan olsaydı, sırf onu görmek için gidebilirdim akademiye. Yaşım biraz daha büyük olsaydı ne güzel olurdu, şimdi başka cevaplar verirdim ona. Evin önüne geldiğimizde poşetleri aldım elinden. O da kapının önünde beklemeye koyuldu. Oturup ödevlerimi yapmaya başladım, herhalde şimdiye kadar yüz kere gitmiştir, keşke bir kez daha karşılaşsak, diye düşündüm. Gözleri gözümün önünden gitmiyordu. Söz vermişti hem, on sene sonra evlenecektik. Ben onu o kadar bile beklemeyebilirdim, yanında yanaklarımı alev basmıştı. Bizimkiler gelince birlikte akşam yemeği yedik, çok yorulmuştum. Yatağıma erkenden gidip yattım. Sonra çığlıklar duydum. "Irmak kalk! Irmak kalk! Hayır Irmak içeride, asla gitmem." "Amirim, yolu kapamış alevler, çıkmak zorundasınız, çıkaracağız Irmak'ı." Odanın önü alevlerle kaplanmıştı, pencereyi açmaya çalıştım sıkışmıştı. Nefes alamıyordum, çok sıcaktı içerisi, birazdan alevler odaya ulaştığında her şey son bulacaktı. Düşerken başım yatağımın kenarındaki çıkıntı demire çarptı. Birden odaya astronot giyimli biri girdi. Yüzündeki maskeyi çıkardı. "Irmak, uyan." dedi halbuki gözlerim yarım açıktı, sadece hareket edecek takatim kalmamıştı. Eğilip dudaklarımdan öptü. Sanki prensin uyuyan güzeli öptüğü gibi. Belki de hayal kuruyordum, öpmemişti. Ama Oydu. Bu öğleden sonra beni eve bırakan yakışıklı. İlk öpücüğümü alevler içinde mi verdin bana? Çok güzeldi yine de... Keşke hemen büyüsem... Ölmesem... Göz kapaklarım ağırlaşmıştı ve ben bir anda her şeye veda etmek zorunda kalmıştım. Gözlerimi açtığımda hastanedeydim. Ama hiçbir şeyi hatırlamıyordum. O gün olan hiçbir şeyi. Neden hastanede olduğumuzu sordum, evde elektrik kaçağından yangın çıktığını söylediler, hemen başka güvenli bir eve taşınacakmışız hastaneden çıkana kadar. Gözlerimi açtığımda, bir süre nerede olduğumu idrak edemedim. Her şeyi hatırlamıştım, Ahlas ile bir geçmişimiz vardı. Hayatımın ilk öpücüğünü o vermişti bana, ama ben unutmuştum. O ahlaksız Piç Anıl benim en güzel anımı almıştı elimden, bu da yetmezmiş gibi anne babamı almıştı ve son darbeyi de bana katil süsü vererek vurmuştu. Hayatımı çaldı o adam benim! Yerimden doğrulmaya çalıştım. "Dur hemen kalkma, başın döner öyle." dedi Ahlas. Etrafıma bakındım beni kendi evine getirmişti. "Ne oldu?" dedim durumu anlamaya çalışarak. "Piç Anıl'ı muhteşem bir şekilde yakaladıktan sonra bayıldın. Ekip çağırdım, onu merkeze götürdüler, sorgu için bizi bekliyorlar ben de kendine gel diye buraya getirdim bir şeyler yemelisin." dedi ve içeri gidip bir kase çorba getirdi. Çorbadan bir kaşık içtiğimde kendime gelmeye başlamıştım. Hatırladığım şeyler benimle on iki sene boyunca saklanmış mıydı yani? İki sene önce evlenmiş olmalıydık Ahlas, anlaşılan sen de bir deliyle evlenmek istemedin, o yüzden hiç çalmadın kapımı. O yüzden hiçbir daha öpmedin beni. Ah Ahlas, annem Josh'tan bahsetti sana, sen o yüzden evimizi gözetliyorsun gidip gidip. Ben seni kaybedecek kadar aptal, unutacak kadar zavallıymışım. "Tamam çorbayı içtim ve kesinlikle daha iyiyim, gidebiliriz komiserim." dedim ayağa kalkarak. Ama aniden başım dönünce Ahlas belimden tutarak kaldırdı. Hatırladıklarımla baktım gözlerine, gözyaşlarımı zar zor tutuyordum. Hatırlamıştım işte, on iki sene sonra başka bir bedendeyken hatırlamıştım hem de! Sana göre ise sadece iki sene geçti. Benim hasretim çok daha büyüktü senden. O yüzden daha fazla uzak kalmak istemiyordum. Belki sonsuza kadar Irmak Yeşilada'yı sevecektin ama şu cinayeti engelleyene kadar, bırak ben de içimde kalanları yaşayayım. Bırak kaybettiklerimin birazını olsun geri alayım şu hayattan Ahlas... Adını bile unuttuğum, gözlerini unuttuğum, şu gülüşünü unuttuğum Ahlas. Suçum çok büyük biliyorum! Unutmak da kaderin bir parçası değil midir? Peki insan neden unutur böyle bir güzel anıyı. Unutmak sınav mıdır?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD