12-Olmam Gereken Yer

1609 Words
Ne için doğar insan, ne için yaşar, nerede durması gerekir ya da nerede koşması? Üst üste macera dolu günler, akıl hastanesindeki yapayalnız durgun bir hayatın acısını çıkartırcasına beni içine çekiyordu. Babam artık neredeyse her gün tarikata baskın düzenler olmuştu. Murat Efendi’nin karısı tutuklanmış, oğlu Orhan sorgulanmıştı. Ama benim bunlarla ilgilenecek bir dakikam daha kalmamıştı. Sınav günü gelip çatmıştı. “Irmak lütfen kahvaltını eder misin kızım?” “Baba çok isterim de midem almıyor.” “Ben de böyle olmuştum sınava girerken.” dedi annem. “Senin annenle baban emniyet mensubu değildi ama.” dedim zorla ağzıma attığım peynir parçası midemde takla atarken. “Ne yani başarısız olursan bizi görevden mi alırlar, hiç sanmıyorum, bizi bu saatten sonra kimse işten atamaz rahat ol.” dedi babam gülerek, ama bu cümle beni güldürmeyi başarmıştı. Babam zaten her zaman beni güldürmeyi başarırdı. Odama gidip bir şey unuttum mu diye kontrol edeyim dedim evden çıkmadan ama çekmecemdeki bir buçuk mumum gözüme takıldı. Acaba bunu sınavı kazanmak için kullanmalı mıydım? Bunun cevabını şimdi Selo abi pekala bilirdi ama benim de içimi bir huzursuzluk kapladı. Yaramın iyileşmesini sağlayarak zaten kendi çıkarıma bir kez kullanmıştım, ama yaramı iyileştirmek kimseye belki de Ahlas'ın koluna zarar veren şeydi, bunun dışında kimseye manevi bir zarar vermemişti; oysa şimdi hak etmiyorsam bir sınavı kazanmak hak eden bir kişinin hakkını yemek olacaktı. Bunu yapmak hiç de doğru gelmedi gözüme, belki de tılsımı yapan ile kullanan kişilerin farklı olma sebebi de budur. İçim huzursuz bir şekilde gözlerimi mumlardan uzaklaştırdım ve evden dışarı attım kendimi. Her ne yapacaksam emeğimle olmalıydı, her ne yapacaksam bileğimin hakkıyla olmalıydı. Bana da yakışan buydu. Ama bu düşünce beni kesinlikle sakinleştirmiyordu. Apartmandan çıkar çıkmaz Ahlas’ın da bizi beklediğini gördüm, polis okulu sınavına üç polisle birlikte bir tek ben gidiyorumdur herhalde! Araca ne ara bindik akademiye ne ara vardık bilmiyorum. Önce polis oldum, şimdi de olmak için sınavlarına giriyorum, hayatta tek bir şeyi doğru yoldan yapmışlığım yok! En azından bu sefer bu sınavı kazanırsam silah tutmayı ve nişan almayı öğrenebileceğim. Binanın önünde annem elime su şişesini tutuştururken babam da sırtımı sıvazlamaya başladı. Ahlas eğilip kulağıma “Sana güveniyorum aşkım” dedi. Ama midem o kadar oryantal bir havadaydı ki, tam olarak hiç birini idrak edemedim söylenenlerin ve yapılanların. Nihayet binadan içeri almaya başladılar adayları. Kapıdaki görevli kimliğime bir süre baktı ve yüzümü inceledi. “Irmak Yeşilada yazıyor burada.” dedi. “Evet, benim.” dedim gözlerimi devirerek. “Siz yakın zamanda vurulmadınız mı, kuzenim Silivri Sahili’ndeydi o gece, asayişten Erdal, tanırsınız belki.” diye lafa girdi adam. Arkada adaylar bekliyor, adam bana omzumun hesabını soruyor, heyecandan yığılıp kalmak üzereyim! Her şey birbirine girmişti bile. “Evet, iyileştim.” dedim kestirip atmak istercesine. “Anne ve babanız buradalar mı?” dedi adam inanılmaz saygılı bir tavırla. İşimiz iş şimdiden. “Evet bakın şuradalar, girebilir miyim içeri?” dedim son kelimeyi vurgulayarak adam annemle babama gülümsedikten sonra nihayet içeri girmeme izin verdi. Adayları büyük bir spor salonuna yönlendiriyorlardı. Salonun ortasında kocaman bir parkur vardı, çapraz koşu, engelli atlama, şınav alanı vs. Hepsi hep yaptığım şeyler olduğu halde kaslarımın hepsi senelik izni erken kullanmış ve tatile çıkmış memurlar gibiydi. Elim ayağım titriyordu heyecandan. Daha tribünlerde bir yere oturalı beş dakika olmuştu ki aday isimleri okunmaya başladı. “Görkem Arslan.. Umut Aydoğdu....Arif Aytunç...Öykü Barçın..” Bu şekilde seslenirlerken en azından soyadım “Y” ile başladığı için derin bir nefes aldım. Parkurdaki adayları izlemeye koyuldum. Ahlas ve annemle babamın buraya alınmaması üzücüydü, şimdi yanımda olsa Ahlas moral verirdi. Bir an için mumları almadığıma çok pişman oldum ama doğrusunu yapmıştım. Doğru olan buydu. Bu okula gireceksem anne ve babama yaraşır bir şekilde, dahası Irmak Akan’ın anısına yaraşır bir şekilde girecektim. Kerem Haktan....Mesut Hercai... Oylum Horosanlı... Gittikçe bana yaklaşıyor.... Allah’ım heyecandan öleceğim, medyum bozuntusuna geçip geçemeyeceğimi sorsaydım keşke... “Merhaba!” dedi tanımadığım bir ses. “Evet?” dedim kabaca. Normalde bu kadar kaba biri değilim kesinlikle, heyecandan öküzleştim. “Ben Ersin, Emniyet müdürünün kızı sen misin?” dedi açıkça. Çekinir insan biraz, ben olsam hayatta öyle pat diye soramazdım. “Aynı zamanda cinayet büro amirinin kızıyım evet, ismim Irmak.” dedim gülümseyerek. “Benim de bu kadar büyük yerden torpilim olsa, aynen böyle sırıtırdım.” dedi ukala Ersin. “O kadar büyük bir torpili kullansaydım, sınava hiç girme zahmetine katlanmaz, kazananlar listesine adımı doğrudan yazdırır, senin gibi fesatlarla aynı ortamda bulunmazdım.” dedim sinirle. “Ersin Kahraman.. Melike Karamanlı.... Onur Kendirci.. Tolga Kepez..” Tam cevap vermeye hazırlanıyordu ki, adı okununca yüzü kireç gibi oldu Ersin denen çocuğun. Beni boş verip parkura doğru koşturdu. Madem sıran bu kadar yakındı, ne diye gelip laf atıyorsun ki? Hasta ruhlu! Zaman geçmek bilmiyordu, kim bilir bizimkiler dışarıda heyecandan ne yapıyordur? Bizimkiler ne yapıyordur.... Mesela Selo abi ne yapıyordur? Yetimhaneye bıraktığı erkek kardeşine doğruları söylemediği için benim kadar vicdan azabı çekiyor mudur? Ozan denen medyum az sonra gireceğim sınavın akibetini biliyor mudur? Bir yerlerde yirmi sekiz yaşındaki Irmak beni izleyip, doğru yaptığımı düşünüyor mudur? Şimdi o yaştaki Irmak olarak dönüp kendime bakabilir miyim, daha az mı heyecanlanmalıyım, olmam gereken yerde miyim? Olmam gereken yerlerden biri anne ve babamın yanı, ikincisi ne olursa olsun Ahlas’ın kolları ve üçüncüsü de burası mı? “Eren Yay, Muhittin Yağcı, Halim Yanarçay...” Çok az kaldı... Olmam gereken yerlerin hepsini tamamlamama çok az kaldı. “Esin Yenersoy, Ogün Yekta, Irmak Yeşilada...” Kalbim şu an hala atıyorsa, bu sınavı bile geçebilirim. Neden bu kadar heyecanlıyım??? Herkes bana bakıyor, sanki herkes bu soyadını beklemiş gibi, fısıltılar duyuyorum insanların arasından geçip parkura doğru ilerlerken ama hiçbirini anlamlandıramıyorum. Algım durdu. Kaslarım gücüne kavuşmaya karar vermiş gibi beni parkura doğru sürüklüyor bedenim.. Hiçbir şey kontrolümde değil. Bir kurşun ile değişebilirdi her şey, bir tılsım ile sihirli değnekle düzelir gibi düzeldi her şey... “Yeşilada şu tarafa geç.” dedi bir ses. Belli ki bundan sonra soyadımla çok anılacağım. Ama o ismi sil baştan yazacağım, kendime bugün burada söz veriyorum. Annemle babamın isminin arkasına asla sığınmayacağım, Yeşilada soyadını adımla birlikte kazıyacağım başarılara. Parkurdaki yerimi aldım. Besmelemi çektim. İşaret verildiği anda çapraz koşuyla başladı benim tarafımdan parkur. Gittikçe kaslarım üzerindeki hakimiyetim artıyor kendime güvenim geliyordu. Parkuru eksiksiz bitirdiğimde izleyen jüriden biri dönüp seslendi. “Irmak Yeşilada değil mi?” dedi. “Evet efendim.” dedim dik durarak. “Belli oluyor.” dedi yanındaki gülümseyerek. Ben de gülümsedim. Salondan dışarı çıkacaktım ki bir el omzuma dokundu. “Ef..Ne var?” dedim karşımda Ersin ukalasını görünce. “Özür dilerim ben. Çok iyiydin. Torpile ihtiyacın yokmuş.” dedi çocuk mahcup bir halde. “Ama senin ön yargısız olmaya ihtiyacın var, özellikle suçluları yakalamak için.” dedim ve arkamı dönüp uzaklaştım. Umarım bu sınavı kazanan isimlerden biri o olmazdı. Daha bir gün önce hastanede bir tarikat liderinin küçük yaşta alı koyup sonra da evlendiği halde tecavüz ettiği kadının yanındaydım. Bundan bir iki ay öncesine kadar cinayet büro amirliğinde Ahlas ile suçlu yakalama derdindeydim. Şimdi düştüğüm dertlere bak, bazen her şeye baştan başlamak inanılmaz zor olabiliyor. Bizimkiler heyecan içinde beni bahçede bekliyorlardı ama babamla konuşan polis üniformalı bir adam vardı. “Hakkı amirim, iki saat sonra açıklanacak sonuçlar ama isterseniz siz beklemeyin hiç ben hemen gidip kızımızın puanına bakayım.” dedi adam. Babam benim dik bakışlarımla karşılaşınca hafiften kızardı. “Aman aman zar zor geldik kızımızın peşine takılıp, torpil geçiyorsunuz diye ortalığı birbirine katar şimdi. Okula alırsanız çekeceğiniz var haberin olsun Mithat.” dedi babam gülerek. Mithat denen polis de bana gülümseyerek bakıp selam verdi bense ciddiyetle selamladım adamı. Bu torpil muhabbeti iyiden iyiye canımı sıkmaya başlamıştı. “Nasıldı aşkım, içeri girecektim ama kızarsın ya da heyecan yaparsın diye girmedim.” dedi Ahlas. “İyi ki girmedin, heyecanlanırdım. Benim sana bir şey sormam lazım.” dedim endişeli bir ses tonuyla. Bir yandan da annem ile babam duymasın diye bahçenin öte tarafına sürüklemeye başladım Ahlas’ı. “Söyle bakalım.” dedi endişeyle. “Şimdi ben diyelim okulu kazandım ya hiç bir zaman silah atışında başarılı olamazsam ne olur?” dedim korkuyla. Bunu annemlere söylesem belki dalga geçerlerdi ama Ahlas geçmezdi biliyorum. “Ben eminim ki bunu başaracaksın, genetik önemli bir faktör. Ama diyelim ki olmadı, yapamadın yani, o zaman da bürolarda görevlendiriliyorsun, arşivlerde, istihbaratlarda, işte diğer yeteneklerine göre veya başarılı olduğun derslere göre yönlendiriyorlar. Atış yaparsan da bitmiyor, düzenli olarak atışlarını tekrarlıyorsun gidip, başarında düşüş varsa sağlık kontrolünden falan geçiyorsun.” dedi detaylıca açıklayarak. “Akademiden atmazlar yani?” dedim rahatlayarak. “Düşündüğün şeye bak, seni ister polis akademisi ister kraliyet akademisi bir yerden atarlarsa karşılarına ben dikilirim.” dedi eğlenerek. Bunun üzerine Mithat Bey ile sohbeti ilerleten ebeveynlerimin yanına döndük. Yarım saat sonra son adaylar da sınav salonundan çıkınca bahçe iyice kalabalıklaştı. Ersin denen ukala varlık da yanında orta yaşlı bir adam ile bahçenin köşesinde dikilmiş bekliyordu. Ahlas’a söylemediğim bir sırrım daha eksikti o da oldu, ama şimdi bu gıcık herifin söylediklerini iletsem Ahlas kesin olay çıkarırdı. Sınavı kazanmamasını dileyerek bekleyişi sürdürdüm. Nihayet iki saat geçtiğinde bir görevli dış kapıya listeleri asmaya başladı. Adımızın karşısında “Başarılı” ya da “Başarısız” yazacaktı. Ne kadar kolaydı insanları sınıflara ayırmak, ne kadar çirkin bir ithamdı bu aslında. Yine de bunun üstünde duracak halim yoktu. Elim ayağım titreyerek listeye yaklaştım. Ahlas elimden tutuyordu güç verircesine. Y harfi nerede hah, Irmak Yeşilada... BAŞARILI!!! Evet, işte sonunda olmam gereken yerdeydim. Gözlerimden istemsizce yaşlar süzülürken, bir hamburgercide hamburger siparişi alan gelecekteki Irmak’ı düşündüm, ikinci şansımla doğru yoldaydım nihayet. Birden listelere bakmak için yanaşan Ersin’i gördüm. Dikkatim ona kaydı doğal olarak. Listede adını aradı ve “Kazandım.” diye bağırdı dönüp onu bekleyen ebeveynine. Günün kötü haberi bu olsa gerekti. Akademiye başladığımda kimi seveceğimi henüz bilmiyordum ama kimi sevmeyeceğimi iyi biliyordum. “Kazandı amirim.” diye haykırdı Ahlas. Bari amirim demeseydin, herkes dönüp bize baktı ama annemle babamın yüzü gülüyordu. Şu saçmalıklarla, tuhaflıklarla dolu ömrümde yüzlerini güldüren evlat olabilmiştim sonunda.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD