Birkaç dakika sonra Umay sonunda “Neden buradayım? Aybars ne zaman gelecek?” dediğinde gözlerini ona dikmiş yaşlı adamın bakışlarından rahatsız olmuştu. Konuşmaya başlayan adam ile Umay kalbinin yavaşladığını hissediyordu.
“Aybars gelmeyecek kızım.”
“Neden? Nerede ki?”
“Ait olduğu yerde.”
“Anlamıyorum.”
“Şimdi sana önce kendimi tanıtayım sonrasını çok daha net anlayacaksın. Ben İsmail Arslan. Aybars’n babasıyım. Biliyorum kafan karıştı sana soyadını farklı söylemiş ama ne diyebilirim ki oğlum her zaman doyumsuz oldu.”
Umay, kulaklarının uğuldadığını hissetti.
“Gel hadi sana balkondan nerede olduğunu göstereyim. Kalanını da öyle dinle.”
Genç kız felç geçirmiş gibi bacaklarını bedenini oynatamıyordu. Ne diyordu karşısındaki adam? Aybars Arslan. Neden yalan söylemişti ki? Neyi saklama gereği duymuştu? Aslında biraz olsun mantığı sindiği yerden çıkabilse o zaman anlayacaktı üzerinde dönen oyunu, boşa heba ettiği ayları ve de kalbini delirten aşkın sahteliğini. Zorlukla kolundan tutan İsmail Bey ile ayaklandı. Hemen yan kapıdan geçtiklerinde merdivenleri resmen sürünerek çıktı.
Balkona dediği yere geldiklerinde deniz manzarası o kadar güzeldi ki havanın serinliğine rağmen güneş ışıl ışıldı. Ellerini arkasında birleştiren adam “Bak, Aybars işte orada” diyerek bahçenin tam da ortasında kurulmuş beyaz tüllü çardağı gösterdi. Bir kadın ve adam tülleri yanlarında toplanmış yerdeki puflara oturmuş gülüşüyordu. Önlerinde meyve tabakları vardı. Gülüşme sesleri içine kulağına dolan erkeksi tını nefesini kursağına tıkadı. Eli dudaklarına kapanırken hıçkırığını avucunda patlattı.
“Beş yıldır evliler. Çocukluktan bu yana da birbirlerine aşıklar. Gelinim Nur şu an dokuz aylık halime. Doğumuna bir haftası kaldı. Çok istediler bu çocuğu biliyor musun? Hatta bir dönem yurt dışına tedavi için bile gittiler. Odası, oyuncakları, giysileri hatta yardımcı olacak bakıcıyı bile haftalardır ikisi hazırlıyor.”
Tek kelime etse galiba “Neden?” diyebilirdi. Neden beni kandırdı? Neden benimle oynadı? Niye beni mahvetti?
İsmail acımasızca devam etti.
“Erkek kısmı, karısının hamileliğinde biraz risk olunca uzak durdu. Eh, geçen süreçte de kendine eğlenecek bir oyuncak bulmuş. Bu sen oldun. Neler vaat etti ya da fısıldadı kulağına bilmiyorum ama ne ailesini yıkmaya ne de sana gelmeye niyeti yok. Öyle olsa şu an senin yanında olurdu. Bir hafta önce artık bu işi bitirmesi gerektiği konusunda tartıştık. Çünkü metres niyetine sana da ayrı ev açmasına müsaade edemezdim. Onun bir ailesi var o da Nur ve doğacak torunum. Yıl başından beri sizi izletiyorum. Seni araştırdım. Saf bir kızsın. Ailenden görmediğin ilgili yabancı bir erkek gösterince hemen kapılmışsın. Sorgulamamışsın. Hem üzüldüm hem de haline acıdım. Kim bilir belki de Aybars’ta bu yüzden seni seçti. Acıdığı için. Kısacası kızım yoluna bakacak onu bir daha arayıp sormayacaksın. Emin ol o da senin karşına çıkmayacak.”
Umay, sesi zorlukla çıkarken “Ama ben hamileyim” dediğinde İsmail’in kaşları çatıldı. Dişlerini sıkarken “Bu artık senin problemin kızım. Aybars’tan bir şey bekleme. Yeterince gördüysen de evine bıraksınlar seni. Burayı, Aybars’ı ve saçma gelecek hayallerini unut ve gerçekliğe dön. Sen karısı doğum yapıp eski hallerine gelene kadar oyalandığı hatta sokakta sevimli buldu diye şöyle bir sevdiği sokak kedisi gibisin. Öteniz olamaz.” diyerek bedenini dikleştirdi. Biraz merhametli baksa kızın yıkılmış halini görecekti lakin yine de umursamadı. Oğlunun yaptığı hata bir cana mal olurken o sadece erkek yapar kafasında devam etti.
Umay ise karısına meyve yediren adamdan gözlerini alamıyordu. Ölüm nasıl bir şeydi? İnsan toprak altına girdiğinde mi ölüyordu sadece yoksa ruhu bedenindeyken çürümeye başlayabiliyor muydu? Neden bunu ona yapmıştı ki? Kendi halinde öylesine bir kızdı. Sevdiğine inandırmıştı. Geleceklerinin olduğuna ve sonrasına. Şimdi ne demeye cehennem kuyularına atıp azap çektiriyordu. Parmak uçlarının uyuştuğunu hissediyordu. Ruhu bedeninden çıkmak istercesine tırnaklarını geçirmiş bırak beni diye haykırıyordu.
O evliydi. Mutluydu. Çocuğu olacaktı. Karnındaki bebek umurunda bile olmayacaktı çünkü onun ailesi vardı. Hiçbir zaman kendinin içinde var olmayacağı bir aile. Son kez yanakları deli gibi ıslanırken baktı kalbini çürümeye bırakan adama. Eli garıihtiyarı kendi karnını buldu. Aptallığının, aldatılmışlığının, yalana mahkum edilmişliğinin kanıtı şu an onun canında var oluyordu. Kırık bir adım attı geriye. Sonra bir adım daha. İsmail “Hadi, daha fazla durma burada ve kirletme bu evi. Evine bırakılacaksın dediğim gibi istersen para da veririm. Yeter ki bu ailenin düşüncesini bile kafandan çıkar.” derken onunla balkondan uzaklaşıyordu.
Aybars ise aklı Umay’da yanında hamile karısı Nur çok büyük bir çıkmazın içindeydi. Doğumu bekliyordu. Babasının tüm tehditlerine ve sözlerine rağmen Nur’a ayrılmak istediğini söyleyecek ve Umay ile olacaktı.
“Hayatım?”
“Hı?”
“Diyorum ki babamın yanındaki kız kim? Ben tanıyamadım?”
Kaşları bir an çatılan Aybars “Hangi kız?” dediğinde Nur balkonu işaret etti. Aybars başını çevirdiği an gördüğü kızla dudakları aralandı. Umay. Umay oradaydı ve onu izliyordu. Elindeki çatal tabağa düşerken Nur “Canım ne oldu?” diye şaşkınca sorarken “Hayır, hayır hayır” diye başını sağa sola sallayan adam yerinden doğrulmaya çalıştığında bacakları buna izin vermedi. Umay gözünün görebileceği yerden kaybolduğunda kendine bir kez daha yüklendi.
Nur'un “Aybars, nereye gidiyorsun?” diye bağırmasını umursamadan bahçede koşmaya başladığında onlara su getiren hizmetçiye “Yanından ayrılmayın” diye emir verdi. Genç kız Nur’un yanına giderken evin cam salon kapısından içeri fırtına gibi giren Aybars ana kapıdan çıkmak üzere olan kızı gördü.
“Umay, Umay dur lütfen.”
Adını adamın sesinden duyan kız dudaklarından kaçan hıçkırığa engel olamadı. Omuzunun üzerinden geri baktığında ona doğru gelen adamın önünü kesen babası ile daha fazla ağlamaya başladı. Canı çıkıyordu. Sanki diri diri toprağa gömüyorlardı da içinde kaldığı tabutun havası tükeniyordu.
Sadece sevmek ve de sevilmek istemişti. Eksik yanlarını onunla tamamlamayı arzulamış bir olmuş tek nefes almaya başlamışlardı. Oysa yalandı. Her şey tamamen haya ürünüydü. O yedi aydır pembe bir bulutun içinde göğe yükselmiş gerçeklik rüzgarı esmeye başladığında ise bitmişti. Yere çakılırken yanlızdı. Ruhu kan kaybederken yanlızdı. Karnında bebeği sevdiği adamın aşk yuvasından çıkarken yanlızdı. Acıları ve azabı yanlızdı. Bitmişti. Tükenmek dedikleri bu olsa gerekti ve sıfırı tüketmişti.
Son kez baktı “Bekle!” diye bağırıp ona ulaşmaya çalışan adamın mavilerine. Veda etti. Defalarca neden dedi irisleriyle. Telaşa kapılan Aybars “Baba bırak. Bırak dedim sana!” derken “Dur. Onun artık seninle işi olmaz. Her şeyi anlattım. Gidiyor ve bir daha karşına çıkmayacak. Sende oturup karınla çocuğunla yaşayacaksın. Bitti.” diye babasıyla hareketleri yavaşladı. Evin kapısı çoktan kapanmıştı.
“Ona ne anlattın?”
“Gerçekleri.”
“Ben seninle konuştum. Boşanacağım. Umay'ı seviyorum. Neden buna engel olmak istiyorsun baba? Ne hakla?”
İsmail Bey “Nur bana babasından emanet. Onun senin yüzünden dahi gözünden tek damla yaşın akmasına üzülmesine izin vermem. Karına aşık bir adamdın. Üç günlük eğlenceler için bu evliliği yıkmana müsaade etmeyeceğim. O kızda kendi yoluna bakacak.” derken çok katıydı.
“İstediğini yap baba. Ben sevdiğim kadının yanında olacağım. Nur ise bana hak verecektir.”
O sırada bahçeden koşarak gelen hizmetçi “Aybars Bey Nur hanımın doğum sancısı başladı.” dediğinde arada kalan genç adam ne yapacağını bilmiyordu. Karısının yanında mı olacaktı yoksa aşık olduğu kadının peşinden koşup ona durumu izah edecekti. Nasıl izah edeceği muammayken.
Dişleri arasından “Kahretsin” diye hırlarken bahçeye koşmaya başladı. İsmail Bey ise “Ambulansı arayın, hemen!” bağırırken torununu kucağına alacağı için mutluydu.
Arabanın arka koltuğuna sinmiş Umay, gözlerini kapadı ve uyumak istedi. Ailesi ona şiddet uyguladığında, kalbi kırıldığında, kötü hissettiğinde uyuyunca geçiyordu ya bu da öyle geçsin istedi. Geçsin bitsin ya da kabus olsun. Hala trafiğe takılmış belediye otobüsünün içinde cama kafasını yaslayarak sızmış olmalı ve korkunç bir kabusun içine düşmüş bulunsun. Ama göz kapaklarını araladığında hala pahalı arabanın içinde bir köşeye sinmişti. Artık daha fazla dayanamayacağını anladığında seslice ağlamaya başladı. İçi çıkar kalbi azabı en derinlerinde hisseder gibi.
Şoför kızın acı içindeki ağlayışlarına üzülmeden edemedi. Sonuçta günlerce onları izlemişti. Patronuna rapor vermişti. Bir erkek olsa da suçlunun Aybars olduğunu biliyor ve kızmadan edemiyordu.
Sağa çekip durduğunda arabadan çıkıp arka kapıyı açtı ve koltuğun arkasındaki su şişesini alıp “Gelin yüzünüzü yıkayalım biraz daha iyi hissetmeniz için” dedi ama kızın dizleri üzerine çöküp karnına sarılarak “Aaaahhhh!” diye bağırarak ağlamasına karşın dudaklarını birbirine bastırdı. Kızın önüne geçip başkalarının görmesini engellerken omuzlarından tutup “Kalkın lütfen.” diyerek kaldırırken “Ölüyorum abi ölüyorum” diye resmen keder içinde inledi.
Umay, kendi abilerine abi derken korkardı oysa şimdi elin adamına abi diyor yardım dilenir gibi ellerine sarılıyordu. Dakikalar sonra yeniden yola çıktıklarında kendine sarılan Umay iliklerinin kemiklerinden çekildiğini düşündü. Kasıklarında incecik sızılar ben buradayım derken yavaşladılar. Başını kaldıran ve camdan bakan kız sokağını görünce acının yanına korku da gelip baş köşeye kuruldu. Evdekilere ne diyecekti? Bu halini bebeği nasıl izah edecekti?
Telefonunu çıkarıp Emine’yi aradı ama ulaşamadı. Birkaç kez daha aradı ama hep aynı şeyi dinledi.
Aradığınız numaraya şu anda ulaşılamıyor.
Bitip halde arabadan inerken evde kimsenin olmaması için dua etti. Elbette bu duası da kabul olmadı çünkü daha kapıdan içeri girip ayağını çıkarmasına izin verilmeden saçlarına asıldıklarında çığlık attı.
“Orospu. Kaltak. Yüzsüz utanmaz. Kimden bu piç? Kimlerin altına yattın sürtük.”
Annesi saçlarından tutup salona doğru çekiştirirken ve vururken ablaları kollarından tutmaya çalışıyordu.
“Anne bırak. Dur Allah aşkına.”
Durmadılar. Annesi ve ablaları saçlarını yoldu. Ellerine aldıkları oklava ile döverken yere düşen genç kız küçücük kaldı. İnsafsızdı annesi. Hani bazıları anne olamaz denir ya bu öyleydi işte. Kızının ne halde olduğunu düşünmeden sormadan anlamadan dinlemeden hemen vurmaya başlamıştı. En kötüsü de “Geber” değip karnına attığı iki tekme oldu.
Umay, kıvrana kıvrana ablasının “Anne bırak ölecek elimizde kalacak başımıza iş açacağız” demesiyle oluşan boşluktan faydalanarak evden çıktı. Kötü haldeydi. Ruhu daha da beter bir durumdaydı. Bakırköy sahile kadar yürüdü. Artık yaşamak için amacı kalmamıştı. Umudu ümidi bitmişti. Kendi canından da karnında taşıdığı bebeğinden de vazgeçmişti. O kimsesizdi. Ölse arayanı olmazdı elbette. Sadece Emine vardı. Banka oturup sızlayan canına rağmen sürüklediği çantasından telefonunu çıkardı ve sesli mesaj göndermek için mikrofon tuşuna bastı.
“Bitti kardeşim. Hayatım, aşkım, ömrüm. Hepsi bitti. Evliymiş. Karısı var gencecik çok güzel. Dokuz aylık hamile. Eliyle meyve yediriyordu. Ben ona hamile olduğumu söylemeye gittim ama o karısıylaydı. Mahvetti beni bitirdi tüketti. Nefes alamıyorum Emine’m. Boğuluyorum. Yazık değil miydi bana? Ne istedi benden? Haklı çıktın. Seni dinlemediğim için çok özür dilerim.”
Yutkundu. Dudaklarından kaçan hıçkırık sonrası devam etti.
“Ben gidiyorum canım. Tüm yükümü acımı, aldatılmışlığımı kandırılmışlığımı sevgisizliğimi de alıp gidiyorum. Affet beni. Yaptığım ve yapacağım şey için ne olursun affet. Ne Allah ne ben affetmeyecek olsak da. Seni çok seviyorum kardeşim. Bunca zamandır yaşadığım tüm sevgisizliğe rağmen bana aile olduğun için teşekkür ederim.”
Her bir cümlesinin içinde acı hıçkırıklar vardı. Bacakları titrerken kalktı ayağa ve çantasını bankın üzerinde bırakıp kıyıya kadar geldi. Bu kızımda deniz biraz derin olurdu. Etrafta kimse yoktu. Yüzme bilmediği için çabuk ama acılı bir ölüm onu kucaklardı. Suya baktı. Onu izlerken parlayan güneş şimdi bulutların ardına gizlenmişti. İncecik yağmur taneleri düşerken yüzüne başını kaldırdı ve gözlerini kapayıp tenine vuruşlarını hissetti. Eli karnına giderken “Sende affetme beni. Ama en çok da onu.” diye fısıldadı. Buhranın içinde bodoslama düşmüştü. Dipteydi ve yüzeye çıkamıyordu. Ölüm onun için kurtuluştu. Oysa durup düşünse belki başka yolları vardı ama düşünmek durmak nefes almak yük gibiydi.
Tam ileri doğru bir adım atacakken boğazına dolanan kol ile geri çekildi ve başına yaslanan silahla boş boş bakmaya başladı. Tepki veremiyordu. Aslında bu iyiydi. İntihar edip günaha gireceğine bu şekilde ölür yok olurdu.
“Lan, bırak kızı kaçacak yerin kalmadı.”
“Yok ya, sıksana hadi sık. Bilmiyoruz sanki Deli’nin masuma zarar vermediğini. Yaklaşmayın bak sıkarım kafasına.”
“Ulan, ulan seni elime geçirdiğimde kıçında mermi patlatıp dalağını sökeceğim piç.”
Kızı tutan kollar gerilse de korktuğunu belli etmemek adına “Yaklaşmayın. Şimdi kızla geri geri gideceğim. Gelirseniz sıkar beynini patlatırım” dediğinde geri adımladı. Umay’ı kendiyle sürüklerken iki adam da birbirine baktı. Kızı götürmesine izin verirlerse öldüreceğini biliyorlardı. Başı ile abisine işaret veren adam “Bak, silahları bırakıyoruz. Sende kızı bırak anlaştık mı?” dedi. Silahını eğilip yere bırakırken abisi “Lan bana bak, zaten elimden kurtulamayacaksın. Ne bok yemeğe uğraşıyorsun ki. Bırak kızı yoksa sikerim belanı.” dediğinde adam bir adım daha geriledi ama karnına giren ağzı ile inleyip eğilmeye çalışan kızla anlık panikleyip yana doğru savurdu.
Umay savrulmanın etkisi ile banka çarpıp yere düşerken elinden silahı bırakmayan adam kaçanın peşinden koşmaya başladı. Geride kalan ise yerde rengi iyiden iyiye kaçmış yüzünden şiddet mağduru olduğu belli olan ve bacaklarından kan sızmaya başlayan kızla abisine seslendi.
“Abi, abi! Balamir abi dur!”
Geri dönen adam oldukça sert bir sesle bağırdı.
“Abinin amına koyim Temıur ne var lan adam kaçtı!”
“Abi kız. Kız kanıyor!”
Balamir, kardeşinin sözlerinden sonra yanlarına koştu. Adamın peşinden gittiği için fark edemediği gerçeklikle duraksadı. İlk kez bakışlarını önce banka sonra da yere çarpan kıza çevirdi. Beyaz elbisesinin eteklerinden görünen ince bacaklarından sızan kızıllık kaşlarını çatmasına neden oldu.
Yeşilleri alev alırken dişlerini sıktı.
“Siktir, siktir amına koyim siktir. Temur koş, arabayı getir koş!”
Balamir eğilip kızın nabzını yoklarken yüzünde bedeninin görünen kısımlarındaki morarmaya başlamış kısımlar sinir kat sayılarının daha da artmasına neden oldu. Laz damarı kabarırken zihni çoktan Trabzon’lu deli Balamir’i ortaya çıkarmış masuma dokunan eli kırmıştı.
Dikkat ederek kucağına alıp yürümeye başladığında kaşları kalktı. Kuş kadardı. Spor yaparken kaldırdığı dambıllar bile daha ağırdı. Yola çıktığında önüne gelen arabadan inen Temur arka kapıyı açarken dikkat ederek kızı yerleştirdiler. Kemeri düşmemesi için ona düzgünce sarıp öne oturduklarında “Ablamın çalıştığı hastaneye gidelim abi.” diyen Temur çoktan yola çıkmıştı.
“Gidelim aslanım gidelim. O piçi elimden kaçırdım sinirlerim tepemde cirit atıyor bir de Tomris hatundan fırça yiyeyim tam olsun.”
“Abi, ablam seni seviyor biliyorsun değil mi?”
Balamir bir an gülecek gibi oldu. Sonrasında kısıkça inleyen kızın sesiyle gözleri yine zehir tonuna büründü. Homurdanır gibi “Sevecek tabi ana baba ortak koçum sevmesinde göreyim.” deyip çatık kaşlarıyla arada arkaya bakarak telefondan arama yaptı.
Tomris'e “Birini getiriyorum. Kanaması var” dediğinde “Bekliyorum” diyen kızla telefonu kapadı. Oldukça büyük bir şimşek çakıp gök gürlediğinde yağmur sanki gök yarılmış da yer yürüne iniyormuş gibi çoktu.
Umay için ise ölüm kapısına kadar gelmişti. Şimdi iki yolu vardı. Ya kapıyı açacak kabul edip yok olacaktı ya da bir şekilde yaşamaya devam edecekti. Mavilerden nefret ettirenlere inat yeşillerin karanlığı tüm siyahı kabullenmesine yetecek mi yoksa kırıldığı maviler her şeyi düzeltecek mi zaman gösterecekti.