10.Bölüm

2153 Words
Evet cadım gene iş başında. Oyun şimdi başlıyor. Görelim bakalım Miya hanım! Sana dünyayı dar etmezsem bana da buzlar lordu demesinler. Seni kendime aşık edeceğim. Bana öyle bir aşık olacaksın ki değil yanımdan kaçmak, dibimden ayrılmak istemeyeceksin. Kararlıydım. Artık yeni bir hedefim vardı. Miya’nın prangalar vurduğu kalbini açacak, içine girmesini başaracaktım. Sevgimi görmezden gelmesine izin vermeyecektim. *** Lia evden lanetler ederek çıktı. O kadar çok öfkelenmişti ki sinirlerine hakim olamıyordu. Evet Song'u sevmiyordu. Onun derdi Song'un kalbi değil cebindeki paranın miktarıydı. Bu Miya denen sürtük atom bombası gibi düşmüştü aralarına. Ama Song'u o kadına kaptırmaya niyeti falan yoktu. Sinirle arabasına yöneldi, duyduğu sesle arkasına döndü. Song olduğunu düşünmüştü ama karşısında hiç tanımadığı biri vardı. Zaten Song o aptal kızı bırakıp gelecek gibi değildi. Bu çok sinir bozucuydu. "İkimizi de alakadar eden bir konu var. Konuşalım mı?" Lia adama ters bir bakış attı. İkisinin konuşabileceği ne olabilirdi ki? Tanımadığı bir adamla ne alakası olabilirdi? "İkimizi alakadar eden bir konu olduğunu sanmıyorum," diyerek arkasını döndü. Genç adam pes etmedi. "Song ve Miya hakkında desem!" diyerek bir kaşını yukarı kaldırdı. Lia denizde boğulmaya hazırlanırken can simidi bulmuş gibi adama baktı. Sonra villaya bakışlarını çevirdi. Eğer Song ile Miya’yı ayırmayı başaracaksa şeytanla bile anlaşma yapabilirdi. "Beni takip edin." diyerek arabasına bindi. Bir süre sonra ikili bir cafeye oturdular. Genç adam sinsi bir bakış attı kadına. Eline bir fırsat geçmişti. O ikisinin arasını bozmalı, Miya’yı onun elinden almalıydı. "Ben Kang," diyerek elini uzattı. Lia adamı alıcı gözlerle süzdü. "Bende Lia," diyerek işveli bir sesle konuştu ve adamın elini sıktı. Kang uzatmadan konuya girmeyi tercih etti. "Uzatmayı sevmem! İkisini ayırmak için birine ihtiyacım var. Ve senden iyi bir ortak bulamam. Yanılıyor muyum?" diyerek genç kadına dikti bakışlarını. Lia bir kahkaha attı. Aradığı fırsat ayağına gelmişti. "Bence bu kadar doğru bir adres olamazdı," diye konuştu. Düşmanımın düşmanı dostumdur felsefesi kötülerin daimi sözüdür. Ne de olsa ortak çıkarlar söz konusudur. Ama karşılarındaki insanlar şeytanı bile alt eden iki insan olunca dahice bir plan gerekir. İkiside kafa kafaya vermiş, düşmanları alt etme psikolojisine çoktan girmişti. *** Miya arkasına yaşlanmış Song'la atışmaya devam ediyordu. Keyfi yerindeydi ne de olsa bir sülüğe yerini ve haddini bildirmişti. Song'un kızgın sesini duydu. "Lanet olsun Miya! Yemeği kadınlar yapar, erkekler değil" diye kükremişti. Song'un şuan burnundan ve kulaklarından resmen duman çıkıyordu. Baş belasının emri ile yemek yapıyordu. Çenesinden kurtulmanın tek yolu bu gibi gelmişti gözüne. Bir de kalbine giden yolun Miya’nın huyuna gitmek olduğunu düşünüyordu. Bir saat boyunca dışarıdan yemek yemem diye zırvalamış. Hatta sağlıklı yemekler adına seminer bile vermişti. Song "o zaman yemeği sen yap," diye söylenmişti Miya'ya. Miya yarım saat boyunca da bu konu yüzünden konuşmuştu. "Sen yapmazsan grev yaparım," diyerek Song'a meydan okumuştu. Song çölde kalmış bedevi gibi bir çare mutfağa girmişti girmesine ama bir saattir ortada ne yemek vardı ne de yemeğe benzer herhangi bir şey. Ortalık darmadağın, savaş alanından pek bir farkı yoktu. Ve şimdi öfkeyle Miya'ya çatıyordu. "Lanet olsun! Yardım etsene baş belası." Miya yerinden kalkarak mutfak kısmına döndü. Yavaşça oraya doğru ilerledi. Gördüğü manzara ile kahkahalara boğuldu. "Adam öldürmeye gelince kesiyorsun ama bir yemek yapamıyorsun," diyerek bir kahkaha daha attı. Song öfke ile Miya'ya döndü. "Bir kahkaha daha atarsan seni odaya zincirlerim. Lanet olsun! Yalvarırım sus artık," diyerek elinde ne varsa yere fırlattı. Kafayı yiyecek duruma gelmişti. Bu kadınla birlikte olmayı bile tekrar gözden geçirmesi gerektiğini düşünüyordu. Bir kadın bu kadar acımasız olmamalıydı. En azından sevmese bile bir yemek hazırlayabilirdi değil mi? Miya kadar inatçı başka bir kadın olduğunu düşünemiyordu. Miya dudaklarını büktü. "Sen böyle işkence ederek mi seviyorsun beni," diyerek hüzünle konuştu. Adamla resmen dalga geçiyordu. İçten içe kahkaha atıyordu. Bu adamla uğraşmak hoşuna gidiyordu. Adam ona işkence etmeyi planlarken o işkencelerini durmaksızın sıralıyordu. Song dudaklarını büken kıza baktı. Mantığı inanma dese de, kalbi çoktan teslim bayraklarını yukarı kaldırmıştı. "Tamam. Özür dilerim! Asma suratını," diyerek genç kızın yüzünü elleri arasına aldı. Miya'nın kalbi bu sözlerle titredi. Sabahtan beri adama yapmadığı kalmamıştı. Bir de sargılı eline rağmen, yemek bile yapmaya razı gelmişti. Parmak uçlarında yükselip, adamın dudaklarına bir öpücük bıraktı. Song öylece kalakalmışken, "asıl ben özür dilerim. Sabahtan beri sınırlarını zorluyorum. Hadi beraber yapalım," diyerek etrafı toplamaya başladı. Song yüzünde şapşal bir gülümse ile etrafı toplamaya başlayan Miya’ya yardım etmeye girişti. Planı tıkırında işliyordu şuan. İki ayrı karakter ve iki ayrı inatçı kişilik. İkisinin kafalarında da kırk tilki meydan savaşı yapıyordu. İkisinin de amacı aslında aynıydı. Birbirlerinin yüreğinde taht sahibi olmak. Taht kavgaları da birbirlerini anlayana kadar böyle sürüp gidecek gibiydi. Eğlence ve kahkahalarla hazırladıkları yemekten sonra beraber sofraya oturdular. Song'un kafasında farklı şeyler vardı. Bu gece Miya'nın koynunda uyumak gibi. Bir plan kurmaya çalışıyor fakat zekası yetmiyordu. Daha önce adam öldüren, polisten kaçan bir adamın zekası romantizmi kaldıramıyordu. O alışmıştı Miya'nın dediği gibi asıp kesmeye. Miya ise Song'un değişen yüz ifadesini izliyor, aklından neler geçtiğini anlamaya çalışıyordu. Bu adamın tiki falan yoktu. Sessizliğe dayanamayıp konuşmaya başladı. Sessizlik Miya'yı en çok korkutan şeydi bu hayatta. Belki de bu yüzden hiç susmuyordu. "Buzlar lordu beyninden neler geçiyor da suratın şekilden şekle giriyor." diyerek adamın yüzünü incelemeye devam etti. “Beni endişelendiriyorsun.” Song Miya'nın sesiyle düşüncelerinden sıyrıldı. "Seni düşünüyordum," diyerek söylendi. "Karşındayım işte, öyle dut yemiş öküz gibi susacağına benimle konuş," diye cevap verdi. Song bir kahkaha patlattı, “o dediğin dut yemiş bülbül olmayacak mı?" diyerek Miya'ya baktı. Miya gözlerini devirdi. "Senin gibi öküzden, renkli bir bülbül olmayacağına göre dut yemiş öküz daha mantıklı geldi," diyerek bu sefer Miya bir kahkaha attı. Song bu kadının çenesinden kurtulmayı diledi. Yine yemişti lafı bir yerlerine. "Öküz'ün eşi inek oluyordu değil mi?" diye sorduğu an Miya lafa girdi. "Evet inek oluyor. Kimse öğretmedi mi sana," diye dalga geçmek istedi ama Song'un sözleri ile yüzü asıldı. "Hım. Haklısın o inekte sen oluyorsun sanırım," diye karşı atağa geçti. Skorlar eşitlenirken Song yerinden kalkıp Miya'nın yanına geldi ve kulağına eğildi. "Biliyor musun? Ben süt içmeyi çok severim," diye fısıldadı. Miya ne demek istediği anlamazken, başını Song'a çevirdi. Şimdi ikisi de birbirinin gözlerine bakarken Song, "Süt diyorum," diye Miya'nın göğüslerine eğdi bakışlarını ve sözlerine devam etti. "Emzirsene diyorum. Anlamıyor musun?" Song Miya’ya şeytani bakışlar atıp haince gülümsedi. Miya'nın suratı öyle bir ifadeye bürünmüştü ki Song kahkahasına engel olamıyordu. Miya sandalyesinden hızla kalktı. "Seni adi öküz buzlar lordu. Sapık herif gel buraya," diyerek evin içinde koşturmaya başladılar. İkisi de kahkaha atıyor, biri kaçıyor diğeri kovalıyordu. Arada atışmaktan da geri kalmıyorlardı. "Göstereceğim ben sana şimdi emzirmek nasıl oluyormuş." Song koltuğun arkasından Miya'ya baktı. Miya ile evin içinde koşuşturmak bile eğlenceliydi. Kendisini hiç olmadığı kadar çocuk, hiç olmadığı kadar mutlu hissediyordu. Miya öyle eğlenceliydi ki insan onun yanında sıkılmazdı. Tabi çenesi bazen kendisini deli ediyordu ama buna razıydı. Başa gelen çekiliyordu sonuçta. "O zaman kaçmama gerek yok," dedi ve bir kaşını kaldırdı. Miya sinirle eline geçen yastığı Song'a fırlattı. "Seni iki bacaklı öküz. Kutuplara geri yollayacağım seni. Ayılardan içersin artık sütünü. Ve umarım orada kıçın donar da sıçamaz hale gelirsin." Song Miya'ya şaşkınlıkla baktı. "Peki bundan senin çıkarın ne olacak?" Miya sinirle Song'a baktı. "Ne olacak gerizekalı pislik. Sıçamazsan bir güzel şişeceksin. Ağzımı sulandıran vücudundan eser kalmayacak." Song bir kahkaha attı. "Benden bu kadar etkilendiğini bilmiyordum sevgilim. Soyunayım da daha bir ayrıntıyla incele." Miya sinirden ne söylediğini fark etmiyordu. "Soyunmana gerek yok buzlar lordu. Vücudun ben buradayım diyor zaten," diye söylendi. "O zaman yatakta devam edelim. Eziyet çekmene gerek yok sevgilim," diye cevap verdi. Eziyet çeken kendisiydi aslında. Miya durdu, neler söylediği şimdi beynine hücum ediyordu sanki. Beyin dalgaları kısa devre yapmış olmalıydı ki ilk etapta anlayamamıştı. "Seni pislik herif! Kafa mı bıraktın bende. Avcunu yalarsın ancak," diye konuştu. Song, Miya’ya tutkulu bir bakış attı. "Diyorsun ki aklımı başımdan alıyorsun. Sen de benim aklımı başımdan alıyorsun kekliğim," diye cevap verdi. Miya sinirle saçlarını karıştırdı. "Lanet olsun Song. Kıçınla mı dinliyorsun beni!" Song Miya'ya ters bir bakış attı. "Ne alaka Miya! Ağzından çıkan cümleler söylüyor bunu!" Miya sakin bir sesle, "Sen anlamak istediğini anlıyorsun, buzlar lordu," diyerek dudaklarını büktü. Song'da aynı sakin bir sesle, "Peki ne söylemek istiyorsun. Açık ol bana." diyerek çaresiz bir sesle konuştu. Miya'da Song'a baktı. Düşünceli bir şekilde dudaklarını dişledi. Hayır önce Song ne istediğini söylemeliydi. "Sen ne duymak istiyorsun?" diye bir soru sordu. "Beni sevdiğini duymak istiyorum," dediği an göz göze geldiler.   > Villanın içindeki kumarhane kısmına indiğimde aklım hala Miya'nın söylediklerinde takılı kalmıştı. Bir türlü lanet kafamı onun söylediklerinden kurtaramıyordum. Cadı gene yapacağını yapmış, beynimi sulandırmıştı. Bir saat önceki ağzımdan çıkan sözleri kurşuna dizip, iplere asıp türlü türlü işkenceler etseydim diye düşünmeden edemiyordum. Ben ne zamandan beri böyle dengesiz, böyle ergen biri olmuştum. Dilimi eşek arıları, kraliçe arılar ve bal üretmekten başka bir ipe sap olmayan arılar soksaydı da konuşamaz olsaydım. Lanet olsun! Beni sevdiğini duymak istiyorum demek ne demekti. Ben ki öldürmekten zevk alan, insanların kullanabilecekleri bütün organlarını hiç kullanılmayacak hale getiren, incecik boyunları bir çıt sesiyle kıran ve yüzlerce leşi olan adam, bir baş belasından aşk dilendim. Peki lanet, laflarını zevkle insanlara sokan hanımefendi ne yaptı? Aklıma geldikçe o minik kızın boynunu seksi vücudundan ayırmak istiyordum. Tanrım sen yardım et. Öldürmek isterken bile o narin vücudu çıkmıyor aklımdan. Öfkeyle gözlerimi üst kata çevirdim. O lanet kahkahaları ve kargaları aratmayan sesi kulaklarımda çınlıyordu. Söylediğim cümleye kahkahalarla gülmüş, yetmiyormuş gibi "dilencilere verecek sadaka aşkım yok," demişti. Bende o sinirle kapıyı üstüne kilitlemiştim. Şuan kalbimdeki duyguları tarif etmek, dünyadaki savaşları ortadan kaldırmaktan daha imkansızdı. İnatla duygularımla dalga geçmeye devam ediyordu. Ya benim duygularıma inanmıyordu ya da kendini sevme ihtimalim ona imkansız geliyordu. İç çektim, birini sevdiğine ikna etmek bu kadar zor muydu gerçekten! Ona bir anlık öfkeyle bakmış, ardından kapıyı üstüne kilitlemiştim ve şimdi nasıl özür dileyeceğimi düşünüyordum. Sınırlarımı sonuna kadar zorlamıştı. Kahkaha atarak evin içinde koşarken bir anda bütün ipler kopmuştu. İki saat öncesine dönebilmek için dünyayı bile ters çevirebilirdim. İçimdeki öfke hala ateş gibiydi. Beni sakinleştirecek bir şeylere ihtiyacım vardı. Sinirle çalışma odasına yöneldim. Woo'da işaretimle peşimden geldi. "Buyur patron!" dediği an lafa girdim. Ellerim kaşınıyordu. "Olay çıkaracak ilk kişiyi bana getir," diyerek talimat verdim. Woo odadan çıktıktan sonra odadaki içkilerden birini alıp kafama diktim. Sakinleşmek yerine her geçen dakika daha çok alev alıyordum sanki. Yarım saat kadar bir süre sonra içeriden bağırma sesleri geldi. Hızla kumarhanelerin olduğu tarafa doğru hareketlendim. Gördüğüm manzara ile üçüncü dünya savaşı bu gece burada çıkacaktı. Artık adım gibi eminim, Ben lanetli herifin tekiyim. Tanrım bunun burada ne işi var?   > Tanrım kalbim öyle bir acıyla sınanıyor ki ne yapacağımı, kendini hangi köprüden atacağımı bilmiyorum. Tamam şakayı çok harika bir beceriyle b*ka çevirmiş olabilirim. Fakat bana öyle kötü bakması kalbimin binlerce parçaya bölünmesine neden olmuştu. Öfkeli gözlerinin altında öyle masum, öyle hüzünlü bir bakış vardı ki içime işlemişti. Yine de odaya kitlenmeyi hak etmemiştim. Ah! Lanet herif seni! Ben sadece şaka yapmak istemiştim, öküz buzlar lordu ineklerden süte, sütlerden göğüslerime, göğüslerimden yatak odasına her türlü bana lafları montelerken ben ona ters cevap vermedim. Sadece karşılıklı olarak birbirimize lafları monteliyorduk. Sorduğu soru kalbimi şaha kalkmış atın üstünde olduğum kadar heyecan pompalarken, amacım onu biraz daha sinirlendirmekti. Ama bu sinir bana hiç yaramadı. Kalbime saplanan bir bakış sekiz nokta şiddetinde bir depremle sarsmıştı beni. Yerin ayaklarım altından sallanması gerekirken, yerinde saklanan sadece zavallı bedenimdi. Ruhum içimden çıkmasın diye de kendimi koltuğa sabitleyebilmiştim. Ben hala o bakışların etkisindeyken buzlar lordum, katil yobom beni eve kilitlemiş, büyük ihtimalle birkaç adamın, birçok kemiğini kırmaya gitmişti. Eminim bana olan sinirini zavallı kumarbazlardan çıkarıyordu. İçimden üzülmek gelmedi. Evinde oturacaklarına eşlerinden gizli çocuklarına verecekleri paraları bu saçma yerde yiyorlardı. Tanrım şükürler olsun, iyi ki hedefi ben değildim. Tanrım beni bu öküzün gazabından korudu. Üstümden sanki bir tonluk bir öküz kalkmış gibi derin bir nefes aldım. Biliyorum hatalıyım ve aklıma geldikçe kalbim çok acıyordu. Katil yobomdan özür dilemem gerekliydi. Bu uğurda her yol mübahtı. Hatta ona şu şarkıyı söyleyerek gönlünü almayı düşündüm. Bu bakışın hatırına, Gireceğim yatağına, Buzlar lordu affet beni, Öpeyim güzel gözlerini… Evden çıkmak için yine türlü yollara başvurmam gerekiyordu. Güney Kore'den Kuzey Kore'ye gizli kaçak girenler gibi etrafı incelemeye başladım. Geçen kullandığım yolu kullanmak uzun bir süre sonra geldi aklıma. Bu adam yüzünden zekam her geçen gün geriliyordu. Mantığım nereye kaybolmuştu acaba? Kalbime buzlor lordunun bakışları işleyince mantığım tatile çıkmıştı galiba. Mesleği daha usturuplu olsaydı belki de her şey daha kolay olurdu bizim için. Mafya olmasını sindiremiyordum. Meslek demeye utanırdı insan ama buzlar lordu utanmıyordu. Belki de çocukluğundan beri böyle yetiştiği içindi. Sonuçta her insan babasına karşı gelecek kadar güçlü olamıyordu. Ama babası ölmüştü ve Song’u bu pis işlerden çekip kurtarmak artık benim görevimdi. Eğer benimle olmak istiyorsa bir şekilde ona düzgün bir meslek bulmalıydık. Pastacı olmasına gereken yoktu. Birçok düzgün meslek vardı sonuçta. Bir yandan düşünüyor, bir yandan da odadan çıkabilmek için cebelleşip duruyordum. Şu halimi Hanah görse bana iyi bir nutuk çekerdi kesin. Hanah aklıma gelince yine içim sızladı. İnsanın dünya üzerindeki tek yoldaşını, dostunu kaybetmesi dayanılacak gibi değildi. Uzun uğraşlardan sonra sağ salim çıkabilmiştim. Hızla kumarhane bölümüne yöneldim. Gözlerim her yerde buzlar lordumu ararken, kalçalarımda bir el hissettim. Adam resmen kalçalarımı hedef yapmış, okşuyordu. Utanmaz herife de bakın siz! Hırsla arkamı döndüm, adamın elini tuttuğum gibi ısırdım. Bütün dişlerim adamın eline geçerken dişlerimi çamaşır suyu ile yıkamam gerecekti.  
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD