14. Bölüm "DÜĞÜN"

2621 Words
Hastaneye geleli bir saatten fazla olmuştu. Cahide, yapılan iğneden sonra müşahede altında tutulduğu odadaki yatakta yatarken Mehmet bir kez daha saatine baktı. Onun endişeli hâli, uyuyan babaannesinin başucunda bekleyen Müzeyyen'in dikkatinden kaçmadı. Yerinden kalkarak, Mehmet'in yanına gidip, kolundan çekerek kapıya doğru götürdü. "Geldiğimizden beri en az elli kere saatine baktın. Nilda'yı yalnız bıraktığın için mi tedirginsin, yoksa başka bir şey mi var?" Genç adam, sorduğu soruyu aynı zamanda cevaplayan ablasına, "Aynen söylediğin gibi, onu düşünüyorum. Yalnız kalmayı sevmiyor," dedi. Aslında balkonda bıraktığı karısı için gerçekten endişe duyuyordu. Her ne kadar dışarıda dondurucu bir soğuk olmasa da ona verdiği cezanın bu kadar uzaması hesabında yoktu. Ondan ve annesinden ne kadar nefret etse de kendisi yüzünden bir başkasına fiziksel anlamda zarar gelmesini istemezdi. Amacı sadece onun duygusal olarak acı çekmesiydi, o kadar. "Evliliğimizin ilk günlerinde eniştenle biz de böyleydik," diyen ablasının sesiyle daldığı düşüncelerden sıyrılan Mehmet, "Onu çok mu özlüyorsun?" diye sordu. Müzeyyen'in aylar önce boşandığı kocası Erdem'den bahsederken gözleri doldu. Her şey yolunda giderken bir gün arayıp, "Ben ayrılmak istiyorum. Boşanma belgelerini imzaladım," demesini hâlâ kabullenemiyordu. Telefondaki adamın Müzeyyen'in konuşmasına bile izin vermeden, "Uzaklaşmaya ihtiyacım var. Beni arama, uzunca bir süre yurt dışında olacağım. Kızımıza iyi bak," demesi sanki daha dünmüş gibiydi. Eşinin kendisinden vazgeçmek istemesini anlayabilirdi. Ama bir babanın çocuğuyla vedalaşmadan onları terk etmesi, üstelik bunca zaman arayıp sormaması... İşte bu anlayışla karşılanabilecek bir durum değildi. Kızının ağlamasına bile dayanamayan adama bir anda ne olmuştu? Mehmet, ablasının yüzündeki kederi görmeye dayanamıyordu. "Üzülme artık, yeter! Hem seni hem de Hazal'ı hak etmeyen kansız herifin tekiymiş!" Onun haklı olduğunu bilmesine rağmen bir başkasının kendini terk eden kocası hakkında olumsuz konuşması, Müzeyyen'in zoruna gidiyordu. Ancak haklı oldukları için susmak zorunda kalıyordu. Her ne kadar boşanmış olsalar da Erdem ayrıldıkları güne kadar bir kere bile karısını incitmemişti. Onlar birbirini gerçekten çok sevmiş, araya giren Cahide'ye rağmen zor olanı başarmışlardı. Geçmişi hatırlayan Müzeyyen konuyu değiştirmek için, "Nilda'yı çok seviyor olmalısın," dedi. Mehmet, ablasına yalan söylemekten hiç hoşlanmıyordu ama bu evlilik bitinceye kadar her şey normalmiş gibi davranmak zorundaydı. Tam cevap vermek üzereyken, Cahide'nin tansiyonunu ölçmek için gelen hemşire sayesinde yalan söylemekten kurtulmuş oldu. Babaannelerinin tansiyonunun normale dönmesinden sonra hastaneden çıktıklarında saat üç buçuk olmuştu. Genç adam, yolda bir kez daha saatine bakıp, gaza yüklendiğinde ablası içten içe keyiflendi. Umudunu kaybettiği anda kardeşi nihayet âşık olmuştu. Mehmet, koluna girdiği Cahide'yi odasına bırakırken yaşlı kadın çok hâlsiz görünüyordu. Belki bu nedenle torununun acelesini fark etmedi. Yatağına yatırılıp üzeri örtüldükten sonra Mehmet hızlı adımlarla Nilda'nın kaldığı odaya girdi. Balkon kapısını açıp, çıktığında onu yerde çökmüş hâlde buldu. Üşüdüğü her hâlinden belli oluyordu. Başını dizlerine dayamış, titriyordu. Onun hâline acıyıp kısa süreli vicdan azabı çektiğinden koluna uzandı. "Kalk hadi! İçeriye gir!" Nilda, bütün vücudundaki ağrıya rağmen toparlanmaya çalıştı. "Bırak beni!" dedi kısılan titrek sesiyle. Onun tepkisiyle uzattığı elini geri çeken Mehmet, hiçbir şey söyleyemedi. Dişlerini sıkarak, geldiği gibi geri dönerken onun hâline üzülmesinden dolayı kendine kızdı. Çünkü düşmanına acımak planlarında yoktu. Ertesi sabah Nilda kendini hâlsiz hissederek, yatağında doğrulmaya çalışırken dayak yemiş gibi hissetti. Başucundaki bardaktan bir yudum su aldığında yutkunmakta güçlük çekti. Boğazı çok acıyordu. Ama gün, düğün günüydü. Telefonunun saatine baktığında ailesinin gelmek üzere olduğunu hatırladı. Bir an önce toparlanmalı, güçlü görünmeliydi. Sıcak bir duş alıp, aşağıya indiğinde Mehmet de dâhil olmak üzere herkes kahvaltı masasındaydı. Müzeyyen onu gördüğünde ayağa kalktı. "Ben de sana bakmaya geliyordum. Mehmet düğün heyecanı yüzünden uyuyamadığını söylediğinde şaşırmadım. Çünkü nasıl bir duygu olduğunu çok iyi bilirim." Onun ilgili, sevecen yaklaşımına karşılık, zoraki gülümsemesiyle masadaki yerini alırken, evin çalışanlarından birisi bekledikleri misafirlerin geldiğini söyledi. Nilda korku ve heyecanla ayağa kalkıp, anne ve babasını görmek için harekete geçtiğinde Cahide ve Mehmet göz göze geldiler. Her ikisi de Behiye'nin gelip gelmediğini merak ediyorlardı. Nilda ailesini görür görmez, daha birkaç hafta öncesi yaşananları unutarak önce annesine sonra babasına sarıldı. "Sizleri çok özledim!" dedi ve etrafına bakındı. "Behiye teyze yok mu?" "Behiye teyzenin bu aralar sağlık sorunları var, o nedenle gelemedi," diye babası açıklama yaparken evin diğer fertleri de yanlarına geldi. Hiçbir özel gününü kaçırmayan Behiye teyzesinin ilk kez onu yalnız bırakması, bozuk olan moralini daha da bozdu. "İnşallah ciddi bir şeyi yoktur," dedi hüzünle. Tam bu sırada, Mehmet kendini tanıtarak Ayhan Bey'e elini uzattı. Nilda, onun bu sahte görüntüsüne inanamıyordu. Daha on gün önce onu babasıyla tehdit eden kendisi değilmiş gibiydi. Peki, şimdi ne olacaktı? Geçmişten kalan bir hesabının olduğunu söyleyen bu adamın kendisi ve ailesiyle derdi neydi, ne planlıyordu? O dert, ailesiyle ilgili olsaydı babası onu mutlaka tanırdı. Mehmet'in ona eve geldikleri ilk gün, "Zamanı geldiğinde her şeyi öğreneceksin!" dediğini anımsadı. O gün ne zaman gelecek, bu oyun ne zaman bitecekti? Müzeyyen'in ısrarıyla Gülseren ve Ayhan da kahvaltı masasına yerleştiğinde Cahide sessizliğini bozdu. Gülseren'e bakarak küçümser gibi, "Emekli banka müdiresi olduğunuzu duydum," dedi. Gülseren bozulduğunu belli etmeden, onu onaylayarak, emekliliğinin keyfini çıkarttığını anlatırken Nilda şaşkındı. Çünkü Mehmet'e bundan bahsetmemişti. Gerçi babasının nakliyat şirketinin olduğunu bilen adam, elbette ki ailesini araştırmış olmalıydı. Kahvaltı süresince yapılan samimiyetsiz sohbetten sonra, Ayhan müsaade isteyerek kızlarını çok özlediklerini, yalnız görüşmek istediklerini ifade etti. Mehmet onlara, "Elbette," derken gözleri Nilda'yla buluştu. Onun tehditkâr bakışlarındaki anlamı gören kız, Mehmet'in uyarısını anladığını belirten baş hareketiyle anne ve babasını alarak evdeki küçük misafir odasına geçtiler. Daha kapıdan girerken, Gülseren kızına sarılarak ağlamaya başladı. "Bu hâlin ne, Nilda? Neler oluyor?" diye sordu. Nilda, onu anlamadığını söyleyerek, karşılık verdiğinde söze Ayhan girdi. "Anlamamış gibi yapma, kızım! Sen aynaya hiç bakıyor musun?" Genç kız, konsolun aynasındaki yansımasına bakarken gözleri doldu fakat ağlayamazdı. Ağlaması açıkça bir sorun olduğunu gösterirdi. Gülmeye çalışarak, "Ama gerçekten sizi anlamıyorum," dediğinde, Ayhan kızının yüzünü avuçlarının içine alarak gözlerinin derinliklerine baktı. "Yüzün kaşık kadar kalmış, zayıflamışsın!" Babasının söylediklerinden sonra Nilda, bedenini Ayhan'ın kollarına bıraktı. Onca günden sonra ailesine olan kırgınlığını unutup düşmanının evinde olmasına rağmen kendisini ilk kez güvende hissetti. "Gerçekten merak edilecek bir şey yok. Sadece düğün hazırlıkları nedeniyle biraz yorgun düştüm. Biraz da boğazım yanıyor, sanırım üşüttüm," diyerek onları rahatlatmaya çalıştı. Gülseren onu şüpheyle süzerek, "Peki, burada mutlu musun? Bu insanlar sana iyi davranıyor mu?" dedi. Nilda içinde bulunduğu çıkmaza ve yaşadıklarına rağmen, her şeyin yolunda olduğunu anlattı. Onun söylediklerine inanmak isteyen karı kocanın az da olsa içleri rahatlamıştı. Çünkü Behiye'nin tahmin ettiklerinin aksine, Nilda onlara hâlâ ailesiymiş gibi davranıyordu. Saatler hızla ilerlerken, Nilda akıp giden zamana ayak uydurmakta zorlandı. Vakit ilerledikçe, takati azaldıkça azaldı. Tekneyle düğünün yapılacağı adaya ulaştıklarında ise tükendiğini hissetti. İçi ürperiyor, göz kapakları yanıyordu. Gülseren onun sağlığı için telaşlansa da iyi olduğunu söyledi. Gelin odasında son olarak saçına duvağı takılan Nilda, Müzeyyen'in hayran bakışları altında artık hazırdı. Geriye sadece damadın gelip gelini alması kalmıştı. Ama öncesinde odaya babası girdi. Kızının alnından öpen Ayhan, geri çekildiğinde cebinden küçük bir kutu çıkarttı. Genç kız, onun kutuyu açmasını beklerken babası konuşmaya başladı. "Bu hediye benden ya da annenden değil, Behiye teyzenin hediyesi. Kendisi düğünde bulunup parmağına kendi elleriyle takmak istese de hastalığı nedeniyle gelemedi, biliyorsun," dedi ve kutuyu açtı. Nilda'nın kutuda gördüğü yüzük, öyle maddi yönden çok değerli bir hediye gibi görünmüyordu. Ama çok güzeldi. Zaten maddiyatın o güne kadar onun için hiçbir önemi olmamıştı. Babası yüzüğü kızının parmağına takarken, "Bu yüzüğün Behiye için anlamı çok büyükmüş. Seni kızı gibi sevdiği için bundan sonra senin taşımanı istedi. Ondan bir hatıra olarak kabul edecekmişsin," dedi. Nilda, bu yüzüğü bir kere bile Behiye'nin parmağında görmese de kendisine gönderilen armağanı çekinerek kabul etti. Madem o kadar kıymetliydi, kendisi için kıymetli olan bir şeyden nasıl vazgeçebiliyordu? Kısa bir süre bunu düşünmekten kendini alamadı. Behiye'nin hediyesinden sonra sıra anne ve babasının hediyesine gelmişti. Eski karı koca, öz kızları gibi sevdikleri Nilda'nın hayalini gerçekleştirip istediği gibi bir anaokulunu açabilmesi için gerekli parayı hesabına yatırmışlardı. Meblağı duyan Nilda, "Ama bu çok fazla!" dedi şaşkınlıkla. Ayhan ve Gülseren itiraz kabul etmediklerini söylerken odanın kapısı çaldı. Ardından damatlığıyla Mehmet içeriye girdi. Nilda'yı gelinliğiyle tıpkı bir peri kızına benzeten Mehmet, onun vücudundaki zarafeti ilk kez o an fark etti. Gelinlik bir kadına ancak bu kadar yakışabilirdi. Belki düşmanı olarak gördüğü, nefret ettiği kadının kızı olmasaydı, bir şanslarının olabileceğini aklından geçirirken ona doğru hareket etti. "Ben hazırım." Mehmet girmesi için kolunu uzattığında Gülseren cep telefonuyla fotoğraf çekiyor, onun yanında duran Müzeyyen ise sevinçten dolan gözlerini siliyordu. Gelin ve damat, tam çıkmak için kapıya yönelirlerken Müzeyyen, "Durun bakalım! Unuttuğunuz bir şey var!" dedi.Mehmet, ablasının uyarısına şaşırdı. "Hayırdır abla, neyi unutmuşuz?" Genç kadın, çantasından kadife bir kutu çıkartıp kapağını açtı. "Tabii ki alyanslarınız. Siz nasıl evlisiniz, Mehmet? Ayrıca karına tek taş bir yüzük bile takmadığını fark etmediğimi mi sandın?" Onun sözlerine şaşıran sadece Mehmet ve Nilda değildi. Gülseren de en az onlar kadar şaşkındı. Mehmet durumu kurtarmak için, "Aldım ama Nilda'nın parmak ölçüsünü tutturamadığımdan daraltmaları için mücevher mağazasına gönderdik," dedi. Nilda içinden pes derken, Müzeyyen alyansları parmaklarına taktı. "Birinize dar, diğerinize bol olsalar da misafirlerimizin parmaklarınızı boş görmesinden iyidir." Yüzük meselesi çözülür çözülmez, alkışlar ve onları sevenlerin eşliğinde balo salonuna girip temsilî kıyılacak olan nikâh masasına oturdular. Müzeyyen, Nilda'nın şahidi olurken Oktay ise ağabeyinin ricası üzerine Mehmet'in şahidi oldu. Nikâh memurunun evlenmeyi kabul ediyor musunuz sorusuyla Nilda, karşılarındaki masada oturan anne ve babasına baktı. O an zamanı başa sarıp hayır demeyi öyle çok isterdi ki! Onun sessiz kaldığı kısacık zaman diliminde, Mehmet her adamı büyüleyebilecek kadar güzel görünen karısının yüzüne baktı. Öyle ifadesiz ve donuk görünüyordu ki... İçinden güzel ve mutsuz diye geçirirken, sanki nikâhları gerçek ve o anda kıyılıyormuş gibi, cevabının hayır olmasından korktu. Bu düşünceyle kalbi sıkılırken işittiği evet sözcüğüyle rahat bir nefes aldı. Şahitlerin ve atılan imzaların ardından, Nilda bir an önce bu komedinin bitmesini diledi. Tam o anda Mehmet ayağına bastı. Bu kadarı da fazlaydı artık! Resmen kendisiyle dalga geçiyordu. Öldürücü bakışlarını yumuşatmaya çalışarak, yüzünü Mehmet'e döndüğünde Müzeyyen'in sesini duydu. "E, gelini öpmeyecek misin?" Nikâh memurunun son sözleriyle hep birlikte ayağa kalktılar. Ablasının işgüzarlığıyla sinirleri bozulan Mehmet, titreyen parmaklarıyla kendiyle aynı duygulara sahip olan Nilda'nın yüzünü kavradı; kendine çekerek sıcak alnını öptü. Onun tenine dokunmak sadece genç adamın değil, Nilda'nın da ürpermesine sebep oldu. O kadar öfke ve nefretin arasında eğreti kalan bu duygu, ikisini altüst ederken balo salonunu dolduran kalabalıktan alkış sesi yükseldi. Bir süre tebrikleri kabul eden çift, ilk danslarını yapmaya hazırlanırken Mehmet başka masada gördüğü, sadece erkeklerden oluşan arkadaş grubunun yanına gitti. Gelin ve damat için hazırlanan koltukta yalnız kalan Nilda, kendisine yaklaşmakta olan adamı gördüğünde, düğünün yapıldığı adaya geldiklerinden beri ilk kez içtenlikle gülümsedi. "Barbaros!" Üniversiteden çok sevdiği arkadaşı olan Barbaros, ona yaklaşırken ıslık çaldı. "Vay canına, harika görünüyorsun!" Nilda, yükselmekte olan ateşine ve dönmeye başlayan başına rağmen mutlulukla ayağa kalktı. "Sen... Buradasın! Ama nasıl?" Barbaros, bulundukları masadan gülümseyerek onları izleyen Gülseren ve Ayhan'ı işaret etti. "İki gün önce babanla karşılaştık. Evlendiğini duyunca şok oldum ve bu anı kaçırmak istemedim." Genç kız, şüpheci gözlerle sitem eder gibi cevap verdi. "Kıskanç nişanlının seni serbest bırakması inanılacak şey değil." Barbaros, Nilda'dan bir yıl önce üniversitenin başka bir bölümünden mezun olmuş; ardından da İngiliz sevgilisiyle nişanlanmıştı. Kızın çok kıskanç olması nedeniyle iki arkadaş arasına ister istemez bir sınır koyulmuştu. O günleri hatırlayan Barbaros, İngiltere'ye yerleşebilmek için bir önceki ay nikâhlarının kıyıldığını fakat henüz düğün yapılmadığı için ona haber vermediğini anlattı. Ardından konuşmasına devam etti. "Sanırım siz kadınlar, nikâhtan sonra evlendiğiniz adama sahip olduğunuzu düşünerek serbest bırakıyorsunuz. Christina eskisi gibi değil. En azından birkaç haftadır. Yarın temelli İngiltere'ye gidiyorum. Gitmeden önce seni görmek için aradım ama numaran sürekli kapalıydı. Hatta sosyal medya hesaplarından da ulaşamadım. Neyse ki Ayhan amcayla karşılaştım." Nilda, Barbaros'un yaptığı uzun açıklamadan sonra, "Telefonumu kaybettiğim için numaralar da gitti. Ayrıca sosyal medya eskisi kadar heyecan vermediğinden bir süredir kullanmıyorum," dedi. Genç adam güldü. Nilda'nın elini tutup, geri çekilerek onu tepeden aşağı süzdü. "Gerçekten çok güzel bir gelin olmuşsun. Yalnız allığın fazla olmuş gibi. Ya da ben seni makyajsız görmeye alışık olduğum için bana öyle geldi. Sabahları seni şiş gözlerle gördüğüm günleri hatırlıyorum da..." O an Nilda, Barbaros'un arkasında beliren, öfkeden köpürmüş hâldeki Mehmet'i fark etti. Sanki her an onu boğup oracıkta hayatına son verecekmiş gibi karanlık gözlerle bakıyordu. Korktu. O, korkuyla tedirgin olurken Mehmet'in aklından deli sorular geçiyordu. Bu herifin bahsettiği sabahlar, hangi sabahlardı? Birlikte uyandıkları sabahlar olamazdı herhâlde! Nilda'nın tuhaflaştığını fark eden Barbaros arkasını döndüğünde, yüz yüze geldiği Mehmet'e elini uzatırken, "Merhaba. Ben Barbaros. Nilda'nın üniversiteden arkadaşıyım," diyerek kendini tanıttı. Mehmet, çatık kaşlarıyla bir Nilda'ya bir de onun köpeğiyle aynı ismi taşıyan karşısındaki adama baktı. Yeşil gözleri, kumral saçları, uzun boyu ve fit vücuduyla normal bir erkeğin bile imreneceği bir tipti. Ve bu parlak tipin yüzünü dağıtmamak için kendini zor tutuyordu. Sakin görünmeye çalışıp, alaycı bir gülümseme sunarak, "Demek karımın köpeğine adını veren arkadaşı sensin?" dedi. Barbaros bozulmak yerine Nilda'ya bakarak daha geniş gülümsedi. "Demek kuşuma ismini koydum diye intikam aldın benden!" Onun gülüşü Mehmet'in daha çok sinirini bozarken kuş meselesine takıldı. Bu adam hangi kuştan bahsediyordu? O kuş, başka türlü kuş olamazdı herhâlde! Nilda, hızlı yükselen gerilimin kötü sonuçlar doğuracağını düşünürken Barbaros konuya açıklık getirdi. "Özellikle sabahları çok konuşan papağanıma ismini koyduğum için Nilda çok sinirlenmişti. Sanırım bu şekilde öcünü aldı. Gerçi evlenecek kadar yakın olduğunuza göre sana bunu anlatmıştır." Mehmet dişlerini sıkarak, "Tabii ya!" dediğinde Barbaros hiç yapmaması gereken bir şey yaptı. "Düğünde çok uzun kalamayacağım. Gitmeden önce seninle dans etmek istiyorum. Damattan sonraki ilk dansını kimseye söz verme," dedikten sonra Nilda'ya sıkıca sarıldı. Genç kız, o esnada kocasının gözündeki ateşi ve yumruk hâlindeki ellerini gördü. Barbaros veda edip, Gülseren ve Ayhan'ın yanına giderken başının belada olduğunu düşündü. Tam o anda, geciken dans müziğiyle birlikte Müzeyyen'in sesi duyuldu. "Dans etmek için ekstra davetiye beklemiyorsunuz sanırım?" Nilda ve Mehmet, onlar için seçilen şarkı eşliğinde ilk danslarını yapmaya başladıklarında, konuklar hayranlıkla yeni evli çifti izliyorlardı. Her şey o kadar kusursuz ve mükemmel görünüyordu ki... Herkes onları gıpta ederek izlerken, Mehmet kollarında titreyen gelininin belini daha sıkı kavradı. Onu başka bir adamla yan yana düşünemiyordu. Ona bir başkasının dokunduğunu hayal etmekse içindeki dizginleyemediği canavarı besliyordu. Ve o canavar dışarıya çıkarak dans sırası bekleyen Barbaros'un suratını dağıtmak için can atıyordu. Bu hissettikleri kıskançlık mıydı? Tabii ki değildi! Sadece kâğıt üstünde de olsa soyadını taşıyordu. En azından kendini böyle oyalıyordu. Çünkü yakarken yandığını fark edemeyecek kadar duyguları kör olmuştu. Nilda'nın kokusu, hareket ettikleri her an burnuna dolarken ona dokunmanın nasıl bir his olacağını düşünmeye başladı. Onu öpmek, sevişmek, vücuduna sahip olmak, kim bilir ne kadar heyecan verirdi? Onu kollarında kıvranırken farklı şekillerde hayal etti. Ancak hayali bile çok uzun sürmedi. Konuklar arasında kendisini izleyen babaannesinin çatılmış kaşları ve öfkeyle bakan gözleriyle karşı karşıya geldi. Sanki onun içini görüyormuş, aklından geçenleri okuyormuş gibi bakıyordu. Kontrolden çıkan duygularından utandı. Nilda, onu ağır ağır eline geçirerek ergenliğe yeni girmiş genç bir delikanlıya çeviriyor; kalbine ve beynine sızarak onu işgal ediyordu. İzin veremezdi. Bunu kabullenmektense öfkesini körüklemeyi tercih etti. Nilda'nın belini saran ellerini hırsla daha fazla sıkınca, genç kız etraflarındakiler farklı anlamasın diye tebessüm etmeye çalışarak sıktığı dişlerinin arasından, "Canımı acıtıyorsun!" dedi. "Daha bu başlangıç, karıcığım! Şimdiden canının daha fazla yanacağı konusunda seni temin ederim." Duyduklarıyla başını kaldırıp onun buz gibi gözlerine baktı. Kendisine böyle acımasızca bakan bu adam; âşık olduğu, hiç düşünmeden evlenme teklifini kabul ettiği adam olamazdı. Kendini her an nefesi tükenecekmiş gibi hissederek, "Bana bunu neden yapıyorsun? Bu yaşadıklarım neyin bedeli? Ben sana ne yaptım?" diye sordu bir kez daha. Mehmet daha önce de duyduğu sorulara gülümseyerek karşılık verdi. Sonra da Nilda'nın kulağına fısıldadı. "Sana daha önce adrenalin sevdiğimi söylemiş miydim? Kollarımda böyle korkuyla titremen hoşuma gidiyor." Nilda, bu sözlere karşılık elini Mehmet'in omzundan çekerken genç adam, "Sakın!" dedi. "Sakın o aklından geçeni uygulamaya kalkma! Hem bak, en az sen de benim kadar heyecanlanıyor olmalısın," diyerek ikisinin birleşen ellerine baktı. "Ellerin heyecandan ateş gibi yanıyor, sırılsıklam. Benden etkileniyorsun. Ama şimdiden söyleyeyim, hiç şansın yok! Çünkü seninle işim bittiğinde beni bir daha göremeyeceksin!" Mehmet söyledikleriyle onu daha da yaralarken Nilda'nın gözleri kararmaya başladı. Sanki bulundukları zemin ayaklarının altından kayıyor, insanların ve müziğin sesi birbirine karışıp dayanılmaz bir uğultuyla beyni sarsılıyordu. Bitmekte olan gücüyle, "Ben..." dedi ama daha fazla konuşamadı. Mehmet, onun ne söyleyeceğini merak ederek dalga geçer gibi, "Sen?" diye karşılık verdiğinde, genç kız daha fazla direnemeden, kollarının arasından kayarak yere yığıldı
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD