Düğündeki davetlilerle ilgilenmek zorunda kalan Oktay'ın dışındaki herkes, hastanedeydi. Hatta düğün için memleketten gelen, Nilda'nın bayılmasından sonra peşlerine takılan Cahide'nin eltisi Suzan bile.
Cahide, birkaç metre ilerisinde tekerlekli sandalyede oturan Suzan'a nefretle baktı. Kocasıyla evlendikleri günden beri sevmezdi bu kadını. Bir zamanlar mavi gözü, beyaz teni ve endamıyla bir bakanı bir daha baktıran eltisi, kayınvalidesi için gelinleri arasında göz bebeğiydi. Seksenli yaşların başında olan kadın yüzündeki kırışıklıklara, hantallaşan vücuduna rağmen, hâlâ onu ilk gördüğü günkü kadar asil görünüyordu. Yaşadığı hastalık yüzünden, doktorların altı aydan fazla yaşamaz dediği kadının ölüm haberini heyecanla bekleyen Cahide, yanındaki Mehmet'e, "Aptal kızın bizi düşürdüğü duruma bak! Rezil olduk rezil!" dedi.
Babaannesinin sözlerine karşılık, Müzeyyen çok sinirlendi. Ama siniri sadece babaannesine değil, aynı zamanda karısını savunmayıp sessiz kalan kardeşineydi. Nilda'nın bulunduğu odanın kapısında, korkuyla bekleyen Gülseren, Ayhan ve Barbaros'u gözleriyle işaret ederek, "Lütfen babaanne, duyacaklar şimdi! Ayıp oluyor!" dedi.
Cahide, torununun hastanede bulunduklarını hatırlatmasına rağmen, fısıltıyla söylenerek yakınındaki boş koltuklardan birisine oturdu. Aklı sürekli olarak onu sinsi bakışlarıyla takip eden Suzan'daydı. Sanki kendisi ondan çok gençmiş gibi içinden, "Yaşlı bunak sanki dünyaya kazık çaktı. Bir geberip gidemedi!" dedi. Düğünden elde ettiği dedikodularla memlekete dönerken, talih kendisine gülüp yolda ölebilir miydi acaba? Böylece ailesi, akrabalar arasında dilden dile düşmekten kurtulurdu. O, aklında kurduğu senaryoların hayata geçmesi için dua ederken, yerinde duramayan Suzan tekerlekli sandalyesini Cahide'nin önünde durdurup eliyle kendisine yaklaşmasını işaret etti. Sonra da alay eder gibi, "Sizin bu gelin gebe falan mı? Hani düğün de apar topar yapılınca insanın aklına her türlü şey geliyor," dedi.
Cahide sinirden saç derisinin karıncalandığını hissetse de belli edemezdi. Bunu karşısındaki kadına hissettirmek, baştan yenilmek olurdu. "Ne saçmalıyorsun sen Suzan? Her bayılan hamile mi oluyor?"
Eltisi içinden kahkahalarla gülerken iki yaşlı kadın birbirlerine meydan okur gibi baktılar. Onların arasındaki sadece sıradan elti çekememezliği değildi. Birbirlerinden nefret etmelerine sebep olan; derinlerde, çok eski zamanlarda kalan başka bir şey vardı. Ve ikisinin de bilmediği geçmişin karanlık sayfalarında kalan o sır, gün yüzüne çıkmak için çoktan harekete geçmişti.
Herkes, Nilda'nın durumunu öğrenmek için beklerken odanın kapısı açıldı. Dışarıya çıkan doktor, genç kızın şiddetli soğuk algınlığı nedeniyle yükselen ateşinin nihayet düşmeye başladığını, tansiyonunun normale döndüğünü, geceyi hastanede geçirmesinin onun açısından daha iyi olacağını söyledi.
Gülseren, Ayhan ve Barbaros kötü bir şey çıkmamasına sevinerek, birbirlerine sarılırken Mehmet kendini bulundukları ortamda yabancı gibi hissetti. Ne sevinebiliyordu ne de üzülebiliyordu. Müzeyyen kardeşindeki durgunluğu farklı algılayarak, "Bak, görüyor musun merak edilecek bir şey yokmuş, sadece üşütmüş," dedi. Evet, üşütmüştü ve bunun sorumlusu sadece kendisiydi. Onu balkonda kilitli bırakmış olmasaydı, bunlar başlarına gelmeyecekti. İleri gittiğini biliyordu ama bir yandan da başka türlü davranamıyordu. İlk kez o an karısına karşı yumuşadığı gerçeğiyle yüzleşti. Ve bu yüzleşme sebebiyle bulunduğu ortamdan çıkıp kendini dışarıya atmak istedi ancak yine Müzeyyen'in hamlesiyle karşılaştı. "Hadi ne duruyorsun? Karının sana ihtiyacı var," dedi ablası. Ayhan, Gülseren ve Barbaros bir an önce Nilda'yı görmek isteseler de öncelik Mehmet'teydi.
Genç adam odaya girdiğinde, onu kolundaki serumla uyuyor gördüğünde vicdanı daha çok sızladı. Çünkü son haftalarda Nilda o kadar zayıflamıştı ki, bunu ilk kez fark ediyordu. Yatağa yaklaştıkça kendini daha kötü hissetti. Eğer her nefes alıp verişinde inip kalkan göğsünü görmese bu solgunlukla onun ölmüş olduğunu düşünebilirdi. Oysaki ilk karşılaştıklarında o kadar enerjik ve canlıydı ki... Şimdi yaşam enerjisi bitmiş, hayattan kopmuş bir kız vardı gözlerinin önünde. İçini acıtan düşüncelerle onu izlerken duymaktan nefret ettiği iç sesi kulaklarında yankılandı. "Nasıl? Eserinden memnun musun? Sonunda onu yaşarken öldürdün ya, helal olsun sana Mehmet! Çok yakında üzerine de bir avuç toprak atar, arkasından kınanı yakarsın! Hem de kolay çıkmayan Hint kınasından!"
ÜÇ GÜN SONRA
Barbaros'un İngiltere'ye, Gülseren ve Ayhan'ın Eskişehir'e dönmesiyle Nilda yine yalnız kalmıştı. Son üç gündür hapsolduğu yatağında bunalıp, doğrulmaya çalışırken koridordaki havlama sesini duydu. O an sevimli köpeğini özlediği için yanlış duymuş olabileceğini düşündü. Ancak birkaç dakika sonra açılan kapının ardından odaya küçük köpek girdi. "Barbaros!"
Her zamanki sevimliliğiyle yerinde duramayan ve yatağa tırmanmak için sürekli zıplayan köpeğin verdiği mücadeleyi gören Nilda, şaşkınlığından kurtularak, hızla yerinden kalkıp onu kucağına aldı. Sahibini özlediği her hâlinden belli olan hayvan, genç kızın yanağını iştahla yalarken Nilda kapıda onları izleyen Mehmet'e baktı. Minnetle, "Teşekkür ederim," dedi. Genç adam cevap vermeden, odadan çıkıp, kapıyı kapattığında Nilda'nın şaşkınlığı daha da büyüdü. Kendisinden nefret eden adamın onu mutlu etmek için yaptığı şey, kafasını karıştırmıştı ama nedenini sorgulamayacak kadar yorgun hissediyordu. Hem günde en az iki kere telefonla konuştuğu Behiye bile bu sürprizden neden bahsetmemişti ki? Şimdi nedenlerini düşünmek yerine sevimli köpeğiyle oynama vaktiydi.
Nilda, bütün gününü köpeğiyle odasında geçirdikten sonra akşam yemeği için aşağıya indiğinde herkes masadaydı. Her zamanki gibi sessizlik içinde geçen yemek sırasında Oktay Nilda'ya bakarak, "Artık iyileştiğine göre çalışmak istiyor musun?" diye sordu. Onun sorusu masadaki Mehmet ve Cahide'yi sinirlendirirken Oktay'ın bunu neden sorduğunu en az Nilda kadar merak ettiler. Genç kız, "Evet," diye cevap verdiğinde, daha fazla sessiz kalmaya dayanamayan Mehmet, kardeşine ters ters bakarak tok sesiyle, "Onun çalışmaya ihtiyacı yok!" dedi.
Nilda'nın dışarı çıkması, onu gözetim altında tutmayı zorlaştırırdı. Evde aldığı nefesten haberdarken dışarıya çıktığında neler olabileceğini kestiremiyordu. Olanlara daha fazla seyirci kalamayan Müzeyyen, "Neden ihtiyacı olmasın ki? Her şey para demek değildir. Bak, benim de ihtiyacım yok ama çalışıyorum. Çünkü işe yaradığımı bilmek beni mutlu ediyor. Sen de bırak da karın nasıl mutlu oluyorsa öyle yaşasın," dedi.
Müzeyyen'in sözleri Nilda'yı mutlu etse de Cahide durumdan hoşnut değildi. Konuşmak için ağzını tam açacakken tekrar kapattı. Çünkü söyleyecekleri yüzünden torunlarıyla arasının bozulmasını istemiyordu. Konuşmak yerine sadece onaylamadığını belirten bakışlarıyla yemeğini yemeye devam etti.
Mehmet, bir kez daha ablasının kalbinin kırılmasına neden olmamak için cevap vermezken, Oktay, Nilda'ya gülümseyerek, "O zaman sabah sekizde hazır ol. Çok yakın bir arkadaşımın kreşi var. Senden bahsettim, görüşmek için bekliyorlar," dedi. Nilda sevinçten neredeyse çığlık atacaktı. Fakat ne kadar mutlu olduğunun fark edilmemesi için ciddi görünmeye çalışarak, "Tamam," diyebildi sadece.
Masadaki gözle görülür gerginliği yumuşatmak isteyen Müzeyyen, konuyu değiştirmek için Mehmet'e bakarak, "Balayı için plan yaptınız mı?" diye sordu.
Genç adam, balayı lafıyla iyice gerilip, bunu masadakilere belli etmemeye çalışırken ablası en sevecen hâliyle ondan gelecek cevabı bekliyordu. Mehmet sıktığı dişlerinin arasından, "Bunu hiç düşünmedim çünkü bu aralar işlerim çok yoğun," dedi. Onun verdiği cevapla Müzeyyen daha da keyiflendi. "Ben de öyle tahmin ettiğim için sizin adınıza balayı organizasyonunuzu yaptım bile. Haftaya ön balayı için hazır olun. Kıbrıs'a gidiyorsunuz."
Yemekten sonra ilaçlarını içme bahanesiyle odasına çıkan genç kızın balayı meselesine canı sıkılsa da Mehmet'in gitmemek için bir bahane bulacağını umut etti. Sonuçta onlarınki normal bir evlilik değildi. Ablasının isteği yüzünden kocasının ne kadar huzursuz olduğu da anlaşılmayacak gibi değildi. Nilda yaşadığı sıkıntıları unutmaya çalışarak, kucağına aldığı köpeğiyle iş görüşmesi sevincini paylaştığı dakikalarda, Cahide öfkeyle Mehmet'in odasına girdi. "Böyle bir şeye nasıl müsaade edebilirsin? Bizim amacımız bu kızı ve anasını mutlu etmek değildi! Tabii bir de ablanın yeni işgüzarlığı var!"
Mehmet, sinirden köpüren babaannesinin koltuğa oturmasını sağlarken sakin olmasını söyledi. "Oktay ve ablamın daha fazla dikkatini çekmek istemediğim için öyle davranmak zorundaydım, biliyorsun. Merak etme, amacımızdan sapmış değilim."
Cahide daha Oktay'ın iş teklifini hazmedememişken bir de balayı konusunun ortaya atılmasıyla kontrolünü kaybetmek üzereydi. Özellikle de Nilda ve Mehmet'in aynı odada yalnız olacaklarını düşündükçe tedirgin oluyordu. Bu oyun uzadıkça işler iyice sarpa saracaktı. Bu ikisinin yan yana durması başına olmadık işler açabilirdi. İş ve balayı konusunda çözüm yolu arayan yaşlı kadın, kısa süreli sessiz kalırken Barbaros'un havlama sesini duydu. Oturduğu koltuktan hızla ayağa kalkarken torununa, "Benim duyduğumu sen de duydun mu?" diyerek kapıya gitti.
Mehmet, babaannesine nasıl bir açıklama yapacağını bilemezken karşı odadaki küçük köpek tekrar havladı. Cahide genç adama bakarak, "Sakın bana o odada köpek olduğunu söyleme!" dedi.
Mehmet, babaannesinin öfkesine karşılık sessiz kaldığında Cahide olumsuz anlamda başını sağa sola salladı. "Evde bir tek itimiz eksikti, şimdi tam oldu!" diyerek kapıya yöneldi.
Babaannesinin daha fazla bir şey söylemeden odasına gitmesinin ardından, Mehmet soluğu Nilda'nın odasında aldı. Genç kız ışığı kapatmış, köpeğiyle yatağında uyuyordu.
"Bana yine uyumuş numarası yapma! Uyanık olduğunu biliyorum." Onun sözleriyle Nilda hızlıca gözlerini açtı. "Sen de yine odanın kapısını çalmadan içeriye daldın!"
Sözde karısının hesap sorar gibi sesini yükselterek konuşma biçimi, Mehmet'i daha da sinirlendirdi. "O sesine bir ayar ver, benimle konuşuyorsun!"
Nilda sustukça daha fazla ezildiğinden bu duruma artık katlanamıyordu. Kendini her an patlamaya hazır bir volkan gibi hissederek yataktan çıktı. Öfke saçan gözleriyle tam da onun önünde durdu. Ne olacaksa olacaktı artık. Bu şekilde aşağılanmayı hak etmiyordu. "Vermezsem ne olur? Döver misin beni?"
Onun cesareti, Mehmet'in afallamasına neden oldu. Ama kendini çabuk topladı. İşaret parmağını kaldırarak tehdit eder gibi, "Yarın o görüşmeye gitmiyorsun!" dedi.
Genç kız, onun hareketi karşısında sinirden dalga geçer gibi güldü. "Gideceğim! Ve sen buna engel olamayacaksın!"
Nilda bu sözleri, Mehmet'in evlilikleriyle ilgili gerçeği, kardeşlerinden saklamasından cesaret alarak sarf etmişti. Nedenini bilmiyordu ama gerçekler onlardan gizleniyordu.
Karşısındaki adamın cevap vermesine fırsat vermeden, "Eğer engel olmaya çalışırsan ablana ve kardeşine beni bu evde zorla tuttuğunu anlatırım," dedi.
Mehmet, onun tehdidine karşılık iki kolundan tutup kızı sarstı. "Sen beni tehdit mi ediyorsun?"
Genç adam, köşeye sıkıştıkça o daha da cesaretlendi. Kendinden emin duruşunu bozmadan, kollarını onun ellerinden kurtarıp, "Nasıl anladıysan!" dedi.
Mehmet için geri adım atma zamanıydı. İlk kez, özellikle de bir kadına karşı yenildiğini hissederek, öfkeyle odadan çıktığında Nilda derin bir nefes aldı. Ardından da gözyaşıyla, "Artık ağlamak yok!" diyerek kendini yatağa bıraktı. Daha sabah Barbaros'u getirttiği için küçücük de olsa bir ümit yeşermişti içinde. Ama hiçbir şeyin değişmediğini Mehmet'in tavrıyla bir kez daha anladı.
Sabah erkenden kalkıp, hemen gardırobu açarak ne giyebileceğine baktı. O an düğün alışverişine gittiklerinde Müzeyyen'le birlikte aldıklarına şükretti. Dolap, üzerinde hâlâ etiketlerin olduğu kıyafetlerle doluydu. İçlerinden balıkçı yaka,kolsuz, koyu mor renginde olan triko elbiseyi seçti. Duş aldıktan sonra diz üstü elbiseyi giyip makyajını yaptı. Ekim sonları olduğundan hırkasını da alıp kahvaltı için aşağıya indi. Kızıyla ilgilenen Müzeyyen, Nilda'yı gördüğünde hayranlıkla, "Elbise çok yakışmış! Sana benim zevkime güvenmen gerektiğini söylemiştim," dedi. Akşamki tartışmadan dolayı morali bozuk olan Nilda'nın aldığı iltifatla neşesi yerine geldi. Fakat ne yazık ki sevinci çok üzün sürmedi. Çünkü Müzeyyen Mehmet'i sorduğunda, ne cevap vereceğini bilemeyerek bocaladı. İşte tam bu esnada arkasından genç adamın sesini duydu.
"Günaydın ablacığım."
"Günaydın. Oktay hastaneden arandığı için erken çıkmak zorunda kaldı. 'Ağabeyim, Nilda'yı hastaneye bıraksın, oradan birlikte gideriz,' dedi," diyerek son yaşanan durumdan haberdar etti.
Fakat Mehmet'in aklı, onu dinlemekten çok Nilda'daydı. Üzerine giydiği elbise bütün vücut hatlarını gözler önüne seriyordu. Ya o göğüslerine ne demeliydi? Gerçekten öyle iri miydiler yoksa elbise mi öyle gösteriyordu? Yeni yetme delikanlılar gibi, neredeyse onları çıplak hayal etme aşamasına doğru süratle ilerlerken tekrar ablasının sesini işitti. "Beni duydun mu Mehmet?"
Mehmet, karısının çalışmasını çok istiyormuş gibi bir de emrivaki yapılmasına sinirlendi. "Duydum ablacığım ama maalesef şirkete gitmeyeceğim. Önemli bir randevum var ve hastane gideceğim yolun tersi istikamette."
Nilda aldığı cevaba şaşırmadı. Elinde adres olduktan sonra istediği her yere kendisi gidebilirdi. Sonuçta koskoca kadındı, kaybolacak hâli yoktu ya! "Ben taksiyle giderim, sorun değil."
Cahide'nin kahvaltıya asık suratıyla katılmasıyla genç kız ayağa kalktı. "Sizlere afiyet olsun."
O, odadan çıkarken Müzeyyen karısını bırakmadığı için Mehmet'i azarlıyordu. Fakat bu umurunda değildi. Bugün onun için yeni bir başlangıç olacaktı ve kimsenin keyfini kaçırmasına izin veremezdi.
Nilda evden çıktıktan sonra Mehmet de evden ayrılmak için arabasına bindi. Kendi kendine söylenerek, "Çalışacakmış-mış!" dedi. Kahvaltı için salona girdiğinde üzerindeki o elbiseyle onun ne kadar kışkırtıcı göründüğü hafızasında canlandığından canı daha çok sıkıldı. Aslında canını asıl sıkan, ona karşı hissettiklerine artık engel olamamasıydı. Bir yanı nefret etse de diğer yanı onu ilk gördüğü andan itibaren mıknatıs gibi Nilda'ya çekiliyordu. Sanki dünyada başka kadın yokmuş gibi, annesinin katilinin kızına karşı bu duyguları taşıması yanlıştı. Gözlerini kapatıp zihnini boşaltmaya çalıştıktan sonra arabasını çalıştırdı. Bahçe kapısından çıktığında ise Nilda'yı gördü. Taksi bekliyordu. Dişlerini sıkarak, aklından geçeni uygulamak için gaza basarken, bilerek önündeki su birikintisinin üzerinden geçti. Nilda son anda onu fark ederek geriye çıksa da üzerine sıçrayan çamurlu sudan kurtulamamıştı. Mehmet, dikiz aynasından geride bıraktığı karısına sırıtarak bakarken, elbisesi mahvolan kız arkasından bağırdı.
"Öküz!"
Nilda'nın tekrar üzerini değiştirip evden çıkması, gecikmesine neden oldu. Mehmet'in kasıtlı olarak, yaptığı şeye söylenirken bunun altında kalmayacağına yemin etti. Bir gün bu yaptığını ona ödetecekti.
Hastaneye ulaştığında korktuğu gibi olmadı. Hatta Oktay, onun gecikmesinden memnundu bile. Eğer daha erken gelmiş olsaydı, sabahki hasta yoğunluğundan dolayı beklemek zorunda kalacaktı. Birlikte çıkmak için hastaneden ayrılırlarken Nilda'nın gerginliğini fark etti. "Seni tedirgin eden iş görüşmesi mi? Yoksa ağabeyim mi?" diye sordu.
"Sanırım ikisi de."
Oktay'ın moral veren sözleriyle kreşin önüne gelip, otoparka girdiklerinde hiç beklemedikleri bir şey oldu. Başka bir araba arkadan onların arabasına vurdu. İkisi oldukları yerde hafifçe sarsılırken, Oktay Nilda'ya iyi olup olmadığını sordu. Olumlu cevap alınca da dışarıya çıktı. Genç adam ağabeyinin aksine kolay kolay sinirlenmezdi. Fakat park hâlindeki arabaya çarpılması, ister istemez sinirlenmesine sebep oldu. Kendi arabasından inip, diğer arabaya baktığında yirmi beş, otuz yaş arasındaki kadını fark etti. Gerçi gördüğü kadın, beyaz teni ve uzun bacaklarıyla fark edilmeyecek bir kadın değildi. Üzerindeki mini eteğine aldırmadan, arabanın arka koltuğunda oturan çocuğu dışarıya çıkarmak için eğildiğinde verdiği frikikten habersizdi. "Tarçın'ım, iyi misin? Çok korktun mu?"
Kadının korku dolu ses tonuyla çocuğa hitap etme şeklini garipseyerek, beyaz bacaklarını süzerken az önceki sinirli Oktay pamuk Oktay'a dönmüştü. Nilda'nın hakkında sapık olduğunu düşünmesinden çekinerek artık konuşması gerektiğine karar verdi. Çünkü yengesinin kendisine baktığını biliyordu. "İyi misiniz?" diye sordu.
Kadın kucağına aldığı üç, dört yaşlarındaki çocukla ona dönerek, "Teşekkür ederim, biz iyiyiz. Sizde sorun var mı?" dedi.
Kazayı unutan Oktay, karşısındaki kadının güzelliğiyle tutulurken, kadın aceleyle kucağındaki çocuğu yere bırakıp arabadan aldığı kartı uzattı. "Hatalı olan bendim, çok özür dilerim ama yetişmem gereken bir dava var ve çok geciktim.
Lütfen beni arayın, zararınız neyse öderim."Nilda onların yanına gelip, geçmiş olsun derken, kadınçocuğu kucağına alıp, teşekkür ederek koşar adımlarla kreşe girdi. Birkaç dakika içinde gelişen olayın hızıyla neye uğradığını şaşıran Oktay, giden kadının ardından bakarken Nilda elini onun dalan gözlerinin önünde aşağı yukarı salladı. "İyi misin? Sanırım çok sarsıldın."
Oktay, "Hem de çok!" derken elindeki karta baktı. Avukat Tuğba ÖZCAN yazıyordu.
Yaptıkları görüşmeden sonra kreşten çıktıklarında, Nilda uzun zamandır ilk kez mutlu olduğunu hissetti. Mutlu ve bir parça özgürdü artık. O, kendi kendine anlamsızca gülümserken Oktay'ın da ondan pek farkı yoktu. Genç adamın aklı hâlâ yarım saat önce gördüğü güzel avukattaydı.
Akşam mesai saati bittiği hâlde eve gitmek istemeyen Mehmet, şirketteki ofisindeydi. Masasında oturmuş, daldığı düşüncelerle önündeki kâğıdı rastgele karalarken bildirim sesiyle gözlerini cep telefonuna çevirdi. Gelen mesaj, Müzeyyen tarafından gönderilmişti. Mesajı açtığında otel rezervasyon bilgilerini ve uçak biletlerini gördü. Özellikle gördüğü otel bilgilerinden rahatsızlık duydu. Müzeyyen'in ayarladığı otel, genç kadının en yakın arkadaşının yöneticisi olduğu lüks oteldi. Nilda'yla farklı odalarda kaldığı an, haberin ışık hızıyla ablasına ulaşacağını bildiği için daha da bunaldı.