19.BÖLÜMpart3 "OYUNBİTTİ"

3268 Words
1 GÜN ÖNCE Mehmet'le yaptığı telefon görüşmesinden sonra paniğe kapılan Behiye, hemen Gülseren'i aradı. "Mehmet aradı. Bana Nilda'ya sürpriz doğum günü partisi yapacağını, bahanesiz beni de orada görmek istediğini söyledi." Onun sesinin titrediğini fark eden Gülseren, önce yatıştırmaya çalıştı. Ama o da en az onun kadar gergindi. Son zamanlarda Nilda ile yaptıkları telefon görüşmelerinde, ortada bir sorun olduğunu iki kadın da hissedebiliyordu. Ama ne zaman her şeyin yolunda olup olmadığını sorsalar aynı cevabı almışlardı: "Merak edilecek bir şey yok. Kuruntu yapıyorsunuz." Aralarında sürüp giden sessizliği Gülseren bozdu. "Ne yapmayı düşünüyorsun?" Behiye, yıllardır kızının tek bir doğum gününü atlamadan, teyzesi olarak hep yanında olmuştu. Ama şimdi durum farklıydı. Artık aralarına giren Mehmet vardı. Düğününe gitmeyi ne kadar istese de o aileyle yüzleşmesinin doğuracağı sonuçlardan korkmuştu. Kızını gelinliğiyle görememek, içinde kalan en büyük ukdelerden birisiydi. Gülseren ve Ayhan'ın çektiği fotoğraflara saatlerce baksa da canlısını görmek bir anne için başka bir şeydi. Kısa bir süre düşündükten sonra telefonun ucundaki kadına, "Bilmiyorum," diye cevap verdi. Gülseren onu anlayabiliyordu. Canının ne kadar acıdığını tahmin edebiliyordu. Kendisi dünyaya getirmediği hâlde onu bu kadar özlüyorsa, karşısındaki kadın uzaktan uzağa sevdiği kızına kim bilir nasıl hasretti? Behiye'yi cesaretlendirmek için, "Bence gitmelisin," dedi. Evet, o da gitmeyi çok istiyordu. Peki ya Cahide onu tanırsa o zaman ne yapardı? Kızının hayatını tehlikeye atmak istemiyordu. Babası ve ağabeyi onun varlığını, kendisinin yaşadığını öğrenirlerse başlarına gelecekleri hayal bile edemiyordu. "Cahide'nin beni tanıması riskini göze alamam." Ancak Gülseren ısrar ederek, "Düğüne gitmemeni anlıyorum. Çünkü o kadın seni tanımasa bile akrabalarından birisi tanıyabilirdi. Fakat bu seferki sade bir doğum günü. Cahide çok yaşlandı artık," dedi. Gülseren'in söylediklerine karşılık, Behiye alay eder gibi güldü. O kadının ne mal olduğunu daha gencecik bir kızken öğrenmişti. Babası onu zorla evlendirmek istediği zaman Cahide'ye gidip oğlunu istemediğini söylediği hâlde kadın inatla evleneceksin demişti. Hatırladığı geçmişle dişlerini sıkarak,"Sen o yaşlı cadıyı tanımıyorsun! Şeytanın ikiz kardeşidir o!" dedi. Bir süre düşünen Gülseren, "Seni ilk tanıdığımda koyu renk saçları kalçalarına kadar inen, incecik bir kızdın. Şimdi ise kısacık kumral saçlarla ve o zamankine göre en az on kilo fazlanla olgun bir kadınsın. Aradaki farkı anlatabiliyor muyum? Yani üzerinden seneler geçti. Şeytanın ikiz kardeşi de olsa bence seni bu hâlinle tanıması mümkün değil," dedi. O kadar sözden sonra Gülseren, Behiye'yi sonunda ikna etti etmesine ama hesaba katmadıkları, bu doğum günüyle birlikte her şeyin değişeceğiydi. Oktay ve Müzeyyen, şaşkınlıkla neler döndüğünü anlamak için birbirlerine bakarken Nilda önce kendi anne ve babasına sarıldı. Bu esnada sıranın kendisine gelmesini bekleyen Behiye ise özlemle süzdüğü kızının son zamanlarda fazlasıyla kilo kaybettiğini fark etti. O an aklına gelenlerle düşünmeye başladı. Yoksa ona bu evde kötü mü davranıyorlardı? Çünkü Nilda bir şeye kafayı taktığında, üzüldüğünde yemeden içmeden kesilirdi. Genç kızın kendisine sarılmasıyla varsayımlarını bir kenara bıraktığında bulundukları salona Cahide geldi. Odadaki havanın bir anda gerildiğini hisseden kadın, geçmişte yaşadıklarının hafızasında tekrar canlanmasıyla ürperdi. Cahide'nin Gülseren ve Ayhan'a selam verip kendisine yaklaşmasıyla kalbi hızlı hızlı çarpmaya başladı. Neyse ki korktuğu gibi olmadı, yaşlı kadın diğerlerine yaptığı gibi, memnuniyetsiz yüz ifadesiyle onu tanımıyormuş gibi davrandı. Herkes hep birlikte hareket ederek, yemek masasının etrafında toplandığında Müzeyyen daha fazla dayanamadı. Mehmet'in kulağına eğilerek, "Tüm bunlar ne demek oluyor?" diye sordu. Genç adam, kararlı bakışlarla ablasına baktıktan sonra cevap verdi. "Az sonra her şeyi öğreneceksiniz. Biraz sabırlı ol." Cahide'nin Hatice ile kulaktan kulağa konuşmaları, Oktay ve Müzeyyen'in bakışmaları, Nilda'nın Behiye, Gülseren ve Ayhan ile yaptıkları tatlı sohbetleri ve Mehmet'in herkesi donuk gözleriyle geçen yemekten sonra sıra doğum günü kutlamasına geldi. Salona getirilen siyah gül şeklindeki pasta, bir anda ortamda bulunanları tedirgin etti. Normal bir doğum günü pastasından çok, daha farklı bir şeydi gördükleri. Bir tek Nilda, Mehmet'in siyah gülle ilgili daha önceki anlattıklarından dolayı garipsemedi. Aksine çok hoşuna bile gitti. Siyah gül ölümle gelen vedanın değil, cesaretin sembolüydü. Masadaki herkes neler olduğunu çözmeye çalışırken Mehmet, Nilda'dan mumları söndürmesini istedi. Aynı gün içinde ikinci kez aynı dileği tutan genç kız, mumlara üflerken gözlerini kapattı. Onun tek bir dileği vardı: Sonsuza dek sevdiği adamla mutlu olmak! Alkış sesleri eşliğinde gözlerini açtığında sıra doğum günü temennilerine gelmişti ki, Mehmet elindeki çatalı şarap kadehine tıklatarak dikkatleri üzerine çekti. Masadaki korku dolu gözlere tek tek baktıktan sonra bakışlarını Nilda'ya çevirerek konuşmaya başladı. "Sana en büyük doğum günü hediyeni armağan ediyorum. Anneni!" Genç kız, hiçbir şey anlamadığı için garipseyen bakışlarla bir Mehmet'e bir de Gülseren'e baktı. Onun şaşkınlığını gören genç adam, aldığı zevkle konuşmasına devam etti. "Ben gerçek annenden bahsediyorum, sevgili karıcığım. Yani Behiye teyzenden." Nilda, onun sarf ettiği sözlere inanamıyordu. İki eliyle karışan kafasını tutarak olumsuz anlamda başını sağa sola salladı. "Şaka yapıyor olmalısın!" işittikleri, hayatında duyduğu en saçma şeymiş gibi geldi. Bir an, kocasının söylediği gerçeği yalanlamaları umuduyla gözleri, yıllardır ailem dediği Gülseren ve Ayhan'a kaydı. Fakat suçlu gibi başları önlerinde eğik duran eski karı koca itiraz etmiyordu. Behiye ise gerçeklerin ortaya çıkmasından zaten yıllardır korkuyordu. Hiçbir sırrın sonsuza kadar gizli kalmayacağını bilse de kızının öz annesi olduğunu bu şekilde öğrenmesi çok kötü olmuştu. Dahası, Cahide'nin her şeyi bildiğini de böylece öğrenmiş oldu. Kalbini saran korkularla, dolan gözleriyle Nilda'ya yalvarır gibi, "Sana açıklayabilirim," dedi. Söze ilk giren yine Mehmet oldu. Behiye'ye bakarak konuşmaya başladı. "Neyi açıklayabilirsin ki? Yıllar önce üç çocuklu evli bir adamı ayartıp karısından ayırdığını, kadının senin varlığına dayanamayıp kendini astığını gerçekten kızına anlatabilecek misin? Ya da babamı baştan çıkartmak için çabaladığın zamanlarda başka bir adamla birlikte olarak Nilda'ya hamile kaldığını... Bunlar yetmezmiş gibi gayrimeşru çocuğundan kurtulmak için onu evlatlık verdiğini gerçekten anlatabilecek misin?" Müzeyyen duydukları sebebiyle eliyle ağzını kapatırken, Oktay oturduğu sandalyede neye uğradığını bilemez hâlde geriye yaslanarak çevresindekileri izlemeye başladı. Behiye ve Gülseren ağlıyor, Cahide nefret dolu bakışlarla iki kadına kınarcasına bakıyordu. Nilda ise tepkisiz gözlerle olduğu yerde kalakalmıştı. Aklının idrak etmeyi reddettiği gerçekler yüzünden şok geçiriyordu. Daha fazla dayanamadı ve hiç konuşmak istemese de kendini zorlayarak Behiye'ye odaklandı. "Ne olur bana bunların yalan olduğunu söyleyin!" Behiye, Gülseren ve Ayhan sustukça Nilda kendini daha kötü hissetti. Bu sessizlik büyüdükçe sanki kalbi duracakmış gibiydi. Sesini yükselterek, "Size bana bunların yalan olduğunu söyleyin diyorum!" dedi. Lakin ona her şeyi açıklayacağını söyleyen öz annesi başta olmak üzere salondakilerden çıt çıkmıyordu. Sonunda Müzeyyen her şeyi anladı. Mehmet'e bakarak, "Aslında sen Nilda'yı sevdiğin için değil, mutsuz etmek için evlendin, öyle değil mi? Zaten aranızda bir tuhaflık olduğunu ilk günden anlamıştım. Ve tabii ki o yüzden annemizin öldüğünde üzerinde olan elbiseyi karına giydirdin. Demek intikamının son parçası da bu elbiseydi?" dedi şok olmuş hâlde. Müzeyyen'in söylediklerinden sonra Nilda orada bulunmaya daha fazla tahammül edemedi. Onlarla birlikte aynı ortamda bulundukça azar azar ölüyordu sanki. Hayatının tamamen yalandan ibaret olduğunu, Mehmet'in annesinin elbisesini giymesini istemesinin nedenini çok acı bir şekilde öğrenmişti. Bütün olanlardan sonra hıçkırarak ağlamaya başladı. "Hiçbirinizi görmek istemiyorum!" diye bağırıp, koşarak salondan çıktı. Behiye, kızının arkasından gitmek için harekete geçtiği an Mehmet tarafından durduruldu. "Duydunuz işte! Hiçbirinizi görmek istemiyor! Şimdi lütfen evimi terk edin!" Bütün ruhunu saran ızdırapla gözlerinden akan yaşı silen Behiye, "Annenle babanı ben ayırmadım, yanılıyorsun!" dediğinde genç adam bağırdı. "Size evimi terk edin diyorum!" Cahide'nin içinden zafer çığlıkları attığı doğum günü böylece geride acılar bırakarak sona ermişti. Gülseren, Ayhan ve Behiye'nin evden ayrılmasından sonra Müzeyyen ve Oktay, çalışma odasına kapanan genç adamın yanına gittiler. Mehmet içki kadehini yudumlarken ifadesiz görünüyordu. Ablası karşısına geçerek, "Bu yaptıklarına inanamıyorum!" dedi. Genç adam sinirlenerek elindeki bardağı sertçe masanın üzerine bıraktı. "O kadın bizim annemizin katili!" Daha Müzeyyen'in cevap vermesini beklemeden söze Oktay girdi. "Öyle bile olsa Nilda gibi masum, iyi yürekli bir kızın geçmişte olanlarda ne suçu var, ağabey? Bu yaptığın sana hiç yakışmadı!" Müzeyyen, "Kalbinin bu kadar taşlaştığına inanamıyorum! Onunla evlendiğinde, yüzün tekrar gülmeye başladığında psikolojik sorunlarını atlattığını düşünmüştüm. Meğer sen sadece Nilda'yı değil, bizi de kandırmışsın!" derken içeriye Cahide ile Hatice girdi. Yaşlı kadın seslerini yükselten torunlarına bakarak, "O kadının hepinizin hayatını mahvettiği yetmezmiş gibi şimdi de sizi birbirinize mi düşürdü!" dedi. Babaannesinin de erkek kardeşiyle aynı düşüncede olduğunu gören Müzeyyen şaşırmadı. Mehmet'e bakarak, "Demek bütün bunları ikiniz birlikte planladınız? Madem her şeyi düşündünüz, o zaman söyleyin bakalım, şimdi Nilda'ya ne olacak?" diye sordu. Birlikte geçirdikleri zaman içinde ona çok bağlanmış, artık kız kardeşi gibi gördüğü Nilda için çok üzülüyordu. Kendi doğum gününde, hayatının baştan aşağı yalan olduğunu öğrenmek, kim bilir onu ne kadar sarsmıştı? Genç adam için ne olacağı belliydi. Boşanacaklardı. Ama o aklından geçeni dile getirmek yerine sustu. Onun suskunluğuyla Oktay Müzeyyen'in sorusuna, "Ne olacak? Tabii ki kocasının yaptığı çirkin doğum günü sürprizinden sonra burada bizimle yaşamak istemeyecek!" diye cevap verdi. "Abla, bu olanlardan sonra kızcağız yalnız kaldı. Bir gidip baksana." Oktay'ın sözleriyle Müzeyyen harekete geçmeden Mehmet idrak ettiği gerçekle hızla ayağa kalktı. "Ben bakarım! Siz karışmayın!" Koşarak, odadan ayrılıp, üst kata çıktığında doğruca Nilda'nın odasına daldı. Ancak onu bulamadı, yoktu. O an gözüne yatağın üzerindeki annesinin elbisesi çarptı. Kırışmaması için sanki özenle serilmişti. Yatağa yaklaşıp, elbisenin kumaşına dokunurken kaşlarını çattı. Kendisinin yaptığı kötü sürprize rağmen, Nilda annesinin elbisesini fırlatıp atmaktansa, anılara saygılı olunması gerektiğini gösterir gibi iade etmişti. Onun yerinde başka bir kadın olsaydı belki de elbiseyi parçalardı. Bir yanı yaptıklarından utansa da duygularına kulak asmadan ayağa kalktı. Hemen gardırobu açtı. Eşyaları da yoktu, gitmişti. Kendini bir boşluktan aşağı düşmüş misali, derin bir kuyuya çekildiğini hissetti. Kısa bir an boş gözlerle odayı süzerken kendine gelebildi. Aceleyle aşağı kata inip dışarıya çıktı. Görünürlerde yoktu. Genç kızı bulma ümidiyle bahçe kapsından dışarı çıktığında onu gördü. Akşamüzeribaşlayan yılın ilk karına rağmen kaldırımda bavulunun üzerine oturmuş, kıpırdamadan öylece bekliyordu. Ona yaklaşan Mehmet, her şeyi unutup sarılmak istedi ama yapamadı, yapamazdı. Genzini temizleyip sert çıkan ses tonuyla, "Gitmemişsin!" dedi. Nilda cevap vermek yerine ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözleriyle yüzünü ona çevirdi. Hıçkırıklar boğazından yükselirken, "Bana gidecek yer bırakmadın ki! Şimdi mutlu musun?" dedi ve ayağa kalkmak istedi fakat kalkamadı. Son birkaç dakikadır tükendiğini hisseden kız, bilincini kaybederek, karlı zemine düştüğünde Mehmet'in sesi sanki uzaklardan geliyordu. Defalarca ismini söyleyerek sarsmasına rağmen Nilda gözlerini açmadı. Bir anda kanı çekilmiş gibi yüzü bembeyaz olmuş, dudakları morarmaya başlamıştı. Onun hâlini gören genç adamın aklına annesinin hafızasında kalan son görüntüsü geldi. Korkuyla Nilda'yı kucaklayıp bahçe kapısından içeri girdi. Onu hastaneye götürmek için garajdaki arabasına doğru hızlı adımlar atarken Müzeyyen ve Oktay da Mehmet'e bakınmak için dışarıya çıkmışlardı. Müzeyyen, "Aman Allah'ım! Ne oldu ona?" dediğinde ablasına ne cevap vereceğini bilemedi. İşte tam bu anda yanındaki Hatice ile Cahide de dışarıya çıktı. Torununun kucağındaki kıza iğreniyormuş gibi bakarak, "Bıraksaydın da ait olduğu yerde kalsaydı. Numara yapıyordur o, numara!" dedi. Müzeyyen, yaşlı kadının bu kadar vicdansız olduğunu ilk kez görüyordu. Daima aksi ve huysuz olsa da aslında iyi niyetli, yardımsever olarak bildiği babaannesinin ağzından çıkanlara hem üzüldü hem de sinirlendi. "Lütfen babaanne! Yeter!" Evin güvenliği garaj kapısını açarken, Oktay içeriye girip Mehmet'in Nilda'yı arabaya yerleştirmesi için aracın kapısını açtı. Genç adam, sürekli soru soran Müzeyyen'e bağırarak, "Bilmiyorum, abla! İzin verirsen onu hastaneye götüreceğim!" diyerek karısını arka koltuğa yerleştirdiğinde, ablası da Nilda'nın yanına geçerek kendinde olmayan kızın düşmemesi için destek olmaya çalıştı. Oktay da ön koltuğa yerleşip, arabayı çalıştırdıklarında Cahide öfkeden çıldırmak üzereydi. Hastaneye geleli iki saatten fazla olmuştu. Doktorlar istedikleri tetkiklerin sonucunu almadan herhangi bir açıklama yapacağa benzemiyordu. Oktay ve Müzeyyen, kolundaki serumla yatakta yatan Nilda'nın başucunda beklerken Mehmet koridordaki koltuklardan birisinde düşünüyordu. Nilda'yla ilk tanıştıkları günden onları bu noktaya getiren doğum günü partisine kadar olan süreçte yaşadıkları her şey, gözlerinin önünden geçiyordu. Nilda'yı çok sevmişti. O kadar çok sevmişti ki babaannesiyle yaptıkları plandan cayacak kadar kendini kaybetmişti. Hatta bir ara, annesinin yaptıklarının cezasını kızına ödetmeye kalkmalarının yanlış olduğunu dahi düşünmüştü. Amma velakin bu aldatma olayı, içinde geleceğe dair güzel olan ne varsa başlamadan her şeyi bitirmişti. Tüm bunlara rağmen ondan nefret edemediği için kendinden nefret ediyordu. Sırf Nilda'ya karşı yumuşamamak, öfkesini taze tutmak için annesinin elbisesini giydirmişti. Böylece doğum gününde, o kıyafeti onun üzerinde görerek kararlarıyla ilgili yeni bir taviz vermeyecekti. Fakat onun evi terk etmeye kalkacağını nasıl olmuş da hesap edememişti. Ağrıyan başını geriye yaslayıp, parmak uçlarıyla alnını ovarken iki doktorun ayak seslerini duydu. Merakla oturduğu yerden kalktığında doktorlar Nilda'nın bulunduğu odaya girmişti bile. Oktay, aynı hastanede çalıştıkları meslektaşlarıyla selamlaştıktan sonra genç kızın durumunu sordu. Mehmet ise kapı aralığında durmuş, sonucu duymak için bekliyordu. Doktorlardan birisi, ayıldığından beri kimseyle konuşmadan sadece gözyaşı döken kıza baktı. Onu bu hâle getiren şeyin ne olduğunu bilmese de durumuna çok üzüldü. Çok zor bir dönemden geçtiğini düşündüğü kıza, olumsuz bir şey söylemek istemese de mecburdu. "Bebeğiniz... Düşük tehlikeniz olduğu için bu gece sizi misafir etmemiz gerekecek." Nilda'nın aldığı haberle ağlaması şiddetlenirken Müzeyyen sevinçle genç kızın tuttuğu elini sıktı. "Bence bu haber bir kadının başına gelebilecek en güzel şey!" dediğinde, Mehmet kapı aralığından geri çekilerek sırtını duvara yasladı. İşte şimdi her şey daha çok sarpa saracaktı. Kendinin olup olmadığından emin olmadığı bu bebek, işleri daha çok karıştıracaktı. Öfkesi ve kırgınlığı birbirine karışarak, başının ağrısını arttırdığında, dişlerini sıkarak gözlerini kapattı. O, kendi iç dünyasında yenik düşeceği savaşla mücadele verirken diğer doktor açıklama yapıyordu. "Kan depolarınız neredeyse boşalmak üzere. Bir an önce tedaviye başlamamız gerekiyor." Bir süre daha açıklama yapan iki doktor, Oktay'la birlikte dışarıya çıktılar. Nöbetçi olan arkadaşlarına teşekkür eden Oktay'a, doktorlardan birisi, "Hastanın psikolojik durumu hiç iyi görünmüyor. Bence hemen bir psikologdan destek almalı. Aksi hâlde bu bebek dünyaya çok zor gelir, kardeşim," dedi. Arkadaşının önerisinden sonra genç adamın gözleri ağabeyini buldu. "Sanırım tek destek alması gereken kişi o değil." Giden iki doktorun arkasından bakan Oktay, ağabeyinin yanına gidip hemen sağındaki koltuğa oturdu. "Baba oluyorsun, tebrik ederim. Şimdi onu görmeyecek misin?" diye sordu. Mehmet konuşmadan hayır anlamında başını sağa sola çevirdi. Mehmet'in karısını görmek istememesi yetmezmiş gibi, diğer kardeşinin de ortalardan kaybolmasına sinirlenen Müzeyyen, Nilda'ya hemen döneceğini söyleyerek, dışarıya çıktığında, ikisini yan yana otururken buldu. Üstelik Mehmet'in başıyla verdiği cevabı da gördü. Ayaklarını zemine sertçe çarparak, kardeşlerinin yanına geldiğinde burnundan soluyordu. "Karın hamile ve sen onu bu hâle getirmene rağmen hırsını alamadın, öyle mi?" Onun sorusuyla Mehmet gözlerini kaçırdığında Müzeyyen konuşmaya devam etti. "Sen nasıl bir insansın, Mehmet? Seni tanıyamıyorum artık! Söylesene bana, doktorunla en son ne zaman görüştün?" Mehmet çocukluğunda yaşadığı ruhsal travmanın etkilerini taşıyordu. Yıllarca tedavi olsa da izleri hiçbir zaman geçmemişti. Müzeyyen'in doktor konusunu açmasıyla Oktay devreye girdi. "Psikiyatristini en kısa zamanda ziyaret etmelisin, ağabey. Çünkü sağlıklı düşünemiyorsun. Düşünseydin Nilda gibi suçsuz bir kızı bu kadar üzemezdin." Çocukluğundan beri kullandığı ilaçlar ve uygulanan terapileri hatırlayan genç adam, son bir yıldır doktoruyla görüşmeyi tamamen kesmişti. Şimdi bu hatırlatılanlar, sıkılan yüreğini daha çok sıktı. Tekrar o doktor koltuğuna oturmak istemiyordu. Onu sersemleten, uyuşturan ilaçları da istemiyordu. Ama öncesinde halletmesi gereken başka bir konu vardı. O da karısının gerçek yüzünü ortaya dökmekti. Oktay ve Müzeyyen'in sürekli olarak Nilda'yı savunmasına daha fazla dayanamayan Mehmet, "O sandığınız kadar masum birisi değil! O da tıpkı annesi gibi gittiği yere felaketten başka bir şey götürmüyor!" dedi. Ancak söylediği sözlerin onlar için yeteri kadar ikna edici olmayacağını biliyordu. Söylediklerini desteklemek için cebinden cep telefonunu çıkartıp ses kaydını açtı. Ablası ve kardeşi kaydı dinlerken duyduklarına inanamıyorlardı. Özellikle de Müzeyyen'in şaşkınlığı, Oktay'ınkinden çok daha farklıydı. Çünkü iki hafta kadar önce işten eve döndüğünde, salonun önünden geçerken ses kaydında söylenenleri ilk kez o zaman Nilda'dan duymuştu. Hatta merak ederek, içeriye girdiğinde genç kızın elinde tuttuğu kâğıdı okuduğunu da görmüştü. Ve tabii ki o sözlerin aslında kime ait olduğunu da biliyordu. Cahide ve Hatice'nin Nilda'ya oynadıkları oyunu anladığında önce bunu kardeşine nasıl açıklayacağını düşündü. Bu sırada Oktay, Nilda'nın bu kayıttan haberi olup olmadığını Mehmet'e soruyordu. Olanlara sinirlenen Müzeyyen daha fazla susamazdı artık. Bu yanlış anlama bir an önce çözüme kavuşmazsa olabilecekleri düşünmek bile istemiyordu. Mehmet'e hafifçe tebessüm ederek, "Hiçbir şey sandığın gibi değil," dedi ve gerçekleri anlatmaya başladı. Hatice'ye ait olduğunu bildiği notu Cahide'nin Nilda'ya okuttuğunu, hatta kendisinin bunu tesadüfen gördüğünü dile getirdi. O anlattıkça Mehmet duyduklarıyla yerinde duramaz hâle geldi. Bir yanı mutlulukla kanatlanırken diğer yanı her an patlamaya hazır volkan gibiydi. Babaannesinin bu kadar ileri gideceği aklının ucundan bile geçmezdi. Ona inanarak diğer yarım dediği karısına çektirdikleri yüzünden vicdan azabı çekiyordu. "Ağabey, şu ses kaydının gerçek olmadığı kabak gibi ortada! Dikkatli dinleseydin bunun telefon konuşması olmadığını sen de anlardın. Her cümlede ses tonundaki dalgalanmalardan da mı şüphelenmedin?" dedi Oktay. Onlar konuştukça Mehmet duyduklarının altında daha çok ezildi. Kendini affettirmesi mümkün müydü? Nilda hayatı boyunca kandırıldığını kendi doğum gününde bu şekilde öğrenmemeliydi. Fakat iş işten geçmişti. Baba olacağına bile sevinemiyordu. Bütün masumiyetiyle kendisine teslim olan karısından şüphe ettiği için kesin cehenneme gidecekti. Nasıl bu kadar aptal olabilirdi? Bir daha babaannesine nasıl güvenebilirdi? Cahide'nin aklına gelmesiyle yumruklarını sıkarak hareketlendiğinde, ablası ve kardeşi onu engellemek için kolunu tuttular. Ancak bu saatten sonra Mehmet'i kimse durduramazdı. Trafik sabaha karşı durgun olsa da kar nedeniyle eve ulaşması kırk beş dakikayı bulmuştu. İçeriye girip, merdivenleri ikişer üçer basamak atlayarak tırmandı. Üst kata çıkıp, kapıyı çalmadan, babaannesinin odasına hızlı bir giriş yaptığında onun o saatte uyumamasına şaşırmadı. "Bunu nasıl yapabildin?" diye sordu genç adam öfkeyle. Yatağında oturan yaşlı kadın, avuçlarının arasında tuttuğu cep telefonunu hiçbir şey söylemeden başucundaki komodinin üzerine bıraktı. Sonra yatak başlığından destek alarak ayağa kalktı. Torununun kapıyı çalmadan içeri girmesi, hesap sorar gibi karşısına dikilmesi onun için büyük saygısızlıktı. Ama şimdi bunu düşünecek zaman değildi. Müzeyyen'i aradığında öğrendiği bebek gerçeğiyle korkuları gerçekleşen yaşlı kadın, başını dik tutarak Mehmet'in yanına gitti. Gözlerindeki öfkeyle, "O bebek kimden?" dedi. Cahide'nin imasıyla genç adam cinnet geçirmek üzereydi. Eğer karşısındaki kadının üzerinde hakkı olmasa şimdiye kadar çoktan katili olabilirdi. Sinirlerine hâkim olmaya çalışarak, "Tabii ki o benim bebeğim ve sen de bunu biliyorsun!" dedi. Yaşlı kadın, torununun böyle bir yanlış yaptığını kabullenemiyordu. Bu çocuğun ailelerinin soyadını taşıyacağını düşündükçe içinde fırtınalar kopuyordu. Mehmet'in verdiği cevaptan sonra, "Sana o bebek kimden dedim?" derken sesi bir öncekinden daha sert, daha yüksek çıkmıştı. Genç adamın aklına, Nilda'yı yağan karın altında bulduğu an geldi. Ona ya da bebeğine bir şey olsaydı o zaman suçluluk duygusuyla nasıl yaşardı? Babaannesinin attığı iftira yüzünden gece daha büyük bir felaketle sonuçlanabilirdi. O da babaannesi gibi kendinden emin bir şekilde, dişlerini sıkarak onun gözlerinin içine baktı. "Ben de sana benim dedim! O ses kaydında boşuna mı sevmediği bir adamın koynuna girdiğini Nilda'ya söylettin? Çünkü onu sevdiğimi ve gerçekten karım olduğunu fark ettin. Ama senin hesaba katmadığın, benimse mallığım yüzünden fark etmediğim bir şey vardı. Nilda bana geldiğinde bakireydi. Senin o kayıtta bahsettiğin gibi, benden önce başka birisinin koynuna girmesi imkânsızdı. Şimdi bana söyler misin, bildiğin şeyi neden tekrar tekrar soruyorsun? O çocuk benim kanımı taşıyor!" Duyduklarıyla Cahide'nin gözü döndü. Mehmet ilk kez ona böyle başkaldırıyordu. Sonunda olan olmuş, şeytan dediği kız torununun yatağına girerek onu ele geçirmişti. İçine sığmayan öfkesiyle Mehmet'e vurmak için elini havaya kaldırdığında, genç adam tokat yüzüne inmeden bileğinden yakaladı. "Sakın babaanne! Aklından bile geçirme!" "Ona dokunmayacağına dair bana yemin etmiştin, söz vermiştin!" Genç adam, babaannesinin bileğini tutan elini gevşetip geri çekildi. "Evet, sana bir söz verdiğimi, yemin ettiğimi hatırlıyorum. Ama yeminimi bozdum." Cahide ona acıyor gibi baktı. "Sen bile ona güvenmiyorsun. Aksi hâlde bana inanmazdın. Madem her şeyi hatırlıyorsun, bir ses kaydı yüzünden Behiye'yi bu eve getirtip ona gerçek annesi olduğunu söylediğini de hatırlıyorsundur. Şimdi ne olacak, Mehmet? Karım dediğin kadının karnındaki piçle bu eve gelip..." demişti ki genç adam için son duydukları bardağı taşıran damla oldu. "Yeter!" diye bağırıp, küfürler savurarak şifonyere gitti. İki kolunu kullanarak üzerinde bulunan bakım kremlerini ve parfüm şişelerini yere indirdi. Delirmiş gibi bir hâli vardı. Onun bu hâlinden ürken Cahide, torununun yatağın üzerindeki örtüyle yastığı etrafa fırlatmasını korkuyla izledi. Hızını alamayan Mehmet koltuğu devirip, perdeye yüklenerek, yere indirdiğinde titremeye başlamıştı ki odaya giren Oktay, sinir krizi geçiren ağabeyine arkasından sıkıca sarıldı. "Tamam ağabey, sakin ol!" Yarım saat sonra kendi odasında gözlerini açan Mehmet yataktan çıkmaya çalıştı. "Benim acilen hastaneye gitmem gerek," dediğinde Oktay onu durdurdu. "Yanında ablam var, merak etme. Daha yeni atak geçirdin, bu hâlde gidemezsin. Hem seni görmenin ona iyi geleceğini hiç sanmıyorum." Kardeşinin söylediği sözlerle Nilda'yla haftalar önce konuştukları bir anı hatırladı. Ne pahasına olursa olsun onu koruyacağını, yanından asla ayrılmayacağını ona söylemişti. Oysaki vadettiklerinin aksine, ona en büyük zararı da yine kendisi vermişti. Yorgunluktan bitap düşen ruhuyla yatağa tekrar uzandığında, kirpiklerini kırpmadan gözünden yaşlar dökülmeye başladı. Onu izleyen Oktay şaşkındı. Çünkü ilklerin yaşandığı bu evde, ilk kez ağabeyinin ağladığına şahit oluyordu

Read on the App

Download by scanning the QR code to get countless free stories and daily updated books

Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD