Nilda için hayatının en heyecanlı anı, hiç şüphesiz mezuniyet töreniydi. Sonunda hayallerine bir adım daha yaklaşmıştı, anaokulu öğretmeni olacaktı. Babası her ne kadar kızının çalışmaya ihtiyacı olmadığını dile getirse de o, babasıyla aynı fikirde değildi. Öğrenmeyi, öğretmeyi, dahası çocukları çok seviyordu. Odasında arkadaşlarının doldurduğu anı defterini tebessüm ederek okurken kapı çaldı.
"Kızım, baban seni çağırıyor."
Nilda, annesinin yüzündeki ciddiyetten bir sorun olduğunu hemen anladı. Acaba babasını kızdıracak bir şey mi yapmıştı? Merakla salona gittiğinde anne ve babası ikili koltukta yan yana oturuyorlardı. Babası karşısındaki tek kişilik koltuğu işaret etti. "Lütfen oturur musun? Seninle paylaşmamız gereken önemli bir konu var."
Aklına ilk gelen, ailesinin sahip olduğu küçük nakliyat şirketiyle ilgili bir sorun yaşandığı oldu. Çünkü babası sadece iş konusunda bu kadar ciddi görünür, kızının karşısında daima gülümserdi. Aklından geçen farazi düşünceleri bir kenara bırakıp, "Sizi dinliyorum," dedi.
Ayhan Bey, söze nereden gireceğine karar vermeye çalışırken karısı onun anlatmak istediklerini tek bir cümleyle özetledi. "Biz boşanmaya karar verdik!"
Biz boşanmaya karar verdik mi demişti annesi! Duyduklarını önce şaka sanarak gülmeye başladı. "Size inanmıyorum! Bu çok çirkin bir şaka!"
Ayhan Bey, aceleci karısına yönelttiği sert bakışını yumuşatarak yönünü kızına çevirdi. "Şaka değil, yavrum. Bu, uzun zaman önce ortak verdiğimiz bir karar. Senin için kabullenmesi zor biliyorum ama biz annenle yollarımızı ayırmaya karar vereli birkaç yıl oldu."
Hayatı boyunca, anne ve babasının bir kere bile tartıştığına şahit olmayan, daima aile bağlarının ne kadar güçlü olduğuyla övünen Nilda'nın alayla gülen yüzü bir anda asıldı.
Onun gözünde ailesi öylesi kusursuzdu ki, boşanma mevzusu öyle kolay sindirebileceği bir gerçek değildi. Öfkeyle ayağa kalkıp, dolan gözlerini silerken, "Bunu kabul etmiyorum!" diyerek odasına koştu, kapıyı kilitledi. Kendini yatağına bırakıp, hıçkırarak ağlarken babasının dışarıdan gelen sesini duydu. "Lütfen Nilda! Artık yirmi üç yaşında genç bir kızsın. Kapıyı aç da konuşalım. Böyle çocuk gibi davranarak bizi çok üzüyorsun."
Babasının kurduğu cümlelerle gözlerini silip kapıya yaklaştı. "Sizin yaptığınız şey beni üzmedi mi sanıyorsunuz? Sorununuz neydi, baba? Anlatsaydınız birlikte belki bir çözüm yolu bulabilirdik!"
O, içinden geçenleri kapının arkasından söylerken konuşma sırası annesine gelmişti. "Nilda, şu kapıyı açar mısın bebeğim? Bak, koskoca kız oldun. Böyle şımarıkça davranmak sana hiç yakışmıyor. Lütfen biraz mantıklı davran."
Annesinin sözleriyle daha da sinirlendi. Demek her şey onlar için bu kadar basitti! Hemen yatağının altından bavulunu çıkartıp alelacele birkaç parça eşyasını koydu. Çalışma masasında duran aile fotoğrafına baktığında ağlaması daha da şiddetlenmişti. Onlara ne kadar kırgın olsa da üçünün bir arada olduğu mezuniyet töreninde çekilen fotoğrafı da yanına aldı. Beş dakika içinde gitmek için hazırdı. Kapıyı açtığında annesi de tıpkı kendisi gibi ağlıyordu. Ayhan Bey önce kızının elindeki bavula baktı. Sonra, "Kızım nereye gidiyorsun?" diyerek bavula uzandı ama Nilda buna müsaade etmedi. "Bir süre birbirimizden uzak kalsak iyi olacak."
"Ama nereye gideceksin?"
Gideceği yer belliydi ama bunu onları cezalandırmak için söylemedi. Hiç cevap vermeden, ailesinin onu engelleme çabalarına aldırmadan doğruca kapıya gitti. Fakat babası kapının önünde durdu. "Bu şekilde hiçbir yere gidemezsin!"
Genç kız, eliyle babasını kapıdan uzaklaştırdı. "Az önce sen söylememiş miydin baba? Yirmi üç yaşında genç bir kızım ve artık kendi kararlarımı kendim verebilirim! Tıpkı sizin gibi!"
Hızlıca kapıyı çekip çıktığında, ilk kez anne ve babasının gerilerde kalan tartışma seslerini duydu. Birbirlerini suçluyorlardı.
Yol boyunca, çocukluğuna dair anılarında yaptığı yolculukta bazen ağladı, bazen sinirlendi. Ama hissettiği en güçlü duygu kırgınlıktı. Hâlâ onların ayrılacağına inanamıyordu. Sevgi ve saygı içinde büyümüş, ailesini yıkılmaz bir kale olarak görmüştü. Fakat yanılmıştı. Hayatının en büyük yanılgısıyla, sekiz saat sonra istediği adrese ulaştığında gücünün tükendiğini biliyordu. Kolunu kaldıracak takati kalmasa da parmakları zile dokunduğunda kapıyı istediği kişinin açması için dua etti.
Sabahın altısında, on saniye bile geçmeden kapı açıldı. Annesinin en yakın arkadaşı olan Behiye, karşısında gördüğü Nilda'ya sıkıca sarıldı. Kadın sevgiyle, "Kuzum, hoş geldin!" dedi. Kendini saran kolların sıcaklığıyla tutmaya çalıştığı hıçkırıkları geri dönmüştü. Behiye onun saçlarını koklayarak öptükten sonra geri çekildi. "Lütfen ağlama artık! Hadi içeriye girelim de anlat bana, neler oluyor?"
Birlikte içeriye girmek için hareket ettiklerinde onun şaşırmamasından gelişinin Behiye için sürpriz olmadığını anladı. Öyle ki, en fazla kırk beş yaşında olan kadının hiç de yataktan yeni kalkmış gibi bir hâli yoktu.
"Sabahın bu saatinde, çat kapı geldiğim için kusura bakma, Behiye teyze. Uygunsuz bir zamanda gelmemişimdir umarım."
"Ne kusuru bebeğim, her zaman söylediğim gibi burası senin de evin," diyen Behiye elindeki bavulu göstererek, "Ben bunu misafir odasına bırakıp geliyorum. Hadi sen de oturma odasına geç," dedi.
Nilda oturma odasına gitmek yerine terasa çıktı. Burası, bu evin en sevdiği bölümüydü. Büyük saksıları süsleyen ortanca çiçeklerine bakarken arkasından Behiye'nin sesini duydu. "Çok güzeller, öyle değil mi?"
"Evet, çok güzeller. Ve senin en sevdiğin çiçekler."
İkisi birlikte tebessüm ettikten sonra Behiye onun için yiyecek bir şeyler hazırlamayı teklif etse de o an için en son düşüneceği şey karnını doyurmaktı. "Aç değilim, teşekkür ederim," diyerek yemek teklifini reddetti.
Birlikte üçlü hasır koltuğa yerleştiklerinde her zaman yaptığı gibi başını Behiye'nin dizlerine dayadı. "Onların boşanacağını biliyordun, hatta benim buraya geleceğimi de."
"Evet, güzelim biliyordum. Daha doğrusu annen arayıp, olanları anlattığında bana geleceğini tahmin etmiştim. Onlar, sen üniversiteyi kazandığın ilk yıl, boşanmaya karar verdiler ama senin psikolojini etkilememek için bu kararı yıllarca ertelediler. Senin ne kadar hassas bir kız olduğunu biliyorlardı. Bu durumun seni çok üzdüğünü biliyorum ama onların verdiği bu karara saygı duymaktan başka yapabileceğimiz bir şey yok."
"Ama..." diye Nilda itiraz ederken Behiye konuşmaya devam etti. "Anne ve babanın ayrılması, aranızdaki bağı koparmayacak, benim güzel kızım. Onlar senin ailen ve her ne olursa olsun, daima yanında olacaklar. İnsanlar evlenirken sonsuza dek süreceği ümidi ve hayaliyle o deftere imza atıyorlar. Kimse bir gün ayrılacağını düşünerek evlenmez. Ancak bazen duygular zamana yenik düşebiliyor maalesef."
Behiye, Nilda'nın saçlarını okşayarak, konuşmaya devam ederken dizlerinin üzerindeki ağırlığın yavaş yavaş arttığını hissetti. Uykuya geçmek üzereydi. O an aklına yıllar öncesi geldi. Nilda o zamanlarda, ne zaman birilerine öfkelense veya kırılsa, ya perdenin arkasına saklanırdı ya da gardırobun içine gizlenirdi. Tıpkı bugün olduğu gibi onu üzenleri sessizliğiyle cezalandırırdı. Geçmişe yaptığı kısa yolculuktan sonra genç kızın yanağını okşayarak, "Hadi, içeriye girelim de uyu biraz. Kalktığında uzun uzun konuşuruz," dedi.
1 HAFTA SONRA
Nilda, sabah gözlerini kapıdaki tıkırtılarla açtı. Gülümseyerek, yatağından kalkıp, kapıyı araladığında, Barbaros yanından rüzgâr gibi geçerek yatağın üzerine tırmandı. Bu hayvan son zamanlarda yüzünü güldüren tek şeydi. Behiye, Jack Russel cinsi köpeği genç kızın gelişinin üçüncü günü, ona arkadaşlık etmesi, yalnızlığını paylaşması için hediye etmişti. Hayvanları çok seven Nilda, hemen onu sahiplenmiş, hatta ona üniversitedeki en sevdiği arkadaşlarından birisinin adını koymuştu. Barbaros ile birlikte yatakta oynarken Behiye odanın kapısında belirdi. "Kuzucuğum, kahvaltı hazır."
Gönülsüzce yataktan kalkıp, elini yüzünü yıkadıktan sonra masadaki yerini aldığında canı hiçbir şey istemiyordu.
Bir gece önce arayan annesine yine cevap vermemişti. Bu durum vicdanını huzursuz etse de ailesine olan kırgınlığı geçecek gibi değildi. Kendisi de farkındaydı abarttığının ama elinden başka türlüsü gelmiyordu. Hayatında ilk kez mantığını dinlemeyi reddediyordu. Onun, tabağındaki yeşil zeytinle oynadığını gören Behiye, "Bugün ne yapmayı düşünüyorsun?" diye sordu.
"Barbaros ile birlikte sahile ineceğim. Biraz yürümeye ihtiyacım var."
Onun sıkıntısına çözüm olamadığına üzülen kadın, tekrar aile konusunu açarak canını sıkmak istemediği için sustu. "O zaman ben çıkıyorum, tatlım. Bugün pastanede işler biraz yoğun. Yürüyüş sonrası belki bana yardımcı olmak için dükkâna uğrarsın."
Behiye işlettiği küçük pastanesine gittikten sonra Nilda, köpeğiyle birlikte evden çıktı. Kapıyı kilitlemek için yaramaz köpeğini kucağından indirdiği an, Barbaros koşarak bahçeden dışarıya çıktı. Nilda da peşinden koştu ama küçük köpek çok hızlıydı. Kendinden beklenmeyen bir hızla, karşıdaki eski evin aralıklı bahçe kapısından içeriye girdi. Sanki kendisini dinleyecekmiş gibi arkasından, "Barbaros gel buraya!" diye seslense de köpeği durmadı.
Genç kız, sahiplerini tanımadığı evin bahçesine girince ürperdi. Ama onu bulmalıydı. Hissettiği tedirginlik artarken Barbaros'un tasmasındaki ipin bahçeyi saran otlara dolandığını gördü. Gülümseyip, "Seni yaramaz, demek buradasın," diyerek onu kucağına aldı. Köpekle birlikte tekrar dışarıya çıkmak için kapıya yöneldiğinde bahçedeki erik ağacı dikkatini çekti. En sevdiği meyveydi erik. Etrafına bakındı, kimseyi göremedi. Zaten evde birileri yaşıyormuş gibi görünmüyordu. "Muhtemelen sahipleri uzunca bir süredir uğramıyordur," diye düşündü. Dallardan birisine uzanıp eriklerden koparmak istese de boyu yetmedi. Bir iki tane koparıp yese, ne olurdu ki? Barbaros'u ağacın gövdesine bağlayıp tırmandı. Birkaç tane eriği cebine atıp, inmek için hareket ettiğinde tutunduğu dal kırıldı. Çığlık atarak, sırtüstü boşluğa düşerken gözlerini sımsıkı yumsa da korktuğu gibi olmadı. Çünkü onu saran güçlü kollar düşmesine engel oldu.
"İyi misin?"
Genç kız, kendisine yöneltilen soruyla kapalı gözlerini daha da sıkarken, titreyen ses tonuyla kekeleyerek, "Sa-sa-sanırım," diye cevap verdi. "Ö-ölmediysem iyi olmalıyım."
Aslında o an ölmüş olmayı diledi. Çünkü izinsiz bir eve girdiği yetmezmiş gibi, düşme anında kollarını tanımadığı bir adamın boynuna dolamıştı. Korku ve utançla sol gözünü hafifçe araladı. Otuzlu yaşların başındaki adamla göz göze gelince hemen kollarını indirmişti ki, adam Nilda'yı bir anda yere bıraktı. Genç kız, kalçasında hissettiği acıyla inledi. "Sen manyak mısın?"
Genç adam, üzerindeki gömleğin ütüsü sanki buruşmuş gibi düzeltirken, "Normalde hırsızlara karşı bu kadar insancıl davranmam!" dedi.
Ev sahibi haklıydı. Bahçesine izinsiz girmiş, bir de üstüne meyvelerinden çalmaya yeltenmişti. Ama o hırsız değildi.
"Ben hırsız değilim. Köpeğim bahçenize girdiği için..." demişti ki adam cümlesini tamamlamasına fırsat vermeden sözünü kesti. "Sen de hazır ev sahibi ortalarda görünmüyorken ne aşırsam kârdır diye düşündün, öyle değil mi?"
"Asla! Sadece canım çektiği için üç tanecik erik kopardım, o kadar. Gözünüz gönlünüz ne kadar darmış!"
Genç adam, Nilda'nın üzerine doğru yürümeye başladığında, burun kanatlarının şişip inmesinden dolayı sinirlendiğini anladı. "Demek hem mülküme izinsiz giriyorsun hem de pabuç kadar dilinle beni pintilikle suçluyorsun, seni küçük hırsız!"
Aralarında bir adım kadar mesafe kala, Nilda durması için sağ elini kaldırıp, sol elini pantolonunun cebine daldırarak üç tane bozuk bir lira çıkarttı. "Ne kadar istiyorsun?"
Onun bu tavrıyla karşısındaki adamın yüz hatları hemen yumuşadı. Fakat eski ciddiyetini takınması çok uzun sürmedi. "Bu şekilde sıyrılacağını sanıyorsan yanılıyorsun. Şimdi polisi arıyorum."
Nilda başına gelen bu saçma olaya inanamıyordu. Onun kendisiyle dalga geçtiğini düşündüğü sırada, adamın cebinden cep telefonunu çıkartıp, tuşlara bastığını görünce çok ciddi olduğunu anladı. "Bak, polisi bu işe karıştırmadan da aramızda çözebiliriz. Alt tarafı iki üç erik, bunda abartılacak ne var ki?"
Genç adam sağ elindeki cep telefonunu, sol avucunun içine hafifçe vururken düşünüyor gibi görünüyordu. Bir süre sonra, "Belki anlaşabiliriz. Ama iki şartla," dedi.
Nilda şaşırdı. "Normalde böyle durumlarda tek şart olmaz mı? İki şart da ne demek oluyor?"
Onun itirazına karşılık, adam parmaklarını tekrar telefonun tuşlarına götürünce, "Tamam, iki şart olsun!" dedi. İşin ucunda Behiye teyzesine rezil olmak vardı. Kendisine bu kadar destek olan kadını, hayal kırıklığına uğratmamak için alttan almak zorundaydı. "Şartlarını öğrenebilir miyim?" Tanımadığı adam, zafer kazanmış gibi sinsice güldüğünde sinirden dişlerini sıktı. "Evet, seni dinliyorum!"
"Öncelikle tanışalım. Benim ismim Mehmet. Buranın yabancısıyım ve bana bu küçük şehri tanıtacak bir rehbere ihtiyacım var."
Normalde başka şehirde yaşasa da tatil dönemlerinde annesiyle bu küçük şehre sık sık geldiği için gezilecek yerleri iyi biliyordu. Özellikle son günlerde Behiye ile birlikte gezerken şehrin tarihiyle ilgili birçok yeni bilgi edinmişti. Ama yine de tanımadığı birine rehberlik etmek, çok da cazip gelmedi. Üstelik bu kişi karşı cinsti. "Ama ben de burada misafirim ve şehri çok iyi bilmiyorum."
Mehmet, genç kızın cevabına karşılık, "O zaman bildiğin kadarını gezdirirsin," dedi.
Nilda mecbur kabul etmek zorunda kaldı. "Peki, ikinci şartın nedir?"
"Benden kabalığın için özür dileyeceksin."
İşte bu duyduğuyla iyice sabrı taştı, sinirden buğday rengi olan teni kızardı. "Ne demek özür dilemek! Hem beni yere düşürüyorsun hem de tehditle rehberlik yaptırmaya çalışıyorsun, üstüne bir de senden özür dilememi mi bekliyorsun? Delirmiş olmalısın!"
"Bir; seni yere düşürmedim, indirdim. İki; bana manyak mısın, dedin. Üç ve son olarak, deli olduğumu ifade ettin ki bahçeme izinsiz girip hırsızlık yaptığından bahsetmiyorum bile."
Onun bir yerde haklı olduğunu bilen Nilda, bal rengi gözlerini yere çevirip hayatında ilk kez birisinden mecburi özür diledi. "Özür dilerim."
"O zaman gezi için seni yarın sabah onda burada bekliyor olacağım."
Nilda, düştüğü durum yüzünden yaramaz köpeğini azarlarken Mehmet, "Bana ismini söylemeyecek misin?" diye sordu.
Genç kız, uçları bukleli olan uzun siyah saçlarını, hafif rüzgârda savurarak arkasını döndü. Ve onun yüzüne bakmadan, kapıya doğru adımlarken, "Nilda," dedi.
Onun gidişinin ardından, gıda alışverişi yapmak için arabasına yönelen genç adam, babaannesini arayıp yaşlı kadının duymayı beklediği haberi verdi. "Kızla tanıştım. Merak etme, benim ona gitmeme gerek kalmadı. Kendi ayağıyla gelerek işimi kolaylaştırdı."