Bölüm 1

3066 Words
13 Mart 2006 Şırnak Saat 14’e geliyordu. Şilan’ın doğum günüydü bugün. Küçük kız heyecanla babasını bekliyordu. Çünkü babası gelince dışarı çıkıp doğum gününü kutlayacaktı. Bunun için çok heyecanlıydı. “Anne, babam ne zaman gelecek?” Diye sordu heyecanla Şilan. “Bilmiyom kızım, gelecektir merak etme.” Zeynep de merak etmişti kocasını çünkü kocası ona öğlen geleceğini söylemişti. Endişeliydi, içinde kötü bir his vardı ama bunu kızına belli ettirmemeye çalışıyordu. “Anne yoksa babam bugün doğum günüm olduğunu unuttu mu?” dudak büzerek konuştu Şilan. Annesi Zeynep, anında kızının yanına gelip diz çöktü. “Kızım, sence baban senin doğum gününü unutur?” “Unutmaz mı?” “Unutmaz! Bugün biricik kızının doğum günüdür, hiç unutur.” Annesinin konuşmasıyla gülümsedi Şilan. Biliyordu, babası onun doğum gününü unutmazdı. Zeynep ve Ahmet çiftinin bir süre çocukları olmamıştı. Zeynep bunun için bir sürü tedavi gördü. Ahmet’in ailesi Zeynep’in üzerine kuma getireceklerken Ahmet ailesine karşı çıkıp kimseyle evlenmedi. O karısıyla çocuk için evlenmemişti. O karısına gerçek bir sevgi besliyordu. Bir gün Zeynep mide bulantısı ve baş dönmesiyle hastaneye gittiklerinde bir çocuklarının olacağı haberlerini aldılar. İkisi başta şaşırıp inanmasalar bile sonunda çocuğu olacağı için mutluluktan ağlayıp Allah’a sükretmişlerdi. Bu yüzden Ahmet ve Zeynep çifti tüm sevgilerini kızına vermişlerdi. Şilan onların mucizesiydi. Evin kapısının çalmasıyla Şilan hemen koştu kapıya doğru. “Babam geldi, babam geldi.” Diye bağırarak kapıyı açtı ama karşısında babasını görememesiyle kaşlarını çattı. “Babam nerde?” diye konuştu Şilan. Etrafa baktı ama babasıno görememişti. Kaşlarını çattı küçük kız. “Babam nerde asker amca? Benim babam da senin gibi asker, onu neden kendinle getirmedin.” “Biliyor musun bugün benim doğum günüm. Benim babam bana söz verdi geleceğim diye ama hâlâ gelmedi. Senin haberin yok mu? Keşke onu da kendinle getirseydin.” Şilan’ın konuşmasıyla kapıdaki asker başını öne eğdi. “Asker amca neden bana cevap vermiyorsun?” diye konuştu dudak büzerek Şilan. Babasını istiyordu küçük kız. "Kızım, baban geldi?" diye bağırarak konuştu içerden Zeynep. Kimsenin cevap vermemesiyle kapıya doğru ilerledi. Kapıda asker görmesiyle ellerini kalbine götürdü, başını hızla iki yana salladı. Kalbi sıkıştı, nefes almakta güçlük çekmeye başladı. İstemiyordu, hissettiği şeyin gerçek olmasını istemiyordu. “Anne asker amca benimle konuşmuyor.” Şilan’ın konuşmasıyla kapıdaki asker başını kaldırıp Zeynep’e baktı. Çok fazla uzatmadan direk konuya girmek istedi. “Ben Albay Akın.” Zeynep gözlerini albayın gözlerine dikti. Sözcükler havada asılı kaldı, ancak hiçbiri dudaklarından dökülmedi. Yüreği, göğsünde ağır bir yük gibi çarpmaya başladı. “Kocanız Ahmet Aslan, teröristler tarafından kurulan kumpasta şehit düştü. O cesareti ve fedakârlığıyla vatanı için canını hiçe sayıp savaştı, tüm birliği ve ulusumuzu onurlandırdı. Bununla gurur duymalısınız.” Albayın konuşmasıyla nefesi kesildi Zeynep’in, dünya etrafında dönmeye başladı. Gözyaşları yanaklarından süzülmeye başladı. Daha fazla dayanamayarak yere, dizlerinin üzerine çöktü. Elleri titriyor, kalbi kırıktı. Şehit haberini almak onun hayatının en zor anıydı. “Yüzbaşı Ahmet Aslan anısı, her zaman kalbimizde yaşayacak ve onun adı kahramanlarımızın arasında anılacak.” ✧ 20 Kasım 2024 Ben Şilan Aslan, babamın şehit haberinden sonra onun izinden yürüyüp asker olmak istedim ama doktor oldum. Annem yetimhanede büyümüş biriydi. Babamla evlendikten sonra tek ailesi babam ve ben olmuştuk ama babamın şehit haberinden sonra artık tek ailesi ben olmuştum. Beni de kaybetmek istemediği için asker olmama izin vermedi. Bende ‘madem babam gibi vatanımı savaşarak koruyamıyorum, bende vatanımdaki insanların yaralarını iyileştiririm’ deyip doktor olmaya karar verdim. Bundan tam 7 yıl önce İstanbul’a gelip doktorluk okudum. Sadece yaz tatillerinde Şırnak’a gitmiştim. Kendimi derslerime odaklayıp bir an önce üniversiteyi bitirmek istemiştim. Bugün 7 yıl sonra tamamen Şırnak’a, kendi memleketime taşınıyordum. Görevime orda başlayacaktım. Şimdi ise uçağa binmiş kalkmasını bekliyordum. Yanım boştu ve bu gülümsememe neden olmuştu. Çünkü ben fazla insan seven biri değildim. Zaten yolculuk sırasında konuşmayı seven biri de değildim, daha çok uyumayı tercih ediyordum. Bu gülümsemem kısa sürdü. Çünkü yanıma öndeki iki düğmesi açık, beyaz gömlekli, siyah kumaş pantolon giyen biri oturdu. Onun oturmasıyla dudak büzüp önüme döndüm. “Başka bir yere otursaydın ne olacaktı sanki.” Diye konuştum kendi kendime mırıldanarak. “Efendim?” adamın konuşmasıyla ona dönüp incelemeye başladım. Gözleri dikkat çekici bir şekilde parlak ve canlı bir mavi tonuna sahipti. Yüzünde bakımlı ve düzenli şekilde kesilmiş hafif kirli sakal vardı. Saçları ise koyu siyah ve gürdü. “Yok bir şey.” Deyip önüme döndüm daha fazla dikkat çekmeden. Çok yakışıklıydı hakkını yememek lazımdı. Üzerimde bakış hissetmemle başımı hafifçe sağa çevirdim. Çevirmemle göz göze geldik. Hafifçe gülümsedim. “Birine mi benzettiniz acaba?” “Anlamadım?” “Diyorum ki beni birine mi benzettiniz?” Dikkatli bir şekilde bana bakması beni rahatsız ediyordu. “Birine benzetiyordum evet ama dikkatli bakınca benzemediğinizi anladım.” Göz devirmemek için zor tuttum kendimi. “Anladım.” Önüme döndüm. Bir süre daha bana baktığını hissedince sesli bir şekilde nefes verip ona bakmadan konuştum. “Hâlâ bakıyorsunuz yoksa bu sefer de başka birine mi benzettiniz?” alayvari bir şekilde konuşmuştum. "Hayır kimseye benzetmedim. Sizin gibi mükemmel birini kimseye benzetemem, Eşsizsiniz." Başladık iltifat almaya. Şu erkekler her gördüğü kıza asılmasalar olmayacak zaten. “Bana bakmanız beni rahatsız ediyor da önünüze dönseniz beni çok mutlu edersiniz.” “Tabii ki. Kusura bakmayın bu arada.” Kusur mu bıraktı sanki. Ona cevap vermeyip çantamdan kulaklığımı çıkardım. Kulaklığı taktıktan sonra slow bir müzik açıp gözlerimi kapattım. ✧ Sonunda 2 saatin ardından Şırnak’a gelmiştik. Bavullarımı alıp havaalanından çıktım. Bir taksinin yanında durmuş olan Elif’i görmemle hemen oraya koştum. Beni görmesiyle Elif de bana doğru koştu. Bavulumu bırakıp ona sıkı bir şekilde sarıldım. Onu çok özlemiştim. Kendisi benim dostum, kardeşim, her şeyimdi. İstanbul’a gittiğimde bile onunla bağımı koparmamıştım. Elif, benim idolümdü. Elif daha çocukken babası borçlarından dolayı onu yaşlı bir ağaya satmak istemişti ama o babasına karşı çıkıp evden kaçmıştı. Bizim eve gelmişti, tabii bunu babası bilmiyordu. Çünkü babası onun arkadaşlarından habersizdi. Kendi kızıyla doğru düzgün sohbetleri yoktu. Elif’in annesinin ölümünden sonra her şey onun için çok zorlaştı. Çok yalnız kalmıştı. İçine kapanık biriydi. 5 yıl öncede babasını kaybetti. Tüm yaşadıklarına rağmen dimdik ayakta duruyordu Elif. Bulduğu her türlü işte çalışıyordu, iş ayırt etmiyordu. Şimdi ise bir restoranda çalışıyordu. Elif kimseye muhtaç olmadan kendi ayakları üzerinde duran güçlü bir kızdı. “Seni çok özledim Şilan.” Diye konuştu Elif. “Ben de seni çok özledim Elif.” Gözleri dolmuştu bile. Kendisi çok duygusal biriydi. “Gidelim mi?” başımı aşağı yukarı salladım. Annemi de çok özlemiştim. O benim tek varlığımdı. Annem olduğu için dünyanın en şanslı insanıydım. “Kusura bakma Şilan arabamız yok. Bu yüzden taksiyle eve gideceğiz.” Öyle bir konuşuyordu ki gören de sanki ben İstanbul’da arabayla geziyorum. Birlikte taksiye binip adresi verdik. Taksicinin arabayı çalıştırması ile başımı cama koyup dışarıyı izledim. Buraları çok özlemiştim. Buralar bana babamı hatırlatıyordu. Aklıma gelenle Elif’e döndüm. “Elif, ilk önce babamın yanına gidebilir miyiz?” sormamla başını aşağı yukarı sallayıp taksiciye döndü. Bende tekrar eski yerimi aldım. Gözlerim dolmuştu, onu çok özlemiştim. Benim babam benim arkamdaki dağdı ve o dağı o hain teröristler yıkmıştı. Babamı aldılar benden, beni yetim bıraktılar. Sadece ben değil benim gibi onlarca çocuk bu kaderi yaşıyordu. Bazılarının babası, bazılarının annesi, bazılarının çocuğu... Hepsi bu vatan için canını hiçe sayıyor. Bende o gururu yaşamak istiyordum ama olmadı. Kaderimde asker olmak değil doktor olmak varmış. “Şilan, geldik canım.” Elif’in konuşmasıyla daldığım düşüncelerden kurtuldum. Etrafa baktım, gelmiştik. İkimiz de aynı anda kapıyı açıp taksiden indik. “Bizi burda bekleyebilir misin amca? Fazla durmayacağım zaten.” Adam başını aşağı yukarı salladı. “Beklerim kızım. Başın sağolsun ölen kimdir?” “Babam, teröristlerin kurduğu bir kumpasta şehit düştü.” Konuşurken başım dikti. Her ne kadar üzülsem de babamla gurur duyuyordum. “Tekrardan başın sağ olsun kızım.” “Teşekkür ederim amca.” Elif’e döndüm. “Elif ben biraz babamla yalnız kalmak istiyorum.” Cevap olarak hafif bir şekilde gülümsedi ve başını aşağı yukarı salladı. Arkamı dönüp babamın olduğu yere doğru büyük adımlarla yürümeye başladım. Oraya yaklaştıkça kalp atışlarım hızlanmaya başlayıp gözlerim dolmuştu. Elimi kalbime götürüp adımlarımı yavaşlattım. Bugün babamın karşısına bir doktor olarak çıkacaktım. Bunun için benimle gurur duyacak mıydı? O benim asker olup onun izinden yürümemi çok istiyordu ama ben olamamıştım. “Benim kızım büyüdüğünde asker olacak.” “Senin gibi mi?” diye sormuştum. “Hıhı benim gibi asker olacaksın. Tüm düşmanları öldürüp vatanına sahip çıkacaksın. Çünkü sen benim kızımsın. Türkiye Cumhuriyetinin bir evladısın. Dünyanın senin gibi çocuklara ihtiyacı var Şilan. Büyüyüp ülkene sahip çıkmalısın.” Diye konuşmuştu babam ama ben onun istediği bir evlat olamamıştım. Ben onun istediği gibi asker olamamıştım. Babamın mezarının başına gelip dizlerimin üzerine çöktüm. Gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Elimi toprağa götürüp avuçladım. “Canım babam...” Devamını getiremedim, konuşamadım. Sanki boğazımda bir yumru varmış gibi yutkunamıyordum. “Babam, seni çok özledim.” Derin bir nefes almaya çalıştım ama nefes dahi alamıyordum. Çok zordu benim için. Gözlerimden yaşlar akmaya başladı benden bağımsız. “Baba, senin kızın artık büyüdü. Kendi ayakları üzerinde duran kocaman bir kız oldu. Sen kızının asker olmasını istemiştin ama senin kızın beyaz önlüğü seçti daha doğrusu seçmek zorunda kaldı. Ama baba ben her zaman senin izinden yürümeye devam edeceğim. Senin gibi cesaretli, senin gibi şefkatli, senin gibi merhametli, senin gibi başım dik olacağım. Senin bana öğrettiklerinden hiçbir zaman sapmayacağım. Vatanım için gerekirse canımı bile vereceğim.” Gözyaşlarımı silip devam ettim. “Ben doktor oldum babam. Kendi ülkem de dahil nerde yaşamayı bekleyen, yardıma muhtaç olan, derdi olan insanlar varsa onlara şifa olup dertlerine derman olacağım. Benim gibi çocukların babasız büyümemeleri için elimden gelenin fazlasını yapacağım babam. Askerlerin senin gibi ölmelerine izin vermeyeceğim. Elimden geldiğince hepsini iyileştireceğim.” Kendimi tutamadım ve elimle yüzümü kapatıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Onu çok özlüyordum. Onsuz hayat boştu benim için. Omzumda bir el hissetmemle elimi çekip başımı kaldırdım. Bir kadındı, tanıyamadığım için ona yaşlı gözlerle boş boş bakıyordum. “İyisindir inşallah kızım.” Elimle gözyaşlarımı silip yalandan gülümsedim. “Evet, iyiyim teyze teşekkür ederim. Siz kimsiniz bu arada çıkaramadım da kusura bakmayın.” “Ne kusuru canım, sorun yok. Beni tanımazsın zaten kızım çünkü ben de seni tanımıyorum. Seni burda ağlarken görünce yanına geleyim dedim.” Eliyle babamın mezarını gösterdi. “Neyin oluyor?” “Babam..” “Başın sağ olsun kızım. Şehit olmak herkese nasip olmaz. O mertebeye yükselmek kolay değildir. Senin babanı tanırdım. Demek ki sen onun küçük kızısın.” Gülümseyip devam etti. “Baban çok iyiydi kızım. O çok merhametli ve cesur biriydi. Allah sevdiği kulları çabuk yanına alırmış. Babanda onlardan biri.” Gözlerim dolmuştu, keşke benim de babamı bu kadar tanıma fırsatım olsaydı, ben babama doyamadan göçüp gitti. Daha 6 yaşında ölümün ne olduğunu bilmediğim zamanlarda gitmişti. Ama ben onunla gurur duyuyordum. Böyle bir babaya sahip olduğum için de dünyanın en şanslı insanıydım. “Neyse fazla konuştum kızım. Tekrardan başın sağ olsun.” Konuşmasını bitirip arkasını döndü ve uzaklaştı. Onun gitmesiyle babama döndüm. “Babam benim şimdi gitmem gerekiyor ama söz veriyorum seni görmeye tekrar geleceğim.” Uzanıp toprağını öptüm. Gözümden bir damla yaş aktı, hemen elimle sildim. “Seni seviyorum babam, tekrar geleceğim.” Ayağa kalktım ve ordan ayrıldım. Elif taksinin içinde beni bekliyordu. Daha fazla beklemeden onun yanına gidip arabaya bindim. Benim binmemle şoför arabayı çalıştırdı. “Allah yardımcın olsun kızım. Babasızlık zordur. Tekrardan başın sağolsun.” Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı aşağı yukarı salladım. Çok zordu hemde.. Allah kimseyi babasızlıkla sınamasın. “İyi misin?” Elif’in konuşmasıyla ona döndüm. “İyiyim.” Deyip başımı cama yasladım. Şu an eve gidene kadar sadece babamı düşünmek istiyordum, sadece onu hayal etmek istiyordum. Arabanın durmasıyla eve geldiğimizi anladım. Başımı kaldırıp etrafa baktım, buraları çok özlemiştim. Bahçede babamla çok eğlenirdik. "Babam geldi, oleyyy." Babamın yanına koşmamla beni kaldırıp kucağına aldı. İki yanağından öptüm. "Hoşgeldin babam." "Hoş buldum güzel kızım, prensesim." Konuşup o da yanağımdan öptü. Kocaman gülümsedim, babamın beni öpmesi hoşuma gidiyordu. "Baba artık gitmeyeceksin de mi? Lüften gitme, lüften. Sen gittiğinde ben seni çok özlüyorum." Gözlerim dolmuştu çünkü babamdan tam 1 buçuk ay ayrı kalmıştım. "O güzel gözlerini doldurup ağlama. Çünkü ağlayınca maymuna benziyorsun." Deyip baş parmağıyla çok hafif bir şekilde burnuma vurmuştu. "Ama baba hani ben senin prensesindim. Neden bana maymun diyorsun?" Diye konuşup dudak büzdüm. "Sen benim prensesimsin zaten ama ağlayınca tam bir maymun oluyorsun. Bu yüzden asla ağlama yoksa sana gülerler haberin olsun. Sonra deme bana 'baba neden bana söylemedin' diye." "Yaaağğğ babaa!" Diye bağırdım. "Ben maymun değilim, ben senin prensesinim." İki yanağımdan sulu bir şekilde öptü babam. "Benim kızım maymun değil babasının prensesidir." Yanağımı sildim yüzümü buruşturarak. "Sen niye yüzünü sildin?" Babamın konuşmasıyla omuz silktim. "Çünkü çok ıslak. Sevmiyorum ben öyle." "Sen babanı özlememişsin. Yalan söylüyorsun bana, baksana. Beni özleseydin öptüğüm yeri silmezdin." Babam yalandan üzülmüş taklidi yaptı. Hemen başımı iki yana salladım. Gözlerim dolmuştu. "Hayır, yemin ederim özledim seni. Lüften üzülme babam. Tamam valla bir daha silmeyeceğim." "Şaka yaptım canım kızım. Biliyorum beni özlediğini, hissediyorum. Bende seni çok özledim." Konuşmasını bitirmesiyle sıkı bir şekilde babama sarıldım. "O zaman artık uzaklara gitme. Çünkü ben sensiz hep ağlıyorum, odadan çıkmak istemiyorum sen gelene kadar." Bilmiyordum ki babamın benden çok uzaklara gideceğini. O günden sonraki gün telefon gelmesiyle babam tekrar gitti ama bu sefer gelmemişti. Babamı hep bekledim ama o hiçbir zaman gelmedi. Başımı iki yana salladım kendime gelebilmek için. Taksici amcaya teşekkür edip arabadan indim. Annemi görmemle koşup sarıldım sıkı bir şekilde. O da beklemeden bana karşılık verdi. Saçlarımdan kokumu içine çekip öptü. “Oyyy, nasıl da özlemişim.” “Annem.” Son harfi uzatarak söylemiştim. “Sultanım, çok özledim seni be.” Benden ayrılıp yüzümü avuçladı ve iki yanağımdan da öptü. “Kız sen zayıflamışsın?” “Hayır anne ne zayıflaması, tam tersi kilo aldım ben.” Aslında baya kilo vermiştim. Kendimi derslere verdiğim için yemeği doğru düzgün yiyemiyordum ama bunu annemin bilmesine gerek yoktu. “Yok yok kilo vermişsin işte. Baksana ne kadar zayıfsın. Elif gibi olsan çok güzel olacaktı. Ben Elif’in fiziğine bayılıyom.” Elif’in çok hafif kilosu vardı. Bende onun fiziğini seviyordum ama maalesef o fiziğe sahip olamıyordum. Ya çok kilo alıp geçerdim ya da çok zayıflardım. Bir türlü o fiziği tutturamıyordum. “Sende hoş gelmişsin kızım.” Annemin konuşmasıyla Elif gülümsedi. “Tesekkur ederim Zeynep teyze.” Hep birlikte içeri girdik. Annem masayı donatmıştı. İstanbuldayken annemin yemeklerini baya özlemiştim. Anne yemeği bambaşkaydı. Masaya geldiğimizde kokuyu içime çektim. “Ohh mis. Çok güzel gözüküyor. Yine harikalar yaratmışsın Zeynep Sultan.” “Umarım beğenirsin kızım. Senin en sevdiğin yemekleri yaptım.” “Sen yaparsın da ben beğenmez miyim sultanım?” konuşup annemin yanına geçtim ve yanağından öptüm sulu sulu. Eliyle yanağını sildi. “Sana kaç kere dedim öyle öpme diye.” Omuz silkip güldüm. Annemi öpmeyi seviyordum, alışıktım. “Otursak mı artık? Valla çok acıktım. Bu nefis yemeklerin tadına bakmak için can atıyorum.” Diye konuştu araya girerek Elif. Yemeklere bakarken gözlerinin içi gülüyordu. Annem güldü sesli bir şekilde. “Oturalım o zaman. Afiyet olsun.” Hep birlikte masaya oturduk. Ben tek tek yemeklere baktım. Hepsi çok güzel görünüyordu. Kararsız kaldığımdan dolayı hepsinden biraz biraz tabağıma koydum ne kadar bitiremesem de. Besmele çekip başladım yemeğe. Yemekleri bitirdikten sonra annem ne kadar yardım etmek istese de onu salona gönderdim. Ben ve Elif mutfağı toparlamaya başladık. “Şilan oralar nasıldı? Dedikleri kadar güzel miydi İstanbul?” Elif’in konuşmasıyla ona döndüm. “Güzeldi yani dediklerinden daha güzeldi ama bana göre değil oralar. Ben kalabalık yerleri sevmiyorum biliyorsun.” “Bilmez miyim!” Önüne dönüp devam edecekken konuşmamla durdu. “Elif yarın biraz gezelim mi? Alışveriş de yaparız ne dersin?” Gülümsedi. “Olur.” Birlikte mutfaktaki tüm işleri bitirdik. Ben her ne kadar uçakla gelsem de yol yorgunu olduğum için annemi ve Elif’i öpüp odama geçtim. Öpme alışkanlığı bana babamdan geçmişti. ✧ Yıldırım timi, göz açıp kapayıncaya kadar düşman hatlarının arkasına sızabilen seçkin bir askeri birliktir. Onların hızı ve çevikliği, adlarının da ilham kaynağıdır. Her bir üyesi, özel operasyonlar ve hızlı hareket taklitleri konusunda titizlikle eğitilmiştir. Gecenin bir yarısında bile Yıldırım timi, düşmanı şaşırtmak ve stratejik avantaj sağlamak için ani ve beklenmedik hareketler yapabilir. Onlar savaş alanında yıldırım çarpması gibi ani ve etkili bir güçtür. Onlar; •Yüzbaşı Çağan Meriç Göktürk •Üsteğmen Çınar Erkuran •Teğmen Görkem Korkmaz •Asteğmen Yiğit Kuplay •Astsubay kıdemli başçavuş Kerem Yalçınkaya •Astsubay başçavuş Samir Hüseyinov Yıldırım timi önemli bir görevi daha başarıyla tamamlamışlardı. Onlar kendilerine verilen görevi hiçbir zaman halletmeden dönmezlerdi, hiçbir zaman o görevi yarım bırakmazlardı. Gerekirse aç susuz kalırlardı ama yine de o görevi tamamlıyorlardı. “Çox şükür, bu da bitdi.” Diye konuştu Samir kendini koltuğa atarak. Samir Azerbaycanlı ve timin en küçük üyesiydi. Hepsi çok yorgundular kendilerini tek tek koltuklara atmışlardı. Görev tam 4 hafta sürmüştü. O teröristi yakalamadan dönmemişlerdi Şırnak’a. Elebaşlarıydı onların bu yüzden yakalaması zordu ama sonuç olarak şu an yaralı bir şekilde Türk askerlerinin ellerindeydi. “Komutan nerde?” diye sordu Yiğit. Kapının açılmasıyla hepsi o tarafa döndü. İçeriye tüm heybetiyle komutanları girdi. “Ne bakıyonuz lan!” bağırmamıştı ama sesi sertti her zamanki gibi. “Çok yakışıklısınız komutanım. Bu yüzden bakıyoruz.” Diye konuştu Kerem. Çok açık sözlüydü kendisi. “Komutana da yürümezsin be.” Diye konuştu kendi kendine Yiğit. “Komutanımız çok yakışıklı ama yalansa yalan deyin.” Komutanını baştan aşağı süzerek konuşmuştu Kerem. “Sənə qatılıram, Kerem. Komandantın baxışı kifayətdir.” Diye konuştu araya girerek Samir. (Sana katılıyorum, Kerem. Komutanımızım bakışı yeterdir.) “Yeter lan, kesin sesinizi!” diye bağırdı dayanamayarak Çağan. Samir’e döndü, “Görkem nerde?” “Evə getdi, komandir. Qadınını və uşaqlarını özlemiş.” Diye cevap verdi Samir ayağa kalkarak. (Eve gitti komutanım. Karısını ve çocuklarını özlemiş.) Başını anladım derecesine aşağı yukarı salladı Çağan. Bu timde hiçbir zaman konuşmayı sevmeyen Çınar’a çevirdi bakışlarını. Bir köşede oturmuş timi seyrediyordu Çınar. Kendisi çok iyi gözetmendi ve aynı zamanda Çağan’ın en yakın arkadaşıydı. “Çınar?” deyince Çınar hemen başını iki yana salladı. Ne olduğunu anlamıştı. O Çağan'ın bakışından anlardı neyi ima ettiğini. Sadece bir kere Çağan’ın evine gitmişti ve anında pişman olmuştu. Çünkü Masal çok çektirmişti ona. Masal, Çağan’ın kardeşiydi. Çok konuşan, dedikodu hastası biriydi. Üniversite sınavına hazırlanıyordu. 18 yaşında enerjisi hiç bitmeyen biriydi. Çağan, sen bilirsin anlamında başını sallayıp yanlarından ayrıldı eve gitmek için. Kardeşiyle 4 haftadır görüşmüyorlardı görevden dolayı. Bu yüzden hemen kardeşinin yanına gitmek istiyordu. Kardeşi onun her şeyiydi. Çağan ordan ayrıldıktan sonra Kerem arkadan süzüp konuşmaya başladı. “Yemin ederim komutanın karısı çok şanslı olacak. Böyle boy, endam kimde var?” “Tam tersi çok şansız bence. Kendisi komutanımdır ama doğruya doğru. Ben komutanın bir kere bile güldüğünü görmedim. Çok sinirli abi, çekilmez valla. Yani Şimdiden acıdım evlenen kişiye.” Diye konuştu Yiğit. Komutanını seviyordu ama birini seveceğine asla inanmıyordu. Kimsenin de onu seveceğini sanmıyordu. Çünkü komutanı kadınlara fazla ilgili olan biri değildi. Onun için vatan her şeyden önce geliyordu. Ama bilmiyordu ki Çağan'ın sadece o kıza güleceğini, sadece onu seveceğini, onun için canını verebileceğini.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD