Adıyaman yolundaydı. Orada ki konaklarına varmasına az kalmıştı. Gecenin karanlığında ilk defa bir başına yoldaydı.
Fakat bu durumdan normalde korkması gerekirken şuan korkmuyordu. Çünkü yaşadığı son olaylar diğer korkularını ört bas etmeye yetiyordu.
Gözleri karanlık yolda pür dikkat arabayı sürüyor, sanki birileri onu takip ediyormuş gibi hissediyordu.
Konağa varana kadar içindeki bu his onun peşini kesinlikle bırakmayacaktı.
Sonunda Adıyaman sınırları içerisine girmeyi başarabilmişti. Yüreği ağzında atıyordu. Son gaz konağa doğru sürmeye devam etti. Bir an önce varmak istiyordu.
•••••
Konağın önüne aracı park ettikten sonra hızla indi. Kapıda bekleyen korumalar onu görünce şaşırarak yüzüne bakmışlardı.
Hızlı adımları ile kapıya ilerleyerek kapıyı çaldı. Saat henüz çok erken olduğu için kapı kapalıydı.
"Nupelda hanım, Ağam burada olduğunuzu biliyor mu?" Ona soru soran korumaya bakarak başını olumlu anlamda salladı. Yalan söylüyordu ama bunu yapmak zorundaydı.
"Evet. Lütfen kapıyı açar mısınız? İçeridekiler uyuyorlar hâlâ herhalde." Korumanın kapıyı açması için dua etti içinden. Burada beklediği her saniye zaman kaybediyordu.
Koruma ona tekrar bir bakış attıktan sonra cebinden anahtarlığı çıkararak kapıyı açtı.
Nupelda içeriye girerek sessizliğin hüküm sürdüğü konağın içinde göz gezdirdi. Ardından büyük adımları ile üst kata çıktı.
Divanda oturan babaannesini görmesi ile adımları duraksadı. Küfür etti kendi kendine şanssızlığına.
Elinde tesbihini çekerken gözleri ile onu süzen babaannesine adımladı.
"Dade,(Babaanne)" diyerek tepkisini ölçmek için ifadesiz duran yüzüne baktı.
Babaannesi hiç konuşmadan elini yanındaki mindere iki defa vurarak onu yamacına çağırdı.
Nupelda aldığı işaretle hemen yamacına oturdu. Babaannesi elindeki tesbihi çekmeyi bitirdikten sonra dudaklarını kıpırdatarak duasını okudu. Ellerini açarak tesbihi ile birlikte yüzüne sürdü.
Duası tamamlandıktan sonra bakışlarını yanındaki torununa çevirdi. Verilen karardan haberdardı yaşlı kadın.
"Tu çıma hatiye? (Sen niye geldin?") dedi tok sesi ile.
"Dade... Biliyorsun değil verilen kararı?" Babaannesinin bildiğini anlamıştı zaten ama yine de sordu.
"Ere. (Evet)" diyerek yanıtladı torununu yaşlı kadın. Nupelda dolan gözlerimi ile baktı karşısındaki babaannesine.
"Dade... Ben istemiyorum... Bana yardım et. Ya sen ya yengem konuşun dedeyle. İzin verme bu evliliğe." Çaresizce baktığı babaannesine. Belki onu anlardı.
"Na, keçamın. hebere mın heye. Ez nikarım tıştek bıkım. ( Hayır, kızım. Haberim var. Ben hiçbir şey yapamam.)" diyerek, torununun çökmüş hâline baktı içi yanarak.
"Here mâle.(Eve git)" Torununun sargılı ellerini görünce yüreği cız etti. Avuçlarının arasına alarak okşadı ellerini. Merdivenlerden gelen adım sesleri ile her ikisi de başını çevirip baktı.
Esma aldığı haberden bütün gece uyuyamamış, babaannesini odasındaki camdan izlemişti. Nupelda'nın geldiğini görünce daha fazla dayanamayarak aşağı inmişti. Verilen karardan haberdardı. Nupelda için her ne kadar üzülse de bir şey yapamazdı.
Nupelda, gelen yengesini görmesi ile dolan gözlerini sıkı sıkı kapatarak yumdu.
"Esma sen niye ayaktasın?" diye ona soru soran babaanneye baktı Esma ihtiyatla.
"Uyku tutmadı dade," diyerek Nupelda'nın yanına ilerledi önünde oturdu genç kızın. Babaannesinin avucunun içinde olan sargılı elleri görünce canı yandı.
Şimdi ortam sessizliğe bürünmüştü. Kimse konuşmuyordu. Nupelda daha fazla dayanamayarak yengesine baktı.
"Esma yenge... yenge, sen eğer verilen karara karşı çıkarsan vazgeçerler belki... Ne olur bir şey yap... İzin verme ağabeyimin katilleri ile aynı çatı altına girmeme... Yenge... Herkes susmuş onaylıyor..." Göz yaşları ile döktü içindekileri.
Esma acıyla yutkundu. Bir kan davası adlı katliam ile bütün ailesi dağılmıştı. Evet katliamdı Esma'nın gözünde. Kaç can vermişlerdi bu saçma durum için artık sayamıyordu.
Genç kızın yüzüne avuçlarını koydu. Parmakları ile akan göz yaşlarını sildi. Kendisi de ağlamaya başlamıştı. Yaşlı kadın ise suspus olmuş kederle gelinini ve torununu izliyordu.
"Hiç bir şey yapamam Nupelda... Elim kolum bağlı... Hem evlilik olursa kan davası son bulacak... En azından bunun için kabul et... Sessiz kal... Sanki benim canım yanmıyor mu Kocamın katilleri ile aynı masaya oturmaktan... En çok benim canım yanıyor..."
Nupelda başını salladı. Yengesi nasıl evliliği kabul etmesini söylerdi ona ?
"Yenge sen ne diyorsun? Beni nasıl ateşin içine atmaya bu kadar razı oluyorsunuz?"
"Nupelda görmüyor musun Allah aşkına daha kaç kan dökülecek? Daha hangi kadın dul kalacak? Hangi çocuk yetim kalacak? Evlilik çözümse kabul et sende. Ben her gün başımı yastığa korkuyla koymak istemiyorum. Ben bugün hangi birinize zarar gelecek, kimin kötü haberini, ölüm haberini alacağım diye korkuyla yaşamak istemiyorum. Bir evlat daha babasız kalsın istemiyorum. Ben kimsenin, kızım gibi bir yanı eksik kalsın istemiyorum. Hiç kimse için değilse bile en azından benim için kabul et bu evliliği. Benim rızam var. Eğer dökülecek kanlar son bulacaksa ben kabul ettim." dedi genç kadın, gözü yaşlı ona bakan kıza karşı.
"Peki ya ben... Benim rızam ne olacak? Ben diğerleri yaşasın diye her gün ölmeyi nasıl göze alacağım? Herkes, herkesi düşünüyorda ben ne olacağım? Ben ağabeyimin katilleri ile nasıl yaşayacağım?" Sitemle dile getirdi dilinde ne varsa.
Sonra alayla güldü. "Tabii ya her gün birileri ölmesin diye Nupelda aldığı her nefeste ölecek. Tek kurban Nupelda, hiç bir suçu yokken kan davasının kurbanı olan Nupelda... Size geldim bana yardım edin diye ama ilk tekmeyi siz atmışsınız zaten bana..." hayal kırıklığı ile baktı babaannesine.
"Sende böyle düşünüyorsun değil? O yüzden sessizsin..." Yaşlı kadın sustu. Diyecek tek bir kelimesi yoktu torununa karşı.
Nupelda, sargılı ellerini çekti babaannesinin avucumun içinden. Yengesinden uzaklaştı biraz. Kimse yoktu, tek umudu olan kişiler de ona sırt çevirmişlerdi çoktan.
Oturduğu yerden kalktı güçlükle. Babaannesine baktı bir umut. Yaşlı kadın, ona değen bakışlarla gözlerini elindeki sımsıkı tuttuğu tesbihine düşürdü.
O, daha haber kesinleşmeden anlamıştı olacakları. O yüzden oturmuş bütün gün torunu için hayırlısı ne ise onun için dua etmişti. Haber kulağına çalındığı an ise başını sabah ezanından sonra ancak kaldırabilmişti secdeden.
Biliyordu Nupelda'nın buraya geleceğini. Tek korkusu vardı ki kocası ve diğerleri bunu öğrenmemeliydi.
Nupelda geldiği gibi metanetle gitmek için omuzlarını dik tuttu. Madem kimse ona yardım etmeye niyetli değildi, madem bu er meydanında onu tek başına bırakmışlardı işte o zaman o da hakkıyla savaşacaktı. Onu bırakanlara tekrar tekrar tenezzül etmeyecekti.
Dik konuma getirdiği omuzları, yaşlarla dolan gözlerine inat gülümsedi. İçi kan ağlaya ağlaya gülümsedi.
"Dade... Bu söylediklerinden sonra senin artık Nupelda diye bir torunun yok... Ben o evden çıkıp gittiğim gün hepinizin cenaze namazını kılmaya yemin ediyorum... Siz nasıl ki beni silmeyi göze aldınız, diri diri gömmeyi hak gördünüz, bende sizi silmeyi göze alıyorum."
Dinç tuttuğu sesi ile sarf ettiği sözler en çok onun ciğerini yakıyordu ama madem onlar herşeyi göze almıştı bunun olacağını da bilmeliydiler.
Arkasını döndü. Bir daha ne bu konağa ne de diğer konağa adım atacaktı evlilik gerçekleştikten sonra. İçten içe kabul etmek zorunda olduğunu biliyordu bu evliliği. Ama belki demişti, belki olmaz.
Attığı büyük adımları ile merdivenleri tırmandı. Üst kata çıkacak kuzeninin emaneti, biricik yeğenini görecekti. Lilan... Babasını bir kere bile dünya gözü ile göremeyen Lilan... İçi gidiyordu yeğenine. Babasızlığına rağmen o kadar naif, sessiz bir kızdı ki...
Temkinli davranarak çıktığı üst katta onun odasının önüne geldi. Kapı hafif aralıktı. Eliyle yavaşça ittirerek açtı kapıyı. Sessiz olmaya özen göstererek odanın içinde ki beşiğe adımladı.
Beşiğin üzerinden küçük kızı izledi. Sarı saçları, bembeyaz teni ile oldukça eşsiz duruyordu gözünde.
Elini yüzüne getirerek parmak uçları ile okşadı yanağını, alnını, burnunu.
"Lilan çok güzelsin... Güneş gibi parlıyorsun... Bahtın da yüzün gibi güzel olsun halacım... Benim bahtım güzel olmadı ama senin ki olsun..." Elini saçına getirerek seyrek sarı saçları okşadı. Pamuk gibi yumuşacıktı.
Beşiğe eğilerek saçlarına bir öpücük kondurdu. Mis gibi bebek kokusu sardı burnunu. Bebekler cennet kokar derlerdi ya aynı öyle kokuyordu Lilan, onun gözünde.
"Çok masumsun... Çok... Bu ailenin kanının, üzerine sıçramasına izin verme sen hep böyle temiz ve masum kal." Gözünden süzülen yaşlar küçük bebeğin saçları arasında kayboldu.
Son kez o güzel kokuyu içine çekti. Küçük bebeğin yanağına tüy kadar hafif bir öpücük bırakıp odadan çıktı.
Aşağı adımladığı an büyük ahşap kapı şiddetle çalmaya başladı. Yüreğini bir korku esir aldı. Yokluğunu, evdekiler anlamışlardı.
Kapı hızla iki yana açıldı. Ardından uzun boyu, geniş omuzları, giydiği siyah gömleği ile heybetli bir bedenle karşılaştı.
Gözlerini kaldırdığı an, ona öfke ve nefretle bakan bir çift kehribar göz ile çarpıştı bakışları.