1. BÖLÜM
Her birin çirokek dibeje...
(Her yara bir hikâye anlatır...)
Nupelda...
Bahtsız nupelda...
Kan davası uğruna kurban edilen Nupelda...
Büyüklerin yaptığı hatanın bedelini hiç bir suçu yokken çeken Nupelda...
Annesinin kara kuzusu, babasının can suyu...
Bu topraklarda erkek uğruna kurban olan milyonlarca kadınlardan sadece biri...
Tek suçu bu ailenin kanını taşımaktı. Xemgin'lerin kızı olmaktı.
Ama o seçmemişti ki bu aileyi. Böyle bir yaşamı.
Onun bir suçu yoktu.
Bu toprakların adaletsizliği bir şekilde bulmuştu onu.
El bebek gül bebek büyütülen Nupelda...
Babasının, gözünden dahi sakındığı göz bebeği...
Hiç tanımadığı düşman aileye gelin olarak verilen o kız...
Annesinin bahtsız kızı...
Bakışları, saçları gibi bahtı kara Nupelda...
"Baba... Sen kızını yakmalarına izin verme. Ne olur baba." Gözyaşları içinde avluda dedesinin yanında duran babasına çaresizlikle seslendi.
Kimse onu duymuyordu. Herkes kulaklarını tıkamış çaresizliğine göz yummuştu.
Gözlerinden sicim sicim akan yaşlar, kulağında uğuldamaya devam eden dedesinin sözleri...
Babası izin vermezdi ki... Düşman kapısına göndermezdi onu. Biliyordu şimdi çıkacak ve bu kararı onaylamadığını söyleyecekti herkese.
"Nupelda odana çık!" Dedesinin ikazları onu durdurmadı. Dönen başına aldırış etmeden babasına adımladı.
"Baba duymuyor musun beni? Sağır mı oldun sen bana baba? Görmüyor musun halimi?" Bunları soru sormak için sormuyordu.
Babasının sessiz kalışına isyanıydı.
Rezan bey, gözleri önünde harap olmuş kızına bakmaya dayanamıyordu.
"Kızım," dedi içli içli. Nupelda'sı, canı böyle konuştukça kendini öldürmek istiyordu.
Eli kolu bağlanmıştı. Hangi evladını seçse bir diğerinden olacaktı. Ama toprağa vermektense hepsinin yaşadıklarını, bir köşede nefes aldıklarını bilmek yeterdi ona.
"Kızınım ben senin baba. Hiç bir şey yapamıyormuş gibi bakma bana. Canımı alma benden." son cümlesinde ki canı babası idi.
Anlamıştı Rezan bey. Bu karara onay verdiğini duyarsa canından olurdu Nupelda. Babasından olurdu.
"Herkes bu kararı onayladı Nupelda. Senin karşı çıkmaya hakkın yok. Söz hakkına sahip değilsin! Çık odana!" dedesi ne söylüyordu böyle kulakları duyuyormuydu ailesinin.
"Dede ne diyorsun sen! Ya siz ne kararından bahsediyorsunuz! Size diyorum susmayın bir şey söyleyin!" Gözyaşları içinde, bakışlarını kocaman avlu da duranların üzerinde gezdirdi.
Ağabeyleri niye susuyordu? Niye herkes ona böyle bakıyordu?
"Onlar bizim düşmanımız! Kan davalı olduğumuz insanlar! Nasıl beni onlardan biriyle evlendirirsiniz!? Siz aklınızı mı kaçırdınız?!" Hayır kesinlikle kabus görüyordu. Uyanması lazımdı yoksa delirecekti.
"NUPELDA!" Dedesinin gür sesi irkiltti onu olduğu yerde.
"Sus artık! Karar belli." dedesi hâlâ bir şeyler söylese de inanamak istemiyordu. Babası ve ağabeyleri izin vermezdi biliyordu.
Ağlamaktan helak olmuş durumda tekrar bakındı babasına, ağabeylerine son çare.
Bu sefer adımlarını büyük ağabeyi Baran'a çevirdi. Abisinin tam önünde durdu. Titreyen elleri ile abisinin ellerini tuttu.
"Ağabey sen bir şey söyle. Dedemin söyledikleri doğru değil de... Yalvarırım susmayın..." Başı güçsüzlükle ağabeyinin göğsüne düştü.
Baran kız kardeşinin çaresizce göğsüne düşen başının üzerine güçlükle bir öpücük kondurdu. İlk defa Nupelda'yı böyle görmüştü.
Sımsıkı kapattığı dudakları usulca aralandı. Ondan başka kimsenin bu kelimleri sarf edemeyeceğini biliyordu.
"Doğru... Dedemin söyledikleri..." güçlükle çıktı ağzından kelimeler.
Nupelda, ağabeyinin söyledikleri ile kaskatı kesildi. Ruhu sarsıldı. O, Baran ağabeyi ne derse inanırdı. Çünkü ona yalan söylemeyen, gerçeği olduğu gibi aktaran tek kişiydi. Tıpkı şuan yaptığı gibi.
Avlu da bulunan herkes sanki gerçeği bilmiyormuş gibi bir kez daha sarsıldı. Diğer aşiret büyükleri haricinde.
Nupelda güçlükle kaldırdı başını ağabeyinin göğsünden. Elleri her iki yanından yumruk olmuştu. Kaskatı bir halde küçük bir adım attı geriye doğru.
Yumruk yaptığı ellerini hızla kaldırarak az önce bütün çaresizliği ile sığındığı göğüse vurdu.
Yumrukları ardı ardına indi ağabeyinin göğsüne. Herkes genç kızı izliyordu acıyan bakışları ile.
"Hayır! Hayır! Nasıl izin verdin sen?! Babam nasıl izin verdi?! Beni hiç mi düşünmediniz?" dedi çığlıklarla.
Baran göğsüne düşen cılız yumruklara ardından kız kardeşine baktı. Gözleri dolu dolu olmuştu.
O, kız kardeşini bu halde görmekten nefret etmişti... İzin vermemişti ama kimse onu dinlememiş, dedesinin ve diğerlerinin kararına karşı çıkmayı başaramamıştı.
Nupelda bakışlarını babasına çevirdi. Evet babası da bu kararı onaylamıştı. Yediremiyordu bunu ne kendine ne de babam yapmaz, ağabeylerim yapmaz diyen kalbine. Ama yapmışlardı. Gerçek buydu...
Bu sefer dedesine döndü nefretle alev alan bakışları. Eğer o gözlerin imkanı olabilseydi tam şuan bu konak o nefretle ateş alıp hiddetle yanardı.
"İlk gözden çıkardığınız ben olmuşum demek... Yazık, yazık ki ne yazık. Yine sizin sebep olduğunuz pisliğe bir kadını daha kurban ettiniz." nefretle çıktı dudaklarının arasından kelimeler. Hâlâ kendine gelmemişti. Gelemeyecekti de. Bu gözden çıkarılışını hiç bir zaman kabullenemeyecekti.
"Erkek torunların için oğulların için yine bir kızı harcadın. Tıpkı yıllar önce yaptığın gibi..." Kimse susturmuyordu onu. Hoş susturmaya kalksalarda bu saatten sonra susmazdı Nupelda.
"Madem ben artık düşman aileye kan karşılığı verildim o zaman sana ahdım olsun ki ben de artık bu ailenin düşmanıyım. En başta senin! Sanma ki bu düşmanlık son bulacak. Siz bir araya gelseniz de senin en büyük düşmanın ben olacağım. Ahım bir ömür boyu, yaşadığın her saniye, aldığın her nefeste urgan gibi boynuna dolansın..." Gözyaşları içinde sarf ettiği kelimeler kimsenin beklemediği bir şeydi. Ama bilmiyorlardı ki canı yanan kadın yandığı kadar yakmasını da bilirdi.
Herkes şok içinde karşı karşıya gelmiş dede torunu izliyordu. Kimsenin ağzından tek bir kelime çıkmıyordu.
Babasına baktı. Arkasında durur, onu korur sandığı babasına...
"Bundan sonra Nupelda diye bir kızın yok senin Rezan ağa! Ne ölünüz ölüme, ne diriniz dirime! Yaktığınız kadar yanın inşallah." Başını kaldırdı konağın balkonunda ablasına yaslanmış, başında ki tülbenti omuzlarına düşmüş, gözleri yaşlarla onu izleyen annesine baktı.
Onun gibi ela gözlere sahip kızına içi giderek umutsuzlukla bakıyordu Dila hanım.
Kızının canı yanıyordu ama o hiç bir şey yapamıyordu. Ne kadar çabalamışsa bir türlü hükmünü geçirememişti bu sefer. Kimse onu dinlememişti.
Sabahtan beri dik tutmaya çalıştığı omuzları düştü yenilgiyle.
"Töreniz batsın. Kendi kurduğunuz adalet sistemi adı altında birilerinin ölümüne karar verdiğiniz, kadınlarımızı, kızlarımızı hiçe saydığınız bu lanet sizinle birlikte cehennem olup gitsin. Kaç hayatı mahvettiniz! Nelere sebep oldunuz ama bir türlü töre sevdanızdan vazgeçmediniz." Sarsak ama hızlı adımları ile merdivenlere yöneldi.
Kimseyi görmeye tahammül edemiyordu. Günlerce çabalamıştı dedesiyle konuşmuş ona yalvarmıştı. Kendisini kurban etmesinler diye.
Canı yanıyodu. Kimse onu anlamıyordu. Hızla çıktığı merdivenlerden adımları tökezledi kendini toparlayıp kalan son bir kaç basamağı da çıktıktan sonra koridordan geçip kendi odasına girdi.
Odanın içerisinde adımlayıp durdu. Hırsla omuzlarına düşen siyah tülbenti çekerek yere attı.
"Allah belanızı versin hepinizin!" öfkeyle bağırdı. Yanaklarına süzülen yaşları sildi.
Ölmek istiyordu. Nupelda doğduğu günden beri düşmanları bildiği aileye gelin gitmeyi istemiyordu.
Kuzenini vuran o adilerin evine gitmektense ölmeyi tercih ederdi.
Kuzeninin eşi, doğumhane de iken vurmuşlardı. Ferhat eşinin haberini aldığı gibi hastaneye giderken yolda onların saldırısına uğramış dört kurşun darbesi almıştı.
Hastaneye kaldırılmış ameliyata alınmadan doğan kızını görmek istemiş ilk ve son kez gördükten sonra hayata gözlerini yummuştu. Karısını son kez görmeye ömrü yetmemişti.
Ferhat kızının doğum gününde ölmüştü. Eşi onu hastane odasında beklerken o bir ömür gelmemek üzere gitmişti.
Bunu yediremiyordu Nupelda. Nasıl bakardı yengesinin, yeğeninin yüzüne? Nasıl giderdi Ferhat ağabeyinin mezarına? O adiler ile nasıl aynı evde yaşar, aynı soyadını taşırdı?
Yapamazdı... Yapmazdı ki bunu... Nasıl yapsındı?
Dedesine karşı artık o aileden olduğunu diliyle söylese de kalben kabul edemiyordu bunu.
O ailenin bir parçası olmaktansa canına kıyıp toprak altında olması daha iyiydi.
Çaresizdi. Kimden yardım alacaktı? Bir çözüm bulması gerekiyordu. Ama ne yaparsa yapsın bu karardan kimsenin dönmeyeceğini de çok iyi biliyordu.
Babası bile kabul etmişti. Bu saatten sonra o ne yapabilirdi ki?
Sinirle makyaj masasının üzerindeki her şeyi eline aldığı gibi kapıya fırlattı.
Göz yaşları o sildikçe akmaya devam ediyordu. Her şeyi fırlatıp eline gelen ne varsa yerle bir etti. Oda darmadağınık cam kırıkları ile doldu.
En sonunda çaresizlikle dizlerinin üzerine çöktü. Ellerini cam kırıkları ile kaplı yere defalarca kez vurdu öfkeyle.
"Canımı alsalardı beni kuzenimin katili olan aileye vermeselerdi... Ben nasıl giderim Ferhat'ın mezarına? Nasıl bakarım öksüz kalan kızının yüzüne? Buna sebep olan ailenin soyadını nasıl alırım?"
Kimse görmüyormuydu halini?
Bir çıkar yol bulmalıydı Nupelda...