Zana'nın gelişi bomba gibi düşmüştü odaya. Azade hanım kızının neden geldiğini anlayarak yerinden ayaklandı.
Bakışlarını Nupelda'ya çevirerek genç kızın içler acısı hâline baktı. Bir anne olarak yaklaşıyordu Nupelda'ya ve bu hâli onu üzmüştü. Yine de "Seni aşağıda bekliyoruz kızım. Elini çabuk tut." diyerek küçük kızına gözleri ile anlatmıştı Nupelda'ya yardımcı olması için ve odadan çıkmıştı.
Aşağıya kızının yanına inmeye yüzü yoktu ama yalnız bırakamazdı ikinci göz bebeğini. Dilem'i onun ikinci kızıydı. Sessiz sakin ağır başlıydı hep.
Rahmine düştüğü günden beri uysaldı kızı. Karnında taşıdığı dokuz ay boyunca Azade hanıma hiç zorluk çıkarmamış sanki annesinin yüklerini bilirmiş gibi sessizce karnında yeşermişti.
Kızını bu evden gelin gönderecekti. Diljin gittiğinde çok üzülmüştü ama Dilem'e üzüldüğü kadar değildi. Diljin sevdiği adama güle oynaya gitmişti. Dilem'in durumu çok farklıydı.
Dilem'i hiç tanımadığı bir adamın gelini olacaktı. O aile kızına nasıl davranırdı bilmiyordu. Kendisinin gelinine yaklaştığı gibi yaklaşırlar mıydı diye düşünüp duruyordu.
Dilem kırılgandı, içine atardı ama canına tak ettiği zamanda bağıra çağıra haykırırdı acısını işte o zaman kimse onu susturamazdı.
Tek isteği kızının kendisini ezdirmemesiydi. Artık o ailenin gelini olacaktı ve istiyordu ki kızını kabul etsinler.
Azade hanım aşağı inerken Nupelda da yanında duran kıza döndü. Kabullenmişti yaşanılacakları. Buradan kaçamazdı.
"Elbise getireceğim ben sana, olur mu ?" Çekingen bir edayla ona soru soran kıza sadece boş gözlerle baktı.
Ağzını açsa içinde tuttuğu çığlıklarını gökyüzüne haykıracak gözyaşlarına boğulacaktı, sustu o yüzden. Sargılı avuçlarına tırnaklarını batırdı. İçine atmaktan başka bir çaresi yoktu.
Zana, odadan çıkıp hemen karşı odaya girerek ablasının Nupelda için bıraktığı beyaz yöresel elbiseyi alıp Nupelda'nın yanına geri geldi.
Nupelda, kızın elinde tuttuğu yöresel elbiseye baktı. Kenarları altın renginde olan işlemeli beyaz elbise yeni gelinlerin giydiği fistanların aynısıydı. Ama Nupelda giymeyecekti.
"Ben bunu giymek istemiyorum-" Yutkundu konuştukça boğazına dikenler batıyordu sanki. "Siyah bi' elbise getirir misin lütfen ?"
Zana duyduğu soru ile gözlerini belertti. Nikahta siyah giyildiği nerede görülmüştü? Her ne kadar kızı geri çevirmek istemese de yapamazdı. Hem doğru olmazdı hem de abisi siyah elbise verenin o olduğunu öğrenirse canına okurdu.
"Olmaz ki, nikahta siyah giyilir mi hiç ?" Nupelda kızın tedirgin çıkan sesi ile istediğini yapmayacağını anladı.
"Tamam, sen elbiseyi yatağın üzerine bırak çık. Ben giyinip inerim." Doğru değildi söylediği, giymeyecekti o elbiseyi.
"Kapıda bekleyeyim o zaman." Nupelda el mahkum kızın dediğini kabul etti. Odadan çıkan kız ile yatağın üstüne bırakılan elbiseye nefretle baktı.
Beyaz mı giyecekti bir de bugün? Onunla dalga geçiyorlardı herhalde. Bugün onun ölümüydü bu beyaz elbise ona ancak kefen olurdu.
Oturduğu yerden ayaklanıp odanın içindeki makyaj masasının önüne ilerledi. Aynadaki hâliyle göz göze geldiği an kendiyle şüpheye düştü.
Hâli berbattı. Ağlamaktan ela gözleri kan çanağı olmuş, yanakları ve burnu kıpkırmızı kesilmişti. Sinir krizi geçirdiği esnada tırnaklarını geçirdiği boynu boydan boya tırnak izi olmuş yer yer kanamıştı. Sargılı ellerine değinmek bile istemiyordu.
Aynadan bakana kadar hâlini hiç anlamamıştı. Yıkılmıştı, dağılmıştı, ondan geriye vücuduna bıraktığı hasarlar kalmıştı.
Haline çeki düzen vermek amacı ile uzun saçlarını sırtına saldı. Ellerini doğru düzgün kullanamıyordu ve kısıtlı imkanları ile kendine olabildiğince çeki düzen verdi.
Koyu kahve bileği sıkmalı kolları bol elbisesi gayet idealdi nikah için zaten rengi o kadar koyu bir renkti ki siyahı yansıtıyordu ilk bakışta tam istediği gibi.
Hazır olduğuna kanaat getirdikten sonra odanın kapısını aralayarak çıktı. Hemen kapının önünde onu bekleyen kızın bakışları üzerinde dolandı.
Zana, elbise vermesine rağmen elbiseyi giymeyen kıza dehşet içinde baktı. Böyle aşağı inemezlerdi abisi delirirdi.
"Böyle mi ineceksin aşağı? Elbise vermiştim olmadı mı üstüne?" Nupelda duyduğu soruyla başını iki yana salladı.
"Kimsenin elbisesini giymek istemiyorum. Elbisemin gayet uygun olduğunu düşünüyorum." Ne kadar sakin konuşsa da sesi ister istemez kinayeli çıkmıştı.
"Olmaz ki giymen lazım."
"Giymeyeceğim, konuyu uzatmaya gerek yok." Arkasında endişeyle bakan kızı bırakıp merdivenlere ilerledi.
Sanki bilerek üstüne üstüne geliyorlardı. Basamakları inerken hızlıca ona yetişen kızın adımlarını duyuyordu.
Zana onu kolundan tutup durduruncaya kadar inecekti en alt kata. "Buradaki büyük odada herkes." Parmağı ile gösterdiği odaya baktı.
Bekar olarak girecek ve evli bir kadın olarak çıkacaktı o odadan. Yutkunamadı düşündükçe. Göğsünü kabartan bir nefes aldıktan sonra ilerledi.
Kapının önünde durup nefesini verdi. Elini kapının üstüne koyarak iteledi. Kapının gıcırtısı ile odada bulunan herkesin bakışları kapıyı buldu.
Arkasında duran kız elini sırtına koyarak ilerlemesi için bekledi. Herkesin bakışları altında odanın içine girdi Nupelda.
Zana ona ayak uyduran kızı abisinin yanındaki boşluğa ilerletti. Hüzünlü gözlerini az ilerde duran ablasına çevirdi. Ablasının dik durmaya çalışan halini görünce yutkunamadı.
Nupelda gittikçe celladına yaklaştığını gördükçe sanki kalbini birileri elleri arasına almışta sıkıştırıyormuş gibi hissediyordu. Ona öfkeyle ve nefretle bakan insanların bakışları altında durdukça daralıyordu. Sanki o çok memnundu bu durumdan.
Ona ayrılan yere oturarak dişlerini sıktı. İdam sandalyesine çıkmıştı bir nevi. Kin ve nefretin bürümüş olduğu gözlerini kendi ailesi sandığı insanlara dikti. Babası, abileri, dedesi, kuzenleri, amcaları..
İmamın sesi ile gözlerini son kez hepsinin üzerinde dolaştırıp çekti.
Ona üç kez sorulan aynı soruya hep aynı cevabı verdi. "Ettim." Gerçekten kabul etmiş miydi? Hayır..
Bu evliliği kalben kabul etmemişti.. Kendi rızası yoktu. Zorunda bırakılmıştı..
Yanındaki adamda -artık eşi- onun gibi aynı kelimeyi üç kez tekrar etmişti.
Boğazına dizilen herşey dikenli tel olup battı sanki. Oldu bittiye gelen nikahından sonra görümcesi olduğunu söyleyen kız onu bu seferde başka bir odaya götürmüştü.
Ona birşeyler söyleyip sonrasında da gitmişti. Şimdi koskoca odada tek başınaydı.
Öyle dalmıştı ki düşüncelere giden kızın kapıyı tam kapatmadığını dışarıdan gelen seslerle irkilince fark etmişti.
"Anne yeter artık karışmayın!" Şirvan, annesine karşı sakin olmaya çalışsa da başaramıyordu. Sabrının son demlerindeydi.
Ellerini yüzüne atarak sertçe sıvazladı. Son yirmi dört saatte yaşanan herşey gördüğü kabuslardan biri olsaydı olmaz mıydı?
"Sözümün üstüne söz kabul etmiyorum Şirvan!" Annesinin katiyen vazgeçmemek için direttiği konu canını sıkıyordu.
"Rahat bırak beni Azade hanım, senin dediğin şey olmayacak!" Defolup gitmek geliyordu içinden.
"Bugün olmazsa yarın olacak, yarın olmazsa öbür gün olacak ama mutlaka birgün olmak zorunda oğlum o kız senin karın artık kabul etsende etmesende." Sakince oğluyla uzlaşmaya çalışan Azade hanım gelininin onları duyduğunu bilseydi ne bu kelamları kendi ederdi ne de oğlunun etmesine izin verirdi.
"Düşmanımızın kızıyla evleneceksin dediniz tamam dedim. Kaçtı o kız git al dediniz tuttum kolundan aldım getirdim. Nikahına al dediniz aldım. Çatımın altına evime aldım yetmedi odama aldım şimdi de kalkmış diyorsun ki yatağına koynuna al o kızı. Yeter artık lan yeter!"
Ellerini gömleğinin yakasına atarak sertçe çekiştirdi. "Düşün yakamdan, bırakın nefes alayım."
Nupelda duydukları ile kulaklarını tıkamak istedi. Şahit olduğu konuşma canını yakmıştı.
Akmak için fırsat kollayan gözyaşlarını tuttu.
Kapının arkasından ayrılarak az önce kalktığı yere yatağın köşesine oturdu emanet gibi. Onun odası olduğunu söylemişlerdi ama o kendisini asla buraya ait hissetmiyordu ve hissetmeyecekti de hiç bir zaman.
Son bulan konuşmadan sonra gittikçe odaya yaklaşan adım sesleri ile nefesini tutarak beklemeye başladı.
Celladı geliyordu...