Abim 28 yaşında. Bir kez nişanlandı. Ayrıldı. Neler oldu bilmiyorum. Öyle büyük bir olay olmadı aslında. Kimse kimseye kötü bir söz etmedi. Sonra kız zaten başka köyden biriyle evlendi. Mutlu. Bunun dışında pek bir şey bilmem abim hakkında. Yaşları daha yakın olduğu için Dicle Abla' mla daha çok konuşurlar. Ben zaten pek ciddiye alınmam evde.
Abim beni kolumdan sürükleye sürükleye eve getirdi. Kapıdan içeri fırlatırken tökezledim. Kadınları sürüklemek moda herhalde. Hangi diziye baksam, bir kadın illa sürükleniyor. Sürüklenmeden kadın olunmuyor demek ki.
Annem telaşla yanımıza geldi. "Ne oldu oğul?" diye sordu korkulu bir sesle.
Abim, anneme dönüp buz gibi bir sesle, "Bu kız evden çıkmayacak, nikahı olana kadar." dedi.
Ne kadar acı değil mi? Abim erkek, annem sıradan bir kadın. Eğer hanımağa olsaydı belki sözü geçerdi. Ama halktan biri olunca, kendi kızının kaderine dair bile söz hakkı yok. Dünyaya getirdiği oğluna bile “Buna sen karar veremezsin.” diyemiyor. Çünkü o kadın abim erkek.
Annem tekrar sordu, bu sefer sesi titreyerek.
"Ne oldu oğul?"
"Kızını Ağa ’nın oğlu ile dağda yakaladım." dedi abim.
Annemin rengi attı. “Tövbe de oğlum. Yapmaz benim kızım öyle şey.” diye karşılık verdi hemen.
“Bütün köy şahit, ana.” dedi abim, gözlerini devirmeden.
Dicle Abla 'm o sırada olanları anlamaya çalışıyordu. Şaşkın bir ifadeyle, "Hangi oğlu?" diye sordu fısıldar gibi.
“Fırat.” dedi abim. Bu sefer Dicle Abla’ mın kolundan tuttuğu gibi başka bir odaya götürdü. Kapı kapanırken duyduğum sesler, yine kadınların bu dünyada hep sürüklenmek zorunda olduğunu hatırlattı bana. Saçımız uzun, kolumuz sağlam diye herhalde...
Aralarındaki konuşmayı duymamazlıktan gelemezdim, zaten ince duvarlarımız her sesi geçirirdi. Ablamın içli ağlaması, odadan taşan hıçkırıkları bana kadar geliyordu.
“Olmaz öyle şey! Yanlış anlamışsındır, abi.” diye başladı Dicle Abla ’m.
Abim sinirle, “Dicle, sesini kes!” dedi.
Ama ablam pes etmedi.
“Abi, Fırat beni seviyor!”
“Sus dedim sana! Bir saate istemeye gelecekler seni.”
“Abi, ben tanımadığım etmediğim bir adamla evlenmem!”
Abim, sesini biraz daha yükselterek, “Ne yapacaksın? Kardeşinin adı çıktı! Fırat’ la evlenip alnındaki lekeyi temizleyecek. Sen ne yapacaksın? Kendi kardeşine kuma mı gideceksin?” dedi.
“Abi, etme eyleme!” dedi Dicle Abla 'm, sesi titreyerek.
“İş benden çıktı, Dicle.” dedi abim. Sonra da acımasız bir şekilde ekledi, “Ferman Ağa aşiretle görüşecek. Berdel yapılacak.”
“Abi, ben gönderdim Narin ’i Fırat ’la konuşmaya. Yapma.” dedi Dicle Abla' m.
“Olan oldu, Dicle. Dağ başında herifle konuşması yetmedi, adam peşinden köy meydanına kadar geldi. Herkes gördü, nasıl kuyruk gibi dolaştığını.” dedi abim, kin dolu bir sesle.
“Abi, kulun kurbanın olayım, yapma!” diye yalvarıyordu ablam.
Ama abim onu dinlemedi. Sesindeki hırsla devam etti.
“Sen kendine o çocuklu adamı mı yakıştırıyorsun, Dicle? Ben sana bugüne kadar kimseleri layık görmemişken! Narin saftır, cahildir. O olur ama seni asla vermem o herife. Unut bunu.”
Bu sözler içimde derin bir boşluk yarattı. Demek ki Dicle Abla’ ma layık olmayan adam, bana fazlaydı bile. Salaklık mı dersiniz bilmiyorum ama ben abime çokta kızmıyorum. Babamdan gördüğünü yapıyor çünkü. Beni ilk babam yok saydı. Hiç saydı.
Dicle Abla 'm, “Tanımadığım adama veriyorsun ama! Kim olduğunu bile söylemedin.” diye itiraz etmeye çalıştı.
Abim sakinleşmek bir yana, “Kendin gör dedim ama nankörsün. Yukarı köyün ağası Şervan geliyor seni istemeye bu gece. Sana sevdalanmış. Ağalığı al öyle gel dedim. Üç ay önce ağa oldu. Hanımağa olacaksın, Dicle. Sana yakışan budur. Hazırlan şimdi.” dedi.
“Abi...” dedi Dicle Abla 'm, ama ne deseydi fayda ederdi ki?
“Kes ağlamayı!” dedi abim. " Ben seni uyardım Dicle. Ben seni o adama vermem dedim. Onun bana ettiğini en iyi sen bilirsin. Ama işte devir adalet devri. Kardeşini verecek şimdi bana. "
“Abi, bırak! Bırak kaçayım Fırat’ la! Yine berdel olur, yapma!”
Abim soğukkanlı bir şekilde cevap verdi.
“Sen sana yakışan hayatı yaşayacaksın. O Fırat ve ailesi de cezalarını çekecek.”
Kapıyı çarpıp çıktığında beni karşında gördü ama önemsemedi. Dediklerini duydum mu diye umursamadı bile. Cezanın bir parçası olduğumu bilmesine rağmen. Fırat’a ceza olsun diye beni verecekti. Koca Ağa ailesine cahil bir gelin... Güzel cezaydı herhalde.
“İçeri gir, ablana yardım et!” diye bağırdı ve bahçeye çıktı.
Dicle Abla ’mın yanına gittim. Gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. Bana baktı, bakışlarında öfke vardı.
“Bilerek yaptın.” dedi.
“Abla, sen gönderdin beni.” diye mırıldandım.
“Ben sana dağ başında sohbet et mi dedim? Ablam geç gelecek deyip dönecektin!” dedi, sesi keskin bir bıçak gibi.
“Fırat Abi yalnız yürüme dedi,” dedim masumca.
“Sus! Bir de abi diyorsun utanmadan. Koynuna girerken de abi mi diyeceksin? Yazıklar olsun sana! Seni düşündüğüm için bana da yazıklar olsun. Fırat' ın senin yaşına yakın bir yardımcısı vardı. Biz evlenince ona isteyecektim seni. Konağa da alacaktım. O Fırat' ın yanında çalışırken sende konakta çalışacaktın. Kocaman evde gül gibi yaşar, rahat eder kardeşim diyordum. Defol gözümün önünden. Defol!"
Odadan çıktım. Bana layık görülen buydu. Ablamın hanım olduğu yerde hizmetçi olmak.
.....
Ablamı istemeye geldiler. Babam ise hiçbir tereddüt göstermeden verdi onu. Yüzükler takıldı, herkes bir şekilde mutluydu ama ablamın gözlerindeki hüzün her şeyi anlatıyordu. Yine de abim, olanların suçunu bana atarak durumu meşrulaştırdı. "Malum." diyordu, "Narin yüzünden." Sanki ben kocaya kaçmışım da ailemi utandırmışım gibi, ablam bu utançla üzgünmüş gibi bir hava yaratıyordu. Oysa olanların bambaşka bir ağırlığı vardı.
Babam ise ablamın durumunu da benim durumumu da bir kazanç olarak görüyordu. İki kızını da Ağa evine göndermek, onun için büyük bir gurur kaynağıydı. Misafirler gidip her şey normale dönünce bile keyfi yerindeydi.
"Şanslı kızmış." dedi abime bakarak benimle ilgili. "Elimde kalır diyordum ama Ağa evine gidiyor demek."
Misafirler gittikten sonra babam bana dönüp emir verdi: "Kalk, bir çay yap."
Çayları servis ederken, abimle konuşmaya devam ediyordu. Sesler karışıyordu, ama konuşmanın özeti çok açıktı: Onlar için kadınlar yalnızca birer takastı. Gerisi bir önemsizlik denizinde kaybolup gidiyordu. Ağa evinden kız alacak kız vereceklerdi.
Ablamın öfkesi ise beni buldu yine. İğneli bir bakış attı ve içindeki tüm kini kelimelere döktü. "Seni asla sevmeyecek, Narin." dedi. "Asla mutlu olamayacaksın. Ahım yakanı bırakmayacak! Fırat bana aşık, bunu anlamıyor musun? O son nefesine kadar beni sevecek ve sen onun hayatında yalnızca bir gölge olacaksın. Sen, bana yaptıklarının bedelini her gün ödeyeceksin!"
Sözleri ok gibi saplandı içime, ama ne bir cevap verdim ne de başka bir şey söyledim. Çünkü biliyordum, burada ne söylesem anlamsızdı. Kimse beni dinlemiyordu. Kimse "Sen ne düşünüyorsun, Narin?" diye sormuyordu. Bu hikayede, benim fikirlerime yer yoktu.
Ablamı seven bir adamla evlenmek istemiyordum. Onun gözlerinde hala ablamı görürken, böyle bir hayata razı olmayı hayal bile edemiyordum. Ama benim söz hakkım yoktu. Sadece sessizce kabullenmek zorundaydım.
Ertesi gün babam geldi. Ferman Ağa onunla konuşmuştu. Fırat Abi kuzeni Rojda' yı abime vermek istiyordu. Rojda abimi ezelden beri beğenirdi ama abim kaşlarını çattı.
" Ferman Ağa' ya da söyledim. Kızını vermezse olmaz bu iş. "
Zerda' yı isteme nedeni Fırat Abi' nin canını yakmaktı. Oysa Zerda lise mezunuydu. Üniversiteye gitmek istiyor diye biliyordum. Ailesi de gönderecekti herhalde. Ama abim tüm hayatına engel olmak üzereydi. Oldu da. Berdel kararı verildi. Ben Fırat ile evlenecektim. Abim ise Zerda ile. Abim resmi nikah yapacaktı ama benim imam nikahım olacaktı önce. Çünkü kimliğim çıkarılmalıydı. Normalde berdelde bir taraf sevdiğine kavuşturdu ama bu kez iki tarafta yangına düşmüştü.