Yazarın anlatımı...
Nikah günü gelip çatmıştı. Evdeki sessizlik huzurdan değil, baskının ezici ağırlığından kaynaklanıyordu. Herkes bir şeyle meşgul görünüyor, ama kimse gerçekten mutlu değildi. Gelinlerden biri olan Narin, ince bir çizgi gibi duran dudaklarını sıkmış, başı önünde, sessizce bekliyordu. Sessizdi çünkü konuşmanın bir anlamı olmadığını biliyordu. Kimse onu dinlemiyordu. Daha doğrusu, onun isteği ya da arzuları kimsenin umurunda değildi. Ablasına aşık bir adamla evlenmeye zorlanıyordu. Bu evlilik, onun hayatını değil, düzeni korumak için bir araçtı.
Narin ’in suskunluğu, Dicle’ nin gözyaşlarına karışıyordu. Dicle’nin gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. Gittiği evde rahat edeceğini, biliyordu. Ama bu içindeki sıkıntıyı hafifletmiyordu. O Fırat' la evlenmek istiyordu. Fırat ’ı seviyordu. Aşkından ölmüyordu belki, ama Fırat ’a karşı bir sıcaklık, bir bağlılık hissediyordu. Fırat ’ın kendisine olan ilgisi, gönlünü okşamıştı. Köyde kızların hayran olduğu yakışıklı bir adamdı Fırat. Üstelik, abisi işlerle ilgilenmediği için, yakında ağa olacağına da kesin gözüyle bakılıyordu. Şimdi Fırat' la acınası bulduğu kardeşinin evleneceğine inanamıyordu.
Her fırsatta Narin’e olan öfkesini açıkça belli ediyordu. Sadece söyle ve gel demişti. Kasıtlı olarak yakalandığını düşünüyordu. Yaşı 18 olmasına rağmen isteyeni olmamıştı Narin' in oysa kendisini daha 15' inden beri isteyenler vardı. En azından Dicle öyle düşünüyordu ama aslında babası Narin' i henüz vermeye niyetli değildi. Evin bütün işi Narin' in üzerindeydi. İşine geliyordu. Öyle karlı bir isteyende çıkmamıştı zaten Narin' i. O yüzden hiç duyurmadı. Cahil kızıydı Narin. Elbette kadının sesi çıkmamalı diyen iyi bir alıcısı çıkacaktı. Bunu düşünüyordu ama Ağa evine gelin gidecek olması ona da sürpriz olmuştu.
En büyük feryat Zerda' nın yüreğinden koptu. Zerda ’nın feryadı evin duvarlarını aşmış, köyün sessiz dağlarına bile ulaşmış gibiydi. Onun hayalleri vardı; yaşamaktan korkmayan, umutla dolu bir kalbi vardı. Üniversite sınav sonuçlarını bekliyordu. Kazanacağına inanıyordu. Denizi olan bir şehire gidecekti. Rüzgarın saçlarını savurduğu bir sahilde yürüyecek, deniz kokan bir adama aşık olacaktı. Sırılsıklam bir aşk yaşamak istiyordu. Okumak başarılı olmak istiyordu. Umutları vardı. Hayalleri vardı.
"Yapmayın, yakmayın beni! Kulun kölen olayım baba!" diyerek babasının ayaklarına kapanmıştı. Ferman Ağa’ nın gözleri bir an yumuşar gibi oldu, ama dudaklarından dökülen kelimeler taş kadar soğuktu.
"Devran seni ister kızım. Yapacak bir şey yoktur." demişti.
Zerda bütün gece ağladı. Neden Devran onu istemişti? Zerda, Rojda ’nın Devran’ dan hoşlandığını biliyordu. Rojda ile Devran ’ın mutlu olabileceğini düşünüyordu. Kendisi ise köyde neredeyse hiç dışarı çıkmazdı. Okuldan eve, evden okula geçen hayatında Devran ile herhangi bir anısı bile yoktu. Hatırlamaya çalıştı; Devran kapılarına gelmiş miydi? Onunla konuşmuş muydu? Yüzünü hatırlayamıyordu. Ama köyde yaşayan biri olarak mutlaka bir yerlerde görmüş olmalıydı. Buna rağmen, Devran ’ın ona olan ilgisi Zerda için bir bilmeceydi.
Zerda ’nın hayalleri, babasının verdiği karar karşısında birer birer soluyordu. Deniz kokusu, aşk hayalleri, başarılı bir gelecek... Bunların hepsi, Ferman Ağa ’nın tek bir cümlesiyle uçup gitmişti. Zerda, gece boyunca ağlarken gözlerinde yaş kalmadı. Ama içinde yanan isyan ateşi sönmüyordu. Bu nikah sadece bir tören değil, aynı zamanda özgürlüğünün tabutuna çakılan bir çivi gibiydi. Zerda abisinin telefonunu aldı gizlice. Devran' ı aramak istedi. Onu istemediğini bilirse belki vazgeçer diye düşündü. Abisinin telefonunda bir kaç tane Devran kayıtlıydı. Hangisi olduğunu anlamadı. Fotoğraflarına baktı ama çıkaramadı. Zaten numarası kayıtlı bile değildi. Ama Zerda bunu bilmiyordu.
O gün, umutların ve hayallerin bir bir toprağa gömüldüğü bir gündü.
...
Fırat, acı haberi aldığında bir an kendisini kaybetti. Dicle ’nin Şervan Ağa ’ya verilmesi, yüreğine ağır bir darbe gibi indi. Gözleri boş bir şekilde uzaklara dalarken, kafasında dönüp duruyordu aynı soru: Ne yapabilirdi ki? Bir köyün geleneklerinin, törelerinin arasında sıkışıp kalmıştı. Kardeşinle evlenmek zorundayım, ama sen benimle kaç yinede diyemezdi. Devran ’ın gözleri, Narin ’in peşinden gitmesine neden olmuştu. Fırat, Devran ’ın ne kadar öfke dolu olduğunu biliyordu. Ne kadar derin bir nefret beslediği o kadar açıktı ki, Dicle’ ye zarar vermesinden endişe etmişti. Boşuna “İyilikten maraz doğar,” demiyorlardı, şimdi tam da o marazın içinde kayboluyordu.
O gün babasının köy kahvesinde söylediklerini hatırladı.
"Kızın namusu senin boynuna artık Fırat. Bu işten kaçışın yoktur. Ben izin vermem, Ferman Ağa oğluna söz geçiremedi dedirtmem. Töreleri ezdi geçti dedirtmem. Bütün köy şahit. Ya evlenmeyi kabul edersin ya da veririm ölüm hükmünüzü. Köyün namusu benden sorulur."
"Baba, ben Dicle'yi seviyorum." demişti. Ama babası onu susturdu.
" Sus. Yakışık almaz artık onun adını ağzına alman. Kardeşiyle yakalanmadan önce düşünecektin. Kendi kardeşini de yaktın. "
" Baba berdel olacaksa Rojda ile olsun. "
Ferman Ağa konuştu ama Devran Zerda olması konusunda ısrarcıydı. Kimse bilmiyordu nedenini ama Fırat biliyordu. Devran' la konuşmayı düşündü ama bu onu daha fazla öfkelendirmek dışında bir işe yaramazdı.
Ölmeyi seçerdi seçmesine de ardında annesiz kalmış bir kızı vardı. Bir de babasız bırakmak istemedi. Üstelik Devran' ın aklına düşmüştü bir kere Zerda. Devran sülalesinden başka bir kızı berdel vermeyi göze alıp kaçırırdı bu saatten sonra Zerda' yı. O gün gözlerinde görmüştü Fırat. İntikamı ayağına gelmişti Devran' ın.
Ayakları Fırat' ı mezarlığa götürdü. Jiyan' ın mezarına baktı. Daha gün yeni doğuyordu. Eve sığamamıştı. Bugün evlenecekti. Jiyan' la evliliği geldi aklına. Mezara bakarken bilmiyordum diye düşündü. Neredeyse beş yıl olacaktı Jiyan öleli. Havin' in doğumundan sadece altı ay sonra intihar etmişti Jiyan. Fırat' ın silahıyla kendi kafasına sıkmadan önce son sözlerini gözlerini gözlerine dikerek söylemişti.
" Ahım boynunda kalsın Fırat. Dilerim ki sende sevdiğine kavuşamaz cayır cayır yanarsın hasretiyle. "
Fırat o zaman ciddiye almamıştı bu sözleri. Jiyan uzaktan bir akrabasının kızıydı. Aileler evlenmelerini uygun görmüştü. Fırat' ta kabul etmişti. Abisi Yaman hep kendi işleri peşinde olduğu için ağalık gibi bir derdi yoktu. O yüzden ağalık Fırat' a kalacak gibi görünüyordu. Bu yüzden evlenmesi için acele etmişlerdi. Ferman Ağa o zaman rahatsızdı. Her şey apar topar olmuştu. Jiyan evlenirken sessizdi. Zaten hiç başbaşa konuşma fırsatları da olmamıştı. İlk gece demişti Jiyan.
" Benim gönlüm başkasında beni azad et. " diye ama Fırat oradan dönemezdi. Ne diyecekti? Üç gün üç gece düğün yapılmıştı. Kız kusurlu derlerdi. Fırat kabul etmedi. Jiyan bütün gece ağladı. Fırat zamanla geçer sandı. Geçmedi. Kısa süre sonra hamile olduğu anlaşıldı. Fırat bebek onu mutlu eder sandı ama hamilelik Jiyan' a iyi gelmemişti. Günden güne soluyordu. Doğumdan sonra sadece altı ay tahammül edebilmişti. Fırat o sabahı çok net hatırlıyordu. Jiyan sandalyeye oturmuştu. Fırat' ın silahını dayamıştı kafasına. Jiyan yaşam demekti ama Jiyan yaşayamamıştı.
" Dün onu gördüm. " dedi ağlarken.
" Dün onu gördüm ve kafasını çevirip gitti. Gözlerime bile bakamadı senin yüzünden. Sen beni sevdiğimin gözlerine bile hasret bıraktın. Gözlerimi bile haram ettin ona. Benim söz hakkım olmadı ama senin vardı. İstemiyorum demedin. Yaktın beni. Sevdamı. Yüreğimi. Sende yan. Ahım boynunda kalsın Fırat. Dilerim ki sende sevdiğine kavuşamaz cayır cayır yanarsın hasretiyle. " demiş ve tetiğe dokunmuştu.
Fırat kimi sevdiğini hiç sormamıştı. Ama cenaze günü yakasına yapışan elle anladı. Jiyan' ın hasretinden öldüğü sevdası Devran' dı. Jiyan' ın ahı tutmuştu. Fırat sevdasına hasret kalıyordu.