2-İlk Öpücük

2541 Words
“Bir şey sordum! Senin burada ne işin var? Sakın bana görüşme için geldiğini söyleme!” Ben konuşmadan ona bakıyordum. Bora Ataman yani bu şirketin CEO’su bana çarpan adamın ta kendisiydi. Bu kadarı da fazlaydı. Hatta büyük bir şaka olmalıydı. Nasıl tepki vereceğimi bilemezken bu işin benim hayallerim olduğunu hatırladım. Ne olursa olsun bu işi almalıydım. Deli taklidi mi yapsam? “Geçen gün kördün! Şimdi de sağır mısın? Ne işin var burada? Sen beni delirtmek için hayatıma çıkmaya yemin mi ettin? Konuşsana!” dedi, dişlerinin arasından. Gözlerinden öfke akarken ben ne yapacağımı düşünmeye devam ediyordum. Sanki hiç tanışmamışız gibi kendimi anlatmaya başlasam çok mu saçma olurdu? Bence olmazdı. Sarı saçlarımı arkaya atıp duruşumu dikleştirdim. “Ben Beria Kaya. Görüşme için geldim. CV’mi dün gece e-posta yoluyla göndermiştim. Ben yine de kendimi size anlatmak isterim. Boğaziçi Uluslararası İlişkiler mezunuyum ayrıca yan dal olarak işletme okudum. Yüksek lisansımı da…” diye devam edecekken sözümü kesti. “Ne anlatıyorsun sen? Yaşadığımız o günden sonra gerçekten bu görüşmenin olumlu geçeceğini ve benim asistanım olacağını mı düşünüyorsun? Asla! Aklından bile geçirme! Senin gibi yalancı ve düzenbaz bir kadın benim asistanım olamaz!” Şansımı seveyim. Gerçekten bu işi almak için bu hödük herifi etkilemem gerekiyordu bu yüzden çirkef tarafımı geride bıraktım. Hayallerim için Beria… Normalde hiçbir güç bu adama yalvartamazdı beni. Gayet saygılı ve öz güvenli bir şekilde “Anlıyorum. Sanırım bu şirkette iş etiği pek önemli değil çünkü görüşmeye gelen herkes değerlendirilmeli. Özellikle de CV’im bu kadar iyiyken? Sanırım iş ve özel hayatınızı birbirine karıştırıyorsunuz.” dediğimde şaşkın şaşkın yüzüme baktı. Aferin kız Beria! İyi oyunculuk sergiliyorsun! Ben bile kendimden bu kadar iyisini beklemiyordum. “Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Kamera şakası falan mı?” “Evet, el sallayın!” dediğimde asıl şimdi dalga geçiyordum. Hak etmişti. Ben de kapının arkasına dönerek el salladım. Ona döndüğümde öfkeyle bana bakıyordu. “Hâlâ benimle dalga geçiyorsun! O gün bana yaptıklarından sonra iş etiğinden bahsedecek son insan bile değilsin! O günü unutmuş gibi seni işe almamı sakın benden bekleme!” Bu adamı nasıl ikna edecektim? Bir şekilde onu etkilemem gerekiyordu. Evet, Beria. Adamdan şikayetçi olarak onu zaten etkiledin! Valla yine olsa aynısını yapardım. O da hödük gibi davranmasaydı. “O günü unutmadım. Ayrıca yine olsa yine aynısı yaparım ama bu geçmişte kaldı. Artık işe bakabiliriz!” Güldü. “İş falan yok! Çık dışarıya! Seni işe almayacağım!” “Anlıyorum. Çok yazık gerçekten. Sizin gibi profesyonel bir şirketin geçmişe takılı kalması çok üzücü.” Benim tepkilerim her defasında onu daha çok manipüle ediyordu. Az sonra beni işe alacağına o kadar emindim ki öz güvenli bir şekilde ona bakmaya devam etti. “Senin amacın ne? Ne yapmaya çalışıyorsun? Beni bu şekilde manipüle edip işe alacağımı mı düşünüyorsun? Asla! Çık dışarıya!” dediğinde onayladım. Evet, anlamıştı ama son kozumu daha kullanmamıştım. Duygu’nun söylediğine göre CV’si en iyi bendim. “Peki, ya diğerlerinin CV’si benden kötüyse? O zaman ne yapacaksınız? Beni yine işe almayacak mısınız? Çok yazık!” deyip tırnaklarıma baktım. Benim bu öz güvenli duruşuma karşılık sürekli şaşırıyordu. “Tamam.” “Neye tamam?” “Tamam, seni işe alıyorum!” dediğinde bu sefer ben şaşırdım. Bu bir şaka falan mıydı? Ben dans etmemek için kendimi zor tutarken sözlerine devam etti. “Seni işe alıyorum çünkü dediğin gibi en iyi CV seninki ama buradan kendi isteğinle ayrılacağına o kadar eminim ki çünkü sana burayı zindan edeceğim!” diye meydan okudu. Burayı sana ben zindan edersem görürsün diye içimden geçirdim. Allah’ım ben bu adama hakaret etmeden nasıl duracağım? Bana doğru geldi. “Evet, Beria. Yalandan ve saygısızlıktan hoşlanmam. Bu ikisi olursa asla normal karşılamam! Hele bana o gün gibi hakaretler yağdırırsan sonu hiç iyi olmaz!” Şeytan diyor çak suratına bir tane! Nasıl da egoistçe suratıma bakıp söylüyor. İnadına yapıyordu. Beni yıldırmak için elinden geleni yapıyordu ama ben bunlara boyun eğecek bir kız değildim. “Anlıyorum, Bora Bey. Merak etmeyin.” Benim dayanamayacağımı zannediyordu ama yanılıyordu. “Yarın saat sekiz buçukta burada olacaksın! Bir dakika geçerse iyi şeyler olmaz! Şimdi beni yalnız bırak!” dediğinde odadan çıktım. Onu taklit edip yürürken Duygu birden önüme çıktı. Heyecanla bana bakarken “Sonuç ne?” diye sordu. Saçlarımı arkaya doğru attım. “Aşko tabii ki işe alındım! Sana ne dedim? Adamın dibi düşecek! Bana yalvaracak zannettim. Lütfen, benimle çalışın demediği kaldı.” Duygu kaşlarını havaya kaldırdı. “Bora Bey? Hayatta inanmam! Adamın burnu yere düşse almaz. Sana yalvaracak! Saçmalama! Yalan söylemeyi bırak. Gerçekte ne oldu?” Asansöre doğru giderken “Hani sana geçen gün biri bana çarptı demiştim.” dedim. Kafasını salladı. “Evet, adama hakaretler yağdırmıştın da konumuzla ne alakası var? Bir dakika düşündüğüm şey olmasın! Beria sen ne yaptın?” Dudaklarımı bükerek ona baktım. “Şaka yapıyorsun! İstanbul’da on beş milyon insan var ve sen o gün karakolluk olduğun adamın Bora Bey olduğunu ve bu adamın seni işe aldığını mı söylüyorsun?” Kafamı salladım. “Geçmiş olsun, kardeşim. Seni işe aldıysa burnundan getirecek. Hatta seni işe aldığı için kendini şanssız hissetmen gerekiyor. Ben senin yerinde olsam vazgeçerdim.” Göz devirdim. “Saçmalama. O hödük adama koz veremem! Ne yaparsa yapsın, hayallerimin işinden onun yüzünden vazgeçecek değilim! Yarın görüşürüz, tatlım!” deyip şirketten çıktım. Gitmeden şirkete döndüm. “Sen mi büyüksün Bora denen hödük yoksa ben mi? Seni mum edeceğim mum!” deyip saçlarımı savurarak oradan uzaklaştım. *** Evde işi almam coşkuyla kutlanmıştı. Hatta canım babam pasta bile almıştı. Abim “Sonunda iş buldun!” dediğinde babam alayla ona baktı. “Sen ne zaman iş bulacaksın oğlum?” “Baba ben hâlâ okuyorum.” “Oğlum artık yeme bizi! Ne okuması?” diye alayla konuştu. Bıraktığına bir tek annem inanmıyordu. “Atilla sus! Benim oğlum mühendis olacak!” dediğinde babam elini salladı. Bugün eve gelirken mahalledeki çocuklardan biri yanıma gelmişti. Onu şimdi hatırlamıştım. “Abi bu arada bugün eve gelirken küçük Mıstık yanıma geldi. Seni takım elbiseli bir adamın aradığını söyledi.” Birden yüzü bembeyaz kesildi. “Başka bir şey dedi mi?” Gözlerimi kısarak ona baktım. “Hayır da sana ne oluyor?” Ayağa kalktı. “Bir şey yok,” deyip salondan çıktı. Bu salaktan kesin bir şey çıkacaktı. Diğer gün erkenden kalkıp hazırlandım. Dün gece ne giyeceğimi ayarlamıştım. Açık kahve bir kazak ve deri etek giyecektim. Kazağı, eteğin içine soktum. Uzun çizmelerimi giyip üstüme de kaban aldım. Bu kıyafetleri her an plazada çalışmaya başlarım diye almıştım. İyi ki de almıştım. Şimdi işime yarıyordu. Saçlarımı düzleştirdim. Hafif makyaj yapıp evden çıktım. Annem akşamdan sandviç yapmıştı. Onu yiye yiye durağa geldim. Şirkete söylediği saatten daha erken gelmiştim. Beni dünkü kız karşıladı. Adı Derya’ymış. O bana ne yapacağımı anlatırken hepsini not aldım. Bana işi anlatırken Bora Bey geldi. Derya elime bir not defteri tutuşturdu. Eski asistan bırakmıştı. Peşinden odasına girdim. Ona gününü anlattım. Beni inceliyordu. Kesin bu kadar erken nasıl geldiğimi düşünüyordu. Benim pes edeceğimi düşünüyordu ama ben asla pes etmem. “Eklemek istediğiniz bir şey var mı?” “Benim odamın sağ tarafında arşiv var. Oraya girip 111 numaralı dolabın içindeki dosyaları incelemeni ve hepsi hakkında genel bir değerlendirme yapmanı istiyorum!” dediğinde onayladım. Odadan çıkıp arşive gelince gördüğüm dosya yığınından dolayı “Şerefsiz herif! Beni yıldırmaya çalışıyor! Yılarsam bana da Beria demesinler!” deyip dosyaları odama taşımaya başladım. Kesin cam bölmeden beni izleyecekti. Dosyaları taşırken elindeki kalemi çevirirken beni izliyordu. O kadar çok dosya vardı ki taşımam çok zor oluyordu. Üst taraftaki dosyaları almak için sandalyenin üzerine çıktım. “Ne yapıyorsun?” diyen sesiyle ona dönerken ayağım takıldı. Çığlık atarak düşerken iki adımda yanıma gelip beni tuttu. Onun kucağına düştüm. Kollarımı da düşerim korkusuyla boynuna sardım. Şu an dudaklarımız arasındaki mesafe o kadar azdı ki ikimiz de hareketsiz kalmıştık. Ne o çekiliyordu ne de ben. Bir ara gözleri dudaklarıma kayacak gibi olunca ben hemen kucağından inmek için harekete geçtim. “Teşekkür ederim,” deyip dosyaları alıp odadan çıktım. Nefret ettiğim adama ilk öpücüğümü verecek değildim. Hele de Bora denen hödüğe… Yüzümü buruşturdum. Öğleye kadar dosyaları bitirmiştim çünkü çoğu aynıydı. Dosyaların içeriğinden haberi olmadığı o kadar belliydi ki alayla “Salak herif!” diye söylendim. Gemel bir değerlendirme yapıp odasına geçtim. Dosyayı önüne bıraktım. “Bitti mi?” “Evet, bitti.” Bundan rahatsız olduğu o kadar belliydi ki istemsiz dudağımın kenarı kıvrıldı. Bana meydan okursan seni fena ederim! “İyi, öğle yemeğine çıkabilirsin. Öğleden sonra önemli bir toplantıya katılacağız. Çin’den önemli misafirler gelecek. Çince konuşmanı istiyorum.” “Olur.” “Çince biliyor musun?” “CV’me bakmadınız mı?” Dişlerini sıktı. “Çık dışarıya!” Sırıtarak odadan çıktım. Kapıyı kapatınca saçma hareketler yapmaya başladım. “Ne oldu? Morardın Bora Bey! Seni daha çok morartacağım!” deyip havalı havalı odama girdim. Öğle yemeği için şirketten çıkarken ben de Duygu’yla yemekhaneye gittim. Duygu “İlk iş günün nasıl? Bora Bey, nasıl?” diye sordu. Gülerek “Morarmakla meşgul. Her an bir hata yapmam için fırsat kolluyor ama asla yapmam! Ben de o göz var mı?” dedim. “Sen yine de çok fazla üstüne gitme. Eğer gidersen daha fazlasını yapar. Sabrını zorlamaya çalışır. Hata yapmanı kolluyorsa vay haline! Yakında bağırıp çağırmaya başlar! Sen böyle bir şeye katlanacak biri değilsin!” dediğinde kafamı iki yana salladım. “Katlanırım!” dedim. *** Yemekten sonra Bora Bey’le görüşmeye gittik. İşi çok da iyi bağlamıştım. Şirkete geçerken “Teşekkür etmeyecek misiniz?” diye sordum. “Neden teşekkür edeyim? İşin bu zaten!” Göz devirdi. İçimden ona söylenirken “O günkü kızla asla yakından alakan yok! Doğru söyle ikizin falan mı var?” diye sordu. “Hayır, o benim! Görüşmeye geldiğimde söyledim. Yine olsa yine yaparım ama şu an benim patronumsunuz. Saygısızlık yapmam!” derken ters ters bana baktı. Şirkete geldiğimizde “Arşivden 555 numaralı dosyaları incele!” deyip odasına girdi. Ellerim yumruk oldu. İnadına yapıyordu. Daha ilk günden beni delirtmek için elinden geleni yapıyordu. Derin soluk alıp dosyaları incelerken odama girdi. “Sana 554 mi dedim? 555 dedim! Neden bu dosya burada?” diye sordu. Masanın üzerindeki dosyaya baktığımda gerçekten de karışmış olduğunu gördüm. “Benim değil, arşivdekilerin suçu!” “Sen ne hakla bunu söyleyebilirsin? Bana kafa mı tutuyorsun? Git bunu yerine koy! Bir daha da ben sana bir şey söylediğimde kendini savunmaya geçme!” dediğinde inadına yaptığı apaçık ortadaydı. Dosyayı elinden alıp arşiveye giderken “Nasıl isterseniz!” deyip çıktım. Arşive bırakıp tuvalete gittim. Elimi ağzımın üstüne koyup büyük bir çığlık attım. Biraz olsun kendime gelmiştim. İlk iş günümü bana zehir eden patronuma rağmen iyi iş çıkartmıştım. 1 Ay Sonra Tam bir aydır beni yıldırmak için elinden geleni yapıyordu ama ben bir kere bile saygısızlık yapmayarak kendi rekorumu kırmıştım. Hatta kendime çok şaşırıyordum. Geçen hafta az daha ona ağız burun dalacakken son anda kendimi tutmuştum. Bugün de işe geç geleceği için rahattım. O işe gelmediği günler benim için en güzel günlerdi. Duygu yanıma geldi. “Beria.” “Duygu. Kız bu ara kola çekirdek yapmıyoruz. En kısa zamanda yapalım. Bora Bey’i kudurttuğum anları sana anlatırım.” Kahkaha attı. “Valla helal olsun. Bu kadar bile dayanacağını düşünmemiştim. Bora Bey’i de dize getirdin!” “Kızım ben adım ne? Beria Kaya. Bora Bey, sert kayaya tosladı. Ben öyle normal biri değilim!” Gülerek onayladı. “Normal olmadığın zaten ortada!” Biz mahallenin dedikodusunu yaparken kapı açıldı. “Ne oluyor burada? Burası sizin gıybet odanız mı?” diye bağıran Bora Bey’le Duygu gitti. Kızmaya yer arıyordu. “Bora Bey, biraz sakin mi olsanız? İsterseniz sizin için kardiyolojiye randevu alabilirim.” “Ne saçmalıyorsun? Ne alaka?” “Bu kadar sinir tansiyon yapar. Gidişatınız hiç iyi değil.” “Beria!” diye uyarırıp odasına girdi. Ben de arkasından gittim. Kendim gibi olamadığım için kafayı yiyordum ama bu adama koz verirsem beni hemen işten atardı. Ben de arkasından gittim. Bu sefer de bir yığın dosyayı elime tutuşturup bilgisayara geçirmemi istedi. Artık yıldırma politikalarına alıştığım için söylene söylene yapmaya başladım. Bu salak adama bir de gecelerin prensi falan diyorlardı. Genç kızlar da bu salak adamın peşinde pervaneydi. Ne buluyorlardı? Tamam, adam yakışıklı ama ondan prens olmazdı. “Gecelerin prensiymiş! Ondan olsa olsa buzlar prensi olur! Hödük, öküz! Bir de kendini bir şey zannediyor! Sürekli beni yıldırmaya çalışıyor! Kanar mı Anadolu evladı?” Kendi kendime konuşmaya devam ederken bana verdiği dosyaları da bilgisayara işliyordum. “Hayır, yani bu dosyaları bilgisayara işleyince ne olacak? Yüzde yüz inadına yapıyor! Tam bir aydır yılmadığımı görmesine rağmen hala devam ediyor! Öküz şey!” Bir de kağıtların puntoları o kadar küçüktü ki gözlerim acımıştı. Kafamı kaldırdığımda cam bölmenin jaluzisinin kapalı olduğunu gördüm. Normalde çay eşliğinde beni izlerdi ama yoktu. “Aman daha iyi! Suratını görmem en azından!” Hıncımı alırcasına tuşlara sertçe basarken “Beria, sen kiminle konuşuyorsun?” diye soran Derya’ya baktım. Şirince gülümsedim. “Şarkı söylüyordum. Bir şey mi oldu?” diye sordu. Elindeki dosyaları işaret etti. “Bu dosyaların acilen Bora Bey’e götürülüp imzatılması gerekiyor. Beş dakikan var.” deyip masamın üzerine bırakıp gitti. Arkasından göz devirdim. Sanki kendisi yapamaz. Buzlar prensiyle her ne kadar karşı karşıya gelmek istemesem de mecburdum. İç sesim “Salak sen onun asistanısın! Ne demek karşı karşıya gelmemek?” dediğinde ona hak verdim. Bazen saçmalıyordum. Dosyaları alıp odasına giderken gülümseme çalışması yaptım. Salak salak hareketler yaptığımı fark edip etrafa bakındım. Neyse ki kimse görmemişti. Kapıyı tıklayacakken içeriden gelen seslere kulak misafiri oldum. “Oğlum, sen aklını mı kaçırdın? Ne demek evlenmeyeceğim? Biliyorsun ki dedenin en büyük şartı evlenmen! Evlenmekten başka çaren yok! Sen prenssin! Bu prensliği kaybetmek mi istiyorsun?” Yüzümü buruşturdum. Buzlar prensiyle kim, neden evlensin? Kız kurusu gibi evde kalırdı. İçimden gülerken Bora Bey sözlerine devam etti. “Anne sana evlenmeyeceğim demiyorum ki Lila’yla evlenmeyeceğim diyorum!” derken sesinde bıkmışlık vardı. Hâlâ onları kapıdan dinlediğimi fark edince etrafıma bakındım. Kimse yoktu. Kol saatime baktığımda iki dakikanın daha şimdiden dolduğunu gördüm. Bu dosyaları ben imzalatmak mı zorundaydım? Acayip gergindim. Kızacaktı ama her koşul kızdığı için kapıyı tıklatıp içeriye girdim. Beni görünce ilk defa tepki vermedi. “Bora Bey, imzalanacak dosyalar var.” dediğimde eliyle gel işareti yaptı. Yanına gidip dosyaları tek tek önüne koyarken annesi olduğunu düşündüğüm kadın bana hiç bakmamıştı. Ben onu süzdüm. Tam bir kokoşa benziyordu. Pembe bir takım giymişti. Saçlarını ben zenginim topuzundan yapmıştı. Boynunda da tüylü bir atkı vardı. Ben onu süzmeye devam ederken kadın, ben geldiğim için susar zannederken sitemvari konuşmaya başladı. “Bora, ne demek evlenmem! Sanki başka kız varmış gibi sosyetenin en güzel kızını mı reddediyorsun? Delirtme beni! Size bir akşam yemeği ayarladım. Yarın akşam gidiyorsun!” Ben dosyaları çevik hareketlerle önüne koyarken o da hem imzalıyor hem de annesiyle konuşuyordu. “Anne benim kız arkadaşım var!” dediğinde annesi göz devirdi. “Yalan söyleme yine! En son var dediğinde yalan çıkmıştı! Bu sefer bana birini göstermeden inanmam! Göster bakalım!” dedi, meydan okuyan bir sesle. Bu adamın sevgilisi olsa ben bilirdim ama yalanın daniskasıydı. Elindeki kalemi bırakıp ayağa kalktı. Annesi ve ben ne söyleyeceğini merak ederken birden elimi tuttu. Ben donup kalırken “Beria!” dedi. Ne oluyor burada? Beria da ne demek? Annesiyle ben aynı anda “Ne!” diye bağırdık. Bu adam ne saçmalıyordu? Ben ne alakaydım? Bora Bey, belimden kavrayıp kendine çekti. Dudaklarımızı birleştirdiğinde ben donup kalmıştım. Ben ne yaşıyordum? Ne onu itebiliyordum ne de tepki verebiliyordum. Onu itip tokat atmamak için kendimi zor tutarken öpücüğü kısa sürdü. Benden ayrıldığında belimden kavradı. Belimi fena sıkıyordu. Bu sakın sesini çıkartma demekti. Az önce benim ilk öpücüğümü alan adamın amacı neydi? Annesi şok olmuş bir şekilde izlerken Bora Bey yanağıma öpücük kondurdu. “Beria’yla tanış anne. Evleneceğim kadın o!”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD