1-Şikayetçiyim!

2111 Words
“Beria kovuldun!” Bu kovulduğum ikinci işti. Neymiş çok bardak kırıyormuşum. Altı üstü iki tane bardak kırdıysak ne olmuş yani? Önlüğü patronuma doğru fırlattım. Pardon ex patronum. “Ben değil, siz kaybettiniz!” deyip kafeden çıktım. Şimdi ne halt yiyecektim? Üniversiteden mezun olurken üstüne de yüksek lisans yapmıştım. Çeşitli sertifakalar alıp kendimi geliştirmiş, bir plazada çalışacağımı hayal ederken kendimi kafelerde garsonluk yaparken bulmuştum. Neyse hayal etmek bedava deyip hülyalara dala dala yürürken benim hayaller her zamanki gibi erkenden suya düştü. Hemen ardından da gelen korna, çığlıklar, sert bir fren sesi ve benim kalçamın üstüne düşmem… Bana araba çarpmıştı. Ah Beria! Sana kim sokakta yürürken hayallere dal dedi? Al işte hayallerinin ne kadar imkânsız olduğunu da evren sana mesaj yoluyla göstermişti. Yoldan geçen herkes başıma toplandı. Ayak bileğime saplanan acıyla tiz bir çığlık attım. Acıdan başım dönerken saydırmaya başladım. Bu arabayı süren kişi çoktan söylediklerimi hak etmişti. Arabasına sertçe vurdum. “Bu arabayı kullanan cani herif in arabadan! Ölüyordum be! İnsan kocaman beni görmez mi? Kör müsün? Sana ehliyeti manavdan mı verdiler?” Başıma toplanan herkes bir şeyler söylerken acıdan dolayı hiçbirini seçemiyordum. Kulaklarımda da bir uğultu vardı. Arabanın kapısının açılma sesini duydum. Paşa hazretleri, nihayet arabadan inebilmişti. Bana çarpacak kadar kör olan insan müsveddesine bakmak için kafamı kaldırdığımda hayattaki şansıma bir kez daha sövdüm. Karşımda adeta bir Yunan tanrısı vardı. Esmer bir ten, keskin yeşil gözler, kirli sakal, kaslı bir vücut ve jilet gibi takım elbise… Dreame’den mi fırladın, ne yaptın? Çirkin, kara kuru bir adam olsaydı da rahat rahat sövseydim. Ben ona bakmaya devam ederken göz göze geldik. Bir doktor edasıyla “Çekilin!” diye bağırdı. Başıma toplanan insanlar çekilirken yanımda diz çöktü. Ben ondan beni hoş görmesini beklerken küstah bir şekilde sordu. “Az önce söylediklerinizi acıdan söylediğinizi varsayıyorum. İyi misiniz?” Hem bana çarpıyor hem de üstten üstten konuşuyordu. Gerçekten de şaka gibiydi. Daha kovulalı yarım saat olmamışken yaşadıklarım zaten film gibiydi. Hayat yine sağdan, soldan bana vurmaya devam ediyordu. Sen de vur be kahpe kader… “Hayır! Hiçbirini acıdan söylemedim! Hepsini hak ettin! Bu ehliyeti sana manavdan verdikleri o kadar belli ki kocaman yolda beni görmeyecek kadar körsün! Ha bu arada iyi falan de değilim!” deyip bileğime dokundum. Bileğim zonklamaya devam ederken hödük adam, gözlerini kısarak bana baktı. “Kör mü? Asıl kör olan sensin! Bir anda önüme fırladın! Bu yolda yaya geçidi bile yok! Asıl suçlu sensin! Toplantıma geç kalmama rağmen durmuş sana insanlık namına yardımcı oluyorum ama bana hakaret ediyorsun! Neyse insanlık ben de kalsın!” deyip bakışlarını bileğime çevirdi. Yüz hatları çok gergindi. Kemikli ve uzun parmaklarını bileğime koyunca elini ittirdim ama izin vermedi. Baya acımıştı. Elini itmeye çalışırken “Rahat dursana! Kırık var mı diye bakıyorum!” diye tersledi. Sinirlerimi acayip bozmuştu. Daha fazla dayanamadım. “Bu adam benim ayağımı kırdı! Biri ambulansı, polisi arasın!” diye bağırdım. Küstah ama yakışıklı adam göz devirdi. Senin detaylarına Beria! “Abartma! Sana sert vurmadım. Altı üstü ayağın incinmiştir. Kırık falan yok hem kırık olsa acıdan duramazsın!” Ben burada acı çekiyorum, o ne diyordu? Bilmiş bilmiş konuşuyordu. Kırık olsa acıdan duramazmışım! Şu cümleyi de millet ağzında sakız yapmıştı. “Zaten acıdan duramıyorum! Benim ayağımı kırdın! Hatta az daha beni öldürüyordun! Hatalısın bir de benimle dalga geçiyorsun! Senin gibi trafik magandalarına birinin dur demesi gerekiyor!” diye bağırdım. O küstahsa ben de çirkeftim. Zaten kovulmuştum, onun gerginliği de vardı. Burada beni hoş görmesi gerekiyordu ama o üstüme gelmeye devam ediyordu. Adam sabır dilercesine bana bakarken konuşmaya devam etti. “Türkçe konuşuyorum. Benim önüme atlayan sendin ve yüzde yüz suçlu sensin! Daha fazla abartma! Hâlâ insanlık namına seninle ilgileniyorum. İstersen seni en yakın hastaneye götürebilirim.” Hâlâ insanlıktan bahsediyordu. “İstemez! Senin insanlığın sana kalsın! Küstah adam!” “Kendine gel! Ne küstahı? Kendi hatanı bana yükleyemezsin! İstesem buradan çekip giderim!” dediğinde gözlerimi kıstım. Kendi hatam mı? Küstah demekle o kadar haklıydım ki hepsini hak etmişti. “Seni şikâyet edeceğim! Hapislerde sürüm sürüm sürüneceksin! Biri polisi arasın!” “Abartma! Ne polisi?” derken sesi sinirliydi. Sinirlensen kaç yazar? Ben kafama koymuştum. Biri polisi aradığını söylediğinde onu işaret ettim. “Sen şimdi görürsün! Trafik magandası!” diye bağırdığımda ellerini havaya kaldırdı. Kendi kendine söylenmeye başladı. “Allah’ım sen beni sınıyor musun?” diye sordu. “Asıl ben sınanıyorum hem de küstah bir adamla!” diye mırıldandım. O beni duymamıştı ve kol saatine bakıp duruyordu. Acelesi var gibiydi ama umrumda değildi. Bir kadına nasıl davranacağını bilmiyorsa böyle sınanırdı. Feminist ruhum kabartmıştı. “Toplantıya geç kalıyorum ama sen benim sabrımı sınamaya devam ediyorsun. Bak şöyle yapalım. Bu işi kendi aramızda halledelim. Birbirimizden özür dileyelim. Ben seni hastaneye götüreyim bu iş kapansın!” Özür dilemek? Ne saçmalıyordu? “Pardon! Ben senden neden özür diliyorum? Eğer sen özür dilersen bu işi kapatırım! Bekliyorum!” Kafasını şiddetle iki yana salladı. “Asla! Asıl suçlu sensin! Sen de özür dileyeceksin!” dediğinde emirvari konuştuğu için kafamı salladım. “Tamam, o zaman ben kararlıyım. Seni şikâyet edeceğim!” dediğimde daha fazla sinirlendi. “Asıl suçlu sensin! Eğer şikayetçi olursan ben de şikayetçi olurum!” diye meydan okudu. Beria biraz abarttın mı? İç sesime hak vermeme dakikalar kala polis siren sesleri geldi. İşleri iyice çığrından çıkartmıştım. Abarttığımın farkındayım ama bu küstah adama birinin ders vermesi gerekiyordu. Aslında ex patronumun bütün sinirini bu adamdan çıkartmıştım. Polis geldiğinde ifademizi almak için bizi karakola götürdüler. Karşılıklı otururken bile birbirimize öldürücü bakışlar atıyorduk. Polis memurlarından biri buzla pres yapmam için bana buz kalıbı getirdi. Onu bileğime koyunca iyi gelmişti. Polis memurlarının yardımıyla bizi bir odaya aldılar. Bir masanın arkasında oturan adam üniforma giyiyordu ama yetkili birine benziyordu. Hödük adam konuşmadan ben konuya daldım. “Şikayetçiyim, memur bey! Bu adam beni öldürmeye teşebbüs etti. Bana çarptı! Sonra da üste çıkmak için bana hakaretler yağdırdı!” dediğimde yanımdaki adam öfkeden deliye döndü. “Hakaret mi? Yalan söyleme! Bütün söylediklerin yalan! Benim önüme atlayan sensin! Asıl suçlu sensin! Asıl ben bu kadından şikayetçiyim, memur bey. Senin yüzünden toplantıma bile geç kaldım!” “Hâlâ toplantı diyor ya! Senin yüzünden ben kaç gün işe gidemeyeceğim!” Sanki ortada bir iş vardı! Ah Beria. Yine yalanları sıralamıştım. “Her şey bu yüzden olduysa söyleseydin ben o günlerin ücretlerini karşılarım!” dediğinde o an ben öfkeden deliye döndüm. Ayağımı umursamadan üzerine yürüdüm. “Sen beni paranla satın alabileceğini mi zannediyorsun? Kimsin be sen! Ben senden para mı istedim? Görüyorsunuz değil mi, memur bey? Bana rüşvet teklif ediyor. Atın bunu içeriye!” Adam alayla ayağımı işaret etti. “Hani ölüyordun! Al ayağının üstüne basıyorsun! Memur bey, bu kadın yalancının teki! Hatta delinin teki!” Bir deli demediği kalmıştı. Ona doğru saldırırken polis memuru, eliyle masaya vurdu. “Yeter! İkiniz de tartışmayı kesin! Sırayla konuşun!” diye uyardı. Olayı hem ben hem de hödük adam anlattı. Polis memuru ikimizi de haksız bulup içeriye attı. Bileğim zonklarken o adamla karşılıklı nezarethanelerde oturuyorduk. O ayaktaydı ve gidip geliyordu. Ben bileğime buzu pres yapmaya devam ederken çok acıyordu. Kafamı duvara yasladım. “Senin yüzünden oldu!” Kafamı kaldırıp ona baktı. “Ay, sus be! Sende de ne çene varmış!” “Senin yüzünden çok önemli bir toplantıyı kaçırdım!” “Bana çarp diyen mi oldu?” “Hayatımda ilk defa o yolu kullandım. Allah benim de belamı verdi! Senin gibi bir kadınla karşılaştım!” Biz tartışmaya devam ederken polis memuru gelip kapılarımızı açtı. “Serbestsiniz!” dediğinde ben ayağım seke seke çıktım. O hödük herif ise bana öfkeli bir bakış atıp gitti. Dışarıya çıktığımızda benim abim gelmişti. O da en az onun kadar yakışıklı bir adamın yanına gitti. Abime durumu anlattığımda tabii ki o adamı savundu. “Lan salak adam haklı! Önüne atlayan sensin! Yine başına bela almışsın! Hem senin işte olman gerekmiyor muydu?” Babamın arabasına doğru giderken o hödük adam ve arkadaşı çoktan gitmişti. “Kovuldum!” dediğimde kahkaha atmaya başladı. “Şaşırmadım.” Göz devirip ona bakarken hastaneye gittik. O adamın dediği gibi sadece incinmişti. Birkaç gün üzerine basmamam konusunda beni uyardı. Birkaç gün annem ve babam bana bebek gibi baktı. Telaşlanmışlardı. İlgileri hoşuma gitmişti. Yatmaya devam ederken akşama doğru odaya Duygu girdi. Birkaç gündür bu şekilde yatmama rağmen şimdi haberi olmuştu. O hayallerimin şirketinde sekreter olarak çalışıyordu. “Kızım sana ne oldu?” Ona durumu kısaca anlattığımda “İşte böyle. Hödük bir adam bana çarptı. Bir de görsen nasıl çirkin, nasıl çirkin! Evlerden ırak! Neyse sen neden geldin?” diye sordum. “Arkadaşımı görmeye gelemez miyim? Hem benim sana bir haberim daha var. Şirkette bir pozisyon boşaldı. Sıkı dur!” dediğinde heyecanla ona baktım. Kaç aydır bu işi kovalıyordum. “Şirketimizin CEO’su Bora Ataman’ın asistanı olabilirsin!” dediğinde kalbim pır pır atmaya başladı. “Şaka yapıyorsun! Ne zaman geliyorum?” Güldü. “Yarın görüşmeler var. Ben seni önerdim. Dikkate aldılar. Aslında Bora Bey olmasını hiç istemezdim ama yapacak bir şey yok.” “Neden ki?” “Bora Bey biraz gıcık bir insandır. İşinde çok titizdir. Ukala ve yalan söyleyen insanları asla sevmez! Eski asistanı hamile olduğu için ayrıldı. Neredeyse bir sene gelmeyecek. O süre zarfında onun gibi yetenekli ve uyumlu bir asistan arıyor.” Bu işe gerçekten de ihtiyacım vardı. “Yetenek desen ben! Uyum desen ben! Merak etme ben bu işi hallederim!” *** Diğer gün erkenden kalkıp duş aldım. Bornozlu bir şekilde odama geçip önce normalde kahverengi olan ama Duygu’nun yoğun ısrarıyla sarıya boyattığım saçlarımı kurutup dalgalar yaptım. Dalgalı saç bana daha çok yakışıyordu. Saçlarımı arkaya doğru savurdum. “Off çok güzelim be!” Makyajı çok abartmadan yaparken bir şarkı açıp göbek atarken bu işin benim için dönüm noktası olacağına emindim. Aldım, kabul ettim. 777. Kendi çapımda enerji çalışmaları yaparken dolabımı açtım. İlk gün olduğu için en iyisi klasik giyinmekti. Beyaz bir gömlek ve siyah bir etek giydim. Montumu üzerime aldım. Bileğim hala acıdığı için fazla topuklu ayakkabılarımı elime aldım. Dün gece hazırladığım CV’yi çoktan şirkete göndermiştim. Kendime oldukça güveniyordum. Evden çıkarken abim karşıma çıktı. “Sen yine iş görüşmesine mi gidiyorsun? Seni kim, neden işe alsın? Tipe bak!” Ayakkabılarımı giyerken benimle dalga geçer gibi konuşan abime boş gözlerle baktım. Klasik abimdi. Sevgili abim Mert, her zamanki gibi bana övgü dolu sözler söyleyip motive ediyordu. Tabii ki bu dünyanın en büyük şakasıydı. Abim ve ben deyim yerindeyse kedi ve köpek gibiydik. Geçen gün bana yardım ettiğine bakmayın! “Ben en azından çabalıyorum. Sen onu da yapmıyorsun. Boş işlerde o kadar profesyonel oldun ki müdürlükten bakanlığa terfi edeceksin.” dediğimde elinde mutfak beziyle çıkan annem, abime sarıldı. Annem kısacık olduğu için abimin yanında cüce gibi kalıyordu. “Oğlumla uğraşma. O mühendis olacak.” Kahkaha attım. “Anne, abim üniversiteye başladığı sene daha akıllı telefonlar bile çıkmamıştı. Hatta dolar iki liraydı. Sen hâlâ umut ediyor musun?” Abim kaşlarını çatarak bana baktı. “Abartma,” dediğinde gold detaylı saatime baktım. Görüşme saatim ondaydı. “Size doyum olmaz. Ben kaçtım.” Abim de arkamdan “Yine işe almayacaklar seni. Bu sefer eve gelince söz sana emzik vereceğim.” dediğinde ona doğru saldıracakken annem engel oldu. Abime işaret parmağımı savurarak “Görürsün sen. Bu sefer bu iş olacak!” dedim. Elini salladı. Öfkeyle evden çıkıp durağa doğru yürüdüm. Topuklu ayakkabılarla öz güvenli bir şekilde yürürken bu işin benim için dönüm noktası olacağını biliyordum. Hayallerim olan plazaya kavuşuyordum. Otobüse bindim. İş yerine geldiğimde aşağıya doğru inen omuzlarımı dikleştirdim. Bir manken edasında yürürken kafama kaldırıp şirkete baktım. O kadar büyüktü ki hayran olmamak elde değildi. Ataman Şirketler Grubu CEO’sunun yönetici asistanı olmak herkese nasip olmazdı. Ben hayallerime doğru bir adım atarken içeriye girdim. Saçlarımı savurarak yürümeye başladım. Topuk seslerim yankılanırken bu sese bayılıyordum. Duygu’nun bana doğru geldiğini gördüm. Aylardır, burada boşalan bir pozisyon için fırsat kolluyordum. Sonunda istediğim gerçekleşmişti. Güzel bir CV’yle gelmiştim. Beni işe almamak gibi bir şansları yoktu. Ona sarıldım. Birlikte asansöre ilerlerken “Az sonra Bora Bey’le görüşeceksin. Sana söylediklerimi sakın aklından çıkartma! Beria sana güveniyorum.” diye açıkladı. “Göreceksin! Bora Bey bana bayılacak! Onu öyle etkileyeceğim ki beni hemen işe alacak!” Kahkaha attı. “Bora Bey kolay kolay beğenmez ama seni işe almasını ümit ediyorum. Diğer başvurulara baktım. Onların CV’leri seninkinden daha kötü. Bu işe kesin gözüyle bakıyorum.” “Ağzın bal yesin!” En üst kata geldiğimizde bir kadın beni karşıladı. “Beria Hanım hoş geldiniz. Bora Bey sizi bekliyor,” dediğinde eliyle bana yolu gösterdi. Derin bir nefes alıp Duygu’ya el salladım. O da şirince bana gülümserken kadını takip ettim. Kapıda kocaman harflerle Bora Ataman yazan bir kapının önüne geldik. Kapıyı tıklattı. İçeriye girip “Bora Bey, Beria Hanım geldiler,” dediğinde “Gelsin!” dedi. Bu ses nereden tanıdık geliyordu? Sanki çok tanıdık birinin sesi gibiydi. Kadın bana dönerek “Buyrun!” dediğinde içeriye girdim. Arkası bana dönük bir şekilde dışarıyı izleyen adam yavaşça bana döndü. Yok artık! Bu kadarı da olamazdı! “Sen!” dedim, şaşkınca. “Senin burada ne işin var?” diye sordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD