Teknolojinin hayatın her yerinde olduğu ama ihtiyaç duyulmadığı bir zamandı. Açlık bitmişti ama herkes açtı. Neye aç olduklarını bile bilmedikleri bir çağdı. Para denilen kelime sadece tarih kitaplarında vardı. Tembellik kelimesi en ağır kusur sayılmıştı. İnsanlar çalışıyordu ve karşılığında yiyecek alıyorlardı. İnsanlar çalışıyordu ve karşılığında kıyafet alıyorlardı. Eski zamandaki gibi süpermarketler yoktu.
İş karşılığı ücretler haftalık yiyecek olarak veriliyordu. Yiyecekler devletin belirlediği standartlarda bedenin bir hafta ihtiyaç duyacağı besin miktarı kadardı. Giysiler üç ayda bir yine devlet tarafından dağıtılıyordu fazla gösterişe izin yoktu. Okul bitene kadar her çocuk devlet güvencesi altınaydı ve okul bitip işe yerleştirildikleri anda onlarda artık yemek için çalışmak zorundaydılar. Yaşanılan evler iş statüsüne göre belirleniyordu.
Savaşlar artık yoktu. Tüm gezegen tek bir ülkeydi ve on iki kişiden oluşan tek meclis tarafından yönetiliyordu. İnsanoğlu özgür canlılardı ve bu düzen doğalarına aykırıydı. Başkaldırılar her zaman vardı. İsyanların biri bastırılıyor biri başlıyordu. Zaman ilerledikçe özgür olmak isteyenler çoğalıyordu ve sadece on iki kişi bu düzenin kopmaması için çözüm arıyordu. Düzen bozulursa onlara da ihtiyaç olmazdı! İnsanoğlu doğduğu an kimlik bilgilerinin olduğu bir çiple damgalanıyordu. Her zaman kontrol altındaydılar ama en güvenlikli hapishaneden bile kaçmanın bir yolu bulunabilirdi. İsyancılar olmadık yollardan ilerliyor buldukları hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. Bu düzen bozulmalıydı ve her yolu denemeye hazırlardı.
Bir gün hiç ummadıkları bir anda meclise bağlı çalışan bilim insanları bir keşifte bulundu. Kendi gezegenlerin kopyası olan bir gezegen keşfetmişlerdi; Antas.
Antas gezegeniyle iletişime geçildi ve şaşırtıcı bir gerçek ortaya çıktı. Gezegen kendi gezegenlerinin paralel bir yansıması gibiydi. İki gezegendeki insanlarda dış görünüş olarak aynıydı ama kişilikleri tamamen farklıydı.
Sanki tüm insanların bir ikizi vardı ve iki gezegen arası paylaşılmıştı. Yönetim şekilleri benzerdi ve iki gezegende de bitmeyen isyanlar vardı. Bu isyanlar tamamen özgürlüğe olan açlıktan kaynaklanıyordu. İnsanlar özgürlüğe açtı, meclisteki on iki kişi ise yönetmeye açtı ve bu iki açlık savaşmaya mahkumdu.
Bu açlığı bitirmek için çözüm arayışına giren Satna gezegeninin başkanları aynı tür sorunlar yaşayan Antas gezegeninin başkanlarıyla gizlice görüşüp bir karara vardılar. Öncelikle halk diğer gezegeni bilmeyecekti ki içlerinde bir umut oluşmasın. Başkanlar içten içe korkuyordu. İsyanları bastırmak kolaydı ama o isyanlarla bir umut yeşermeye başlamıştı. Umut, güçlü bir silahtı. İnsan bedeni kolayca yok edilebilirdi ama umut bir kez var oldu mu insan bedenini yok etmek yeterli olmazdı.
Umudun büyümemesi için her türlü önlemi alıyorlardı ama yeterli değildi. Büyük bir devrim gerekiyordu. Yöneticiler bilim insanlarını halkı kontrol altında tutabilmek için özel bir buluş için görevlendirdiler. Zaman geçtikçe bilim insanları istenilen sonuca ulaşamıyorlardı. Yirmi dört başkanın umudu yok olmak üzereyken sonunda merakla beklenen görevi sonuca ulaştırmışlardı.
Satna ve Atnas gezegenlerinin başkanları çoşkulu bir sevinç içindeydiler. Büyük ama kontrollü bir patlama gerçekleştireceklerdi. Bu gözle görülecek bir patlama değildi. İnsanların boynundaki çiple yapılacak basit ama karmaşık bir imha işlemiydi. Tüm insanların zihni silinecek ve kendi istedikleri sahte anıları silinen zihne yükleyeceklerdi. Böylece yaşamaları gereken hayatı mutluluk içinde yaşayacak, isyan gibi kötülüklerden uzak duracak ve en önemlisi özgürlük kavramını tamamen unutacaklardı. Buluş güzeldi ama bu uygulama test edilememişti ve tam sonuca ulaşıp ulaşamayacağını denemeden bilmelerine imkan yoktu. İki gezegen ve milyarlarca insan ters giden ne olabilirdi ki!
Santa ve Atnas gezegenlerinin başkanları uygun görüp belirledikleri gün için geri sayımı başlattı. Oluşabilecek kötü sonuçları da kabul etmişlerdi çünkü isyanlar gittikçe büyüyordu ve bir yerden sonra kontrol edemeyeceklerdi. Belirlenen gün geldiğinde patlama saati gece yarısına ayarlanmıştı. İki gezegeninde tüm insanları uykudayken gerçekleşecekti. Patlamayı gerçekleştirecek bilim insanlarıda başkanların emriyle bu patlamaya dahil olacaktı ama Satna gezegenindeki bilim insanlarından biri kalbindeki acıyı unutmak istememişti ve gizlice çip numarasını uygulamadan silmişti.
Gece yarısı olup patlama gerçekleştiğinde işler başkanların istediği gibi gitmişti ama küçük bir pürüz çıkmıştı. İki gezegenin insanlarının anıları silinip yerine sahteleri konulurken bedenlerindeki ruhlar yer değiştirmişti ve böylece iki gezegen arası büyük bir ruh göçü olmuş tüm insanlar kendi benzerleriyle ruhlarını takas etmişti.
Bu durum patlama sonrası fark edilmedi çünkü herkes kendine biçilen sahte anıyı yaşamaya başlamıştı. İki gezegenin başkanları ittaatkar insanları yönetmekten son derece memnunlardı.
Özgürlüğü bilmeyen insanlarsa yaşamak zorunda bırakıldığı hayatı yaşıyor ama bu durumdan şikayetçi olmak akıllarına dahi gelmiyordu. Her şey mükemmeldi, her şey kusursuzdu. Hayat çok kolaydı! Uyanıyordun, işe gidip çalışıyordun, eve geliyordun, yemek yiyordun, yatıp uyuyordun. Ertesi gün ve sonraki günler de hep aynı şeyi yapıyordun. Tatil zaten yoktu hem olsa da insanlar bütün gün evde yapacak bir şey bulamıyorlardı.
Çocukların oynadıkları oyunlar bile kahkahadan yoksundu. Bir oyun sonrası kıyafetler kirlenmiyorsa zaten eğlendiklerine inanmak yanlış olurdu. Sessizliğin hakim olduğu bu iki gezegende hayat olduğunu düşünmek zordu ama insanlar vardı ve nefes alıyordu.
Beş yıl, sorunsuz geçen beş yıl. Her şey mükemmeldi! İsyanlar yoktu, başkaldırılar bitmişti. Şikayet eden hiç kimse yoktu. Beş yılın sonunda patlamanın nasıl yapılacağının bulunduğu laboratuvarda bilim insanları yaptıkları buluştan habersiz çalışmaya devam ediyorlardı. Yeni bir gezegen bulduklarını dahi hatırlamıyorlardı. Gerçekleri bilen sadece başkanlardı ve aralarındaki iletişimi hiç koparmamışlardı.
Bir de içinde unutmak istemediği o acıya sıkıca sarılmış ve insanların bu şekilde yaşamalarını üzüntüyle izleyen Atak vardı. Sessizce, kendi içinde geçmişin acı anılarıyla yaşıyordu. Nefes alan insanlar arasında yaşayan tek kişi o gibiydi çünkü acı da olsa insani bir duygu hissediyordu.
Her akşam olduğu gibi yine eve gitmemek için kendisine fazladan iş bulmuş ve çalışmaya devam ediyordu. İş arkadaşları önceden bu sebebini anlıyor ve ona destek oluyorlardı ama artık geçmişi hatırlayan yoktu ve onun neden eve gitmediğini hiçbiri anlayamıyordu. Sonuçta eve gitmek, yemek yemek ve uyumak vücut için önemliydi.
Atak elindeki ölmüş bir insandan alınan çipi bilgisayardaki yuvasına yerleştirdi ve çipi incelemeye başladı. Bu tek başına yürüttüğü bir çalışmaydı. İnsanların gerçek anılarının hala çipte saklı olup olmadığını bulmaya çalışıyordu. Hepsi geri dönmeyecek şekilde silinmiş miydi yoksa geri getirilebilir miydi? Henüz sonuca ulaşamamıştı çünkü tek başına her detayı inceleyemiyordu. Uzmanlıklarına ihtiyaç duyduğu arkadaşları vardı ama onlardan da yardım isteyemezdi. Önüne çıkan engelleri kendi öğrenip aşmaya çalışıyordu.
Uzun bir incelemenin ardından arkasına yaslandı ve bilgisayar ekranına bakmaktan yorulmuş gözlerini ovuşturdu. Cevabı bulsa ne olacaktı ki? Her şeyi geri mi getirecekti? Bunu yapamazdı. Aradan beş yıl geçmişti, insanlar bunu kaldıramazdı. Hem zaten bunu yapması için bir nedeni yoktu. İnsanlar en azından bu şekilde acı çekmiyordu. Duygusuz birer robota dönmüşlerdi. Eskiden ellerinden alınmış özgürlüğün açlığıyla neredeyse kafayı yemek üzereydiler ama şimdi hepsi acı çekmeden yaşıyordu işte şikayet dahi etmek akıllarına gelmiyordu. ‘’Akıllarına gelmez tabi.’’ dedi kendi kendine. ‘’Gelecek bir akıl mı bıraktık?’’ Öne eğilip başını masaya koydu. Bu ekibin içinde yer almasaydı ve her şeyden habersiz öylece uykusunda patlamayı yaşasaydı ne güzel olurdu! İçindeki acı da yok olur giderdi. ‘İnsanoğlu ne kadar garip’ diye düşünmeye devam etti. ‘Kalbime yer eden acıyı unutma imkanım varken o acıya sıkı sıkıya sarıldım ve gitmemesi için başkanlara karşı geldim.’
Boşalan bardağına tekrar kahve doldurmak için sandalyesini geri itti ve ayağa kalktı. Bir adım attığı anda gelen patlama sesiyle zemin ayaklarının altında sallandı ve durdu.
Elindeki bardağı dahi bırakmayı akıl edemeden ne olduğunu anlamak için kendisini odadan dışarı attı. İsyancılar geri dönmüş olamazdı. Savaş çıkamazdı. Kimse bunları düşünecek akla sahip değildi. O zaman bu patlama neyin nesiydi? O anda yangın alarmı devreye girdi ve tavandan boşalan suyla ıslanmaya başladı. Merdivenlere doğru koştu, merdivenlerin başladığı yere ulaştığında alt taraftan yayılan siyah dumanı gördü.
Herkes gitmişti binada tek başına olması gerekiyordu o zaman bu patlama neden ve nasıl olmuştu? Aşağıda biri var mıydı? İnip bakmak ile inmemek arasında kaldı. İnsani duyguları ağır bastı ve aşağıya inen basamağa adım attı. Trabzana tutunacakken elindeki bardağı fark etti ve kırılmasına aldırmadan kenara fırlattı.
Bir koluyla ağzını ve burnunu kapatıp merdivenlerden alt kata indi. Dumanların en yoğun olduğu tarafa yöneldi. Bir taraftanda ‘’Kimse var mı?’’ diye bağırıyordu.
Patlamaya bağlı başlayan alarmın gerekli yerlere gönderdiği sinyallerle çok geçmeden yardım ekiplerinin geleceğini biliyordu ama yine de devam etmeden duramadı.
Dumanın ana kaynağı olan oda işe yeni başlayan çaylakların kullandığı laboratuvardı. İçinden ‘Acemiler işte, kim bilir ne hata yaptılar da bu patlama oldu.’ diye söyleniyordu.
Üzerindeki gömleği çıkarıp yırttı ve ağzıyla burnunu içine alacak şekilde maske yapıp bağladı. Duman fazlaydı, her yer ıslanmıştı ve buna bağlı zemin kayıyordu. Görüşü kısıtlıydı. Laboratuvarın girişi parçalanmış camdan oluşan bir havuza dönmüştü.
Başını uzatıp içerisini görmeye çalıştı. Böyle durumlarda tehlikeli kimyasal gazları ortamdan uzaklaştıracak olan havalandırma geç de olsa devreye girmişti ve siyah duman yavaşça tavana doğru çekilmeye başlamıştı.
Etrafı biraz daha net görmeye başladığında yerde yatan bedeni gördü ve kırık camları ezip içeri girdi.
Baygın kadını kucaklayıp dışarı çıktığında acil durum kapısına doğru ilerlemeye devam etti. Kapıdan geçip merdivenleri koşar adım indi. Temiz havaya çıktığında dizleri üzerine çöküp baygın kadını yere bıraktı ve ağzındaki bezden maskeyi çekip çıkararak temiz havayı öksürükleri arasında içine çekti.
O sırada acil durum ekipleri de araştırma binasına ulaşmışlardı. Yanlarına gelen sağlık ekipleri baygın kadını sedyeye alırken Atak’ı da araca oturtmuş ağzını ve burnunu kapatan maskeyi yüzüne sabitleyip oksijen vermeye başlamışlardı.
Görünürde her şey normaldi. Sıradan bir laboratuvar kazasıydı ama sonuçlarını gelecek zaman gösterecekti.
Beş yılın sonunda kader başrolü oynamaya karar vermişti ve şimdi savaş vaktiydi!