Acı

648 Words
Bileklerimi neşterle kesseler, kalbimi yerinden söküp alsalar yine de acıyacaktı canım biliyorum. Bu hayat bana acıdan başka hiçbir şey vermemiş, aksine elimde ki en değerli şeylerimi almıştı. Önce annemi, sonra babamın sevgisini, ardından konuşma yetimi ve en sonunda ise sevdiğim adamı benden almıştı. O günün üzerinden tam bir yıl geçmişti. Babamın her Allah’ın günü bana nefret kustuğu, bir haltı beceremedin diye haykırdığı, doğru düzgün yemek bile vermediği 1 yıl. Resmen bir deri bir kemik kalmış, tüm güzelliğimi yitirmiştim. Elim kolum kalkmaz olmuştu. Oğuz beni sadece terk etmemişti. Benden tüm güzel duygularımı da beraberinde alıp gitmişti. Şu an ne yapıyordu? Hiçbir fikrim yok. En yakın arkadaşımla bile görüşemiyordum. Babam telefonumu da elimden almıştı. Babam zaten kendini etrafa amcam olarak tanıtmıştı. Benden öyle çok utanıyordu ki, babam olduğunu bile söylemiyordu. Konuşma engelli olmam, kadın olmam onun için büyük bir kusurdu! Ne de olsa o da aşiret soyundan geliyordu ancak bu kadar mı sevmiyorlardı kadınları? Sanmıyorum. Kızlarını seviyordur mutlaka babalar. Sadece erkek evlatlar aşiretin bel göbeği, neslin devamı açısından istiyorlardı. Ama benim babam direkt nefret ediyordu cinsimden. Geçmişte böyle miydi diye sorarsanız... Hayır. Annem hayattayken sevgisini az da olsa görürdüm. Zaten çalıştığı için çok görmezdim ancak annem öldükten sonra benden tamamen nefret etmişti. Sanki onu ben öldürmüşüm gibi davranıyordu. Kendi içinde ki acısının nefretini bana kusmaktan bir an olsun çekinmiyordu. Saçlarımı tararken aynada gördüğüm kadın bana yabancıydı. Gözlerim buz gibi, içimse gözlerimden daha soğuktu. “Seni çok özlüyorum anne.” Yazdım aynanın buğusuna. Burası çok soğuktu, babam kombiyi bile açma zahmetinde bulunmamıştı. Kendi kendime ölmemi istiyordu sanırım. Isınmak için dolapta ki battaniyelerimi ararken yanlışlıkla Oğuz ile fotoğrafımı bulunca dolu olan gözlerimden yaşlar akmaya başladı. “Neden bana bunu yaptın?” dedim ağzımı oynatarak. Sesim yoktu ama dudaklarım ve gözlerim bana ses olurdu. Onu çok sevmiştim. Neden sevdiğim her şeyin elimden gitmesi gibi bir huyu var ki? Artık gerçekten yorulmuştum. Allah’ım, bari canımı al da kurtulayım! Fotoğrafı parçalara ayırıp çöp kutusuna attım. Kendi kendime isyan ederken kapı açıldı. Babamı görmem ile tüm tüylerim diken diken oldu. Onu görmek şeytana bakmak gibiydi. Ellerim öyle çok terliyordu ki bunun korkudan olduğunu biliyordum sadece. Karşımda bana pişmiş kelle gibi bakan kişi babamdan başkası değildi. Sanki ben kızı değil de düşmanıydım, neden benden bu kadar nefret ediyordu ki? Sırf anneme benzediğim için mi? Bu benim suçum muydu? “Artık senden kurtulacağım.” Dediğinde kalbim korkuyla kasıldı. Bu ne demek oluyordu? Beni öldürecek miydi? Evde, odamda yıllardır hapis halindeydim. Babam çok zengin bir iş adamı olsa da beni asla çocuğu olarak camiaya tanıtmamıştı. Neymiş, ben bir yüz karasıymışım! Büyük dedelerim aslen Mardinliydi fakat ben doğma büyüme İstanbulluydum. Erkek olmayışım bile onlar için gurur kırıcı bir şeydi. Bir diğer neden ise dilsiz olmamdı. Annemi on yaşımda kaybettiğimden beridir konuşmuyordum. Tıbbi olarak hiçbir açıklaması yoktu. Sağlığım konuşmak için elverişliydi ama dilim bağlanmıştı sanki, kelimeler dudaklarımdan dökülmüyordu. “Şöyle söyleyeyim güzel kızım, evleneceksin.” Gözlerim irice açıldı ve oturduğum sandalyeden fırlayıp kafamı iki yana salladım. Bu tepkim onu daha keyiflendirdi. Yaslandığı kapıdan sırıtarak bana bakmaya devam etti. “Mardin’in en zengin ağasının oğluyla hem de. Bizim şirkete ortak olacaklar. Bana, eğer oğluna hayırlı sessiz sakin bir kız bulursa bizimle ortak olmayı kabul edeceğini söyledi. Oğlu yani Küçük Ağa’nın karısı çocuğu olmadığı için kendini asmış. Oğlu da çıkan dedikodular nedeniyle hiç tanımadığı biriyle sadece evleneceğini söylemiş. Karısı öleli üç ay olmuş daha yeni ikna edebilmişler tekrar evlenmeye. Eh, tek erkek çocuk. Onlara bir erkek evlat verirsin artık değil mi? Hoş, annen bana veremedi ama belki sen kocana verirsin.” Söylediği her cümle etime mızrak gibi saplandı, nefes almakta zorlandım. Kafamı yine şiddetle iki yana salladığımda yüzünde ki gülümseme söndü. “Boşuna kafanı sallama. Al sana kurtuluş bileti. Kıyafetlerini hazırla, hafta sonu tanışma için Mardin’e gidiyoruz.” Gözlerimden yaşlar usul usul süzüldü. Ben Mihrimah Çelebi. Hayatım bir kuş gibi kafeste geçti. Şimdi ise beni kurtuluş bileti diye bir Ağa’nın önüne atacaklar ve dilsizliğimle beni ezeceklerdi. Bu bir kurtuluş mu yoksa ölüm müydü?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD