Efnan
Amcam tam arkamdaydı ve sesi beni oldukça korkutmuştu. Vücudum tir tir titremeye başladı. Arkamı dönmeye cesaretim yoktu ama yüzünde büyük bir öfke olduğunu anlayabiliyordum. Bu saatte amcamın dışarıda ne işi vardı? En önemli soru şuydu: Ben şimdi ne yapacaktım?
Evden kaçtığım için kendime kızmaya başlamıştım. Amcam beni dışarıda gördüğü için evde kızılca kıyamet kopacaktı. Babama, ben sana demiştim diyecekti. Babam da hayal kırıklığına uğrayacaktı.
Neden kadınların hiçbir şeye hakkı yoktu? Neden hep ezilenler onlardı? Gözyaşlarım akmamak için direnirken amcamın ayak seslerini duydum. Geliyordu. Tam arkamda onu hissettiğimde hiçbir şey yapamamak daha çok üzüyordu. Birden saçlarımdan tutup asıldı.
“Seni orospu! Gece vakti dışarıda ne işin var? Başımıza orospu mu olacaksın?” diye bağırdı.
Gözyaşlarım gözümden akmaya başladı. “Amca…” diye devam edemedim çünkü güzelim saçlarımdan sürüklemeye başladı. Saç diplerimden bütün vücuduma yayılan acı çok fazlaydı. Dayanılacak gibi değildi. Öyle çok acıyordu ki… Tarifi bile yoktu.
“Sus konuşma orospu!” diye bağırdı ve sürüklemeye devam etti.
Benim acı çığlıklarım bahçede yankılandığı için evin ışıkları açılmaya başladı. Ardından da babamlar müştemilattan çıktı. Dedem ve babam kaşları çatık bize bakarken beni babamın ayaklarının dibine doğru savurdu. Yere düşmenin etkisiyle dizlerim çok acımıştı.
Kendime bile merhem olamıyordum. Annem hemen yanıma çöktü ve bana ne yaptın bakışları atmaya başladı. Ona üzgün bakışlarımı atarken saçlarımı okşamaya başladı. Acısını alırcasına yapıyordu.
Babam “Ne yapıyorsun sen abi?” diye sordu.
Amcam öfkeyle bana bakarak işaret parmağını sallamaya başladı. Dedemden hala çıt bile çıkmamıştı. Sakin görünüyordu.
“Senin bu kızın var ya gece vakti el elamın adamınlarının arabasından indi! Üstüne bir de evden çıkmış! Nereye gitmiş, belli değil! Ben, sana dedim Azad! Bu kızı salarsan başımıza iş açacak diye!” diye bağırdı.
Benim gözyaşlarım daha da artarken bir kere daha lanet okudum. Baran Abi’nin arabasından inerken görmüştü. Babam “Benim haberim vardı. Arabadan indiği kişi de arkadaşıydı,” dediğinde babama bir kere daha hayran kaldım.
Resmen beni korumak için yapıyordu. Amcam kahkaha attı. Kahkahasında bile büyük bir sinir vardı. “Lan siz beni delirtecek misiniz? Adamın oğlu her yerde seni arıyor! Geçen gün beni sıkıştırdı! Gelmiş, benim haberim vardı diyemezsin Azad! Nasıl bir tehlikenin altında olduğuun farkında mısın? Senin yediğin o boklar yüzünden bizim ailemize de kara leke sürüldü!” diye kükredi.
Cidden söylediklerinden hiçbir şey anlamıyordum. Ne zaman tam olarak öğrenecektim? Onu da bilmiyordum.
Babam “Abi tamam haklısın. Bir daha olmayacak!” deyip kolumdan tutup kaldıracakken nihayet dedemin sesini duyduk.
“Olmayacak çünkü bu kızı evlendireceğiz! Yakında onu istemeye gelecekler! Yeterince başımıza bela oldu! Ben, bir evladımı daha kaybetmek istemiyorum!” diye son noktayı koydu.
Babam “Baba, bu konuyu konuştuk! Ben, kızımın evlenmesini istemiyorum!” demesiyle dedemin gözlerinden adeta ateşler saçıldı.
“Bana karşı çıkacak bir konumda değilsin! Evlenecek dediysem evlenecek! Şimdi al bu kızı evine git! Yakında onu istemeye gelecekler ve alıp gidecekler!” diye bağırdı.
Babamın ağzından daha tek kelam bile çıkmadı. Annem zaten susuyordu. Annem ve babam iki kolumdan tutup kaldırdı. Eve geldiğimizde babamın ağzını bıçak açmıyordu. Annem desen ağlıyordu. Ben de koltukta oturmuş, kafamı yere eğmiştim.
Hayallerim, yaşayacaklarım… Hepsi bir çırpıda yalan olmuştu. İtiraz edecek gücüm de yoktu. Babamın yüzüne bile bakamıyordum.
“Kızım ben sana olmaz dedim. Neden yaptın?” diye sordu.
Kafamı kaldırıp dolu gözlerimle ona baktım. “Baba özür dilerim ama bir kez olsun eğlenmek istedim,” diye fısıldadım.
Annem yanıma oturup bana sarıldı. Hıçkırdı. Babama yalvarır gözlerle baktım. “Baba ne olur, evlenmeme izin verme! Ben, evlenmek istemiyorum!” dediğimde konuşmadı. Yavaşça ayağa kalktım ve tam karşısına geçtim.
“Baba bir şey söyle! Ne olur bir şey söyle! Ben istemiyorum!” dediğimde hala yalvarıyordum ama babamın ağzından tek söz çıkmıyordu. Onun da eli, kolu bağlıydı. Yalvarsam da asla geri dönüşü yoktu.
Annem “Gidelim buradan Azad! Kızımızı bilmediğimiz biriyle evlendiremeyiz!” dediğinde babam hala susuyordu. Benim gözyaşlarım asla dinmiyor. Sicim gibi akıyordu. Eğlenmek için çıktığım evden yine gözyaşlarıyla girmiştim. Bu ev asla bana mutluluk vermiyordu.
“Çıktığımız gibi bizi bulup öldürürler!” dediğinde yutkunamadım. Sanki bir şey benim boğazımı sıkıyordu. Bunların hepsi acıdandı. Hem fiziksel hem de ruhsal olarak çöküntüdeydim.
Annem “Öldürsünler daha iyi! Kızımızı yaşlı bir adamın kuması olarak Antep’e yollamaktan iyidir!” dediğinde başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Yaşlı bir adam mı? Kuma mı? Benim kulaklarım neler duyuyordu?
“Baba ne kuması? Ne olur bir şey yap! Ben orada ölürüm!” dediğimde babamın da ağladığını gördüm. Benim sığındığım dağım da ağlıyordu. Gözyaşları çenesinden yere damlarken “Kızım keşke elimden bir şey gelse de seni kurtarabilsem.”
Ses tonundaki o acizlik hissediliyordu. Hayatım bu an itibariyle bitmişti. Benim hayatım aslında yoktu ki… Dedem ve amcamın iki dudağı arasındaydı.
Babam ekledi. “Bu olay zaten konuşuluyordu. Ben itiraz ettim, bir süre sustular ama sen şimdi…” diyecekken sustu. Sözleri boğazında yumru olmuştu. Konuşamıyordu.
Benim yüzümden miydi? Annem “Bunun bedelini kızımıza yükleme Azad! Onun hiçbir suçu yok! Onun tek suçu bizim kızımız olmak!” dediğinde sesinde büyük acı vardı. Annem perişan olmuştu. Sesinde, görüntüsünde bunu anlayabiliyordum.
O Karadeniz’in hırçın kadını Hilal Sancaktar şimdi acizdi. Hiçbir şey yapamıyordu. Elinden bir şey gelemediği için de kendine çok kızıyordu.
Babam “Hilal, bu meseleyi tekrar konuşacağım. Ben de kızımın yaşlı adamla evlenmesini istemiyorum ama burada onlara mahkumken elimden bir şey gelmiyor,” dediğinde annem güldü.
Gülüşünde bir ima vardı. Ben onları öylece izlerken bir şey diyemiyordum. Annem babama alayla baktı. “Gelir Azad! Sana kaç kere dedim buradan kaçalım diye ama beni dinlemedin!” diye bağırdı.
Babam susmaya devam edince annemin göğsüne vurmaya başladı. Dehşetle onları izlerken babam kollarından tuttu ama annem bağırmaya devam etti.
“Azad, senin korkak hallerin yüzünden yıllardır şu evde tıkılıp kaldık! Artık yeter! Ben ve kızım gidiyoruz! Sen de gelmek istersen gelirsin! Yarına kadar sana süre veriyorum!”
Annemin babama karşı ilk kez sesini yükselttiğini görmüştüm. Babam hala susarken evden çıktı. Annem kolumdan tutup odama getirdi. Saçımı okşarken bana sıkıca sarılmıştı.
“Asla senin o adamla evlenmene izin vermem! Ben daha ölmedim! İstemediğin bir şey olmayacak!” dediğinde ağlamalarım iç çekmeye dönüştü. Annemin omzunda gözlerimi sıkıca yumdum ve onun kokusuyla huzura erdim.
Annem kulağıma bir şarkı mırıldanırken uyku ağır bastı ve sonrasını hatırlamıyorum. Sabah uyandığımda üzerim değişmişti. Annem değiştirmiş olmalıydı. Yatakta oturur pozisyona geldim. Dün olanları yine hatırladığım için birden üzerime bir ağırlık çöktü. Dışarıda da yağmur yağıyordu.
Ben iç çekerek yağmur damlalarının pencereme vuruşunu izlerken içeriye annem girdi. Burukça bana baktı. “Nasılsın kuzum?” diye sordu.
“İyiyim anneciğim,” dediğimde yanıma oturdu.
“Kalk hazırlan gidiyoruz bu akşam. Burada bizi bir dakika bile hiç kimse tutamaz!” dediğinde babamı sorup sormamak arasında gidip gelirken annem anlamıştı.
“Konuşmadık. Kızım babana çok aşığım ama senin için her şeyi bırakmaya razıyım! Senin mutsuzluğun üzerine mutlu olamam. Bugün bu evde hatta bu şehirde son günümüz,” dediğinde dudaklarımı dişledim.
Kübra’yla son kez görüşmek istiyordum. Annem de her zamanki gibi anlamıştı. “Tamam git, arkadaşınla vedalaş,” dediğinde ona sıkıca sarıldım. Beni idare edecek ve içeriye girmeme yardım edecekti.
Ona minnetle bakarken “Anne nereye gideceğiz?”
“Memleketime gideceğiz. Dedenlerin yanına,” dediğinde dudağımı dişledim.
“Ya bizi kabul etmezlerse anne! Sonuçta sen onların sözünü dinlemeyip babamla evlendin,” dediğimde saçlarımı okşadı.
“Kendi hayatımızı kurarız. Sen çalışırsın ben de çalışırım. Geçinir gideriz,” dediğinde gülümsedim. Kafamı salladım. Bu söyledikleri bana umut vermişti.
Annem odadan çıktı. Ben de Kübra’yı aradım ama açmadı. Belki de uyuyordu. Ona mesaj gönderdim.
Kübra, okul çıkışları gittiğimiz sahil kenarına öğleden sonra gelir misin? Seninle vedalaşmam gerek. Sana her şeyi anlatacağım.
Yazıp gönderdim. Nedense içimde yine bir korku vardı. Sanki bir şey olacak gibi hissediyordum. Kahvaltıda kimsenin ağzından kelam çıkmamıştı. Babam hala suskundu. Annem de yüzüne bakmamıştı. Kahvaltıdan sonra annemin yardımıyla evden çıktım. Annem girmeme de yardım edeceği için korkmuyordum.
Kübra’yı beklemek için bir banka oturdum. Yağmur dinmişti ama hala kara bulutlar şehrin üzerindeydi. Aynı benim gibi… Benim de üzerimde kara bulutlar dolaşmaya başlamıştı. Beklemeye devam ederken acaba gelmeyecek mi diye düşünürken yanımda bir hareketlilik hissettim.
Tam kafamı çevirmemle onu gördüm. Baran Abi… Onun burada ne işi vardı?
“Baran Abi,” dediğimde dişlerini sıktı.
“Sana bana abi deme demedim mi?” diye sordu.
“Senin burada ne işin var?”
Kaşlarını havaya kaldırdı ve cebinden Kübra’nın telefonunu çıkarttı. Telefonu sallarken yutkundum. Ben de ayağa kalktım ve ona bir şey söylemeden gidecekken kolumdan tuttu.
“Bana açıklama yapmadan bir yere gidemezsin!” diye tısladı. Kaşlarım çatıldı. Ne açıklamasından bahsediyordu? Ona açıklama yapmak zorunda değildim. Bana yaklaşması bile beni korkutuyordu. Ondan uzaklaştıkça dibime giriyordu.
“Ne açıklaması? Ne saçmalıyorsun Baran Abi?”
Dişlerini sıktı. “Bana abi deme! Bunu sana kaç kez söyleyeceğim Efnan?” deyip tuttuğu kolumdan kendine çekti.
Yine çok yakındık ve bu yakınlık beni rahatsız ediyordu. Ondan uzaklaşmaya çalıştıkça daha çok dibime giriyordu. Çırpınmaya başladım. Çevrede sadece onun adamları vardı. Kafamı yukarı kaldırmaya korkuyordum. Onun sert göğsüyle bakışırken neden kalbim bu denli hızlı atıyordu?
“Uzaklaş!” dediğimde beni duymadı. “Nereye gidiyorsun? Ne vedalaşması?”
“Baran Abi ne olur, bırak gideyim!” diye yalvarmaya başladım ama asla dinlemedi. Çenemden tutup ona bakmaya zorladı. Gözlerimiz birbirine çakışınca yutkundum. Gözlerinde büyük bir duvar vardı. Hislerini belli etmiyordu.
“Abi deme Efnan! Yeter! Seni bir daha uyarmayacağım!” diye tısladı.
Ondan uzaklaşmak için çabalarken “Korkuyorum, ne olur benden uzak dur!” dediğimde yüzlerimiz arasındaki mesafeyi kapattı. Dudaklarımız aynı dün gece gibiydi. Nefeslerimiz birbirine karışırken onun bakışları dudaklarım ve gözlerim arasında gidip geliyordu.
“Nereye gidiyorsun Efnan?” diye sordu.
Cevap vermedim çünkü konuşamıyordum. “Sana bir soru sordum! Açıkla bana! Gidemezsin!”
“Bu şehirden gidiyoruz,” diye mırıldandım. Sesim o kadar kısık çıkmıştı ki daha fazlasına gücüm yoktu çünkü gücüm yoktu. Şu an bulunduğum ortam benim başımı fena halde döndürüyordu.
“Sen nereye gidersen git seni bulurum Efnan!” dediğinde bunun nedenini sormak istedim ama korkuyordum. Onu ittirmeye çalıştım ama yapamadım.
O an bir şey oldu ve dudaklarımız birbirine sürtündü. Dudaklarının yumuşaklığını dudaklarımda hissediyordum. Geri çekildi. Tam bir kez daha birleştirecekken telefonu çalmaya başladı. Az öncenin yerdiği o heyecandan dilim tutulmuştu.
Derin bir nefes aldım ama o kısık sesle küfretti. Telefonu açtı ama hala kolumu bırakmamıştı. “Ne var lan?” diye açtı. Kolundan çıkmaya çalışıyorum ama izin vermiyordu.
Bir süre karşı tarafı dinledi. Ondan kurtulmak çok zordu. Elleri pranga gibiydi. “Hemen geliyorum!” deyip kapattı. Ben de bir yolunu bulup kolundan çıktım. Yanından koşmaya başlarken arkamdan “Seni bulacağım Efnan!” diye bağırdı.
Bu adam beni fena halde korkutuyordu. Arada arkama baktım ama gelen yoktu. Hala kalbim yerinden çıkacak gibi atarken elim istemsiz dudağıma gitti. Resmen dudaklarım bir adamın dudaklarına değmişti. İlkimdi…
Bir daha görmeyeceğim bir adam… Koşarak eve gittim. Annemim yardımıyla içeriye girdim. Annem “Yüzüne ne oldu kızım? Cin çarpmış gibisin,” dediğinde gözlerimi kaçırdım.
“Yoo, iyiyim. Sadece arkadaşımdan ayrılacağım için üzüldüm,” dediğimde yanağımı okşadı.
“Merak etme, bir düzenimiz otursun. Onu yanımıza çağırırız,” dediğinde onayladım. Kübra gelsin ama abisi gelmesin. Onun arkamızdan gelmesinden çok korkuyordum. O güçlüydü. Bizi bulabilirdi. Bundan korkuyordum. Bana neden bu kadar taktığını da anlamıyordum.
Annemle eşyalarımızı toplamaya başladık. Gece yarısına doğru da valizlerimiz hazırdı. Artık gitmeye hazırdık. Zaten fazla eşyamız yoktu. Hepsini alırsak evden kaçamazdık. Sırt çantam ve elimde bir valiz vardı.
Tam evden çıkarken babam “Bensiz nereye gidiyorsunuz?” diye sordu. Arkamızı döndük. Babam da elinde sırt çantasıyla bize bakıyordu. Gülümsedim. Ona doğru koştum ve sarıldım. Annem de geldi.
Babam “Hadi gidelim!” dediğinde tam evden çıkarken acı bir fren sesi ve ardından da bağırtı koptu. “Azad Ağa çık lan dışarıya! Burada olduğunu biliyorum!” diye bağıran kişiyle donup kaldım.
Baran’dı. Babamla birbirimize bakarken babam hemen valizleri yere bırakıp bizi odama götürdü. Bizi yatağın arkasındaki çıkıntıya soktu. “Sakın buradan çıkmayın!” diye uyardı. Annem ağlarken ben hala Baran’ın burada olmasını sorguluyordum.
Babam neden ondan kaçıyordu? Tam o an evin kapısı sertçe açıldı. Yine onun sesini duydum. “Azad Ağa artık kaçamazsın! Çık lan karşıma!” diye bağırdı. Annem, elini ağzımın üzerine koydu. Bağırmamdan korkuyordu. Babam ikimizin de alnını öpüp evden çıktı.
“Buradayım!” diyen babamla “Alın lan bunu dışarıya!” diye bağırdı. Evden sesler kesilince anneme döndüm. “Anne kim o?” diye sordum.
“O adam, babasını babanın öldürdüğünü zannediyor. Yıllardır kaçtığımız ailenin oğlu Baran Özaslan,” dediğinde ellerim titremeye başladı. Annemle yavaşça kalkıp camdan babamı izlemeye başladık. Annem beni sıkıca tutuyordu. Baran bağırdı.
“Sen, benim babamı öldürdün Azad Ağa!”
Babamı adamları tutmuş, önünde diz çöktürmüştü. Ben, onları uzaktan izliyordum. Saklanmıştık. Gözyaşlarım akmaya devam ederken onun burada olması kaderin bir cilvesi miydi? Daha geçen gün bana olan bakışları yumuşakken şimdi babamın karşısındaki adam kimdi?
Uzaktan bile siyah gözlerinin katran karasına döndüğünü görmüştüm.
Elinde tuttuğu silahı babama doğrultmuştu. Babamı gözünü kırpmadan öldürecek gibi bakıyordu. Amcam ve dedemi de adamları tutmuştu. Onları da ilk kez bu kadar çaresiz görmüştüm.
“Konuşsana! Neden susuyorsun!” diye bağırdı.
Babam susmaya devam ettikçe o daha da deliriyordu. Sözlerine devam etti.
“Yıllardır bu anı bekliyorum! Önce seni sonra da kız kardeşini bulacağım Azad Sancaktar! Bize yaşattıklarınızı kan bitirecek! Bu kan davası da bu şekilde kapanacak! Ben ve ailem nasıl acı çektiyse siz daha çok acı çekeceksiniz!”
Onun öfkesi yeri, göğü inletiyordu. Bir şey yapmalıydım. Annem beni sıkı sıkı tutarken ondan ayrılmamdan çok korkuyordu. Ben de babam ölecek diye korkuyordum.
“Babanı ben öldürmedim Baran! Bunu amcan çok iyi biliyor! Seni yıllarca yalanlarla büyütmüşler. Gözünü karartmışlar. Hiçbir şey senin bildiğin gibi değil!” dediğinde güldü.
“Kes sesini! O yüzden mi yıllardır köşe bucak kaçıyorsun lan? Yirmi üç yıl lan yirmi üç yıl! Köşe bucak kaçtın! Şimdi gelip bana ben öldürmedim diyemezsin! Öleceksin!”
Ortada bir kan davası vardı ve benim babam da onun en büyük suçlusuydu ama benim babam onun babasını öldürmüş olamazdı.
“Hiçbir şeyden haberin yok!”
“Kes artık! Son duanı yap!” diye tısladı ve tetiği çekti. Annemin kollarından çıkıp tam onun karşısına geçtim. Kaşlarını çattı ve bana baktı. “Efnan,” diye fısıldadı.
Beni burada görmeyi beklemiyordu. Babamın önüne geçtim. “Efnan senin burada ne işin var?” diye sordu tane tane.
“Sana yalvarıyorum, babamı öldürme!”
Dondu kaldı. Amcam ve dedemle göz göze geldim. Onu nereden tanıdığımı sorguluyor olmalıydılar.
“Efnan ne saçmalıyorsun sen? Ne babası? Bu adam senin baban mı?”
Kafamı salladım. “O adam benim babam!” diye fısıldadım.
Elindeki silahı indirecek gibi olsa da indirmedi. Babam “Efnan, çekil kızım,” dediğinde onu dinlemedim.
“Eğer o tetiği çekeceksen önce beni vurman gerek,” dediğimde dişlerini sıktı.
“Çekil dedim Efnan! Kimse bu anı durduramaz!”
Adamlarına işaret verdi. Bana doğru adım atacaklarken ona yalvarır bir şekilde bakmaya devam ettim. “Eğer babam ölürse çok acı çekerim!”
Gözlerimdeki yaşlar akmaya devam ederken korumalar beni babamın önünden aldı. Gözlerimin önünde babamı öldürecek miydi? Bana döndü. “Sen de seyret Efnan! Bizi kandırmanın bedelini öde!”
Beni ajan zannetmişti. Ben de şimdi öğrenmiştim. Ona hayır anlamında kafamı sallasam da gözlerimi bana düşmana bakar gibi baktı. Artık benden nefret ediyordu. Gözlerimin içine bakmaya devam ederken ben hala ona yalvarıyordum.
Gözlerimi sıkıca yumdum. Babamın ölümünü izleyemezdim.
Amcam birden “Dur!” diye bağırınca gözlerimi açtım. Babam ona hayır anlamında bakarken amcam onu dinlemedi. Ne diyeceğini anlamıştı.
Baran’ın bakışları ona döndü. “Bu kan davasının kapanması bir yol daha var,” dediğinde Baran kafasını iki yana salladı.
“Ölümden başka yol yok! Boşuna nefesini tüketme!”
Amcam öyle bir şey söyledi ki bunun olmasıyla benim daha çok acı çekeceğim ortadaydı.
“Bu kan davası zamanında evlilikle kapandı. Şimdi de evlilikle kapansın.”
Kiminle evlenecekti ki? Baran kaşlarını çattı. “Ne saçmalıyorsun sen?”
Amcamın bakışları bana döndüğünde tam da tahmin ettiğim gibi olmuştu. Beni işaret etti.
Efnan’la evlen!”