Kadın, elini Şirin’in omzuna koyarak onu içeri çekti. “Gel evladım, önce bir otur. Bu halde daha fazla ayakta kalamazsın,” dedi.
Genç adam ise homurdanmaya devam ediyordu. “Bey bu işten hoşlanmaz. Eğer bir şey olursa bizim de başımız yanar,” diyerek kadına uyarıda bulundu.
Kadın, ona sert bir bakış attı. “Sus Ahmet! Kızın haline baksana. Vicdanın hiç mi sızlamıyor?” dedi ve sonra Şirin’e dönüp, “Sen otur, ben hemen bir şeyler getiririm,” diye ekledi.
Kadın mutfağa doğru ilerlerken, Şirin istemsizce yaşlı gözlerini yerdeki halıya dikti. Ahmet, hâlâ ona soğuk bir şekilde bakıyordu, ama daha fazla bir şey söylemedi.
“Üstündeki kıyafetler ıslanmış, kirlenmiş,” dedi kadın, Şirin’i baştan aşağı süzerek. “Şu dolapta birkaç eski kıyafetim var sana büyük gelir ama idare edersin. Bir duş al, üzerine onları giyersin.”
“Şurada bir banyo var. Üstünü başını temizle, sonra konuşuruz,” dedi.
Şirin başını salladı ve kadının gösterdiği banyoya doğru yöneldi.
Üzerindeki elbise denilmeyecek parçayı üzerinden çıkardı hala nefesleri hızlı, sırtından da ter akıyordu.
Sakinleşmeye çalışarak derin derin nefesler alıyordu.
Aynadaki görüntüsü içler acısıydı bembeyaz teni morarmış, gözleri kızarmış, saçları kirden gözükmüyordu.
Sıcak suyun altında yaralarının acısını umursamıyordu. Eğer kaçamasaydı başına gelecekler onu paramparça ediyordu.
O iğrenç adamlar ona dokunmuştu. Olabilecekleri düşünmek ...
Üzerine verilen sade ama temiz kıyafetleri giydiğinde, kendini biraz daha toparlanmış hissetti.
Bu sırada genç adam, dışarıda tedirgin adımlarla dolaşıyordu. “Bu iş başımıza bela olacak,” diye mırıldandı. Kadın, ona dönerek. “Sus! Belli ki büyük bir korkuyla kaçmış. İnsanlık ölmedi henüz. Beyefendi fark ederse, o zaman düşünürüz.”
Yaşlı kadın, Şirin’i nazikçe mutfağa yönlendirdi.
“Gel yavrum, karnını doyuralım. Sonra ne yapacağımıza bakarız,” dedi.