Hayat bana pek adil davranmadı. Babamı ve ağabeyimi bir trafik kazasında kaybettiğimde beş yaşındaydım. Küçük kardeşim Emir ise sadece üç yaşındaydı. Asıl adım Erem. Anlamı Cennet demekmiş. Babam öyle derdi. Büyük abimin adı Emre' ydi. Babam şiir ve kafiye severdi. O yüzden isimlerimiz Emre, Erem ve Emir' di. Uyumlu olmamızı ve birbirimizden içimizde parça taşımamızı istemişti. Ailemle ilgili hatırladığım şeylerden biri bu isim konusu. Babamın adı Emrah' tı. Annemin adı ise Emel. Babam bunun bir ömür birbiri içinde birer parçaları olacağına işaret olduğunu söylerdi. İnsan hayattaki şansını ilk beş yılda harcar mı? Ben harcamışım meğerse. Babam fena halde yanılıyormuş meğerse.
Babamı ve abimi kaybedince annem çok değişti. Sanki bugünü bekliyor gibiydi. Gelen gidenin ayağı kesilir kesilmez eve biti gelmeye başladı. Annemin hayatına birden dahil olan adam hiç istememişti bizi. Ona kalsa hemen çocuk esirgeme kurumuna vermeliydik. Hafta sonları koruyucu aile olarak alırız diyordu ama hiç öyle bir niyeti olduğunu sanmıyorum. Çok bağırır, tartaklardı bizi. Açıkçası o günleri hatırlamak istemiyorum. Kolay zamanlar değildi. Annem aslında ikiletmedi lafını ama " İkisi birden ortalıktan kaybolursa babam şüphelenir, sıkıntı yaşarız. " demişti.
Annem çok güzel kadındı. Babam ona yıllarca aşık kalmıştı ama patronunun kızıydı. Babam bazen abimi ve beni yanına oturtur ve " Hiçbir şey için imkansız demeyin. Bir şeyin olacağı varsa olur. Bakın bana. Hem güzel hemde patronumun kızıydı anneniz. Yıllarca içten içe sevmeye devam ettim. Kalbim temiz olduğu için bir gün patronum keşke senin gibi damadım olsa dedi. Bende cesaret buldum. Yoksa bu tipsiz halimle anneniz bana bakar mıydı hiç?" derdi. Babam iyi kalplerin mutlaka ödüllendirileceğini söylerdi. Keşke babam haklı çıksaydı. Ya da ben mi iyi kalpli değildim.
Aslında hiçbir şey öyle değildi. Öyle olmadığını acı bir şekilde öğrenmiştim. Çok uzun yıllar sonra. Meğer annemin bekarken ipsiz sapsız bir sevgilisi varmış. Babası yakalayınca çok kızmış ve aklına babam gelmiş. Babam dürüst çalışan bir adammış. Normalde asla kızını vereceği bir seviyede değilmiş ama kızının başına neler açacağını fark ettiği için çekse çekse bu çeker, kızın da burnu sürter diyerek babam damat olarak seçmiş. Annem babamla babasının servetini kaybetmemek için evlenmiş. Çünkü kaybederse sevgilisini de kaybedeceğini biliyormuş. Babamla evlenmiş ama sevgilisi ile görüşmeye de devam etmiş. Zaten ilk yıllar hamile kalmama nedeni korunması, bizi evde istememe nedeniyse sevgilisini eve rahat alamayacak olmasıymış. Sonra babası torun falan diyince abimi dünyaya getirmiş. Babam öldükten sonra da beni apar topar okula yazdırdı. Okuldan döndüğümde kardeşimi neden ağlamaktan içi dışına çıkmış halde bulduğumu da o zaman anlamış oldum. Meğer çoğu gün ben okula gider gitmez kardeşimi bir odaya kilitleyip sevgilisini alıyormuş. Acıkan ve tuvaleti gelen kardeşim ağlaya ağlaya bitap düşüyor ama yine de kapıyı açmıyor üstelik altına kaçırırsa dövüyormuş. Çok hasta olduğum bir gün annem yine okula göndermişti beni. O gönderdi ama öğretmen kıyamayıp geri göndermişti. Evin anahtarını taşıyordum çünkü annem kardeşimin üç yaşında olmasını önemsemez ve onu yalnız bırakıp komşulara falan giderdi. Rahatsız etmemem içinde bana anahtar vermişti.
O gün kapıyı açtım. Eve girdim. Kardeşimin ağlama sesine yöneldim. Odanın kapısının kilitli olduğunu fark edince kardeşime annemi bulup anahtarları alacağımı söyledim. Kardeşim sustuğunda duyduğum sesler yatak odasından geliyordu. Anneme bir şey oluyor zannederek odaya daldığımda annemin ve adamın neden çıplak olduğunu ve annemin niye bağırarak adamın üzerinde zıpladığını anlamamıştım. Anlamamıştım ama bu anlatamam demek değildi. Aslında annemden korkuma anlatamazdım ama annem işini şansa bırakan biri değildi. Babasına söylersem ortalık birbirine girerdi. Göze alamadığı şey buydu.
O gece geç saatte annemin sevgilisi eve geldi. Bağırırsam kardeşimi öldüreceğini söyledi. Elimi tuttu. O evden çıktık. Bir arabaya bindik. Altı yaşıma girmeme kısa bir zaman kalmıştı. Beni yıkık dökük bir binaya götürdü ve orada bir adama verdi.
" Her ay gelip kazandığından payımı alırım. Benim işime yarayacak yaşa gelene kadar senin işine yarasın. Yalnız çok hırpalama. " demişti. Beni çocukları dilendiren bir çeteye verdiğini anlamak fazla zaman almamıştı. Her gün dayak yiyorduk. Gözümün önünde az para getirdiği için bir çocuğun kolunu kırdılar ve eğri kaynarsa daha fazla para kazanır diyerek öylece saçma sapan bir şekilde sardılar. Gerçekten düzelmedi kolu. Orada iki yıldan fazla kaldım. Her ay gelir ve para alırdı. Hiç kaçmayı denemedim çünkü sadece bu şekilde kardeşimden haber alıyordum. Bir yılı geçmişti. Yine geldi. Kardeşimi sordum.
" Öldü. " dedi buz gibi sesle. " O salak karı hangi işi düzgün becerdi ki? "
Ona inanmadım. Bağırdım çağırdım. Belki ilk kez bana acıdı bilmiyorum. Beni eski evime götürdü. Ya da evden kalanlara desek daha doğru olur. Yanmıştı ev. Camlar kırık, duvarlar simsiyahtı. Eşyaların kalıntıları vardı. Kardeşimin oyuncağının yarısı da yanmıştı. Bu kız daha yedi yaşında demedi. Anlattı. Annemin babası annemden şüphelenmiş. Annemde aldattığı ortaya çıkarsa babası bir kuruş koklatmaz diye bir pazar günü babasını eve davet etmiş kalması için. Dedem uyurken onu yatak odasına, kardeşimi de odasına kilitlemiş ve yangın çıkarmış. Kendi de dışarı çıkmış. Ama kurtarılırlar diye bir kaç yerde birden yangın çıkarmış. Aklınca yangın mutfakta başlamış, tüp patlayınca her yere yayıldı zannederler diye düşünmüş ama tabii ki tespit edilmiş kundaklama olduğunu ve cinayet amaçlı yapıldığı.
Babası dna testi isteyince her şey ortaya çıkacak diye yapmış annem bunu. Meğer küçük kardeşim sevgilisindenmiş. Babası bir kaç kez sevgilisinin gelip gittiğini duyunca üzerine gitmiş, kardeşimin de o adama benzediğini düşününce bastırmaya başlamış. Annem sözde uyanık önce evi sigortalatmış. Hem sigortadan para alacak hemde babasının mirasına konacakmış ama kendini cezaevinde bulmuş. Sevgilisi bir kere bile arayıp sormamış. Bunların bir kısmını çocuk olmama aldırmadan annemin sevgilisi anlatmıştı. Diğer kısmını ise benim için o öğrendi yıllar sonra. Dedemi ve kardeşimi de böyle kaybetmiş oldum. Yedi yaşında ölü gibi bir çocuk olmuştum. Beni alıp geri götürdü ve dilenmeye devam ettim. 9 yaşıma geldiğimde bir polis baskını ile oradan kurtuldum ve çocuk esirgeme kurumunda yaşamaya başladım. Polis adımı sordu. Erem demedim. Adımın anlamı cennetti ve sevdiğim herkes cennete gitmişti ama hiçbiri bende kalmamıştı. Adım Lale dedim. Okuldan hatırladığım bir kızdı. Annesi çok ağladı diye bir gün boyunca yanında oturmuştu. Başka bir günde babası getirmişti okula. Çıkarken de almaya gelmişti. Sonra da çok gördük annesini babasını. Benim annem asla gelmezdi babam ise ölmüştü ama onun ailesi hep yanındaydı. Onun adını alırsam belki benimde bir ailem olur diye düşünmüştüm. Annem babam hakkında da bir şey söylemeyince kayıtlarda Lale Kaya oldum. 18 yaşına kadar orada kaldım. Hiçbir zaman çok başarılı bir öğrenci olmadım. Sınıfı geçmek için geçiyordum. Zaten üç seneyi de sokaklarda geçirmiştim. Bir türlü toparlayamadım. 18 olduğumda devlet bana bir iş verdi. Bir okulda serviste çalışıyordum. Öğrencileri bindirip indiriyordum. Bir sorun olursa ilgileniyordum. Başarabilirsem çocuklar ile ilgili bir bölüm okumak istiyordum ama ilk denemem de hiç iyi geçmemişti sınavım. Küçük bir ev tutup bir kaç eşya almıştım devletinde yardımıyla. Bir de asla anlaşamadığım bir ev arkadaşım vardı. Belki de ikimiz birbirimize kimsesiz olduğumuzu hatırlattığımız için birbirimizden hoşlanmıyorduk. O üniversiteye gidiyordu. Bir de boş zamanlarında bir belediye kafesinde garsonluk yapıyordu. Devletten bursta alıyordu okuduğu için. Benim gelirim işimdi. O beni beğenmezdi. Aslında bende kendimi beğenmezdim çünkü anneme benziyordum. Siyah saçlarıma tezat mavi gözlerim vardı.
...
O gün hayatımın değişeceğini bilmiyordum. Kocaman bir otobüs tutulmuştu. Her yaşta ilköğretim öğrencisi vardı içinde. İstanbul' un bir kaç tarihi yerine gidecektik. Ve o yanda giden arabadan atladı hareket halindeki otobüse. Yüzündeki maskeden tek gördüğüm şey yeşil gözleri oldu. Bir göz anca bu kadar yeşil olabilirdi. Ormanlar gizliydi gözlerinde. Yanıma yaklaştı. Kulağıma eğildi.
" Sakın panik yapma. Senin sakin olmana ihtiyacım var. Otobüste bomba var. Durduğu anda patlayacak. " dedi. İlk durağımız Sultan Ahmet Camii olacaktı ve kesinlikle kalabalık olacaktı. Bir aksilik olmadığı sürece oraya kadar durmayacaktık. Hayatımda görebileceğim en güzel gözler alabileceğim en korkunç haberi vermişti. Bir otobüs dolusu öğrenci ve turistik bir gezi alanı.
Tanıştıktan bir yıl sonra ne demişti bana?
" Ormanlar susuz yaşayamaz. Beni yaşatmayı kabul eder, benimle evlenir misin?"
Ormanların yaşamak suyu tükettiğini bilmiyordum " Evet!." derken. Hayatımın hatası.. Yamaç. Dik yamaçlarda lale yetişmezmiş meğer. Bunu o zaman bilmiyordum.
Bu benim hikayem. Bebeğimle gözümden akan yaşlara aldırmadan yürürken aklımda onlarca soru vardı. Hayat bana ikinci şansı verecek miydi? Yoksa ikinci şansımda mı tükenmişti? Ben ona ikinci bir şans verecek miydim? O ikinci bir şans isteyecek miydi? Yoksa bana ikinci bir şansı bambaşka biri mi sunacaktı?
En önemli soru ise ben mi salaktım yoksa o mu çok iyi yalancıydı? Bu benim hikayem. Lütfen dinleyin sesimi ve cevap verin bana. Çünkü bu kimsesiz hayatında bebeğinin kimsesi olmaya çalışan bir kadının feryatlarıdır.