Nancy'nin bana verdiği odanın camına tünemiş bir halde güneşin doğuşunu seyrederken ister istemez aklıma bu gece yaşanan olaylar geldi. Eve gelip hepimiz salona dizildikten sonra herkes yorgun olduğu için bu konuşmanın sabah yapılmasına karar vermiştik. Bu hem benim hemde onlar için daha doğru bir karardı. Bu kadar yoğun duyguyu bir arada yaşamaya alışık değildim ve bu nedenle vereceğim tepkilerin ölçülerinide tahmin edemiyordum. Bu yüzden bana fazla gelen duygularımın yerini sakinliğe bıraktığında konuşmak hepimizin açısından iyiydi.
Kendimi güneşin yükselişini izlemeye kaptırmış bir halde düşüncelerimin arasında kaybolurken kapım bir kaç kere tıklatıldı ve Ezekiel başını kapıdan içeriye uzattı. Gözlerim ona döndüğünde çekingen bir tavırla içeri girdi. Yanıma yaklaştığında vücudumu ona dönüp buraya gelme nedenini öğrenmeyi bekledim. O da beni çok bekletmeden konuşmaya başladı.
"Özür dilerim."
Ağzından çıkan bu iki kelime şaşkınlıkla gözlerimin açılmasını sağlarken böyle bir şeyi diyeceğini tahmin etmemiştim. Ondan daha çok beni sinir edecek bir cümle bekliyordum ama beni yanıltmıştı. Tam olarak neden özür dilediğini kestiremediğimden dolayı
"Ne için?" diye sordum kısık bir sesle. İkimizde bir şeyler söylüyorduk ama sanki asıl söylenmesi gerekenler için hâlâ susuyor gibiydik. Sorum yüzünde hafif bir tebessüme neden olurken
"Hem dün gece söylediğim o sözler için hem de seni bugün soktuğum durum için. O sözleri söylememem gerekirdi, şaşırmış bir durumdaydım ve pek aklım başımda sayılmazdı." diye bir açıklama yaptı.
Omuzlarım kabullenişle çökerken bende bu özrü karşısında gardımı indirip
"Benim de daha dikkatli davranmam gerekirdi. Kendi hayatımı umursamıyor olabilirdim ama sizinkileri umursamalıydım." dedim.
İkimizde orta yolu bulmanın verdiği huzurla rahatlarken yeniden sessizliğe gömüldük. Artık ikimiz bir araya geldiğinde sessizliğin kaçınılmaz bir hâl aldığını düşünmeye başlamıştım ve bu düşünce gülmeme sebep oldu. Hiç bir şey demeden yanıma oturan Ezekiel ise bu gülüşümü duyduğunda
"Neye gülüyorsun?" diye sordu merakla.
"Hiç."
"Nasıl hiç? Güldün işte duydum. Sen kolay kolay gülmezsin."
Sözleri ile yüzümde oluşan gülümseme daha da genişlerken direnmeye devam ettiği için aklımdan geçenleri ona ilettim.
"Artık ikimiz bir araya geldiğinde oluşan bu sessizlik bana alışkanlık gibi gelmeye başladı da, bunu fark etmeme gülüyorum."
Sözlerim ile o da gülümsemeye başlarken tekrardan pencerenin ardından her geçen saniye daha da ortaya çıkan güneşi izlemek için sağıma döndüm. Başımı cama yaslayıp dışarıyı izlerken Ezekiel'in o can alıcı ela gözlerini üstümde hissediyordum. Kafamı camdan kaldırmadan bakışlarımı ona çevirdiğimde
"Ne bakıyorsun?" diye sordum.
O da yönünü bana doğru dönüp kafasını cama yaslarken
"Hiç." demekle yetindi.
"Hiç mi?" dedim sanki bu sözüm cevabını değiştirebilecekmiş gibi.
"Hiç."
Kısık çıkan sesi ile yeniden uzun bir sessizliğe gömülürken ikimizde gözlerimizi birbirimizden çekmedik. İtiraf etmek gerekirse Ezekiel'in gözlerine bakmak güneşi izlemekten daha ilgi çekiciydi.
İkimizde hiç bir şey demeden uzun uzun birbirimize baktık. Bakışlarımı önce o kumral rengi saçlarında yavaş yavaş, hiç acele etmeden gezdirdim. Bugün yaşadıklarımızın etkisi ile iyice dağılmış olan saçları birbirinden bağımsız bir şekilde karman çormandı ama bu haliyle bile bir çok kızın peşinden koşacağı kadar yakışıklıydı. Sonra ise kavisli kaşlarını,hoş bir uzunluğu olan kirpiklerini, o mükemmel ve eşsiz tonda olan gözlerini uzun uzun inceledim. Bakışlarım elmacık kemiklerini sıyırıp dudaklarına indiğinde ise kalbimde hafif bir tekleme hissettim. Öyle ki o zaman kadar ne kadar hızlı attığının farkına bile varamamıştım.
İçimde çocuksu, coşkulu bir heyecan duygusu belirirken kendimi yeniden doğuyormuş gibi hissetmekten alıkoyamadım. Sanki her duyguyu,hatta daha fazlasını onunla birlikte yeniden öğreniyordum. Bu öyle bir hâl almaya başlıyordu ki orada olduğunu bilmediğim ruhum hapsolduğu o karanlık, kuytu köşeden çıkmak için çırpınıyor ve hiç beklemediğim bir anda kendini belli ediyordu. Ve bu gerçeklik, son zamanlarda büyük sarsıntılar yaşayan ve engellenilen planlarımın hepsini yerlebir etti.
Bu gece Ezekiel Osborne, sadece karşımda durarak inandığım her şeyi yok etti ve ben Patricia Black, hayatımda ilk defa birine yenildim. Bu öyle bir yenilgiydi ki sanki kaybetmiş gibi değil de kazanmış gibi hissettim.
Güneş artık gökyüzünün her yerini aydınlatacak kadar yükseldiğinde ben Ezekiel'in o çok sevdiğim renkte olan gözlerine bakarak uyuyakaldım ve bu bir pencere kenarında, başımın altında yastık yerine yumuşaklıktan çok uzak sert bir cam tabakası varken ömrümde daldığım en huzurlu uyku oldu.
_ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _
Gözlerim uykumu tam almış olmamın verdiği enerji ile hiç zorlanmadan aralanırken kendimi bir pencere kenarında değil de yumuşacık bir yatakta buldum. Uyumadan önce hatırladığım son şeyse Ezekiel ile pencere kenarında hiç bir şey demeden sadece birbirimizi izlediğimizdi. Odada olmamasına bakılırsa ben uyuduktan sonra beni yatağa yatırıp kendi odasına gitmiş olmalıydı.
Yumuşak ve sıcacık olan yatağın verdiği etkiyle bir kaç dakika yatakta pineklerken birden içeriye Nancy girdi. Gözleri yatakta pinekleyen beni bulduğunda gülümseyerek
"Günaydın." dedi ve ben ona günaydın demeye fırsat bulamadan konuşmaya devam etti.
"Sen uyurken bizimkilerle Obiettivo'da piknik yapmaya karar verdik. Şimdi sen orası da neresi diye düşünüyorsundur. Sen sormadan ben söyleyeyim bol yeşillikli, bol oksijenli güzel bir yer.Nasıl fikir? Senin için sorun olmaz değil mi?"
Daha algıları tam olarak açılmamış olan beynim bu kadar hızlı bir konuşmayı kaldıramazken
"Hayır, olmaz." diyebildim,ardından da
"Bizimkiler kim?" diye sormaktan alıkoyamadım kendimi.
"Kim olacak? Sen, ben, Alvaro, Ezekiel. Diğerlerine de haber verecektik aslında ama aniden karar verdiğimiz için gelmeye fırsatları olmadı. Hadi sende kalk hazırlan, çıkacağız birazdan."
"Tamam, kalkıyorum." deyip doğrulurken Nancy'de her zamanki neşeli haliyle odadan çıktı. Gözlerimi ovuşturarak lavaboya girerken elimi yüzümü yıkayıp kendime geldikten sonra odaya geri döndüm. Yatağın üstüne oturup ne giyeceğimi düşünürken artık hep pantolon giymekten bıkmıştım.
Ben gözlerimi çantama dikmiş kara kara ne giyeceğimi düşünürken Nancy tekrar hiç beklemediğim bir anda odaya girerek beni dalgınlığımdan kurtardı. Ona döndüğümde şaşkınlık içinde
"E sen daha hazırlanmamışsın. Ne duruyorsun daha?" dedi. Yüzümü ona dönerken
"Eşofman giysem ne olur?" dedim. Bu cümlem ise gözlerinde sebebini anlamadığım bir dehşet oluşurken
"Tabi ki de olmaz! Saçmalamayı bırakır mısın, lütfen?" dedi. Bu tepkisi ile ellerimi teslim olur gibi kaldırıp
"Tamam,sakin ol. Eşofman falan giymiyorum." dedim. Ellerim çantamın içindeki pantolonlardan birine uzanırken bu sefer
"Pantolon dışında bir şey giymez misin sen?" diye sordu hayretle. Gözlerim şaşkınlık içinde ona döndüğünde
"Başka ne giyeyim,Nancy? Sende hiçbir şey beğenmiyorsun." diye çıkıştım. Sanki bir modacıymış gibi saçlarını savurup önümdeki dolabın önüne geçti ve kıyafetlere göz gezdirmeye başladı. Bunun biraz uzun süreceğini anladığımda ise kendimi oflayarak ucuna oturduğum yatağın yumuşak yüzeyine sırt üstü attım.
Yaklaşık 10 dakika süren bir kıyafet seçme maratonundan sonra yüzüme atılan iki tane kumaş parçası ile
"Sonunda!" diye isyan ederek olduğum yerde doğruldum. Bana attığı kıyafetlere baktığımda ise hiç benlik şeyler olmadığını gördüm. Orta tonlarda mavisi ve üstünde küçük küçük çiçekler olan kısa bir üst, altına ise onunla aynı renkte ve desende olan bir etek vermişti. Gözlerim ona dönerken
"Bunlar hiç piknikte giymelik değil sanki." diyerek şansımı denemek istedim.
"Niye canım? Altı şortlu onun, hiçbir şeycikler olmaz. Hadi sen giyin ben çıkıyorum." dedi ve beni odada tek başıma bırakıp itiraz etmeme fırsat vermeden çıktı.
Çaresizlik içinde oflayıp ayağa kalktıktan sonra üstümü değiştirmeye başlarken işim bittiğinde aynanın karşısına geçtim ve kendime baktım. Açıkçası üstümde gayet hoş durmuşlardı. Bana verdiği üst belimin bir kaç santim üstünde durup vücut hatlarımı ortaya çıkarırken alt kısmı ise dizimin bir karış üstünde bitiyordu.
Gözlerim saçlarıma kaydığında onları açık bırakmaya karar verip düzelmesi için taradıktan sonra diğerlerini daha fazla bekletmemek için hızlıca odadan çıktım. Bu piknik işi iyi hoştu da dün yaşananların hesabını bize ne zaman vereceklerdi acaba?
Odadan çıktığım gibi bütün gözler bana dönerken Nancy neşeli bir şekilde
"Bak ne güzel olmuşsun." diye şakıdı. Bu tavrı istemeden gülmeme neden olurken gözlerim Ezekiel'e takıldı. Gözlerimiz sanki uzun zamandır rastlaşmıyormuş gibi hemen birbirlerine odaklandığında kalbimin hızlanmasını engelleyemedim. Bu durumun giderek sıklaşması biraz sinirlerimi bozuyordu ama hâlâ buna bir çözüm bulamamıştım. Gözlerimi kendime gelmek adına ondan çekerken aklımdaki düşünceleri dile getirmeye çekinmedim.
"İyi, güzel pikniğe gidiyoruz da, dün olanları bize ne zaman anlatmayı düşünüyorsunuz? Çünkü Ezekiel'in öldürülecek kadar ne yaptığını çok merak ediyorum doğrusu. "
Bu sözlerim ikisinin tedirgin bir şekilde 'ne yapacağız?' der gibi birbirlerine bakmalarını sağlarken ortada neler döndüğü hakkında hiçbir tahminim yoktu. Nancy'de tıpkı benim gibi onlardan bir cevap beklerken ikisinin arasında geçen bu çekişmeli bakışmanın sonunda Ezekiel derin bir nefes alarak bana döndü.
"Bizde bunu nasıl açıklayacağımızı düşünüyorduk. Baştan söylüyorum bu senin için zorlu bir süreç olabilir, Cia. O yüzden bunu sormaya ihtiyacım var. Gerçekten öğrenmek istiyor musun? "
Bu konuşması beni derin çukurlara iterken inceldiği yerden kopsun mantığı ile başımı onaylar bir biçimde salladım.
"Evet, istiyorum."
Cevabım içine uzunca bir soluk çekmesini sağlarken
"Tamam, o zaman." dedi. Ardından da Alvaro'ya dönüp ekledi.
"Sanırım bunu yalnız yapsak daha iyi olur."
Alvaro onu başıyla onaylarken yavaşça Nancy'e dönüp
"Biz seninle bir kaç dakika dışarı çıkalım istersen." dedi ve daha Nancy'nin cevap vermesini bile beklemeden elinden tuttuğu gibi onu evin dışına çıkardı.
Çok büyük sayılmayan ama küçükte olmayan bu evde, Ezekiel ile birlikte yalnız kaldığımda olanlar kafamın daha da karışmasını sağlamıştı. Anladığım kadarıyla söyleyeceği şey benim hakkımdaydı ama bu kadar önem arz eden şey ne olabilirdi ki?
"Artık anlatacak mısın, Ezekiel? Neler oluyor? Dün yaşadıklarımızla benim ne alakam var?"
Sorularımı tek tek ona yönelttiğimde eliyle salonun ortasındaki ikili koltuğu gösterdi.
"Önce oturalım sonra her şeyi anlatacağım ama senden sakin olmanı ve anlatmayı bitirene kadar beni dinlemeni istiyorum."
Onu başımla onayladığımda ikimizde birbirimize doğru bakar bir şekilde ikili koltuğa oturduk. Merakla olanları anlatmasını beklerken beni çok bekletmeden konuşmaya başladı.
"Hani Aida için verilen davette bir kavga çıkmıştı ya, o kavgada Aida bize karşı bir saldırıda bulunmuştu hatırlıyor musun?'
Gözlerimin önüne Aida'nın büyük bir öfke ile kolunu savuruşu geldiğinde onu başımı sallayarak onayladım ve
"Evet, hatırlıyorum." diye belirttim. Benden aldığı onay ile büyük bir tedirginlik içinde sözlerine devam etti.
"O kavgada kullandığı güç bizi savurmaya yetecek kadar fazlayken sana hiç etki etmemişti bunu hatırlıyor musun peki?"
Onu tekrardan başımla onayladığımda bu konuşmanın dün geceyle nasıl bir bağlantısı olduğunu hâlâ kavrayabilmiş değildim ve gittikçe meraklanmaya başlıyordum.
"Bir koruyucu olarak bilmediğin çok şey var, bu yüzden sen farkına varmamış olabilirsin ama biz Alvaro ile gerçek olma ihtimali olan bir şey fark ettik."
"Ne fark ettiniz?"
Kendine, anlatacaklarını en uygun şekilde anlatmak için biraz zaman tanıması ile sormaya fırsat bulduğum bu soru tekrar konuşmaya başlamasına neden oldu.
"Oraya birazdan geleceğim ama öncelikle bilmen gereken bir şey var. Biz koruyucular koruduğumuz her elementi bir miktar da kullanma gücüne sahibizdir. Bu abartılacak bir güç değil ama az bir şey de olsa koruduğumuz şey üstünde söz sahibi oluruz. Bir koruyucunun senin üstünde kullandığı güç sana zarar vermiyorsa eğer bu senin gücünün ondan daha fazla olduğu anlamına gelir. Fark ettiğimiz şeye gelirsek bildiğin üzere Aida bir Baş Koruyucu soyundan geliyor, yani bir Owen soyundan. Bilmen gereken diğer bir şeyse koruyucular arasında bu güce en çok sahip olan kişiler Baş Koruyucu soyundan gelenler. Anlayacağın üzere Aida'nın gücünün senin üzerinde etki etmemesinin tek nedeni ya seninde bu soydan gelmiş olmandı ya da çok daha başka bir şey olman."
Bana söylediklerini idrak etmem adına süre vermek için sessizliğe gömülürken gözleri tepkimi ölçmek için üstümde geziniyordu. Bense bu kelimelerin ardındaki gerçekleri idrak edemez haldeydim. Onun bana iddia ettiği şey bütün hayatımın bir çöp olduğuydu. Bildiğim her şeyin, yaşadım her anın kocaman bir yalan olduğu. Daha da kötüsü neydi biliyor musunuz? Ben ömrüm boyunca kendimi hiçbir yere ait hissedememiştim ama gerçektende oraya ait olmadığımı hiç düşünmemiştim. Yanlışı hep kendimde aramış bu yaşamın benim için olmadığını düşünmüştüm. Meğerse yanlış bende değil ben hariç her şeydeymiş. Baktığım gökyüzünde, ayağımı bastığım toprağın zemininde, gözlerimin değdiği herkeste.
"Patricia, iyi misin?"
Ezekiel'in sesi beni o karanlık çukurdan çekip çıkarırken kendime gelip hikayenin geri kalanını dinlemek için hafifçe silkelendim. Neler olduğunu daha kavrayamazken sorusunu cevapsız bırakıp
"Devam et." demekle yetindim. O da beni daha fazla sıkıştırmadan anlatmaya devam etti.
"Seninle kavga ettiğimiz gece bu tahminin doğru olup olmadığını öğrenmek için Alvaro ile bir plan yaptık. Baş Koruyucu'nun Özel Kütüphanesinde Owen soyundan gelen herkesin hayatının en ince ayrıntısına kadar yazıldığı bir kitap varmış, bende Alvaro'dan öğrendim. Genel Kütüphanenin sol kanadındanda oraya giriş vardı. Bizde gerçek olup olmadığını öğrenmek için dün gece Özel Kütüphaneye girdik."
"Peki doğru muymuş?"
Kısık sesle ve büyük bir kararsızlık içinde sorduğum bu soru sözlerine tedirgin bir şekilde devam etmesini sağladı.
"Kitabı bulduk. Bunu gerçekleştirme ihtimali olan tek kişiyi de. Halka 1988'de öldüğü söylenen biri vardı. Elvis Owen. Bu adam aynı zamanda Seth Owen'ın abisiydi ve tahtın gerçek varisiydi. Gerçek ölüm yılı ise kitapta yazılana göre 2002 yılıydı. Yeryüzüne gönderildiği bir görevden sonra oradan birine aşık olmuş ve evlenmiş bunun üstüne gökyüzüne sadece bir kere geri dönmüş. O da babası Axel Owen'a tahtı reddettiğini ve bir daha geri dönmeyeceğini söylemek içinmiş. Bundan sonraki günlerde ise Axel Owen herkese oğlunun öldüğünü söylemiş ama onu izlemeye devam etmiş. Elvis Owen ise bilmediğimiz bir nedenden dolayı 2002 senesinde ölmüş. Onun ölümünden bir kaç sene sonra ise Axel Owen ölmüş ve tahta Seth Owen geçmiş.'
Anlattıkları bana fantastik bir film gibi gelirken aklım karışmış bir halde
"Bu benim bir Owen olduğumu göstermez ki." dedim.
Gergin bir şekilde benim değişken ruh halimi anlamaya çalışırken konuşmaya devam etti.
"Önemli kısmı bu değil zaten. Kayıtlara göre Elvis Owen'ın senin doğduğun yılda bir kızı olduğu yazıyor ama ismi bilinmiyor."
"Bu da bir kanıt değil." dediğimde
"Daha bitmedi." diye ekledi. Sonra da dehşete kapılmamı sağlayan o cümleyi kurdu.
"Kayıtlarda evlendiği kadının ismi de yazıyordu ve o kayıtlara göre kadının ismi Leila Black."
Kalbim tonlarca ağırlık altında kalmış gibi sıkıştığında içime derin bir nefes çekmeye çalıştım ama bu sandığımdan da zor olmuştu. Ciğerlerime giren nefes bir gram bile beni rahatlatmazken aldığım solukların hiçbiri bana yetmedi. Bir süre sonra hayali bir el boğazımı sıkıyormuş gibi hissetmeye başlarken nefes almak için dışarıya çıkmaya yeltendim. Ezekiel endişe ile arkamdan bir şeyler söylerken onu algılayamıyordum bile. Söyledikleri kulağıma ulaşamadan bir toz bulutuna dönüyor ve ortadan kayboluyordu.
Ne yaptığımı bilmeden dış kapıyı açıp dışarı çıktığımda Alvaro ile Nancy'nin merakla bana dönen bakışlarını umursamadan ordan hızlıca ayrıldım. Hepsi ayrı ayrı arkamdan seslenirken bir süre sonra yürümeyi bırakıp koşmaya başladım.
Duyduklarımı kabullenmek istemiyordum. Hayatım boyunca hiç merak etmediğim annem ile babamın hâlâ aynı bilinmezlikte kalmasını, hiçbir şeyi umursamadan yoluma devam etmeyi istiyordum. Hayatım boyunca onların kim olduğunu öğrenmeye bir kere bile yeltenmemiş olan ben, şimdi hiç beklemediğim bir anda gerçekler ile yüzleşmek zorunda kalıyordum.
Sanki güçlü bir rüzgar yanmak için savaşan bir kibrit çöpünü uçurup tam içime savurmuştu. Bu kibrit çöpü, ucundaki küçük ateş parçasını her geçen saniye kendini yok ederek büyütürken bir süre sonra o ateş kalbimi tutuşturdu ve aheste aheste bütün vücudumu dört bir yandan kavradı. Canım yanıyordu. Bu hayatta ilk defa canım yanıyordu ve bunun bu kadar etkili bir his olduğunu hiç düşünmemiştim.
Nereye gittiğini bilmediğim adımlarım bir süre sonra yorgunluktan yavaşlarken gözlerim etrafa kaydığında Acantilado'da olduğumu gördüm. Gözlerimin önünde daha bir kaç gün önce ayaklarımı sarkıtmak istediğim uçurum uzanırken bunun bana iyi geleceğini düşünerek oraya doğru ilerlemeye başladım. Daha bir kaç adım atmıştım ki beni engelleyen bir elle olduğum yerden ileriye gidemedim. Hissettiğim elin sahibi bununla yetinmeyip beni kendine çektiğinde arkamı dönmek zorunda kaldım.
Karşımda endişeden çıldırmış bir Ezekiel görürken onun bu halini umursamadan
"Bırak!" diye bağırdım. Kolumu kendime çekmeye çalıştığımda buna izin vermedi ve beni daha çok kendine çekerek gözlerine bakmamı sağladı.
"Patricia biraz sakin olur musun? Ne kadar zor bir durumda olduğunun farkındayım ama biraz sakinleş, sonra ne yapacağına karar verirsin."
"Sakinleşeyim öyle mi? Öğrendiğim onca şeyden sonra mı? Bunu bana neden anlattın ki? Ya, ben hiçbir şey bilmemekten memnundum, memnundum ya! Ama sen bunu mahvettin. Kim dedi sana gidip benim ailemi araştır diye, bunu bilmek sana çok mu lazımdı?"
Kolumu ondan kurtarıp göğsüne yumruklar atmaya başlarken sinir krizi geçiriyor olabilirdim ama bu umrumda bile değildi. Biliyordum onun bir suçu yoktu. Daha en başından bana öğrenmek istiyor musun diye sormuştu ama şuan da birilerini suçlamaya çok ihtiyacım vardı ve yanımda o vardı. Madem peşimden gelmişti buna katlanmak zorundaydı.
Sakinleşene kadar göğsüne yumruklar atıp ona vurabildiğim kadar vururken karşımda sadece öylece durmuş hareket dahi etmemişti. Sonunda gücüm tükendiğinde ise onu yumruklamayı bırakıp başımı her şeyden saklanmak ister gibi göğsüne sakladım. Kollarını bir saniye bile beklemeden bana sararken onun omzu ömrüm boyunca en güvende hissettiğim yerdi. Benim iznimi almadan yanaklarımdan süzülen göz yaşlarım ardında küçük rahatsız edici bir sızı bırakırken ağladığımı anlayan Ezekiel'in kolları beni daha sıkı sardı.
Bu güvenli yerden ayırlmamı sağlayan şeyse kim olduğunu bilmediğim bir kişinin beni çekip onun kollarından almasıydı. Ne olduğunu anlayamazken Ezekiel'inde benimde arkamda 10'a yakın muhafız gördüm. Aklıma Seth Owen gelirken kollarımı sıkıca tutan iri adamdan kurtulmak için çırpındım. Ezekiel'e baktığımda ise bir iki tanesine, karşı koyabildiğini gördüm ama sonra birinin arkasından içinde ne olduğunu bilmediğim bir iğne ile enjekte ettiği ilaç yüzünden yere yığıldı ve bu serzeniş yerini haksız bir yenilgiye bıraktı. Bütün kalbim endişe ile dolarken
"Ezekiel!" diye bağırmaktan alıkoyamadım kendimi.
Adamlar bizi uçurumun kenarına doğru götürmeye başladığında ne kadar karşı koymaya çalışsamda onların dev gibi cüssesinin yanında benim çaresiz çırpınışlarım hiçbir şeydi. Ezekiel kendinde olsaydı eğer buradan bir şekilde kurtulacağımıza emindim ama enjekte ettikleri o şey onu çok kötü bir hale getirmişti. Öyle ki şuan kendinde bile sayılmazdı.
Uçurumun kenarına geldiğimizde bağırıp çağrışmalarım onların üstünde minik bir etki bile yaratmazken Ezekiel ile beni aynı anda sonu yokmuş gibi görünen gökyüzüne ittiklerinde ikimizde kendini derin bir boşluğun içinde bulduk.
Rüzgar bir kırbaç gibi her yanıma etki ederken sert uğultusu kulaklarımı sağır edecek kadar güçlüydü. Ezekiel ile sonunun nereye gideceğini bilmediğim bir boşlukta süzülürken yapabildiğim tek şey ondan uzaklaşmamak için elini tutmak oldu. Onu çekebildiğim kadar kendime çekerken kendine gelmesi için bir şeyler mırıldanıyorum.
Ben bu yolun sonunda yere çakılmaya razıydım ama o bunu hak etmiyordu. Başından beri ölümü arzulayan ben ona kavuşmayı sorun etmiyordum ama Ezekiel için istediğim son bu değildi. Daha önce bir kere bile hissetmediğim korku bütün iliklerimi ele geçirirken sona yaklaştığımızı hissedebiliyordum. Ömrüm boyunca sonuma kendim karar vereceğimi düşünmüştüm. Ben ne zaman istersem o zaman öleceğimi ama şuan bu tanrının bana büyük bir oyunuydu. Ezekiel'inse bu şekilde ölmesini istemiyordum. O yaşamayı hak eden nadir kişilerden biriydi. Beni bile güldürebilen bu adam ne olursa olsun yaşamalıydı.
Geçen her saniyede yeryüzüne biraz daha yaklaşırken bir süre sonra hemen altımızda uzanan denizi gördüm. Bu görüntü ne kadar gri renkteki o beton denen şeyden daha samimi gelsede denize çakıldığımızda da yaşama ihtimalimizin olmadığını biliyordum. Sıkıca Ezekiel'e sarılıp bizim için yazılan sonu beklerken hem korku hem üzüntü hem endişe hemde pişmanlık bütün bedenimi ele geçirdi. Büyük bir korkuyla denize çakılmamızı beklerken sırtımda hissettiğim keskin ve paha biçilemez acı beni şoka uğrattı. Ben daha neler olduğunu kavrayamadan sırtımda hissettiğim ağırlık ile bütün hava direncine meydan okurken sadece denize çakılmadan bir kaç saniye önce gölgelerin gördüğüm kanatlar bile bizi kurtarmaya yetmedi.
Bölüm Sonu