Bahar, uzun süren vardiyasında yaşadıklarını anlatan bir kitap yazmaya kalkarsa kitap gerçekten rekor kıran bir okunma oranına sahip olabilirdi. Fazla yorgundu, uyku için her şeyini verebilirdi ve şu telefon bir kere daha çalacak olursa onu yerde parçalanacak şekilde kırabilirdi. Üstelik, biri şu kadının çenesine de bir dikiş atılması gerektiğini doktora söylemeliydi. Bahar, tam vardiyası bitecek evine gidip güzel bir uykunun ardından kendine gelecekti ki adaya gelen turistlerden biri gün doğumunda fotoğraf çekilmek isterken kendini bir anda tepede yuvarlanırken bulmuştu. Çok şanslıydı ki bir kırığı veya çıkığı yoktu. Sadece birkaç sıyrık ve ezilme vardı. Tabi kaşına atılması gerek üç dikiş. Gerçi kadın o kadar konuşuyordu ki kesinlikle ağzına da bir dikiş atılması gerekiyordu. Bu kadar acı çekiyorken nasıl oluyor da hiç ara vermeden konuşabiliyordu hala anlam veremiyordu?
Bahar, 27 yaşına kadar hayatını hep eğitimine ve yaptığı işe vermiş bir genç kadındı. Çok uzun zamandır tatil nedir bilmiyordu ve çok uzun zamandır evlilik hayali kuruyordu. Henüz nişanını daha yeni atmıştı ve bunu yapma nedeni aklına geldiği anda dişlerini sıkarken hemen karşısındaki kadın
“Ayy!” diye bağırdığında aslında parmaklarını da sıktığını fark etti. Derin bir nefes alıp
“Üzgünüm, fakat dikişlerini alırken çok fazla konuşuyorsun. Bu, benim dikkatimi dağıtıyor.” Dediğinde karşısındaki genç kadın omzunu silkerek,
“Ben, fotoğraf çekerken dağdan düştüm” dediği anda Bahar, kaşlarını çattı ve ona alaycı bir gülümseme göndererek,
“Hayır, kendini çekeyim derken tepenin üzerinden yuvarlandın. Buda senin çalılara takılmanı sağladı. Her ne kadar buraya geldiğinde sanki bir yerin kırılmış gibi bağırıyor olsan bile sadece bacağında zedelenme ve kaşında açılma vardı. Yani, sağlık ekibi bu şekilde bilgi verdi. Bir de oradan ambulansı aramışsın” dediğinde genç kadın, her ne kadar gözlerini kocaman açma isteği ile dolup taşsa bile bunu yapamadı. Çünkü kaşlarının her hareketinde canı yanıyordu. Çünkü kaşında tam 3 tane dikiş vardı. Yine de bu durum konuşmasını engelleyemiyordu.
Bahar, işini elinden geldiğince dikkatli bir şekilde yapmaya devam ederken yanında bulunan sağlık malzemelerinin bulunduğu masanın üzerine koyduğu telefonu bininci kez çalmaya başladı. Buda canını sıkan bir diğer durumdu çünkü arayanın kim olduğunu biliyordu. Onunla konuşmak istemiyordu. Onun sesini duymak, yüzünü görmek dahi istemiyordu. Arayan kişi Bahar’ın nişanlısı Caner Doğan’dı. Tabi her ne kadar Bahar için eski nişanlısı olsa bile bu durum, genç adam için henüz kabul edilmesi zor bir durumdu. Çünkü evlilik günlerine 2 ay kala aldatmış ve aldattığı kızlardan biri kullanılmayı hazmedemediği için bu durumu Bahar’ın öğrenmesini sağlamıştı. Caner’in ise bu konuda tek açıklaması, genç kadının bakire olmasından dolayı ihtiyaçlarını karşılama isteğiydi. Neden? Çünkü o bir erkekti. Aslında ergen dese daha doğru olurdu.
Telefonun yanıp sönen ışığına bakan Bahar, derin bir nefes alarak dişlerini sıktı. Neden yaptığı hata ile yüzleşip bunun geri dönüşünün olmadığına anlamıyordu? Sonuçta onu kaybetmeyi göze alarak bu hatayı yaptıysa sonuçlarına da katlanmak zorundaydı. Fakat sonuçlarını kabul etmemekle beraber genç kadının hayatına kâbus gibi çökme kararı almıştı. Dikişleri alınan kadın şirince
“Sevgilin galiba kapatıp tekrar tekrar aradığına göre” diye söylediğinde ise Bahar, son dikiş ipini de çekip almıştı. Tabi burada hastanın canını biraz yakmış olabilirdi. Bunun için özür dilememişti ve aksine hak ettiğini düşünüyordu. İnsanların özel hayatına bu kadar dahil olmak ve bulaşmanın bir bedeli vardı. Bu kadarına dua etmeliydi. İşi bittikten sonra genç kadına doktorun vermiş olduğu merhemi uzatıp,
“Gün içinde birkaç kere kullanmalısın. Özellikle öğlen saatlerinde. Geçmiş olsun” dediğinde Genç kadın tek kelime edemeden gitmek zorunda kalmıştı. Gerçi Bahar, kadın bir kelime daha ederse onun ağzına da bir dikiş atmayı hedeflerine koymuştu. Derin bir nefes alıp saatine baktı. Mesaisi artık bitmişi ve evine gidip biraz dinlenebilirdi. Yarın izin günü olduğundan daha çok uyuyacağı için şükrediyordu. Aslında bunun için dua ediyordu. Çünkü uyumakta gerçekten sorun yaşıyordu. Bünyesi artık iflas etme aşamasına gelmişti. Fakat uyku ona fazlasıyla uzaktı.
“Çıkmıyor musun?” diye soran ve aynı klinikte çalıştığı hemşire arkadaşlarından biri olan Selin’e gülümseyerek,
“Çıkmak istiyorum” dediğinde arkadaşı da gülümsedi. Onun en yakın arkadaşlarından biriydi hatta buradaki tek arkadaşı olduğunu bile söyleyebilirdi. Genç kadının hayatındaki acıyı biliyordu ve her daim yanında olduğunu söylüyordu. Bu çok önemliydi çünkü ayrılma kararı memleketindeki tüm akrabalarının kulağına gitmişti. Kimileri olur böyle şeyler diyerek onu teselli ederken birileri aptallık edip etmediğini sorguluyordu. Babası sadece
“Ben, sana ondan koca olmaz demiştim” diyerek tepkisini koymuştu. Ayrılma kararını onaylamış olması bundan sonraki süreçte ona en ağır lafları söylemeyeceği anlamına gelmiyordu. Bu süreç fazlasıyla zorlu olacaktı fakat bununda üstesinden memleketine dönmeme kararı olarak gelmeyi düşünüyordu. Bunun içinde evlenmek için başlattığı tayin zımbırtısını düzeltmesi gerekiyordu. Ya da gerçekten devlet memuru durumuna bir son verip özel bir klinikte işe başlaması gerekiyordu. Ne olursa olsun iki seçeneğinde fazlasıyla düşünüyordu.
“Hala uyuyamıyor musun?” diye soran arkadaşına bıkkınlıkla nefes vererek,
“Evet” diyerek karşılık veren Bahar, bunun son bulacağı zamanı dört gözle bekliyordu. Gerçekten fazla düşünüyordu. Neden bu kadar değersiz olduğunu, onun kendisini nasıl bu kadar umursamadığını böyle bir şeyi nasıl hak ettiğini gerçekten sorgulamaktan bıkmıştı. Oysa o kadar çok hevesli ve mutlu hissediyordu ki bir anda aldığı darbe tüm duygularını mahvetmişti.
“Biliyor musun? Aslında senin biraz kafanı dağıtmaya ihtiyacın var. Mesela akşam şu salda bara gidebiliriz. Mükemmel bir yer. Biraz içersin yarın tatil ve kafanı fazlasıyla dağıtabilirsin. Biraz farklılık sana iyi gelecektir.” Dediğinde genç kadın yüzünü ekşiterek,
“Barda kafamın patlamasını çekecek halim yok” dediğinde arkadaşı omzuna vurarak,
“Biraz çılgınlık iyi gelir” diye söylediği esnada telefonu bu sefer gelen mesaj ile titredi. Dişlerini sıkarak gelen mesajı açtı ve mesajda,
“Sen benimsin. Bunu atlatabiliriz. Evlenmeden senden bunu isteyemezdim. Bir kere yeltendiğimde neler söylediğini hatırla. Eğer sen tamamıyla benim olmayı kabul etseydin ben, başkasına gitme ihtiyacı duymazdım” diye yazmıştı. Bahar, çığlık atmak istiyordu. Cinsellik ile alakalı bir sorunu yoktu. Sadece bir şeylerin evlenmeden önce büyüsü bozulmasın istemişti. Aslına bakarsa kendine bile itiraf edemediği bir korkusu vardı. Bunu anlamayacak kadar geri zekalı birine aşık olduğu için resmen kendinden nefret etmeye başlamıştı. Bedenine dolan öfke ile hızla telefonu kapattı ve arkadaşına dönerek,
“Haklısın. Eğlenmek, çılgınlık yapmak ve kafamı dağıtmaya ihtiyacım var. Mademki erkekler bu şekilde rahatlıyor ve unutuyor bende bir deneyeyim” dediğinde sinsice sırıtan arkadaşı
“O zaman eve git ve birkaç saat dinlendikten hemen sonra en güzel elbiseni giy. Gece çok güzel olacak” dediğinde sadece başını sallayarak evet tamam demişti. Sonra ise tamda arkadaşının dediğini yapmak için evine gitti.
………………..
Yüksek müziğin insanın kulaklarını patlattığı ve alkolün her bir yudumunda kanını kaynattığı bu ortamda sakin kalmak, eğlenmemek imkansızdı. Bahar, kaç bardak içtiğini hatırlamıyordu ve zaten sıcak olan hava daha fazla ısınmasını sağlıyordu. Arkadaşı çoktan kendine birini bulmuştu ve onu masada bir başına bırakmıştı. Pistte dans etmesine ve yüzündeki ifadeye bakacak olursa kesinlikle geceye onsuz devam edecekti. En azından o, hayatından memnun diye düşündü Bahar ve barın hemen önünde bulunan tabureden başı dönmeden ve yere yuvarlanmadan nasıl ineceğini düşünmeye başladı. Tüm bedeni rahatlamıştı ve başı bu rahatlamayla oldukça dönüyordu. Barın diğer tarafında bulunan ve namı tüm adayı sarmış olan barmen aynı zamanda barın sahibi olan Dağhan, ona bilmem kaçıncı olan bardağını barın üzerinden uzatırken,
“Arkadaşın uçuşa geçti ve seni alması için birilerini araman gerekiyor hemşire hanım. Dilersen sena birinin eşlik etmesini de sağlayabilirim” dediğinde gülümseyen Bahar, herkesin neden b u adama bu kadar güvendiğini bir kere daha anlamıştı. Çünkü adam cidden bakışı, duruşu ve sesi ile güven timsali gibiydi. Fakat evine gitmek için herhangi birine ihtiyacı falan yoktu. Onun için gülümsemeye devam ederken,
“Hayır. Kendim gidebilirim” dedi ve o anda tek kaşı kalkan Dağhan’a bakmaya devam etti. Dağhan, yıllardır barmenlik yapıyordu. O sandalyeden içtiklerinden sonra kalkabilecek olan ve kalkamayacak olanları gözünden anlardı. Ve bu kız, o sandalyeden kalkamayacak olanlar sınıfına giriyordu. Çünkü tam 5 bardak içki içmişti ve içtiklerinin üçü fazla sertti. Hatta bir kadının kaldıramayacağı kadar sert olanlardandı. Çünkü genç kadın, hemen yanında oturan ve bu kadar kalabalıkta bir sanki bir başınaymış izlenimi veren Boran’ın yanına koyduğu ve kendisinin sandığı üç viskiyi tek dikişte içmişti. Üstelik neredeyse peş peşe sayılacak kısa bir süre içinde. Sendelemeden hatta düşmeden o tabureden kalkarsa Dağhan kesinlikle bu mesleği bırakırdı. Gerçi bu şaşırdığı ikinci şey olurdu. İlk şey ise Boran’ın, genç kadının içkisini alışına hiç ses çıkarmadan sırıtarak Dağhan’dan yenisini istemesiydi. Genç kadın karşısında ona, hadi canım bakışı atan adama gözlerini kısarak baktı ve
“Tamam ayağa kalkmam gerekiyor sanırım” diye söylendikten hemen sonra tabureden inmeye kalktı ve tamda o anda bir ateş çukuruna düştüğünü sandı. Çünkü kollarına düştüğü kişinin bir yangından farkı yoktu. Kocaman bedeni kaslarla doluydu ve devasa vücudu incecik bedeni üzerindeyken hiç yorulmuyormuş gibi hissettiriyordu. Koyu esmer teni ve kirli sakalı ise yüzündeki karanlığa daha çok çekilmeni sağlıyordu. Bakışları ise karanlığın ta kendisiymiş gibi bakıyordu. Kalbi içinde resmen teklemişti ve nefesi o anda kesilmişti. Barın diğer tarafından kahkaha sesi yükseliyordu ve Bahar bakışlarını o tehlikeliyim ben diyen karanlıktan bir türlü çekemiyordu. Aslında çekmesi gerekiyordu. Kendini toparlayıp ayağa kalkması gerekiyordu fakat bedeni sanki beyninin komutlarını dinlememek için isyana kalkmış gibiydi.
Boran, kollarında ona bakan genç kadına sırıtmamak için kendini zor tutuyordu. Çünkü şu anda kucağına aldığı bir kedi yavrusundan farkı yokmuş gibiydi. Gerçi evinde bir tane kedi yavrusu vardı. Kapkara ve küçücüktü. Onu bahçesinde açlıktan ölmek üzereyken bulmuştu. Buna çok şaşırmıştı çünkü onun evinde açlıktan ölünmezdi. Onu beslemiş ve gitmesi için kapıyı açık bırakmıştı. Fakat kedi kesinlikle gitmemişti. Buna oda şaşırmıştı. Hayatındaki herkesin kaçıp gittiğini düşünecek olursa kedinin de gitmesi gerekiyordu. Şimdi ise kucağına bir tane kedi yavrusu düşmüştü. Fakat bu seferki tatlıdan ziyade seksi kelimesini daha çok hak ediyordu. Hatta fazla seksi.
“Ona, eşlik etmesi için birini ayarla.” Dediğinde Dağhan, hemen kahkahasına bir son verip gözlerini kıstı. Sonra,
“Barda herkesin işi var bence bu işi sen üstlenebilirsin” dediğinde Boran, hızla Dağhan’a baktı ve
“Aklından bile geçirme ve birini bul” dediğinde ise Dağhan tüm barı işaret ederek
“Kalabalığa bak. Buradan biri o hemşireyi evine falan bırakamaz. Dilersen Toprak var fakat gerçekten o ite güvenmiyorum. Ama sen olur dersen?” Boran dişlerini sıkarak,
“Tamam. Ben bırakırım” dedikten hemen sonra genç kız ile göz göze gelerek,
“Yürüyebileceğini söyle” dediğinde ise Bahar, yutkunarak genç adamın gözlerine baktı ve yerinde doğrulmaya çalışırken bir kere daha onun kucağına yığıldı. Bu sefer dudakları fazla yakındı ve tek bir kıpırdama ile birleşebilirdi. Boran derin bir nefes alarak,
“O zaman evinin çok uzakta olmadığını söylesen iyi edersin” dedikten hemen sonra genç kadını kucağına aldı ve bardaki kalabalığı yol misali açarak kendini dışarıya attı. Hemen arkasındaki işgüzarların sırıtmalarını arkasında gözü olmasa bile görebiliyordu. Dağhan hemen yanında biten Zafer’in şaşkın bakışlarına sırıtarak,
“Kızı tabureye oturtup birini çağırması gerektiğini söylemeden kucağına aldı” dedi. Zafer,
“Kızı evine kadar kucağında taşıma teklifi kimden geldi?” diye sorunca Dağhan,
“Kız evine bırakılması koşunda bir teklifte bulunmadı” dediğinde ise Zafer,
“Kaç bardak içti?” diye sorunca Dağhan derin bir nefes alıp verdi ve elindeki içkiyi müşterisine uzatırken,
“Şişenin dibini gördü” diyerek cevapladığı sorunun ne anlama geldiğini biliyordu. Boran, orduda görevli bir bordo bereliydi. Ekibini bir çatışmada kaybetmiş ve kendinde bacağından ciddi bir şekilde yaralanmıştı. Bu yaralanma öyle iyileşecek bir yaralanma değildi ve ordudan ayrılmak zorunda kalmıştı. Bu olay 2 yıl önce yaşanmıştı fakat Boran, bu zorunlu ayrılığı bir türlü kabul edemiyordu. Bacağının iyileşeceğini ve orduya geri dönüp, ekibinin intikamını alacağı günü bekliyordu. Fakat, başka bir ekip onların intikamını fazlasıyla almıştı. İlaçlarını içip bağımlı hale gelmek istemiyordu. Fakat ilaçlarına bağımlı olmamak adına neredeyse alkole bağımlı kalacaktı. Acısı çok büyüktü. Arkadaşları yanındaydı fakat düştüğü girdabın içinde her geçen gün daha dibe çöküyordu. Daha fazla kaybolmasından korkuyorlardı.
……………….
Boran, kucağında sızan genç kıza baktı. Onu daha önce bir yerde gördüğünden emindi fakat nerede gördüğünü şu anda hatırlaması imkansızmış gibiydi. Fakat kızı birazdan denizin soğuk suyuna atacaktı çünkü kucağında sızmış olduğu için evinin nerede olduğunu tarif edemiyordu.
“Bana evini tarif etmen gerekiyor. Evine, seni bıraktığımda yatağından uyuyabilirsin” dediğinde ise genç kızdan,
“Her kızı evine bırakır mısın?” diye bir soru geldi. Boran, genelde bir kız kucağındaysa kesinlikle o gece yatağında biten tiplerdendi. Kimsenin bundan bir şikâyeti yoktu. Hem ihanet ile suçlayacağı bir eşi veya kalben sorumlu olduğu bir kadında olmadığına göre bunda bir suç görmüyordu.
“Genelde kucağımdaki kadınları yatağıma bırakırım” diyerek verdiği cevaba genç kızdan sadece kahkaha sesi yükseldi. Boran, daha önce içinde bir şeyleri kıpırdatan kahkaha duymadığına inandı. Çünkü kızın gerçekten içini ısıtan bir kahkahası vardı. Tabi kadınlara sadece beden olarak bakmıyorsanız o kahkahanın altınca kocaman bir acı olduğunu anlardınız. Kız, kendine gelir gibi oldu ve Boran çoktan kendi evinin önünde olduğunu fark etti. Kızın hiç uyanmamasına istinaden en azından arabasını almak için buraya doğru yürümüştü ve evi bara cidden yakın bir mesafedeydi. Genç kadın kollarında kıpırdandı ve Boran, inmesi için ona yardımcı olarak onu kollarından bıraktı. Ayakta durması için güçlü eli ile kolundan tutuyordu ve genç kadın yemyeşil bakışları ile ona bakarken,
“Siz erkekler hep…” dediği anda telefonuna gelen mesaj sesi ile cümlesini tamamlayamadan dişlerini sıktı ve Boran, o anda mesaj atanın kim olduğunu bildiğini ve sanırım artık ona mesaj atmasını istemediğini anladı. Genç kadın çantasından çıkardığı telefonun ekranına baktı ve o anda dişlerini daha çok sıktı. Boran, onun şu anda ne kadar seksi göründüğünü söylemek istese de dilini tutmak zorunda kaldı. Çünkü evinin hemen önünde ve kapının iki adım ötesinde duruyorlardı. Burada bir olay istemiyordu. Fakat genç kadın telefonda her ne okudu ise bakışlarını bir anda Boran’ın bakışlarına sabitledi ve
“O zaman beni de yatağına bırakmaya ne dersin?” diye sordu. Kaşları bir anda havaya kalkan Boran, daha tek kelime etmeden dudaklarına yapışan genç kadına şaşkınlıkla baka kaldı. Kollarını boynuna dolayan kadını itmek istemedi. Onu kırmadan kendinden uzaklaştırma isteği ile dolup taşıyordu fakat lanet olsun ki bedeni şu anda fazla alkol ile doluydu. Tüm bedeni çekime kapılıyordu ve kahrolası kadının kokusu başının dönmesini sağlıyordu. Karşı koymamayla beraber bir anda kendilerini evin içinde buldular, genç kadın kendi kaybetmiş ve Boran tüm bedenine yayılan büyüye kapılmış bir şekilde öpüşerek yatak odasına gitmişlerdi. Kadın bunu istiyordu. Boran’da istekliydi ve bir zorlama yoktu. Zaten hep öyle olmuyor muydu? diye düşündü Boran, öpüşme ile tüm kıyafetler bedenlerinden çıktı ve kendilerini devasa bir yatağın içine bıraktıklarında odayı sadece öpüşme sesleri, inlemeler ve kesik kesik nefes sesleri dolduruyordu. Kontrolü bir şekilde bulmaya çalışan Boran ise genç kadının inlemeleri ile her türlü kontrolü birden kaybetti. Bacaklarının arasında genç kadının tam içine girecekti ki geç kadının sıkılığı ve karşılaştığı şey ile anında durdu. Beyni bir anda soğuk duş etkisinde kaldı. Çünkü, kollarındaki genç kadın bakireydi. Kendini geri çekmeye yeltenerek
“Dur bakalım ufaklık sen” dediği anda Bahar, onu omuzlarından kavrayarak kendine çekti ve dudaklarına tekrar yapışırken,
“Sadece yap şunu” diye fısıldadığında Boran kaşlarını çattı ve
“Bunu daha değerli birine hediye edebilirsin “dedi. Öyle de olmalıydı. Bu ilk gecesini aşık olduğu, ona değer veren biri ile yaşaması gerekiyordu. Sadece 20 dakika önce barda tanıştığı birine değil,
“Hiç kimse hak etmeyecek” diyen genç kadın dudaklarına tekrar yapıştığında kontrolünü tekrar kaybetti ve sabahında kendinden nefret edeceğini bile bile gecenin ateşine kendisini bıraktı. Oldukça nazik, oldukça yavaş ve bir o kadar zevkli bir şekilde genç kadının içine girdi. Eğer bunu istiyorsa ona verebilirdi. Eğer ilki bu şekilde olsun istiyorsa en azından kendini değersiz hissetmemesi için çabalayabilirdi. Onun için genç kadının her içini doldurduğunda ona iltifatlarda bulundu. Seksi fısıldamalar ile onu kendinden geçirdi ve zirveye çıkardığından genç kadının çığlıklarla tükenmesini izledi. İçinde nerede olduğunu bile unuttuğu kalbinin bir anda göğsüne tekme atması ile duraksadı ve oda tükendiğinde her ikisi de yatağın üzerine yığılı kaldı.
Ne kadar orada öyle nefeslerini düzenlemeye çalıştığını hatırlamayan Boran, hemen yan tarafından yatan genç kadına baktı. Çoktan uykuya dalmıştı ve alnındaki saçları terden yüzüne yapışmıştı. Parmağı ile nazikçe saçlarını geri itti ve gülümseyerek ona baktı.
“Umarım pişman olmazsın ufaklık” diye fısıldadı ve genç kadının, göğsüne sokulmasına daha çok sırıtarak onu kendine çekti. Bu gece kollarında ona en değerli gecesini hediye etmişti. Onu hiç tanımıyordu ve herhangi bir anlamı yoktu. Fakat yine de hediye edilen bu değerin onu kötü hissettirmesini istemiyordu. Çıplak bir şekilde kollarında uyuyan genç kadının üzerine yatak örtüsünü örttü ve ilk defa yatağında uyuyan bir kadını izlediğini fark ettiğinde ise yüzüne yayılan sırıtma daha çok büyüdü. Sonra kolunu başının altına hemen ensesinin dibine yerleştirerek evinin tavanına baktı ve
“Bu ada cidden lanetli. Umarım bir yerlere saklanarak okunu bize fırlatmayı aklından geçirmemişsindir eros efendi” diye söylendi ve derin bir nefes alarak gözlerini gecenin karanlığına kapattı. Gecelerdir uyuyamıyordu ve uykuya ihtiyacı vardı. Fakat uyuyamıyordu. Ta ki bu geceye kadar….