Hazırlık

1001 Words
İçimde kendi kendime girdiğim hesaplaşmalar her zaman korkutmuştur beni. Vicdanının mahkemesiyle başa çıkabilecek hiçbir güç yoktu. Kendime yaptığım acımasızlığı babamı kurtaracağım düşüncesiyle yok saymaya çalışıyor olsam da nasıl bir insanlar bir arada yaşayacağım hakkında en ufak fikrim yoktu. Korkuyordum. Zarar görmekten, değişmekte ve daha bunun gibi birçok şeyden. Beyza gece boyu benimle kalmıştı. Ailesinin bağırıp çağırmalarını umursamadan yanımda kalması beni o kadar rahatlattı ki en azından babamın yokluğuyla kafayı yememe engel oluyordu. Gece üç civarı Beyza uykuya salsa da ben sabaha kadar uyuyamamış, pencerenin önünde kara kara düşünmüştüm. Önümü göremiyor, karanlığa korkuyla yürüyordum. Henüz 25 yaşıma girecek olsam da hayatımın bu zamana kadar ki kısmında hep monoton ve sakin bir hayat yaşamıştım. Geçim sıkıntılarıyla uğraşmış, okulumu ailemi gururlandıran dereceyle bitirmek için büyük çabalar sarf etmiş hatta bir yandan da çalışmıştım. Çalışıyordum da. Benim en büyük aksiyonum takıntılı platoniğim Alperen adında ki manyaktı. Neyse ki o da ailesinin ondan bıkmasından ötürü yurt dışına gönderilmişti de kafam rahatlamıştı. Güneşin doğuşuyla beraber hep bir umut doğardı içime ama bu sabah o umut doğmuyordu. İçimde ucu bucağı olmayan korku ve tedirginlik kemirgen misali içten içe tüketiyor, tüm duygularımı sömürüyordu. Gözlerimi uyuyan Beyza’ya çevirdim. O her ne kadar maddi olarak bir problem yaşamasa da ailesi tarafından sevilmeyen ve istenmeyen çocuktu. Belli etmemek için uğraşsa da onun taşıdığı yük aslında benimkinden fazlaydı çünkü sevgisiz büyümek, susuz kalmış bir çiçek gibiydi. O susuz kalmıştı ve gün geçtikçe soluyordu. Ona elimden geldiğince sevgi vermeye çalışsam da aile sevgisi bambaşkaydı. Ben çok şükür ki sevgi dolu bir ailede büyümüştüm. Babam bana hem anne hem de baba olmuştu. Sevgisini hiç eksik etmemişti. Annem aslında çok zengindi fakat inşaatçı olan babamla evlendiği için ailesi onu evlatlıktan reddetmişti. Ancak hatırladığım kadarıyla annem bir kez bile fakir oluşumuzdan isyan etmemiş hep şükretmişti. Babam ise bizi kimseye muhtaç etmemiş, annemin de doktor olmasının eve geliri büyük olduğu için bir süre maddi durum olarak iyiydik fakat annem vefat edince dibe çökmüştük. Babamın ailesi de onlar istediği kızla evlenmedi diye reddedince ne baba tarafımı ne de anne tarafımı tanımaz hale gelmiştim. Ne isimlerini bilirdim ne de yüzlerini. Derin bir çekerek ayağa kalktım. Yatmadan önce sobayı yaktığım için ev sıcacıktı. Beyza’ya da kendi kıyafetlerimden vermiştim. Beden ölçülerimiz hemen hemen aynıydı. Ben 1.75 boyunda o ise 1.70 boyundaydı. O uyurken kendimi mutfağa attım, zaten mutfağım da küçüktü. Bu gece salonda yatmıştık. Hızlıca çay demlemiş, ikimize omlet tabakların kenarlarına zeytin, peynir ve domates gibi eklemeler yapıp iki kişilik küçük masama yerleştirdim. Ortaya da kendi yaptığım çilek reçelini koydum. Neyse ki geçen hafta alışveriş yaptığımız için malzeme konusunda sıkıntım yoktu. Canım babam, ben sağlıklı beslenmeyi dinç olayım diye gücünün yettiği kadar her şeyden alırdı. Hakkını asla ödeyemezdim. Benim için onca zorluklara göğüs germiş, yağmur çamur demeden çalışmış bir adamın hakkı üç milyondan da fazlasıydı. Maddi olarak ödenecek bir meblağ bile değildi. Ona hayatım boyunca minnettar olacaktım. Kahvaltı hazırlamam bittikten sonra içeri geçtim ve Beyza’nın yanında diz çöküp saçlarını okşadım. “Canımın içi,” diye fısıldadığımda bir an kaşlarını çattı. “Hadi uyan. Bize kahvaltı hazırladım.” Uykulu gözlerini yavaş yavaş araladı ve ikimizin yorgun gözleri birbiriyle çakıştı. “Nazlı?” bir an nerede olduğunu idrak edememiş görünüyordu. “Hadi uyan güzellik. Kahvaltı soğumadan yiyelim.” Dediğimde bana gülümsedi ve onun saçını okşamam ile iç çekti. İnsan sevildikçe güzelleşirdi. Beyza’nın güzelliğini sömürüyordu ailesi. Ben ayağa kalkıp tekrar mutfağa geçerken o da elini yüzünü yıkamak için lavaboya geçti. Bu sırada çayları doldurup kendi yerime yerleştim. Hemen karşıma yerleşip iştahla yemeye başladı. “Evde bu kadar vardı mazur gör, senin evinde yapılanların yanından bile geçmez.” Dedim dudaklarımı büzerek. O ise kaşlarını çattı. “O nasıl laf öyle? Bu masadan daha güzeli mi var? Evde annem yediğim lokmaları sayıyor kilo almayayım diye. Doğru düzgün yemek mi yiyebiliyorum sanki? Hele ki o suratsızları görünce olan iştahım da kaçıyor. Bir lokma peynir yiyip kalkıyorum masadan.” Dedi üzüntü içerisinde. Bu söyledikleri kalbimi acıttı. Nasıl da vicdansız insanlardı öyle. Biz babamla güle oynaya kahvaltı eder birbirimizi öperek evden ayrılırdık. Akşam yemeğinde ise hangimiz eve önce gelirse yemek hazırlar ve yine şükrederek yemeğimizi yerdik. Bazen gerçekten Beyza’nın ailesine hayret ediyordum. Tüm zenginler böyle miydi? Ya Yaman Demiroğlu da böyleyse? Yediğim lokmalara karışır mıydı? Sanırım yemek yerken yanında dikkatli olmalıydı. Tabi beraber yemek yersek... “Üzgünüm, bilmiyordum.” Diye mırıldandığımda omuzlarını silkti. “Boş versene. Ben alıştım, sen de üzülmeyi bırak artık.” Dedikten sonra yemeğine gömülmeye devam etti. Sessizce bende ona eşlik ettim. Kahvaltı bittikten sonra etrafı toparlamama yardım etmiş ve beraber dışarı çıkmıştık. “Nereye gidiyoruz?” dedim çatık kaşlarımla çünkü beni kolumdan tutmuş adeta sürüklüyordu ve nereye gittiğimiz hakkında en ufak bir fikrim yoktu. “Bu akşam Yaman Demiroğlu ile yüz yüze geleceksin ve sen hiçbir hazırlık yapmıyorsun. Hemen sana güzel bir kombin yapmalıyız.” Dediğinde kaşlarımı çattım. “Ona güzel görünmek gibi bir gayem yok. Ayrıca bit pazarı hariç mağazalara yetecek param da yok.” Dediğimde bana dik dik baktı. “Sen zaten güzelsin o ayrı mevzu, ama kıyafet ilk izlenimde önemlidir. Saygı amaçlı da yani. Ayrıca ne zamandan beri aramızda paranın lafı oldu? Benden dayak mı yemek istiyorsun cennet bahçem?” diye tatlı tatlı gülümsediğinde aslında alttan alttan tehdit ettiğini de biliyordum. Ofladım. En yakın arkadaşım da olsa birine borçlu kalmak beni geriyordu. “Parayı takma lütfen. Evlilik hediyesi diye düşün.” Diyip göz kırptığında en azından bu amaçla kabul etmek içimi biraz daha rahatlatabilirdi. “Çok ünlü markalara girme ama olur mu? Uygun bir şeyler alalım.” Dediğimde bu sefer beni kırmadı ve hem kaliteli hem de uygun olan butiklerden birine girdi. Butik sahibinin arkadaşı olmasına da hiç şaşırmadım çünkü Beyza alışveriş yapmayı seven bir kızdı ve tanıdıkları çoktu. “Ne aramıştınız bakalım hanımlar?” dedi açık kahverengi saçlara sahip minyon tipli hoş bir kadın. “Arkadaşım ilk randevusuna çıkacak da ona göre bir şeyler ayarlayabilir miyiz?” diye konuşan Beyza’ya ters ters baktım. Randevu mu? Ne randevusu? Ölüm randevusu mu? Çünkü manyağın biriyle karşı karşıya gelecektim saatler sonra. Bahsettiğine göre beni lme lime yiyecek kadar acımasız olan bir manyakla... Zaten beni ne zaman düzgünü buldu ki? Tanrı yardımcım olsun. Tek çarem dua.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD