''Bir insanı intihara sürüklemek ne demek?'' Yüce konsey başkanı yumruğunu sinirle masaya vurduğunda siyah tüylü kanatları öfkeyle titreşti. Üzerinde sadece yüce konsey üyelerinin giyebildiği kan kırmızısı rengindeki uzun yeleği titreşen kanatların rüzgârıyla savruldu.
Nimbars karşısındaki öfke saçan yüce konsey başkanına dikkatle baktı. Adamın saçları da kanatları gibi kapkaraydı. Gözleri iyi ve kötü karışımı griydi. Düğmesiz yeleğinden çıplak göğsü belli oluyordu. Orta yaşlardaki biri için fazla genç bir görünüme sahipti.
''Ben sadece işimi yaptım. Bana bu şekilde kızmaya hakkınız yok.'' Kanatları öfkenin en belirgin kırmızısına büründü ve hafif açılıp kapanarak oluşturduğu rüzgâr ile duvara dayanmış iki ayaklı, cennet yeşili masanın üzerinde duran eski sararmış kâğıtları etrafa uçuşturdu.
Yüce konsey başkanı Nimbars'ı dikkatle süzdü. Başarılı olduğunu düşünüp konsey kararı ile göreve erken atamışlardı. Yanılmamışlardı işinde gerçekten iyiydi ama durması gereken sınırı aşmış ve bir insanoğlunun intiharına sebep olmuştu.
Onların görevi bir insanoğluna hüzün vermek, onları üzülecekleri karara yönlendirmekti ama bunu yaparken kişinin kendine zarar verecek kadar kötü bir duruma getirmek kesinlikle yasaktı. ''Senin görevin insanoğluna hüzün vermek, onları üzüntüye götürecek kararlar almasını sağlamak. İntihara sürüklemek değil.''
Nimbars'ın kanatları hırsın en siyah tonuna büründü. ''İşimde hepinizden iyiyim ve bunu kabul etmek size zor geliyor.''
Yüce konsey başkanı parmağıyla mor renkli, kalın, ahşap kapıyı gösterdi. ''Çık dışarı. Yeni görev verilene kadar bekle ve gözüme görünme.''
Nimbars arkasını dönerek odadan çıktı. Kapıyı arkasından büyük bir gürültüyle kapadı. Açık alana çıkar çıkmaz kanatlarını açarak gökyüzüne doğru uçtu ve süzülen pembe bulutların üzerine oturdu. Pembe teni bulutlarla hoş bir bütünlük oluşturmuştu.
Gözlerini kapayıp sadece rüzgârı hissetti kahverengi saçlarında. Elini ensesinde bağlı saçlarına götürerek siyah tokasını çekip çıkardı ve omuzlarına kadar inen saçları rüzgârda uçuşmaya başladı. Yavaşça rahatlayan omuzları gevşedi ve kanatları huzurun mavisine büründü.
Tüm imeyrusların kanatlarının renkleri doğduğunda bellidir ve ölene kadarda aynı renktir ama Nimbars farklıydı. Küçük bir çocukken kanatlarının ruh haline göre renk değiştirdiğini fark etmişti. İmeyruslar kanat rengini kontrol edebildiğine inanmıştı ve onlara gerçeği söylemeye hiçbir zaman düşünmemişti.
Kırmızı renkli gözlerini hafifçe kırpıştırdı ve rüzgârın oturduğu bulutu nazlı bir gemi gibi havada yüzdürmesine aldırış etmeden uzanarak yattı.
***
Dudağında hissettiği ıslaklığı kendinden yüksekte süzülen bulutlardan düşen yağmur damlası olduğunu düşünerek gözlerini açmadan tekrar uyumaya çalıştı. Dudağındaki ıslaklık yerini sıcaklığa bıraktığında gözlerini hafifçe araladı.
Üzerine doğru gelen ağırlığı hızla ittirip kanatlarını açtı ve havalandı. ''Kafayı mı yedin kızım?''
Kayer açık leylak rengi kanatlarını açarak havalandı ve Nimbars'ın karşısına geçti. ''Beni ne zamana kadar görmezden geleceksin. Seni sevdiğimi biliyorsun.''
Nimbars dudaklarını eliyle silerek boşluğa tükürdü. ''Sana benden uzak durmanı söylemiştim.''
Kayer sadece göğsünü kapatan parlak kırmızı büstiyerini düzeltiyormuş gibi yaparak göğüslerini hafifçe ortaya çıkardı. ''İstesem de duramam aşkım. Seni ne kadar sevdiğimi biliyorsun. Biz birbirimizin ruh eşiyiz ve bunu bir gün sende anlayacaksın.''
Nimbars Kayer'in göğüslerine bakmamak için bakışlarını yeşil gözlerine çevirdi. ''Sakın bir daha bana yaklaşmaya kalkma.'' diyerek yeryüzüne doğru uçtu ve evinin bahçesindeki altın rengi çimlerin üzerine indi.
Kanatlarından dolayı imeyrus kızlarının çoğu ona hayrandı ama Kayer bunu takıntı haline getirmişti. Yıllardır ne yaptıysa kurtulamamıştı ve Kayer'in bu takıntısı gittikçe tehlikeli bir hal almaya başlamıştı.
Nimbars çıplak ayakları ile çimlerin üzerinde yürüyerek ağacın dalında asılı sarmaşıklardan oluşan salıncağa oturdu. Salıncakla ileri geri sallanmaya başladığında oluşan rüzgâr çıplak, kaslı, pembe göğsünü yalayıp geçti.
İmeyrus erkekleri üstlerine sadece bir pantolon ve sırtında kanatları için iki açıklık bulunan önü düğmesiz bir yelek giyerken imeyrus kızları ise yelek yerine sadece göğüslerini kapatacak tek parça bir büstiyer giyerlerdi.
''Duydum ki birileri işi eline yüzüne bulaştırmış.'' Ranos arkadan yaklaşarak salıncağı hızla çekince Nimbars yüzüstü yere düştü. Üzerine yapışan toprağı eliyle silkeleyerek ayağa kalktı. Karşısında duran kısa saçlarını havaya dikmiş arkadaşına baktı. ''Senin saçlarında yüksek rüzgâr akımına maruz kalmış.''
Ranos gülümseyerek ellerini saçlarına götürdü. ''Sen modadan ne anlarsın.'' Çok yakışıklı değildi ama farklı bir çekiciliği vardı. Kanatları gün batımında oluşan turuncunun en güzel tonundaydı.
''Senin eğitimde olan gerekmiyor mu?'' Nimbars dikkatle Ranos'a baktı.
''Eğitmenin kanadı kırılmış ve tüyü kopmuş. Sakar şey işte'' gözleriyle aynı renk olan kahverengi kaşları hafifçe havaya kalktı. ''Uçmayı beceremiyor bir türlü.''
''İksir vermemişler mi?'' diye sordu Nimbars merakla. Her imeyrusun kanadında özel bir tüy bulunurdu. Bu tüy onların uçmalarını, diğer imeyruslarla uzakta olsalar bile iletişime geçmelerini ve insanlarla telepati kurmalarını sağlardı.
Ranos umursamaz bir tavırla omuzlarını silkti. ''Biliyorsun iksiri yüce konsey zorunda kalmadıkça kullanmaz. Yapımı için gerekli olan çiçeği temin etmek kolay değil.''
''Ah, tabi şu aşk saçmalığı unutmuşum.'' Nimbars alaycı bir kahkaha attığında kanatlarından hızla gökkuşağının tüm renkleri geçmeye başladı. ''Sözde sadece birbirine gerçekten âşık bir çift çiçeği dalından koparabilir. Kalplerindeki gerçek aşk değilse ölürler.''
''Dalga geçmeyi bırak dostum. Sen inanmasan da aşk gerçekten var.''
''Sen inanmaya devam edebilirsin. Benim böyle saçmalıklara ayıracak vaktim yok.'' Kanatlarını açıp hafifçe havalandı. ''Haydi, biraz dolaşalım sıkıldım.''
Ranos'da havalanıp Nimbars'ın tam karşısında durdu. ''Gidelim aşkım ama önce dudağında kalan ruj lekesini sil, gizli aşkımız ortaya çıkmasın.'' Kanatlarını çırpıp hızla yükselirken attığı kahkaha bulutları titretti.
Nimbars gülerek dudağında kalan ruj lekesini sildi ve havalanıp arkadaşına yetişti. ''Kayer'le gerçekten başım belada.''
Ranos kanadını Nimbars'ın kanadına çarptı. ''Belli oluyor.'' Dudaklarını büzerek görünmeyen birini öpüyormuş gibi yaptı.
''Dalgayı geçmeyi bırak Ranos.'' Nimbars gülerek arkadaşına omuz atınca Ranos dengesini sağlayamayıp havada birkaç takla attı.
Dünya...
''Güneş kalk hadi.'' Annesi Neriman Hanım sallanan göbeği ile odaya girip uyuyan kızının yanına gitti. ''Bugün sanki ben mezun oluyorum. Kalksana kızım.''
Güneş yüzüne düşen saçlarını eliyle geri itti. ''Tamam, annem uyandım.''
''Hele şükür be kızım. Mezuniyetine geç kalan ilk sen olacaksın bu gidişle.'' Saçlarından kayan eşarbını düzeltip söylenerek odadan çıktı.
Güneş tembel adımlarla yataktan kalkıp banyoya gitti. Elini yüzünü yıkayıp mutfağa yöneldi. Mutfaktaki ufak yemek masalarından yükselen çay kaşığı sesleri ile içeri girdiğinde yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu. Annesi onun için sevdiği peynirli krepten yapmıştı. Yaklaşıp yanağına kocaman bir öpücük kondurdu ve kendi için ayrılan sandalyesine geçip oturdu.
Tam karşısında oturan babasına dikkatle baktı. Aklar düşen saçları yer yer seyrekleşmişti. Uzun boyluydu, zayıftı ama kaslıydı. Bakışlarındaki sertlik her zamankiyle aynıydı. Güneş'in arkeoloji okumasını hiçbir zaman istememişti. Onun için bir kız çocuğu ya öğretmen olmalıydı ya da doktor. Diğer meslekler kız çocuklarına uygun değildi.
Güneş babasını dinlememiş ve hayallerinin peşinden gitmişti. Okulu kazanıp kayıt yaptırdığında babasının attığı tokadı hala unutamamıştı. Şimdi ise mezun oluyordu ve babasında en küçük sevinç belirtisi yoktu.
Güneş kardeşinin saçını çekmesiyle düşüncelerinden sıyrıldı. ''Kreplerini yemeyeceksen ben yerim.''
Güneş çatalıyla krep tabağına uzanıp üç tane krepi çatalına sapladı ve tabağına aldı. ''Rüyanda görürsün Buğlem. Annem onları bana yaptı.'' diyerek krepten kocaman bir ısırık aldı ve kardeşinin ela gözlerine gülerek baktı.
Kardeşi kendisinden çok farklıydı. Ela gözleri, ay gibi yuvarlak güzel bir yüzü vardı. Saçları sarıydı. Kendisi ise onun aksine siyah saçlıydı. Bir gece kadar siyah değildi ama sarıda değildi arada bir tondu. Gözleri balköpüğü rengiydi. Kendisini özel hissettiren tek şeyi babasından aldığı gamzeleriydi.
''Ne gerek varsa bu kreplere. Kızımızın söz dinlemeyip mezar kazıcısı olmasını mı kutluyoruz?'' Babası Hikmet Bey'in söylediği bu sözler ile sanki masanın ortasına bomba düşmüş gibiydi.
''Sözlerine dikkat et Hikmet. Kızımız mutluysa bizde mutlu olmalıyız.'' Güneş annesinin bu sözleri ile hafifçe tebessüm etti.
''Ne haliniz varsa görün. Beni de okula falan beklemeyin.'' Hikmet Bey masadan sinirle kalktı ve mutfaktan çıktıktan birkaç saniye sonra dış kapının gürültüyle kapanma sesi duyuldu.
Güneş her şeyin olumlu yanını görmeyi severdi ama babasının söylediği her söz onu üzüyordu. Gözünden akan yaşlarla masadan kalkıp koşarak odasına gitti. Kendisini yatağına yüzüstü bıraktı ve hıçkırarak ağlamaya başladı.
Arkasından gelen kardeşi saçlarını okşadı. ''Üzülme abla, babamın her zamanki hali işte.''
''Neden ama Buğlem? Bir insan kızının başarısıyla hiç mi gururlanmaz? Seneye sende üniversiteye başlayacaksın sana da mı aynı yapacak?''
Yanlarına gelen Neriman Hanım yatağın kenarına oturdu. ''Ah, kuzum babanı bilmez misin sen? Haydi, kalk ağlama daha mezuniyetine gideceğiz.''
Güneş yavaşça doğruldu ve her zaman kendisine destek olan kardeşine ve annesine baktı. ''Teşekkür ederim'' diyerek hafifçe gülümsedi.
''Hemen kalkıp hazırlan yoksa elbisene el koyarım.'' Buğlem kalkarak dolaba doğru ilerlediğinde Güneş de kalkıp arkasından koştu ve elbiseyi kardeşinden önce askılıktan aldı. Kardeşi gülerek ablasını izledi. Onu mutlu etmek bu kadar kolaydı işte.
***
Güneş bir saat içinde hazırlanmıştı. Aynada kendisine son defa baktı. Buz mavisi, dizlerine kadar inen, göğsü beyaz incilerle süslenmiş elbisesini son defa düzeltti. Kıvırcık saçlarını açık bıraktı ve ayaklarına beyaz topuklu ayakkabılarını giyip odadan çıktı.
''Peri kızı gibi olmuşsun benim güzel kızım.''
Güneş gülerek annesine baktı. ''Teşekkür ederim annem.''
''Taksi gelmiştir. Haydi, geç kalmayalım.'' Annesi siyah çantasını omzuna atıp, eşarbını düzeltti ve kapıdan çıktı. Buğlem ve Güneş'de annelerini takip ettiler.
Evden çıkıp taksiye bindiler ve üniversiteye geldiklerinde konferans salonuna geçip yerlerini aldılar. Tören başladığında sırayla isimleri okundu ve diplomaları dağıtıldı. Güneş diplomasını eline aldığında sevinçle göğsüne bastırdı. Sonunda hayallerinin mesleğinin artık bir üyesiydi.
Annesi ve kardeşi oturdukları yerden gülerek alkışlıyorlardı. Güneş onlara doğru eliyle öpücük yolladı. 'Hayat yeni başlıyor Güneş Hanım' diyerek kendiyle konuştu.
Tören bitiminde bahçede annesi ve kardeşiyle hoş bir sohbete daldıklarında yanlarına gelen Kemal öğretmeni başıyla Neriman Hanım'a selam verdi. ''Özür dilerim efendim sohbetinizi bölüyorum ama gitmeden size söylemem gerekenler var.''
''Tabi evladım. Söyle ne söyleyeceksen.'' Neriman Hanım sevecenlikle Kemal Bey'e baktı.
''Efendim, Mısır'a ufak bir araştırma gezisi yapacağız. Tüm masrafları kulübümüz karşılayacak ve yeni mezun birkaç öğrenciyi de yanımızda götürmeyi düşünüyoruz. Benim aklıma ilk gelen Güneş oldu. Onun oraya ne kadar gitmek istediğini biliyorum.''
Güneş mutlu gözlerle Kemal Bey'e baktı. Tam olur diyecekken annesi araya girdi.
''Biz bir düşünelim evladım. Babasıyla da konuşmamız gerekiyor.''
Kemal Bey ''Anlıyorum efendim. Lütfen, yarın akşama kadar bildirin. İşlemleri halletmemiz gerekiyor.'' diyerek yanlarından uzaklaştı.
Akşam babası eve geldiğinde ev savaş alanına dönmüştü. Babası Güneş'in gitmesine izin vermiyor Güneş inatla gideceğini bunun hayatının fırsatı olduğunu söylüyordu. Babasının yüzünde patlayan tokadı ile yere düştüğünde dudağından çenesine doğru akan kan yerdeki halıya kırmızı bir leke bırakmıştı.
Güneş öfkeyle düştüğü yerden kalkarak odasına gitti ve yatağının altındaki bavulunu çıkararak içine kıyafetlerini yerleştirmeye başladı. Buğlem ablasını merak edip odaya geldiğinde gördüğü manzara ile gözleri kocaman açıldı.
''Abla sen aklını mı kaçırdın?''
''Evet, Buğlem aklımı kaçırdım.'' Elindeki kırmızı pantolonu da öfkeyle bavula tıkıştırıp fermuarını kapadı.
''Abla lütfen gitme.'' Buğlem gözyaşlarına engel olamadı.
''Bu fırsatı kaçıramam Buğlem. Hem babamı biliyorsun evin yanında da iş bulsam çalışmama izin vermeyecek.'' Bavulunu alıp kapıya yöneldi.
Kardeşinin yalvarmasına aldırmadan odadan çıktı. Annesi yaşlı gözlerle kendisine bakıyordu. Gözleri gitme dese de dudaklarında dökülen cümleler farklıydı. ''Git kızım. Mutlu olacaksan git ama ne olur beni habersiz bırakma.'' Yaklaşıp kızına sarıldı ve elindeki kocasından gizli biriktirdiği parayı kızının cebine koydu.
Güneş'de annesine sıkıca sarıldı. ''Sen merak etme annem. Ben seni sık sık ararım.''
Annesi ve kardeşi ile vedalaşıp dış kapıya yöneldiğinde babasının sesi ile irkildi. ''Eğer o kapıdan çıkarsan aileni unut ve bir daha sakın arama.''
Güneş acıyan kalbine aldırmadı. Babası hep böyleydi ama ne olursa olsun annesi ve kardeşi onu silip atmazdı. Arkasına bakmadan kapıdan çıktı ve titreyen elleri ile kapıyı arkasından kapadı.
Apartmandan çıkıp ilk gördüğü taksiyi durdurdu ve Kemal öğretmeninin evinin adresini verdi. Araba şehrin gürültüsünde yavaşça ilerlerken başını cama dayadı ve geçtiği sokakların gürültüsünü dinledi. Herkes farklı bir hayat koşuşturmasındaydı. Herkesin bir derdi vardı.
''Abla geldik.'' Taksici göz ucuyla başını cama dayamış yaşlı gözlü kıza baktı.
Güneş adamın sesi ile başını dayadığı camdan kaldırdı. Zaman çok çabuk geçmişti. ''Borcum ne kadar?''
''Elli lira versen yeter abla.''
Güneş cebine annesinin koyduğu paradan gerekli miktarı verdi ve taksiden indi. Öğretmeninin oturduğu apartmana girince merdivenlerin başında durup annesinin verdiği parayı saydı. Çok bir miktar değildi ama kendisini bir süre idare ederdi. Parayı cüzdanına özenle yerleştirip öğretmeninin oturduğu kata çıktı ve kapının ziline iki defa bastı.
Bir süre bekledikten sonra açılan kapıdan üzerinde lacivert pijaması ile öğretmeni duruyordu. Bir süre gözleri ağlamaktan şişmiş Güneş'e baktı. Sonra gözleri elindeki bavula indi. Durumu az çok tahmin etmişti. Kapıyı açıp eliyle içeriyi işaret etti. ''Gel, dışarda bekleme.'' Güneş çekingen adımlarla içeri girerken Kemal Bey elindeki bavulu alıp misafir odasına götürdü.
Güneş öğretmeninin yaptığı sıcak kahveyi elleri arasına alıp sıcaklığını hissetti. ''Ben özür dilerim hocam bu saatte sizi de rahatsız ettim ama inanın ne yapmam gerektiğini bilemedim.''
''Babanla yaşadıklarına üzüldüm Güneş. Birazda kendimi suçladım yani o teklifi yapmasaydım bunlar olmazdı.'' Kemal Bey elindeki kahveden bir yudum aldı ve yutarken boğazını yakmasına izin verdi.
''Kendinizi suçlamayın lütfen bu bir gün olacaktı.''
''Gidene kadar burada kalırsın. Gerekli evraklar hazır olur olmaz yola çıkacağız. Ne kadar gezi gibi dursa da aslında oraya çalışmak için gidiyoruz ve giden herkese belli bir miktar maaşta verilecek. Dönünce de bir çaresine bakarız.'' Elindeki kahve bardağını önündeki cam masaya bıraktı. ''Haydi, gel sana kalacağın odayı göstereyim.''
Güneş'de elindeki kahve bardağını masaya bırakıp kalktı ve öğretmeninin arkasından misafir odasına yürüdü. Misafir odası küçüktü. İçeride kahverengi bir elbise dolabı ve ona uygun renkte tek kişilik bir yatak vardı. Üzerine serili nevresimin parfümlü deterjan kokusu hissediliyordu.
Kemal Bey, Güneş'i odada tek başına bırakıp gittiğinde Güneş bavulundan çıkardığı pijamalarını giyip yatağa uzandı. Bunda da vardır bir hayır dedi. O evde kalmaya devam etseydi babası asla bu mesleği yapmasına izin vermezdi. Şimdi ise hayallerine doğru yola çıkacaktı.
Gözyaşı Diyarı...
Nimbars bütün gün Ranos'la gezerek vakit geçirmişti. Gece olunca evinin bahçesindeki çimenlerin üzerine oturmuş sırtını Lili* ağacına dayamış gökyüzünde süzülen gezegenleri seyrediyordu. ''Sence tekrar eğitime mi alırlar? Yoksa yeni bir görev mi verirler?'' diyerek ağacın başına sarkan siyah yapraklarına baktı.
Görevinde ileri gittiğini biliyordu. Durması gereken yerde durmamıştı ve birinin ölümüne sebep olmuştu. Mr. David'i kumara sürüklemiş bütün parasını kaybettirmiş ve iflas etmesini sağlamıştı. Bu yaptıkları normaldi ama bunların üzerine birde hırsızlık yapması için onu yönlendirmişti ve adam yakalanınca hapse girmek istemeyip intihar etmişti.
Düşünceli bir şekilde gökyüzünde görünen yeşil gezegene baktı. Anne ve babası şuan oradaydı. Belli bir yaşa gelen her imeyrus zümrüt diyarına giderdi. Çok sık görüşmeseler de onları seviyordu.
Kanatlarında hissettiği titreşim ile avucunu açarak göz hizasına getirdi ve oluşan hologramdaki yüce konsey başkanına bakmaya başladı. Adamın gözlerindeki öfke hala sönmemişti. ''Sana son bir şans vermeye karar verdik Nimbars. Eğer bu seferde başarılı olamazsan bu gezegenden tamamen sürülürsün ve o zaman nereye gideceğin bizi ilgilendirmez.''
''Anladım efendim'' diyerek karşılık verdi Nimbars.
''Yeni görevinin bilgilerini göndereceğim. Gözüm üzerinde'' Yüce konsey başkanının görüntüsü kaybolduğunda hologramda oluşan boşluğa yuvarlak mavimsi bir işaret geldi. Nimbars parmağıyla kutucuğa dokundu ve içinden görüntüye aktarılan yazıları okumaya başladı.
Adı: Güneş
Soyadı: Parlak
Yaş: 23
Meslek: Arkeolog
Gezegen: Dünya
Yer: Türkiye
Telepati koordinatları: 3681212.2455'123,5565
Not: İnsanoğluna atanmış bir kalkus bulunmamaktadır!
Nimbars son cümleyi defalarca okudu. Kalkus atanmayan bir insanoğlu bugüne kadar hiç duymamıştı. Bir insan kalkus yönlendirmesi olmadan nasıl imeyruslarla baş edip mutlu olabilirdi ki? Bu saçmalıktı.
Telepati koordinatlarını görsel olarak hafızasına kaydetti. Gözlerini sıkıca kapatıp zihnini boşalttı ve koordinatlara bağlandı. Avuç içini tekrar açtığında oluşan hologramda uyuyan genç kıza dikkatle baktı.
Uykusunda durmadan iç çekişleri uyumadan ağladığının bir göstergesiydi. ''Kalkusu olmayan insancık bakalım nasıl birisin ve seninle neler yapabilirim?'' diyerek küçük bir kahkaha attı.
Elini indirdiğinde hologram görüntüsü kaybolmuştu. Artık birbirlerine bağlıydılar ve uyandığında bunu hissedecekti.
Uyku gözlerini ağırlaştırmaya başladığında eve girmek için ayağa kalktı ve Lili ağacının gövdesini okşadı. ''Yaprakların her zamanki gibi çok güzel ağacım.'' dediğinde ağacın dalında kan kırmızısı bir çiçek açtı ve Nimbars yüzündeki gülümseme ile eve girdi.
***
Sabah kanatlarındaki titreşme ile gözlerini açtığında Güneş'in uyandığını anladı ve yataktan kalkmadan avuç içini açıp oluşan hologramda Güneş'i izlemeye başladı.
Güneş yataktan kalkıp esnedi ve üstünü değiştirmek için bavulundan siyah bir pantolon ve beyaz bir bluz aldı. Üstündeki pijamayı çıkartacağı esnada görüntü kayboldu. Kişiye özel anları izlemeleri kesinlikle yasaktı ve izlemek isteseler de göremezlerdi.
Nimbars yataktan kalkıp beyaz tüylü kanatlarını gerdi ve kanatlarını sırtına çekip kahverengi yeleğini giydi. Yeleğin sırtındaki açıklıktan kanatları tekrar serbest kaldı.
Üzerindeki dünden kalan pantolonunu çıkarıp yeleğiyle uyumlu yine kahverengi bir pantolon giydi.
Yatak odasından adımlarını bahçeye yöneltti ve dışarı çıkıp salıncağına oturdu. İnsanlar gibi kahvaltı yapması ya da akşam yemeği yemesi gerekmiyordu. Açlık duyguları yoktu. İsterse yiyebilirdi ama bu tamamen zevkine olurdu.
Salıncakta ileri geri sallanırken kanatlarında hafif bir mavilik oluştu. Bu huzurlu olduğu anlamındaydı. Kanatlarını hafif hafif oynatmaya başladığında hissettiği titreşim ile avuç içini açtı ve görüntü tekrar geri geldi.
Güneş üstünü giymiş saçlarını tarıyordu. Dikkatle izledi Nimbars. Güneş saçlarını tarayıp eliyle kabarttı ve kenarında kelebek deseni olan bir tacı saçlarına kondurdu. Yüzüne hafif makyaj yaptı ve ortalığa dağılan eşyaları toplayıp bavuluna özenle yerleştirdi. Odadan çıkıp adımlarını mutfağa yönlendirdi ve mutfakta yumurta kıran orta boylarda, siyah saçlı adama gülümsedi.
''Nasılsın bakalım?'' diyerek adamda ona gülümsedi.
''İyiyim hocam teşekkür ederim.'' Güneş mutfak tezgâhına dayanarak etrafı dalgın gözlerle izlemeye başladı.
Adam çırptığı yumurtayı tavaya yavaşça boşalttı. ''Şu hocam lafını kaldıralım istersen artık okulda değiliz. Ağabey ya da Kemal ağabey diyebilirsin.''
''Ben her şey için teşekkür ederim hoc.. yani Kemal ağabey.'' Güneş hafifçe gülümsedi.
Kemal yaptığı omleti hazırladığı kahvaltı masasının ortasına koydu ve Güneş'e oturması için işaret etti. ''En azından ağabey deyince çok yaşlı durmuyorum. Belki gittiğimiz yerde güzel kızlar vardır.'' Gülerek Güneş'e göz kırptı.
''Yapmayın ama zaten gençsiniz yani otuz beş yaş günümüz için genç sayılır.'' Güneş gülerek ekmeğini omletin sarısına batırdı ve ağzına attı.
''Bak Güneş gittiğimiz yerde çok fazla yabancı insan olacak ve eğer biri soracak olursa beni ağabeyin olarak tanıt. Özür dilerim ama dün sen uyuduktan sonra telefonundan annenin numarasını aldım ve aradım.''
Nimbars dikkatle Güneş'e baktı. Neler döndüğünü hala anlayamamıştı. Anladığı tek şey yanındaki Kemal denilen bu adamın gerçekte ailesinden biri olmadığıydı.
''Bunu yapmamalıydınız.'' Güneş kırgın gözlerle Kemal Bey'e baktı.
''Bunu yapmam gerekiyordu. Annenin burada olduğunu bilmesi gerekiyordu ve seni bana emanet etti. Ben de seni koruyacağıma söz verdim. Bundan sonra beni öz ağabeyin yerine koyarsan sevinirim.'' Kemal Bey Güneş'in elinin üzerine elini koydu ve hafifçe sıktı.
Tam sırası diye düşündü Nimbars. Güneş'in şuan evi terk etmesini sağlayacaktı. Odaklandı ve görüşünü Güneş'in üzerine sabitledi. Kalbinden geçenleri kalbine aktardı. 'Bunu yapmamalıydı. Artık o evde kalamazsın. Hemen orayı terk et.' Bu cümleleri birkaç kez geçirdi kalbinden ve Güneş sinirle masadan kalktı.
''Bunu yapmamalıydınız. Size annemi arama hakkını kim verdi. Buraya gelmem aptallıktı. Mısıra gidecek yeni birini bulursunuz.''
''Güneş lütfen biraz sakin olur musun?'' Kemal oturduğu yerden kalkıp Güneş'e yaklaştı ama Güneş onu ittirerek koşar adım odaya gitti.
Elinde bavulu arkasında gitme diyen Kemal Bey'i hiçe sayarak çıktı evden.
Apartmandan dışarı adımını atacakken vazgeçip bavulunun üzerine oturdu ve ellerini kıvırcık saçlarına geçirdi.
Nimbars yüzündeki gülümseme ile olanları izliyordu. ''Bu kadar kolay olacağını beklemiyordum.'' diyerek görüntüyü diğer avucuna aktardı. Tekrar Güneş'e odaklandı ve kalbinden kalbine usulca fısıldadı. 'Orada daha fazla kalamazsın hemen gitmen gerekiyor.'
''Hayır'' diyerek ayağa kalktı Güneş ''Beni seven insanları bu şekilde bırakamam.'' Bavulunu tekrar alarak hızla indiği merdivenleri geri çıkmaya başladı.
Nimbars şaşkınlıkla olanları izliyordu. Bu olmamalıydı. Güneş onu dinlememişti. Kalbine fısıldadıklarını hiçe saymıştı. Kanatları siyaha bürünürken tekrar fısıldadı. 'Aptal onlar seni sevmiyor. Arkandan iş çeviriyorlar ve sen onları affediyorsun. Hemen git oradan. Seni bir daha bulamayacakları yerlere git.'
Güneş merdivenleri çıktı ve zili çaldı. Kemal Bey hiç bekletmeden kapıyı açtı. ''Özür dilerim ağabey.'' diyerek adamın boynuna sarıldı. ''Ben benim iyiliğim için yaptığınızı düşünemedim.''
Nimbars sinirle kalkıp salıncağa sert bir tekme attı ve esen rüzgârı delerek gökyüzüne uçtu. Bir süre kanatlarıyla bulutları döverek uçtu. Sakinleşmeye başladığında tekrar evinin bahçesine indi.
Salıncağına tekrar oturdu ve avucunu açıp oluşan görüntüden tekrar izlemeye başladı. Güneş ve Kemal gülerek sohbet ediyor ve kahvaltılarını yapıyorlardı.
''Umarım evden çıkarken yanına aldığın kıyafetler kalın değildir.''
''Hayır, hepsi yazlık Kemal ağabey,'' Güneş oluşan heyecanını bastıramamıştı. ''Oraya gidince piramitleri görürüz değil mi?''
Kemal çayından bir yudum aldı. ''Ben sana araştırmamızın piramitlerde olacağını söylemedim mi?''
Güneş başını hayır anlamında salladı. ''Hayır, söylemedin.''
''Özür dilerim. Olaylardan unutmuş olmalıyım.''
Nimbars konuşmalardan sıkılıp görüntü kapadı. Güneş dikkatini çekmeyi başarmıştı. Göreve atanalı çok olmamıştı ama bugüne kadar hiç sözünü dinletemediği olmamıştı. Onlar evren tarafından dengeyi sağlamak için seçilmiş bir ırktı ve görevleri neyse onu yapmalıydı.
Nimbars'ın yaptıkları mutluluk diyarına kadar gitmişti ve eğer şimdi bir kıza karşı başarısız olursa tüm kalkusların alay konusu olurdu.
İki diyar arasında belli bir savaş yoktu ama yine de dost oldukları söylenemezdi.