Gözyaşı diyarı...
Yangından kurtulduklarında Güneş'in git diyen nefret dolu gözlerine tutunamayan Nimbars açılan geçitten geçerek evine adımını attı. Arkasından kapanan geçit ile odanın içindeki gözlerle karşı karşıya geldi.
Yüce konsey üyelerinin öfke saçan bakışları arasında yerde yüzü şişmiş ve morarmış, kanlı kıyafetleriyle dizleri üzerindeki Ranos'u gördü. Ranos'a yaklaşıp yanında eğildiğinde arkadaşının dudaklarından dökülen kelimeler acı doluydu. ''Konuşmamak için çok direndim, ölümü bile göze aldım ama ailemle tehdit ettiklerinde konuşmak zorunda kaldım. Ben çok özür dilerim kardeşim. Lütfen, affet.''
Nimbars durumu az çok kavramıştı. Dünyaya gittiğini öğrenmişlerdi ve başına gelecekler kırgın kalbinin yanında umurunda bile değildi. Ayağı kalkıp yüce konsey üyelerine doğru döndü. Yüce konsey başkanı bir adım öne çıkıp Nimbars'ın karşısında durdu. ''Sistemde bir açık olduğunu fark ettik ama bulmamız uzun sürdü. Kendini saklamayı iyi başardın ama o dünyalının bilgilerini sorgulaman senden şüphelenmemiz için bir ipucu oldu bize. Eh, arkadaşında işimizi kolaylaştırdı tabi.'' Bakışları Ranos'a çevrildiğinde dudağı alaycı bir gülümsemeyle kıvrıldı. ''Ağzı sıkı çıktı. O taşı kime verdiğini öğrenmemiz zor oldu.''
''Ona yaptıklarınızın hesabını vereceksiniz.'' diyerek yüce konsey başkanının üzerine doğru yürüdüğünde kanatlarından sertçe geri çekilip yere fırlatıldı. Ayağı kalkmaya çalışsa da kanatlarından tutan eller her hareketinde canını acıtıyordu. Siyaha bürünen kanatlarını kurtarmaya çalıştı ama bu canının daha fazla yanmasına sebep oldu.
''Önce sen hesap vereceksin Nimbars,'' diyen yüce konsey başkanı çıkışa doğru yürüdü. ''İkisini de kanat evine götürün. Güneş batmadan konsey huzuruna çıkacaklar.'' Son sözünü söylediğinde evden çıkıp gitmişti.
İki genç adam kaçmalarına fırsat tanınmadan kanat evine götürüldüler. Kanat evi suçlular için yapılmış korunaklı bir hücreydi. İçeride yalnız kaldıklarında Nimbars, arkadaşının vücuduna dikkatle baktı. Çok sayıda yara ve kesik vardı. ''Ne kadar işkence gördün?'' diye sorduğunda karşısındaki yaralı adam gözlerini kaçırdı. ''Ranos, cevap ver.'' dediğinde sesi sert çıkmıştı.
''Bilmiyorum, anladın mı? Bilmiyorum. Kaç gün götürdükleri o odada kaldım bilmiyorum. Umurumda da değil.'' diyen Ranos'un sesi titriyordu. ''Konuşmamak için direndim. O taşı kendim için aldığımı söyledim ama inanmadılar. En sonunda kız kardeşimle tehdit ettiklerinde konuşmak zorunda kaldım. Ona zarar vermelerine izin veremezdim.''
''Yüzüme bak Ranos,'' yaralı adam şişmiş gözleriyle karşısındakinin yüzüne baktı. ''Sana çok kızgınım ama beni ele verdiğin için değil aksine kim olduğumu saklamak için bu kadar işkence görmeye razı olduğun için.''
Oluşan sessizlik kelimelere suskundu ama iki kalp için çok şey anlatıyordu. Çok geçmeden geri gelecek ve kaderlerini belirleyecek olan konseyin huzuruna çıkacaklardı. Nimbars bıkkınlıkla yere oturdu. Kanatları şeffaf bir renge bürünmüştü. Bu ilk defa oluyordu. Hissedeceği duygu olmayınca böyle mi oluyordu? Alacağı ceza önemsizdi, mutluluk perisi onu terk etmişti.
Bütün imeyruslar işlerini bırakmış verilecek cezayı öğrenmek için toplanmış konsey üyelerinden çıkacak kararı bekliyorlardı. ''Karar açıklanmadan söyleyeceğiniz bir şey var mı?'' diye soran konsey başkanının bu sözü üzerine Nimbars ayağı kalktı.
''Var efendim.'' dediğinde bakışlar üzerine çevrildi. ''Ranos'un bu olayda bir suçu yoktur. Onu o taşı getirmesi için bildiğim bir sırrıyla tehdit ettim.''
Kalabalıktan yükselen fısıltılarla Ranos, ''Yalan söylüyor,'' diyerek ayağı fırladı.
''Gördüğünüz gibi hala beni korumaya çalışıyor çünkü sırrını açığa çıkarmamdan korkuyor. Verilecek cezanın sadece bana verilmesini istiyorum.''
Konsey üyeleri bir kez daha aralarında konuşup karar verdikten sonra kalabalığa dönen konsey başkanı alınan kararı açıkladı. ''Ranos'un, Nimbars'ın itirafıyla suçsuz olduğu kabul edilmiş ve serbest bırakılmasına karar verilmiştir.'' Kalabalıktan yükselen ses sustuktan sonra konuşmaya devam etti. ''Nimbars'ın kanatları arasındaki özel tüyün kopartılıp herkesle iletişiminin engellenmesine ve ıssız bölgeye sürgününe gönderilmesine karar verilmiştir.'' İmeyruslardan yükselen sesi bastırarak konuşmaya devam etti. ''Ayrıca özel tüyü uzadıkça tekrar kopartılacak kesinlikle bir başkasıyla iletişimine izin verilmeyecektir.''
Çok geçmeden boşalan solanda bir tek Nimbars ve yanında bekleyen görevliler kalmıştı. Ranos'la son kez konuşmasına izin vermemişlerdi. Fırsatı varken ona Güneş'in koordinatlarını vermediği için pişmandı. Artık gitme vaktiydi ve sonsuza kadar bir daha mutluluk perisini göremeyecek ya da iletişime geçemeyecekti.
Sürgüne gönderildiği yer imeyruslar için yaşaması çok zor bir bölgeydi ve sadece ağır suç işleyenler gönderilirdi. Güneş kavurucu derecede sıcakken bir anda soğuyup buz tutabiliyordu.
***
Sürgün yerine görevliler eşliğinde getirilen Nimbars kanatlarındaki tüy kopartılıp bir başına bırakıldı. Artık uçamayacak ve kimseyle telepati yoluyla iletişime geçemeyecekti. Mutluluk perisini uzaktan da olsa hissedemeyecekti.
Kurumuş ağacın altına oturup sırtını ağaca dayadı. Gözlerinden akan yaşlar kalbindeki acının dışa yansımasıydı. Özlüyordu, aşk denizinde boğuluyordu ve kendisini kurtaracak tek kişiden mahkûmdu.
Alnında biriken ter damlalarını eliyle sildi. Hava tahmininden daha da sıcaktı. Akan gözyaşları yanağına ulaşmadan buhar olup uçuyordu. Attığı çığlık kurak topraklarda kaybolup gitti. Söylentiler gerçekse buraya sürgüne gönderilenler çok geçmeden ölüyordu ve bunun doğru olmasını diledi. Kalbindeki acı ruhunu kavuruyordu.
Bir kaç ay öncesine kadar acımasız bir imeyrustu ama şimdi içlerindeki en güçsüz kişiydi. Aşkı saçmalık gören kalbi şimdi bu saçmalığın gerçekliğinde kıvranıyordu. Soğumaya başlayan havayla kollarını birbirine doladı. Alnında biriken terler buz tutmaya başladığında vücudu titremeye başlamıştı.
Aradan geçen bir ay içinde Nimbars kendine yaşayabileceği küçük bir kulübe yapmıştı. Bölgede ondan başka kimse yoktu. Tek kişilik yaşam alanı oluşturduğu bu yerde kurumuş ağaçlardan yaptığı iki odadan oluşan kulübesini iki farklı iklime göre şekillendirmişti.
Odanın birinde hava soğuduğunda ateş yakabileceği bir alan vardı. Diğer odada ise küçük bir havuz oluşturmuş her yer buz tuttuğunda oluşan kar kütleleri havanın ısınması ile eridiklerinde oluşan su bu havuz içinde toparlanıyor ve kısa bir süre de olsa serinlemesine olanak sağlıyordu.
Yiyeceğe ihtiyaç duymuyordu ama etrafta buranın mevsimine uyum sağlamış meyve ağaçları vardı. Daha önce görmediği bu meyveler oldukça tatlı ve güzeldi. Bu yerde tek bir eksiği vardı Nimbars'ın; kalbindeki aşkı, yanında huzur bulduğu mutluluk perisi.
Sık sık ne yaptığını düşünüyordu. Acaba affetmiş miydi? Geri dönmediği için ona kızgın mıydı? Yoksa bunları hiç yaşamamışçasına hayatına devam mı etmişti?
Kendisini unuttuğu düşüncesi kalbini acıtsa da içten içe bunu istiyordu çünkü onu bir daha göremeyecek ve yanına gidemeyecekti. Kendisi mutlu değildi ama önemli olan sevdiğinin mutlu olmasıydı.
Kanatları buraya geldiği günden beri siyahtı. Umutsuzluktan kurtulamıyordu ve bu ruh hali kanatlarına yansıyordu. Uzamaya başlayan tüyü uçabilmesi ya da iletişim kurabilmesi için yeterli değildi ve bunun için gerekli olan uzunluğa gelmeden tekrar kopartılacaktı.
Başlarda kaçmayı düşünse de bu düşünceden kısa süre içinde vazgeçmişti. Tüyü olmadan bu bölgeden yürüyerek çıkması imkânsızdı. Etrafı dibi görünmeyen uçurumlarla çevriliydi ve bu yerden çıkmanın tek yolu uçabilmekti. Koparılan tüyü ise buna engeldi.
Batmaya başlayan güneşle gökyüzünde beliren yıldızlara baktı. Parıldayan Zümrüt gezegeninde anne ve babası yaşıyordu. Acaba başına gelenleri öğrenmişler miydi? Yaşadığı her şey bir merak uğruna başlamıştı ve hesaba katmadığı duyguları ile işler kontrolden çıkmıştı.
Geri kalan hayatında istediği tek şey mutluluk perisini bir kez olsun görebilmekti ama bunun imkânsız olduğunu biliyordu.
Sabah sıcaklığının bunaltıcı havasıyla gözlerini açan Nimbars aradan geçen günlerin bıkkınlığıyla yataktan doğruldu. Kanatlarını gerdiğinde siyah tüyleri sıcaklıkla nemlenmişti. Buraya geleli üç aya yakın bir zaman geçmişti ve yavaş geçen zaman kalbindeki ağırlıkla dayanılması güç bir hal almıştı. Özlüyordu ve bu özlemin altında eziliyordu ama elinden gelen hiçbir şey yoktu.
Yataktan kalkıp dışarı çıktığında kurak topraklar ayaklarının altında parçalara ayrıldı. Etrafa boş boş bakındığında duyduğu kanat sesleriyleq başı gökyüzüne çevrildi. Gelen iki görevli yavaşça alçalıp yanına indiğinde geliş sebeplerini biliyordu ve biran önce olup bitmesi için kanadını gerip görevlilere uzattı.
Görevlilerden biri yaklaşıp uzamasını tamamlamak üzere olan ince tüyü kopardığında ince bir acı dalgası genç adamın vücudunu ele geçirdi. Sıkılı dişlerinin arasından nefes verdiğinde görevlilere bakmadan yanlarından uzaklaştı. Hiçbiriyle tek kelime konuşmak istemiyordu.
Soğumaya başlayan havayla alnında birikmiş terler buz tutmaya başladığında hissettiği soğuk kopan tüyünün açtığı küçük yaranın acısına merhem oldu.