?12.BÖLÜM: BİR PARÇA TESELLİ

2801 Words
"Bunu nasıl söyler? Nasıl söylemeye cesaret eder? Hakkımda bir bok bilmiyor ama yine de..." Damien'a ceza veremeyeceğim için bu can sıkıcı durum karşısında sürekli söylenip durmak dışında yapabildiğim pek bir şey yoktu. Onunla iletişim kurmaya çalıştığım her seferinde bir duvara çarpıp durmaktan yorulmuştum ve ruhumun tüm naifliğine karşın yaşamım boyunca kimsenin beni böyle kışkırttığını anımsamıyordum. İçimde biriken hayal kırıklığı ve öfke zamanla daha da büyüyordu. Öyle sinirliydim ki, gece boyunca gözüme bir damla uyku girmemişti. Şimdiyse çalışma odamdaydım. İşime odaklanmaya çalışsam da düşüncelerimin gittiği yön buna izin vermiyordu. Hâlâ bana söylenen şeyleri sindirememiştim. Asla da sindiremeyecektim. Damien genç ve yakışıklı olabilirdi ama çok kötü ve kaba biriydi! Nefret ve öfke dolu bir insandı. Ona tüm iyi niyetimle yaklaştığımdaki hiddeti kimsede görmüş değildim. Beni onun öfkesinden, nefretinden koruyacak hiçbir şey yoktu. Gerçi ben de ona pek kibar davranmamıştım. Her ne kadar her şeyi başlatan Damien olsa da meydan okumasına aynı şekilde karşılık vermiş olmak beni rahatsız ediyordu. Ben bu kadar düşüncesiz bir insan değildim ki! Şimdiyse o tavrı hak edecek ne yaptığımı düşünüp duruyordum. Damien'ın dediklerini, demeye cüret ettiklerini düşününce kafayı yiyecek gibi oluyordum. 'Senin gibiler... Asiller, soylular, artık kendinize her ne diyorsanız... Sadece kendini düşünen, bencil, çıkarcı pisliklersiniz.' Beni böyle mi görüyordu? Zalim bir pislik olarak? Ne yapmıştım ki ben? Ama şimdi neden yeraltı dövüşlerinde en iyisi olduğunu anlayabiliyordum. Korkacak bir şeyi yoktu. Bu yüzden güçlüydü. Demek istediğim, zalim bir pislik olduğunu düşündüğünüz birine zalim bir pislik olduğunu düşündüğünüzü söylemek için ya çok cesur olmanız ya da kaybedecek hiçbir şeyinizin olmaması gerekirdi. Damien'da ikisi de vardı. Ne üzücü çünkü beni tanımak için bir saniye harcasaydı eğer onun için asla kötü bir şey istemeyeceğimi bilirdi. Şimdiyse Damien'dan köşe bucak kaçıyordum. Çocukça bir tepki, farkındayım ve aynı evde yaşadığımız için ondan sonsuza kadar kaçamayacağımın da bilincindeyim ama en azından bir süre yüzünü görmek, sesini duymak, gözlerine bakmak istemiyordum. Ona hâlâ öfkeliydim. Öfkem kolay kolay geçecek gibi de değildi. Huzursuzluğumla birlikte öfkem de arttı. Hiddetle kaşlarımı çattım ve teleskobun vidalarından birini uygun bir anahtarla sabitlerken huysuz huysuz söylenmeye devam ettim. "Kendini beğenmiş! Küstah budala!" Dünkü açık sözlülüğünden sonra aklıma gelen her türlü hakareti saymak istiyordum. Beni engelleyen tek bir şey vardı, o da Abraham'ın üzerinde çay ve kurabiye olan bir tepsiyle çalışma odama girmesiydi. Onu görmek beni hem şaşırttı hem de üzdü. Moralim öyle bozuktu ki onunla bile doğru düzgün konuşmamıştım. Benim için endişelenmiş olmalıydı, aksi halde sabahın bu saatinde burada olmazdı. Abraham selam verircesine başını eğdikten sonra tepsiyi masamın üzerine bıraktı. Zarif bir fincana doldurulmuş olan çayın enfes kokusu burnuma ulaşmasına rağmen iştahımda en ufak bir kabarma olmadı. Kurabiye ve çaya şöyle bir bakmakla yetindim sadece. Sonra da çalışmaya geri döndüm. Dudaklarım düz bir çizgi halini alırken yanaklarıma dökülen uzun, dalgalı, saçlarım ifademi sakladı ama kör değilse eğer moralimin ne kadar bozuk olduğunu yüz kilometre ötedeki biri bile anlayabilirdi. "Hasta mısın, Vanessa? Bugün oldukça dalgın görünüyorsun." "Ah, yok, çok iyiyim ben." derken gözlerimi önümdeki vidadan ayırmadım ama içimden 'Ne kadar iyi olabilirsem o kadar iyiyim,' diye de geçirdim. "Konuşmak ister misin?" "Teşekkür ederim ama şu an seni dertlerimle bunaltmak istemiyorum." Abraham gri kaşlarını hızla çatarak "Saçmalama lütfen." dedi, ses tonunda bir azar vardı. "Hiçbir şey senden daha önemli değil. Ne oldu? Kendini kötü mü hissediyorsun?" Her zamanki Abraham işte. Ne olduğunu bilmese de benimle uzlaşmaya, bir çözüm bulmaya çalışıyordu. "Üzgünüm. Öfkeliyim." diye cevap vererek pes ettim sonunda. Derin bir nefes alınca ciğerlerim tıka basa havayla ve sıkıntıyla doldu. "Her şey o kadar kötüye gidiyor ki." "Sorun Damien mi?" Elde ettiği ilk fırsatta damarıma basıp beni resmen çıldırtması haricinde mi? Hayır. "Hayır." Olanları bir kere daha hatırlayınca utanarak gözlerimi kaçırdım. Her şeye rağmen mutsuzluğa kapılmadan bu durumu aşabileceğime inanmıştım. "O değil." Tamam. Berbat bir yalandı bu. Moralimin bozuk olmasının tek sebebi Damien ve bana söyledikleriydi. Onu düşünüyordum. Onu düşünmemek için ne kadar uğraşsam da. Bu durum Damien'ın söylediklerinden bile daha can sıkıcıydı çünkü benden nefret etmesinden daha kötü bir şey varsa o da dikkatimi dağıtmasıydı. Onun yüzünden odaklanamıyordum. Abraham'ın gitmesini bekliyordum çünkü ne zaman yalnız kalmaya ihtiyacım olsa bunu bilirdi ama bu sefer beni şaşırttı ve tam aksini yaparak bana doğru yürüdü. Uzun ayaklı, mavi minderli, sırtsız sandalyelerden birini çekip yanıma oturdu. Bana çok babacan bir tavırla bakıyordu. Gelecek olan konuşmadan kaçmak, bir yerlere saklanmak istiyordum. Tek yapabildiğim gözlerimi bir anlığına kapatıp kendimi Abraham ile konuşma konusunda cesaretlendirmek oldu. "Fark etmediğimi mi sanıyorsun, Vanessa?" İlgisiz bir biçimde "Neyi?" dedim. "Damien bu eve geldiğinden beri hiç gülmediğini..." Şaşırdım birden. Öyle miydi sahiden? Bunu fark etmemiştim. "Seni mutsuz mu ediyor?" Beni mutsuz ettiğini düşünmediğim için buna cevap vermedim, Damien daha çok öfkeden kızarmama neden olacak kadar sinirlenmeme neden oluyordu. Abraham, "Onunla hiç konuştun mu?" diye sordu. "Gerçekten konuştun mu?" "Konuştum elbette." Boğazımda iğrenç bir his takıldı. "Yanıtı da pek hoş olmadı." Damien'ın yanıtını hatırlamak aynı şeyi tekrar yaşıyormuşum gibi hissetmeme neden olunca hayal kırıklığım hızla kayboldu. Yine öfkelenerek hiddetle kaşlarımı çattım. Zalim bir pislik, ha? Kendime hâkim olamadım ve elimde suyunu çıkarmak ister gibi tuttuğum anahtarın ağzını sertçe vidaya geçirdim. Metalin metale çarpmasından dolayı çıkan tiz sese benim sesim karıştı. "Hayvan herif!" diye çıkışarak tüm öfkemi kustum adeta... Abraham, "Vanessa!" diye haykırdı. "Tanrı aşkına! Ne yapıyorsun sen?" Beni hiç böyle görmediği için şaşırmakta pek de haksız sayılmazdı. "Affedersin." diye özür diledim hemen. O sırada alnımı ovuyor, başımı iki yana sallıyordum. "Sinirlerim gerçekten bozuk." "Sana ne oldu? Seni daha önce hiç böyle görmemiştim. Böyle... Öfkeli." "O herif ayarlarımla oynuyor, olan bu. Beni gerçekten öfkelendiriyor. Tam bir..." Bu kısımda susarak elimi alnımdan çektim ve Abraham'a şaşkın bir bakış attım çünkü gülüyordu. Gerçekten gülüyordu. "Hey! Neden gülüyorsun? Bunda bu kadar komik olan ne var?" "Seni uzun süredir bir konu hakkında bu kadar tutkulu görmemiştim. Makinelerin hariç, ki bu oldukça eğlenceli." "Bu konuyu hafife almasan? Ben gerçekten ne yapacağımı bilmiyorum." "Tamam." Boğazını temizledi, olduğu kadar ciddileşirken hâlâ biraz sırıtıyor olduğu için gözlerinin kenarında kırışıklıklar vardı. Hem sinir bozucuydu hem de şirindi. "Benden ne istiyorsun? Tavsiye mi?" Bunu ciddi ciddi düşündüm ve başımı hayır anlamında iki yana salladım. Artık hiçbir tavsiyenin Damien ile aramı düzeltebileceğini sanmıyordum. "Şeyi fark ettin mi... Şeyi..." "Damien'ın sana karşı tavırlarını mı? Evet, fark ettim." Omuzlarım hayal kırıklığıyla düştü. Dışarıdan bakan biri bile durumun ne olduğunu anlıyorsa Başkan Eugine'nin bu konu hakkında ne yapacağını hayal dahi edemiyordum. Derinlerde bir yerde o çok katı bir adamdı. Zaten ona yumruk attığı için Damien'a yeterince kin besliyordu, bir de bana öyle şeyler dediğini duyarsa ben göndermek istemesem bile Damien'ı o pis, rutubet kokulu ceza odasına yollardı. Hem de seve seve yapardı bunu. Eminim oturup izlerdi de. "Bana söylediklerini kabullenemiyorum." diyerek içimi döktüm. "Ona ulaşmak için her şeyi yaptım, her şeyi. Nasıl bu kadar kalpsiz olabilir anlamıyorum." Abraham da meraklanmıştı. Destek olmak için omzuma hafifçe dokunup sıktı. "Neler oldu?" "Tartıştık," diye yanıt verdim. Özetle durum buydu. "Bana 'Damien senden nefret ederse salağın teki,' demiştin, hatırlıyor musun?" "Evet." "Damien salağın teki." Yine güldü. "Cidden, neler oldu?" Huzursuzca yerimde kıpırdandım ve çalışmaya devam edecek bir halde olmadığım için elimdeki anahtarı masanın üzerine bıraktım. Birine olanlardan bahsetmek istemiyordum. Bu olay zaten yeterince utandırıyordu beni. Kaldı ki benim için bir baba figürü olan Abraham'ın bilmesi daha da kötüydü ama onun tarafsız, dürüst görüşüne ihtiyacım vardı. Belki de farkında olmadan Damien'ı gücendirecek, kızdıracak bir şey yapmıştım? Bu durumu kendi bakış açımdan değerlendirmeye devam edersem Damien'ın odasına gidip ona yine azar çekecektim. Muhtemelen o da bu defa daha kötü bir tepki verirdi. Ondan bu kadar çekiniyor olmam gülünçtü sonuçta. "Şey... Ona ilaçlarını vermek istedim." diye mırıldandım utana sıkıla. "Yani, Damien'da benim hakkımda ne düşündüğünü söylemeye karar verdi. O çok..." Doğru kelime neydi? "Saldırgandı." diye mırıldandım. "Sana vurdu mu?" "Ne?" dedim şaşırarak. "Sana vurdu mu, Vanessa?" Abraham'ın yüzünde hem derin bir öfke hem de derin bir endişe belirince panikledim. "Hayır! Öyle değil!" Daha da şaşırdı. "Seni bu kadar kıran ne öyleyse?" Kırılmak kelimesini duyunca iliklerime kadar irkildim. Hayır, bu mümkün değildi. Sonra da hızla inkâr ettim. "Beni kırdığı fikrine nereden kapıldın? Ben kırgın falan değilim! Kızgınım! Çok kızgınım hem de! Elimden geldiğince alttan almaya, onu anlamaya çalıştım ama Damien sınırları cidden zorluyor. Bana söyledikleri... Kahrolası, ne sanıyor ki kendini?" O kadar net bir şekilde inkâr ediyordum ki, ben bile derinlerde bir yerde kırıldığımı düşündüm. Belki de gerçekten kırılmıştım. Temiz bir kalple yaklaştığınız birinden öyle sözler duymak berbat bir şeydi. İç çekerek Bay Alessandro'nun teleskobunun hareket sistemindeki vidaya dokundum. Sabahtan beri bununla uğraşıyordum. Hareket sistemini algılayan karmaşık sensör kutusunun kablolarına dokundum. "Onu bu makineye benzetiyorum. Çalışmamak için direniyor, beni sinir ediyor ve... Ve kahrolası anlaşılmaz bir çekiciliği var... Bir de benden nefret ediyor." "Senden nefret etmiyor, Vanessa." "Ediyor. Kendi söyledi. Beni teselli etmeye çalışman çok hoş ama ben onun için yanında yaşamaya mahkûm olduğu korkunç bir kadınım." Vay canına. Sesli söyleyince daha da can sıkıcı oluyordu. "Alışması için ona biraz zaman ver. Düşündüğü gibi biri olmadığını anlayacak." "Bir anlamı olduğu sürece öğütlerini dinlerim Abraham ama kabul edelim, Damien benden nefret ediyor. Onun nefreti karşısında ona iyi davranmamın onun için bir anlamı olacağını mı sanıyorsun? Bu sadece bana olan nefretini daha da körükler." Dudaklarımı hareket etmeye zorladım ve mutsuz bir şekilde gülümserken parmaklarımı omuzlarımdan dökülen saçlarımın arasından geçirdim. Göğsümün derinliklerinden sıkıntı dolu bir ses yükseldi. "Yani, tamam. Beni sevmek zorunda değil, zaten artık bunu beklemiyorum ama biraz saygı hiç fena olmazdı doğrusu... Ama onu anlamaya çalışmaktan yoruldum. Bu yüzden de pes ettim." Abraham, "Bu çok saçma." diyerek düşüncelerini belirtti. "Sen asla pes etmezsin." "Şey... Söz konusu bir makineyse pes etmem. Damien benim tamir edebileceğim bir makine değil. Bir insan. Asla benim hakkımdaki düşünceleri değişmeyecek... Hem dün bana söyledikleri..." Dediklerini anımsadım; Sıkılınca onu kırık bir oyuncak gibi bir kenara atacağımı ima etmesini... Yanaklarım hızla ısınmaya başladı ve eminim ki Abraham'da yanaklarımın nasıl pembeleştiğini fark etmiştir. "Ben... Hayır... Öyle şeyler düşünmüyordum." "Nasıl şeyler? Damien sana ne söyledi?" Ah, hayır. Olmaz. Bunu ona hayatta söyleyemezdim. Aksi halde utançtan oracıkta ölürdüm. "Önemli değil, boş ver." Aramızda bir sessizlik oldu. Düşüncelerimde kaybolmuştum, Abraham'da öyle. En sonunda o soruyu sordu. "Peki onu Yeraltı Şehri'ne geri göndermeyi düşünüyor musun?" dediğinde bir noktada bunu diyeceğini biliyordum zaten. "Hayır, öyle bir şey olmayacak." "Neden? Anladığım kadarıyla Damien senin merhametine layık değil. Belli ki seni üzüyor ve ben seni üzgün görmekten nefret ediyorum." derken sorgulamaktan daha çok merak ediyor gibiydi... "Cehenneme kadar yolu var demek isterdim ama biliyorsun bu hiç..." "Bu hiç sana göre değil, anladım." "Onu geri göndermeyeceğim. Bu kararımdan beni kimse döndüremez, Hatta Damien bile. O yüzden bu konuda şikayet etmeyi bırakacağım ve elimden geldiği kadar onu görmezden gelmeye çalışacağım." "Bu durumda onu hiç gitmediğin o yazlıklarından birine gönderebilirsin." Ben her zaman çalışırdım. Bu çok saçmaydı. Neden bir yazlığım vardı ki? Üzgün bir sesle "Bunu yapamam." dedim, her ne kadar harika bir fikir olsa da. "Başkan Eugine, Damien'ı göndermemden hoşlanmaz. Ayrıca nedenini merak ederse ve öğrenirse durum daha da kötü bir hâle gelir. O ve Arthur Damien'ı bana itaatkâr davranması konusunda bir şeyle tehdit etmişler. Hem onu cezalandırırlar hem de tehdit ettikleri şey neyse onu yaparlar." "O iki pisliğin bu konuda söyleyecek bir sözü olamaz." Abraham'a bilmiş bir bakış attım: Buna gerçekten inanıyor musun? Yani, Başkan Eugine'nden bahsediyorduk. Damien'a bir servet ödeyip bana vermiş olabilirdi ama bunu yapmasının tek sebebi sıkıcı hayatında bir eğlence aramasıydı. O ceza odasında dehşete düşmem karşısında nasıl eğlendiğini, güldüğünü hâlâ hatırlıyordum. Çalışmalarım yüzünden bana değer veriyor olabilirdi ama beni sevdiğini ya da fikirlerimin onun için bir anlamı olduğunu düşünecek kadar saf değildim. Üstelik yargılama yeteneği berbattı. Adaletle pek ilgilenmezdi. Abraham, sıkkın sıkkın iç geçirdi. "Başkan Eugine'nin geldiğini söylemek için hiç iyi bir zaman değil, değil mi?" Şaşkın şaşkın "Ne?" diye haykırdım. "Oturma odasında, seni bekliyor. Belki bilmek istersin, Damien'da orada. Başkan Eugine önce onu görmek istedi." Kahretsin! Kahretsin! Kahretsin! Başkan Eugine'ne bir kötülük düşünme fırsatı vermeden oturma odasına koştum. Gerçekten de oradaydı. Tekli koltukta oturuyordu. Damien'da hemen önünde ayakta bekliyordu. Ne konuştuklarını bilmiyordum ama Başkan Eugine'nin yüzündeki küçük, kötücül gülümseme gözlerimi devirmeme neden oldu. Tüm sıkıcı yaşamı boyunca eğlenmediği kadar eğleniyor olmalıydı. "Ah, Başkan Eugine! Hoş geldiniz." derken Damien'ın yüzüne bile bakmadan yanından geçtim ve koltuğa oturduğumda bile ısrarla ona bakmadım. Ne olursa olsun ona hâlâ kızgındım ve şu anda varlığını yok saymak yapabileceğim en iyi şeydi; Damien'ın umurunda olduğundan değil... Ondan uzak durmam ve onu yok saymamın onu rahatsız etmekten çok hoşuna gideceğini biliyordum ama en azından yaptığım bir şey onu memnun ediyordu, değil mi? "Vanessa," diye selam verdi Başkan Eugine. Tamamen bana odaklanırken panikli ifadem onu daha da eğlendirdi. "Seni yeniden görmek ne hoş. Uzun zaman oldu, değil mi?" "Öyle mi?" dedim sanki bunun farkında değilmiş gibi. "Öyle. İşler nasıl gidiyor?" "Aynı." Başkan Eugine'ne bakmaya devam ederken saçımı kulağımın ardına ittirdim. Damien'ın tam orada duruyor olması beni huzursuz ediyordu. Bu yüzden soğuk bir ifadeyle elimi sallayıp ona gidebileceğini belli eden bir işaret yaptım. Başkan Eugine'nin varlığından en az Başkan Eugine'nin ondan hoşlanmadığı kadar hoşlanmadığını tahmin edebiliyordum. Ama Başkan Eugine gözlerini yüzümden ayırmadan "Ben gitmesine izin vermedim daha." diye araya girdi... Damien bile bu odada otoritenin kimde olduğunu biliyordu, kıpırdamadı. "Sahiden mi? Damien'ın konuşmamıza katılmasını mı istiyorsunuz?" dedim imalı bir sesle. "Bu hiç size göre değil." "Kıvrak zekanı her ne kadar taktir etsem de haklısın, onunla konuşarak değerli vaktimi harcamam. Sen bana bilmek istediğimi söyledikten sonra onu gönderebilirsin." Bu konuşmanın gittiği yön beni rahatsız ediyordu fakat onu önlemeye çalışmamın bir faydasının olmayacağını biliyordum. Başkan Eugine, rahat bir tavırla arkasına yaslanıp kolunu koltuğun sırtına attı. "Damien ile bir sorun yaşadın mı? Arthur bana her şeyi hallettiğini söyledi ama ona pek inanasım gelmedi. Sana kusursuz bir şekilde itaat ediyor, değil mi?" Ölümcül bir sessizlik oldu. Şaşırmıştım ama kendimi hemen toparladım. İçgüdüsel bir şekilde Damein'a baktım. Dudaklarını soğuk bir tebessüm kaplarken başını hafifçe yana eğdi. Tekrar Başkan Eugine'ne bakarken dişlerimi birbirine bastırdım. Onu ispiyonlamak ne rahatlatıcı olurdu ama yaşım çok genç olsa da yaşımın ilerisinde bir olgunluğa sahiptim. Damien'ı bu adamın olmayan insafına bırakmazdım; Bana ne demiş olursa olsun... Başkan Eugine'ne bakarken dudaklarım gergin olsa da yüzüm sakindi. "Evet, ediyor. Onu iyi terbiye etmişsiniz. Açıkçası şaşırdım. Ben de beklemiyordum. Bana gerçekten çok saygılı ve itaatkâr davranıyor." dedim. Devlet başkanına yalan söylemek beni hiç rahatsız etmiyordu. Çevresi zaten duymak istediklerini söyleyen dalkavuklarla kaplıydı. Başkan Eugine'nin şüpheyle kaplı yüzünden gözlerimi ayırmadan, hafif ama acı bir gülümsemeyle, "Değil mi, Damien?" diye sordum... Damien hemen cevap vermedi. Ona bakmıyor olsam da bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Dayanamadım ve ifadesini görmek için omzumun üzerinden gözlerimi ona çevirdim. "Evet, öyle." dedi. O kadar yavaş bir şekilde konuşmuştu ki, onu Başkan Eugine'ne ispiyonlayacağımı düşündüğünü anladım. Tanrım... Gerçekten de korkunç biri olduğumu düşünüyordu! Başka bir durumda olsaydık Başkan Eugine'ni kandıramazdım ama sanırım böyle bir konuda yalan söylemeyeceğimi düşünüyordu. Duyduklarından tatmin olarak elini havada salladı. "Güzel. Bizi yalnız bırak, sürüngen. Vanessa ile konuşacaklarım var." Damien gidince ve baş başa kalınca konuşmalarımız her zamanki seyrinde devam etti. Sıkıcıydı ama Damien hakkında konuşmaktansa bu sıkıcı konuşmayı yeğlerdim. Başkan Eugine malikaneden ayrılırken güneş tepedeydi. İşime devam etmek için çalışma odama yönelmiştim ki, Damien ile koridorda karşı karşıya geldim. Bir günde iki defa. Onu görmezden gelme planım bundan daha fazla sekteye uğrayamazdı. Damien'ın çok tatlı, davetkâr bir görünüşü vardı ama kendimi bir canavardan köşe bucak kaçıyormuş gibi hissediyordum. Konuşmak için hiç çabalamadan yana kaydım. Damien aceleyle hareket etti. Elini koridorun duvarına yaslayarak önümü kesti, ki bu hareketi beni şaşırttı... "Neden söylemedin?" diye sorarken şaşkın gözlerimi önümü kesen kolundan omuzlarına, çenesine, sonra da yüzüne çevirdim. Ne? Benimle konuşuyor muydu? "Nedenini biliyorsun." diye mırıldandım. Neredeyse yumuşak bir sesle "Gerçekten herkesten daha iyiymiş gibi davranmaya devam mı edeceksin?" diye sordu. Sesinin tüm yumuşaklığına karşın benimle alaycı bir tınıyla konuşuyordu. Pis sıçan. Yanaklarım öfkeden buz keserken Damien'ın yüzüne bakmamak için başımı eğdim ve diğer tarafından dolanarak yanından geçip gittim. Koridorun biraz ilerisinde Abraham bekliyordu. Kollarını göğsünde kavuşturarak bana hesaplı bir şekilde gülümsedi. Ellerimi iki yana açarken "Yine ne var?" dedim bıkkın bıkkın. Kaşlarını kaldırdı. "Bu akşam bir misafirimiz daha var, unuttun mu? Sana söylemiştim." "Ne? Kim?" Bir ara bana bir şey demişti ama Damien'la olanlar yüzünden onu doğru düzgün dinlememiştim bile. Abraham, mutfağa yönelmeden önce imalı bir şekilde "Amcanlar ziyaretine gelecek, Vanessa." dedi. Öfkeyle homurdandım. Benden nefret eden kuzenim Elizabeth, parasıyla caka satan o kibirli, küstah nişanlısı ve aralarından tek saygı duyduğum kişi olan sevgili amcam... Amcamı çok seviyordum ama bu bu gecenin berbat bir gece olacağı gerçeğini değiştirmiyordu. Kuzenim bana bulduğu her fırsatta laf atardı, nişanlısı Gaston ise ülkenin en büyük fabrikatörünün oğluydu ve sarkıntı herifin tekiydi. Elizabeth'i sürekli başka kadınlarla aldatırdı. Nişanlısının kuzeni olmama rağmen bir ara bana bile sarkıntılık etme cüretinde bulunmuştu. Elizabeth'i o adamla evlenirse eğer mutsuz bir evliliği olacağı konusunda uyarmıştım. 'Seni sürekli başka kadınlarla aldatacak, farkındasın, değil mi?' demiştim ama bana onu sevmediği için bunun bir sorun olmadığını söylemişti. 'İstiyorsan sen de onunla yatabilirsin. Umurumda değil. Benim umursadığım şey çok zengin bir kadın olmak ve onun resmi olarak karısı olduğumda bunu elde edeceğim.' bile demişti. Şey... Evet... Kuzenim dünyadaki en iyi insan değildi. Gaston'u parası ve unvanı için seviyordu ve bu yüzden kendisine yapılan saygısızlığı görmezden geliyordu ama ikisi de bu durumdan memnundu. Yani, bana neydi, değil mi? Akşam yemeğini düşünürken avucumu alnıma vurdum. "Bu bir kâbus olmalı!"
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD