Uyumayan şehir İstanbul...
Aslında insanlara sebepsizce ayakta durmayı enjekte eden bir atmosferi var.
Hayatını normal tempoda sürdürenler için , sabaha karşı saatin dört olması, uykunun en derin hali ...
Tabii ki o saate işten eve gelenler için aynı şeyleri söyliyemeyiz.. Bunlar, eğlence sektörünün ağır işçileri konsomatrisler... Pavyona gelen müşterileri, içki ve bağışıklık kazandıran hoş sohpetleriyle abluka altına almak, en önemli görevleriydi. Kızların muhabbetiyle ard arda verilen içki siparişleri müessesenin yüzünü güldürüyor, " Ne kadar içki o kadar köfte" söylemi, kafalarına kazanıyordu.
Cemo'nun amacı ise;" Renk dünyasında var olmayan Magenta rengini, pavyon olarak gece aleminde varlığını ispatlamaktı.
Bunun kararını yaptığı bir Fransa gezisinde verdi. Orada Magenta renginin hikayesinden etkilenmiş , İstanbul'un bitmek bilmeyen pavyon fantezisine yeni bir soluk kazandırmak istemişti.
Buranın ün yapması, çalışanlarının işe dört elle sarılmasından değil, Sarı Cemo' nun gırtlaklarına çökmesiyle oluyordu. Cemo, gaddarlığı kendine öyle yakıştırıyordu ki, tipinden alamadığı öz güveni sıfatından alarak etrafına hükmediyordu.
Ayben, "Magenta pavyon'un " konsomatrislerinden yalnızca biriydi...
" İçimde bir , dışımda bir " diyerek, takma ad kullanmadan, yalnızca ;
" Ayben' im ben, Ayben " diyerek, kendisini böyle lanse ediyor, adeta ödüllendiriyordu.
Başkalarının sabah namazına kalkmak için yaktığı ışığı, Ayben, eve yeni geldiği zaman yakıyordu. Yorgunluktan bitap düşmüş, eve girdiğinde elinde sıkıca kavradığı telefonunu bir kenara fırlattı...
Telefonu , nasıl sıktıysa sesini kapattığının farkında değildi. Üzerindeki parıltılı kıyafetleri bir kenara gelişi güzel attı. O gece
ayak ucu tarafına başını koyup öylece uykuya daldı.
zaten hayatında hersey ters gitmiyormuydu?
Ters tarafa yatmış ne fark eder, sarhoşken her şey doğrudur, nasılsa?
Uzun süre , uyuyupta tam olarak dinlenememiş gözlerle saate baktı; Saat, günün ortasını, en sıcak anını gösteriyordu.
Sabaha karşı dörtte gelip , öğlen bir buçukta
uyanmanın vehametini varın siz düşünün!..
Bu döngü Ayben ' in var olma çabasını güçleştiriyordu.
Aynaya bir baktı !Ayben, kendi yansımasını seçemedi. Eğildi nefesinle "ohlayarak " alel acele puslu aynayı sildi, bir daha baktı...
Yine makyajını silmeden yatmıstı.
Ha! siktir,! Şu surata bak ! Dayak yemiş gibiyim, kaslarım da ağrıyor "
Her gecenin sabahı , aynı olduğu için, dövdüm mü? dövüldüm mü?
yoksa birine yardım mı ettim? Bu üçlemeyi sarhoşluk sonrası çözemiyorum. Anormal yaşantının bedeli işte ! dedi.
Pavyonda son hatırladığı ise Sarı Cemo' yu kızdırmasıydı.
Yüzüne gelişi güzel dökülen saçlarını toplarken , alnının sağ üst tarafında bir acı hissetti. Elinle tekrar dokundu ;
" İt leşisin sen Cemo "
ve o anı hatırladı...
Dertli müşterinin derdine derman olmak , bizim müessesenin işine gelmezdi. Hele
güzelsen, alımlıysan içiyormuş gibi, yani "vollemece" yapıcan , ama müşterinin içmesini de teşvik edicen. Artık sana kalmış; cilveyle mi olur , yoksa konuşarak mı ?
" Ben üçüncüyü seçtim, derdine ortak oldum, birlikte ağladık birlikte güldük. Bütün gece aynı müşterinin yanında oturunca Cemo , dellendi."
Ofisinden , çevreyi denetleyen Cemo, beni fark edip, yüzünü buruşturdu. İki adam çağırıp,
Hadi!, " Üç numaralı masa !
O kaltağı hemen odama getirin!
İki izbandut, masaya yaklaştı. Müşteri çoktan sızmıştı. Kolundan tuttukları, sendeliyerek yürüyen Ayben'i, Sarı Cemo' nun karşısına çıkardılar. Küplere binen Cemo; kendi üslubu ile kükredi.
_ " A... k.......un karısı, sen içmiycen ! müşterine ısmarlatacaksın ! Bunu o kalın kafana sok! " diyerek , elindeki anahtarla Ayben'in kafasına sert dokunuşlar yaptı.
_ " Deldin kafamı, Cemo ya !
_ " Alkollüsün , fazla acımaz, bu yalnızca hatırlamana yardımcı olur."
İşittiği nefret kelimeleriyle beraber, acısını da beraberinde alıp evine döndü.
İşte bir gece özeti daha! , "nefret ediyorum, bu hayattan" diyerek sızlanması, boşuna değildi. Odadaki hava tarif edilemeyecek
dramları barındırıyordu.
Yatak odasının basık oluşu onu aşırı terletmiş , beş paralık rimelleri akıp damlacıklar yüzünden boynuna doğru siyah çizgiler oluşturmuştu.
Leş gibi de içki kokuyordu... kollarını birer birer kaldırıp koltuk altlarını kokladı, berbat bir ter kokusu! her tarafına sinmişti.
Sanki ; Erkek teri de karışmış gibi , geldi ona...
Birden hışımla yerinden kalktı, yatağının üzerindeki topaklaşmış örtüyü kaldırıp baktı, duvarla yatağın arasındaki boşluğu da unutmadı.
Belki, sarhoşun biri yere yuvarlanmıştır, diye düşündü. Neyse ki, kimse yoktu ! heyecan ve kızgınlıkla hızlı hızlı aldığı nefesi bıraktı.
Bir an için herifin biriyle eve geldiğini zannetti.
Ayben, yatağın ayak ucuna oturup, tuvalet masasını inceledi. Yarım kalmış parfüm şişesi, ucuz birkaç boya ve kalemler ...Birde ucu daima açık duran pamuk paketi...
gözü birden pamuk paketinin üzerinde yazan" hidrofil pamuk " yazısına ilişti.
Bastı, kahkahayı! ..
" senin hidrofilin kaç yazar be,.... temizlesene şu alnımın yazısını! " diyerek pamuk parçasını avucunun içinde sıktı...
Pamukla alnını bastıra bastıra silmeye başladı. Tabii ki alnı kızarana dek...
Aynadaki kendi görüntüsünle cebelleşti. odasındaki eşyanın azlığından sesi yankılanıyordu.
Ayben , yirmi dört yaşına gireceği şu günlerde, isyanını pamuk paketinden çıkaracağını kendisi bile kestirememişti. Daha bir kaç sene evvel, yeni ergen iken düştüğü bu duruma alışmış gibi, görünmeyi de kabullenemiyordu...
Çok gençti, çok!..
" feleğin çemberinden geçmiş " derler ya!
İşte bu çember kelimesi onu daha da daraltıyor, kimsenin kendisi hakkında sınır koymasını istemiyordu.
"Of, gene çok konuştum, çok darlandım
banyo yapıp , hazırlanmam lazım." diyerek toparlanma sürecine sigarasını yakarak başladı. Yatak odası penceresi apartman boşluğuna bakıyordu. Ağzında sigara, perdeyi , hışımla çekip tek kanat penceresini açtı. İçeriye giren nahoş hava onu dahada isyankar yaptı. İlgisiz bir tavırla,..
Altı kat yukarı baktı, asılan çamaşırlardan bulutları görme imkanı yoktu. ..
_" Ulan burayada asılırmı be, kaltaklar" diyerek söylendi.
Burası İstanbul, ama öyle filmlerdeki gibi değil, kirasını ödeyebileceği kadar, kenar semt apartmanı tabii...
Giriş katının bir kat altındaydı dairesi... o boşluk ve karanlık duvarlar, Ayben'e fabrika bacası hissini veriyordu.
_ "Ulan be! buraya hava gelirmi? Faydalanayım.
_Göt içi kadar yer," diyerek söylendi.
Apartman boşluğunu, yukarıdan aşağıya süzen Ayben' in gözü zemindeki çöplere takıldı.
_ Püüh ! Ulan Allah sizi bildiği gibi yapsın orospular....
_ Ulan ! Kendi götünü de , çocuğunun götünü de, silen buraya atmış, be !
Bu genç yaşta o kadar yılmış ki, apartman boşluğunda yüksek volumle bağırıp seslerin duvarlara çarpa çarpa yankılanarak göğe ulaşacağını zannediyordu.
Ayben, isyanla karışık dualı, bedduasını karanlık boşluğa öyle içten söylemişti ki, sanki nefes alışları , göğsünü ağır çekim gibi yavaşlatıyor, gözlerinden sicim gibi gözyaşları akıyordu.
"Allah' ım, yalvarırım beni bu pislikten çıkar, bu bok çukurunu başkasına nasip et" diye o kadar yürekten , Allah' a yakardı ki...
Keşke, dua ile bedduayı aynı anda dilemeseydi.
Ayben' in hayatı bu işte! " Ya ezecek, ya ezilecekti..
_" Kendine gel Ayben, , diyerek, göz yaşını elinin tersiyle sildi. Bir su dökünmek iyi gelecekti.
Manzarası bir hiçlik olan yatak odasının
banyosunu tahmin etmek hiçte zor değildi.
Apartman çok senelik olduğu için malzemeler de , tesisatları da eskiydi. Banyo duvarı yarısına kadar mavi fayansla kaplanmış, nem' den fayansların birkaçı yere düşmüştü. Kırık fayansların üzerinden geçen demir su boruları, kimi yerinden damlatıyor, yerlerde pas lekeleri oluşturuyordu. Yerdeki karo taşlarının üzerine yerleştirilmiş mermer kurna ise, Ayben' i mutlu eden yegane eşya idi. Hamam tasıyla mermer kurnanın içinden aldığı suyu başından aşağı döktüğü zaman kendini
" Bir saray cariyesi " gibi hissediyordu.
Her ne kadar konsomatrisligi yapmasına bir erkek sebep olsa da, bu lanet işten, ve pis evden onu yine bir erkek çıkarabilirdi.
Onu isteyenler vardı elbet, ama pavyon kuralları gereği, iş yerine kazandırmakla yükümlüydü .
_ " İyi ki sularım akıyor, Valla, pislik içinde dolaşıyorum." Diyerek suyun altına girdi. Akan suyun büyüsü ile sessizliğe büründü.
Defalarca sabunlandı, bir çocuk gibi sularla haşır neşir oldu. Hamam tası ile kurmadan aldığı suyu başından aşağı dökerken gözlerini kapatıp, şelale altında olduğunu hissetti.
Ayben, banyodan sonra sanki farklı bir kişiliğe bürünmüş, şarkı mırıldanmaya başlamıştı.Bornozunu giymiş, saçını küçük bir havluya sarmış, " Arım, balım, peteğim diyerek mutfağa girdi. Çaydanlığın altını yakmak için kibrite uzandığı esnada, kaçan hamam böceğini bile görmezden geldi. Mutfağı çok küçüktü. Tek kişinin iş yapabileceği kadar alan olduğu için Ayben , buraya " kaptan köşküm" diyordu.
Çay demlenene kadar bir bardak su alıp içeri girdi. Saatine baktı; saat üç olmuştu. Hemen yatak odasına girdi, iki kapaklı gardırobunu açıp akşama giyeceği kıyafeti seçti. Dolabın kapağını açtığında albenisi yüksek renkler, pullar, payetler, kapağın kenarında asılı kokoş tüyler ... Kazandığı paranın nerelere gittiğinin habercisiydi.
Buna mecburdu, o loş ışıkların altında bu elbiselerle, aksesuarlarla ancak fark edilirdi.
Bir sigara daha yaktı. Sağ kolunun dirseğini sol eline destek yapıp , elindeki sigarayı içerek , yatağın üzerine ayırdığı bir kaç parça kıyafete uzun uzun baktı.
_ "Siyah etek, lastik yakalı kırmızı buluz, omuzdan da indirdim mi! Nefis olur."
_Ayağıma, ne giysem?
çok düşünmesine gerek yoktu. Tabii ki,
olmazsa olmazlardan platform topuklu siyah ayakkabılar...
_" siyah ince çoraplarımı da bulursam, tamamdır."
_ "kırmızı rengin haşmeti, boğaları bile delirtiyor, bizim pavyondaki öküzlere kimbilir neler yapar" diyerek, sigarasından da bir nefes alıp mutfağa yöneldi.
Sanki çayın o büyülü kokusu Ayben' i mutfağa çağırdı.
Acıkmıştı. Gürültülü buzdolabının kapağını açıp beş, altı zeytini ve kenarı sararmış peynirden biraz aldı. Buzdolabının kapağını kapatırken ;
_"Sesini duyanda seni bir şey zanneder,
kendine hayrın yok senin " diyerek hızlıca kapattı.
O çok sevdiği bir köy manzaralı tepsinin içine, yiyeceklerini koydu. Onun üzerinde kahvaltı yapıp hayaller kurdu.
_" Mutlu olmak böyle bir şey mi?"Acaba ! diyerek,
bir yandan iki lokma bir şeyler atıştırıyor, tepsideki renkleri inceliyordu. Baktığında bu kadar yumuşak, pastel tonlar onu mutlu ediyorsa, gece hayatının parıltılı renkleri
neden onu mutsuz ediyordu. Onu, bu manzara' ya, bir şeyler çekiyordu, ama adını
koyamıyorum. Bir taraftan da ...
_" Düşünecek bunca şey varken, sapla saman ile uğraşamam ben " deyip , hayalindeki
düşünce balonuna da elinin tersi ile tokat atıyordu.
_ " Ay! Yeter bu kadar, Ayben' im ben Ayben! Birazdan ararlar zaten... Aydınlıkta yumurta toplamak senin neyine , sen gecelere akacaksın kızım, senin sorumlulukların var,her şeyden önce kardeşin var." Diyerek hazırlanmaya hız verdi.