Pavyon da çalışan dansöz ve konsomatrisler için ayrılmış hatırı sayılır büyüklükte bir oda vardı.Duvarları, gözleri bozacak canlılıkta fulya pembesi boyalıydı. İçinde, sedir şeklinde iki dar yatak, dört, beş sandalye birde kıçı kırık bir masa... Duvarda da bir köşesi kırık sırları dökülmüş boy aynası durmaktaydı.
Yine de o aynaya bakan konsomatrisler kimi birbirlerini kıskanırlar ama kendilerini hep güzel görürlerdi.
Kızlar, orada giyinirler, soyunurlar, dinlenirlerdi...
Hele kızların giyinirken , müşterilerinden alıntılar yaparak konuşmaları bazen keyif verirdi, bazen de hüzünlendirirdi.
Bedenlerine yapılan "Mor darbeler" onların hiç geçmeyen, boyası kendi kanından yapılmış dövmeleriydi....
Konsların bazıları , daha çok kazanma adına müşterisiyle yakın temasta bulunurdu.
Sonuc; Acı ve hüsranla karışmış pişmanlık olurdu...
üç gün önce ; Banu, giyinirken sol kolunun üzerinde bir karaltı gördüm.
_ "O ne öyle! Nalbant' a mı gittin, kız ?
At ayağına çakarlar gibi çakmışlar.
Banu, önce yutkunur, yere bakar.
Canı acıdığı belliydi. Utandığı için , pek konuşmak istemedi.
_ Peki, hangi hayvan yaptı bunu?
acıyan koluna bakarak ; " Yumrugunda, şövalye yüzüğü vardı." dedi.
_ Evet, öyle vurmuş ki ayar numarası bile çıkmış.
_ Neden , koluna vurdu.
_ dans yüzünden, on beş kere kalktım,
yoruldum ya ! Biraz oturayım...' dedim.
Herif; parasıyla değil mi ? Ulan ! dedi.
_ "Sen misin oturan, bir çaktı koluma,
" Ha şimdi otur! " dedi.
_ İzbandutlardan gören ,duyan olmadı mı?
_ Kapalı locadaydık. Biliyorsun, locayı kapatmak bile, anasını nikahından, edecek kadar çok para..
Bahşişi de bol bırakınca...
Sarı Cemo' ya gösterdim tabii ki, Ona çoktan haber uçmuş! Yağlı müşteri olunca, alttan aldı. Cemo, darbe yemiş koluma sırıtarak baktı,
_ "Ben bu mor tonu tutturamıyorum, tamda "magenta rengi " olmuş...
Bayılıyorum bu renge!..
Ayben , dayak yiyen kızlara karşı Cemo'nun bu tavrına anlam veremiyordu. Bir psikopat patronla çalışıyorlardı. Anlatılanlara, acımışlığıda ekleyip içinde saklıyor, Cemo' ya daha çok diş biliyordu.
Ah! Şu borçlarından bir kurtulsa, o yapacağını biliyordu.
_Bari, içkileri isteseydin.
_Her birinden istedik.
Rakısı, şarabı,şampanyası derken, kotayı çoktan doldurdum. Ama, Cemo, çok gaddardı. çok! ..
O salonun kazancına bakar, başka şeyler teferruattı, onun için....
Pavyonların, et yiyen bitkilerle ne kadar
ortak özellikleri vardı. Öyle değil mi?
O bitkinin de çekiciliği vardı, konslarında renkli, şıkırtılı havası vardı. Avını kapattığı dikenleriyle, etkisiz hale getirip salgısı ile öldüren ve sindiren değil miydi...
İşte, kons' unda gelen müşterinin parasını sömürme çabası da öyleydi. Cilvesiyle, içkisiyle müşteriyi bitirme seansları ... birbirine ne kadar benziyordu. Ama bazıları bir bitkiyi ayaklarının altında ezer gibi konsları da eziyorlardı.
Sistem , aynı sistem çünki...
Koyu kahve rengindeki kapıya,yaklaşan Ayben , salondan gelen fasıl nağmeleriyle mırıldanarak kapının kolunu tuttu. Dışarıya ne ağlama nede gülme sesi geliyordu.
saat daha dokuz buçuktu, ne ara hazırlandılar da mekana gittiler?
İçeri girdiğinde ise, yoğun bir ter kokusu ile , parfüm kokusu karışmış; giyilen, çıkarılan heryer, her yerdeydi. Oda, tam bir kaos havasına bürünmüştü. Hepsi erkenden hazırlanıp yerlerini almışlardı.
_ "Ne hevesli şeylerdi."
Ayben, odaya gidip evden getirdiği kıyafetle üzerini değiştiriyordu. İç çamaşırının üzerine fileli çorabını giydi. sonra da kollarını kaldırıp kırmızı bluzu giyerken o saten' in verdiği akıcılıkla, omuzlarından bedenine, aktı, gitti...
Vücuduna güzel oturdu. Geniş yakasını sol omuzu görünecek şekilde aşağı indirdi. Boy aynasında kendini süzdü...
"Tamamdır, gizli gülüşlerle, içmeye ve içirmeye hazırım, dedi.
İçerden gelen müziğin ritmiyle, omuzlarını bir sağa bir sola hafif hafif kırarak, cilveliğin provasını yapıyordu. Tam eteğini giyiyordu ki bir hışımla, dansöz canan içeriye daldı.
Öfkeli Canan, içerde " kırmızılı bir afetle " karşılaşınca da kıskançlıkla beraber sinirleri tavan yaptı.
Kimse canandan daha güzel olamazdı.
_ Canan; zillerim nerde?
_ Ay! ağzımda, ne bileyim ben be?
_O Ağzına sıçarım senin ! Nerde diyorum ?
_ Aaa! karıya bak be! Ne bileyim ben senin zımbırtılarını ? Bekçisi miyim , ben be ?
Canan, hemen yedekteki zilleri çıkardı, parmaklarına taktı, başladı; Şakkıdı sakķıdı. oynamaya...
Cananın amacı, Ayben' i strese sokmaktı.
_Ulan zilli karısı , yedeğinin varmışta ne kafa ütülüyon ?
Canan tam saldırıya geçecekti ki,
kapı çalınmadan açıldı!
Kapının kasasına iki eliyle tutunan kavuklu kafasını uzattı. İnce ince sırıtan bir yüz ifadesiyle ...
_pardon abla,
_pardonuna sıçarım senin, noluyoruz lan?
Ahıra mı giriyon?
Canan, az önce kendisinin de içeriye palas pandıras girdiğini unutmuştu.
Kavuklu ibo; içeriyi süzdü.
Bir Ayben'e baktı , bir de dansöz Canan'a baktı;
Canan abla bekleniyorsun ?
_ kim ulan?
_ Loca' dan,
_ Cemo ağbim dedi. Git dedi.Canan ablanı çağır dedi.
Canan'ın gözleri parladı, Aynanın önünde duran Ayben' i kalça darbesiyle ittirerek önüne geçti.
ayna önünde memelerini şöyle bir düzeltti. Birazda ruj sürdü. Eliyle saçlarını havalandırdı ... Tamamdır....
pembe payetli dansöz kostümü ile parıldamamak imkansızdı.
Giderken ağzından çıkardığı sakızı, Ayben' in açık duran omuzuna yapıştırdı.
_Beni, bekliyorlar canım ! Hadi gidelim deyip, kıvırta kıvırta odadan odadan çıktı.
Az önce zillerini arayan, fırtına estiren canan' dan eser kalmamıştı.
Tam havaya giren Ayben' e yapılacak şey miydi, bu...
Bizim , kavuklu ibo' ya gelince,
Bu çocuk bizim koridorun çığırtkanı,
padişah kostümünden kalma, bulmuş bir kavuk, sabaha kadar onunla dolaşıyor.
Sesi biraz ince çıkıyor, ama kavukla dolaşırken dikkati çekiyor, Ufak tefek bahşiş ler alıyor...
Seviyoruz ama, iyi çocuk ibo!
Ayben, hazırlığına devam etti.
Canan , çıktıktan sonra , basbaşa kaldığı ayna ile son rütuşları yapıyordu. Meydan ona kaldı tabii...
Birazda görünen omuzuna parıltılı bir şeyler sürüyordu. Hele o parfümü havaya sıkıp altından geçmesi, yokmu? O bir iki saniye de olsa, gözlerini kapatması, kendi kendini mest ediyordu.
O yürüdükçe yakasındaki pullar parlıyor, yorucu bir geceye adım atıyordu.
Kavuklu İbo, vücudunun yarısı dışarıda, bir eliyle de kapının koluna tutunmuş, Ayben' i hayranlıkla seyrediyordu.
_ Çok güzel oldun be Ayben abla! diyerek ona olan hayranlığını belirtiyordu.
Ayben de , yukarıya bakarak, ellerini kaldırdı. " Allah'ım
şansım açık olsun "diyerek dileklerde bulundu
Ayben gülerek , Allah'ım iyi insanlarla karsılaştır, diyicem ama ...Buraya da hep şutlanmışlar geliyor." diyerek içini biraz buruklastırdı.
Sonra eğildi, kavuklu ibonun yanağına bir öpücük kondurdu..Bekle biraz dedi.
Cüzdanından çıkardığı elli lirayı ibo'ya verdi.
_ "Kendine bişey alırsın, tamam mı " dedi.
Kavuklu İbo' nun gözleri parladı.
_Sağol, Ayben abla,
Ayben, kahverengi kapıyı kapatıp, ışığın rengi ile kırmızılaştırılan koridorda, yoğun müzik sesinin olduğu yere doğru ilerledi.
Bir tünelde yürüyordu sanki...
İçeride neler olacağını bile bile, yürüyordu. Bu tünelin sonunda ışık yoktu. O da bunu biliyordu.Hışımla çıktığı odadan , kısa adımlarla yürüyor, kendinle hesaplaşacak zamanı yaratıyordu.
Neon ışıkları gözünü alıp, düşünmesini engellediğinde ise,
" Kurtulucam burdan, kurtulucam." diyerek
kendini telkin ediyordu.
Ayben' in , salona yaklaştığı müziğin
ritminden de anlaşılıyordu. Ýüksek ses , kahkahalar,... Şu an herkes halinden memnundu. Derken telefonu çaldı;
Ne gariptir ki, başka birinin bu saatte telefonu çalsa, endişe eder." Hayır olsun" der.
Ama Ayben, güne bu saatte başladığı için, onu yakinen tanıyan biri aramış olmalıydı. Birden duraksadı, telefonuna baktı;
_kardeşim.... Yusuf ,
Bir an için Ayben'in içi cız etse de, kendini zorlayarak, kardeşine, " Beni arama " demişti.
Ne Ayben ,aranmayı bekliyordu, nede kardeşi aradığı için bu cevabı bekliyordu.
İkiside sustular...
Yusuf, dayanamadı,
_"Abla, özledim, seni ! Beni ne zaman alıcan yanına? "
Ayben , dona kaldı ! Sırası mıydı şimdi, bu keşmekeşin içinde, birde kardeşe bakmak.
Zaten, onu teslim ettiği eve masraf yapıyordu.
_Bak Yusuf, zaten burası bi Dünya, sesten seni duyamıyorum, bile...
Hadi zıbar yat, kontürünü de zırt pırt harcama...
_ " Gelmiycen mi, abla?"
_ Bak hala gelmiycen mi ? diyor
Ayben biraz düşündü, kardeşini görmeyeli iki ay olmuştu ,bir şeyler ayarlamalıydı.
Nefesini boşalttıktan sonra, telefona döndü.
_ Bakarız, tamam .
Hadi yat, simdi !
Ayben o kırmızı tünelden öyle bir geçmişti ki, içi parçalanıp, yerlere döküldü, sanki...
Duraksadığında ise, omuzunu büyük bir elin kavradığını hissetti;
İzbandutlardan biri, elini omuzuna koyup, çabuk ol mesajı veriyordu.
kapı görevlileri iri kıyım olduğu, için Ayben onlara bu ismi vermişti.
Hadi!, masadan bekleniyorsun!
Ayben, dönüp sol omzundaki vakumlanmış eli, hışımla çekti.
_Tamam be, gidiyoruz işte! diyerek
kendini o güçlü yapıdan sıyırdı.
Erik dalı türküsünün oynak ritmiyle , daldı yeni bir geceye....