LADEN
Yalnızlık korkum ve salaklığım beni ne hale getirmişti. Keşke zamanında Pars abiyi dinleyip Antalya'da kalmak yerine yanlarına gitseydim. Fakat ailemin hatıraları olan evi bırakıp gidememiştim. Hem tüm hayatım Antalya'da geçmişti hem de anne ve babamın mezarı buradaydı. Küçük dükkanım da buradaydı.
Altı ayda geldiğim durum, gözyaşlarımın daha hızlı süzülmesine neden oldu. Anne ve babam gittikten sonra sanki hayatım tepeden aşağıya yuvarlanma evresine girmiş gibiydi.
Ben buradan nasıl kurtulacaktım? Biraz önce anlamıştım ki Kemal’in beni bırakmak gibi bir niyeti asla yoktu. Bırakacak olsaydı beni buraya sürüklemezdi değil mi? Düşündükçe içim, buz gibi suya girmişim gibi ürperiyordu. Hiç bilmediğim bu yerden nasıl kurtulacaktım? Etrafı taşlarla çevrilmiş bir cezaevine kapatılmış gibiydim. Dışarıda askerler değil, bir şerefsizin korumaları vardı.
Bu konakta hiçbir şey normal değildi. Hem de hiç! Babası, Kemal’e dersini vereceğine, karına nasıl davranacağını öğret demişti. Annesi daha ilk dakikadan buraya uyum sağlamamı istecercesine bana bir elbise göndermişti.
İlk karısı ve kuması arasında bir husumet olmadığını anlatmak isteyen Kemal, onlara doğrudan bana da uygun davranmalarını söylemişti.
İşin özü bu konaktaki hiç kimse normal değildi. Hem de hiç.
Utanmadan benden erkek çocuk istemişti. Erkek çocuk doğurursam resmi nikahı bana kıyacağını söylemişti. Bu saatten sonra onunla bir araya gelirmişim gibi.
Biraz önce kuruyan gözlerim yeniden yaşlandı. Daha yirmi beş yaşındaydım. Anne ve babamı altı ay önce kaybetmiş ve yalnız kalmıştım. Çocukluktan beri yalnızlık korkusu çeken biriydim. Hayatım güllük gülistanlık geçmemişti. Benim de kendimce sorunlarım vardı. Kayıplarıma rağmen bir yerden hayata tutunmaya çalışan biriydim. Çünkü babam öyle olmamı isterdi.
Fakat hayat daha en sağlam tokadını yemedin demek ister gibi bana en sağlam tokadını geçirmişti. Kendimi kullanılmış, kandırılmış ve en önemlisi de duyguları kirletilmiş gibi hissediyordum.
Umudum vardı. O hayvan henüz bana dokunmayı başarmış değildi. Buna asla izin vermeye ve burada kalmaya niyetim yoktu. Hayatta asla affetmeyeceğim iki şey vardı. Biri yalan, diğeri şiddet. Kemal daha ilk dakikadan ikisini de yapmıştı.
Ben, bir tokat yiyince diğer yanağını uzatan bir kadın olmayacaktım. Öyle aman aman aşık değildim ama aşık olsam da bu durum asla değişmezdi.
Çünkü babam, bana şiddete boyun eğmemi değil, susmamayı öğretmişti. Ben, Hakim Muhsin Altay ile Savcı Füsun Altay’ın kızıydım. Bir yanlış adım atıp kendimi bir çukurda bulmuş olsam da o çukurdan çıkmasını da bilirdim.
Ne olursa olsun buradan kurtulacaktım. Başka hiçbir oluru yoktu.
***
“Kalk!” Başımdan aşağı dökülen bir kova suyla titreyerek gözlerimi açtım. Karşımda kimi görmem gerektiğini bilmiyordum. Fakat Kemal’in anasını görmeyi beklemediğimden emindim.
“Ne yapıyorsunuz?” diye sordum kendime gelmeye çalışarak. Bir yaprak gibi titrerken ayaklarımı kendime çekip bir top haline geldim.
“Senin aklını başına getirmeye çalışıyorum,” dedi gırtlaktan gelen sert sesiyle. “Oğlumu küçük düşürmene izin vermem. Sana nasıl davranman gerektiğini öğretmek şart oldu.”
“Buna gerek olduğunu sanmıyorum. Kalıcı değilim çünkü. Aklım da yeterince başımda.” Yanındaki iki adamı görmezden gelmeye çalışıp doğrudan kadının gözlerine baktım.
“Hala oğlumun seni bırakacağını düşünüyorsan aklın başına gelmemiş demektir.”
Dizlerinin üstüne çöküp benimle göz göze geldi. Sağ elini uzatıp çenemi kavrayarak sertçe sıktı.
“Oğlum seni nikahına aldıysa bir bildiği vardır. İki gelinin yapamadığını yapıp ona erkek evlat vereceksin. Seni bırakacak gibi bakmıyordu. Bırakmayacaktır. O yüzden o küçük aklından kaçmayı çıkarıp buraya uyum sağlayacaksın. Önce diline sahip çıkmayı, sonra da giyinmeyi öğreneceksin,” dedi üstümdeki kıyafetlerime tiksinir gibi bakıp. Oğlun böyle görünüp beğendi diyecekken dilimi tuttum. Çünkü iki karısı olan bir şerefsizin beğeni algısını konuşmak istemiyordum.
“Oğlunuz bana yalan söyledi,” dedim nefretle. “Konakta iki karısı var zaten. Ben üçüncü olmayacağım.”
“Ben kocamın dördüncü karısıyım. Ama bak diğerleri burada bile değil. Neden? Çünkü erkek evladı ben verdim. Bu konağın hanımağası benim.”
Kesinlikle bu konakta sağlıklı bir beyne sahip olan kimse yoktu değil mi?
“Bununla övünmeniz ne hoş. Sizi erkek doğurduğunuz için tebrik etmemi falan mı istiyorsunuz? Bunu bana söylemenizdeki amaç ne kadar midesiz olduğunuzu anlamam için mi? Çabanızı takdir ediyorum.” İğneleyici bir şekilde gülümsedim. Anlar mıydı sanmıyorum. Beni anlayacak olsa bir adamın dördüncü karısı olmakla övünmezdi.
“Sözlerinizden tek anladığım oğlunuz gibi kocanızın da sapkın olduğu. Ne mutlu size ki beşinciyi almaya kalkmamış,” dedim dalga geçersine. “Ay doğru, dinimizde dört kadın helaldi. Pardon!”
Yüzüme inen sert tokadıyla afalladım. Beklemiyordum. Kesinlikle beklemiyordum. Bir erkek, kadınları kendinden güçsüz bulduğu için, şiddeti kendine hak görüp bundan sadistçe zevk alabilirdi. Fakat bir kadının da aynı hislerle dolu olduğunu görmek başka bir şeydi.
“Senin dilini keserim. Nasıl konuşman gerektiğini öğreneceksin. Ananın babanın vermediği terbiyeyi öğreteceğim ben sana!”
Her insanın bir bam teli olurdu. Yani insan olanın olurdu. Zaaflığı, dokunulması yasak olan bir noktası, el uzatılmaması gereken yarası…
Karşımdaki kadın beni tam olarak o noktadan vurmuştu. Zaaflığımdan, dile düşmesi yasak olan noktamdan ve yaramdan…
Gözlerindeki öfke de, kin de bana çok acımasızca geliyordu. Daha bu sabaha kadar tanımadığı biriyken, şimdi keyfince vurup, hakaret ettiği birine dönüşmüştüm. Gözlerindeki bu öfkeyi de nefreti de hak edecek bir şey yapmamıştım. Buraya kendi isteğimle gelmemiştim sonuçta… Neden öfkesi oğluna değil de banaydı anlam veremiyordum.
Sözünü dinlemediğim için mi? Oğluna karşı geldiğim için mi? Yoksa onları çalışanları karşısında küçük düşürdüğüm için mi?
Öfkesinden haklı olan benken nasıl yağ gibi üste çıkmayı başarıyorlardı?
“O pis ağzınıza ailemin adını almayın,” dedim nefretle. Çünkü karşımdaki kadından gerçekten nefret etmiştim.
“Sana öyle şeyler ederim ki bu geceki tokadı arar olursun,” dedi tehditler kokan sesiyle. “Sabaha kadar aklını başına al. Yoksa ben aklını başına getirmesini iyi bilirim.”
Ayaklandı ve bana bir böceğe bakıyormuş gibi bir bakış attıktan sonra hızla kapıya yöneldi.
Yeniden yalnız kaldığımda kırgın, korku dolu bir nefes aldım. Ben bunları yaşayacak ne günah işlemiştim? Gözlerim doldu fakat yaşlar bu kez akmak yerine göz pınarlarımda kurudu.
Üstümdeki ıslak kıyafetler beni titretmeye başladığında tek yapabildiğim kollarımı etrafıma sarmak oldu.
***
Tıkırtı sesiyle gözlerimi açtım. Henüz gelen kim bilmiyordum ama bir yerlerden içeriye sızan ışıkla sabah olduğunu anlamıştım.
Kemal'in uzun bedenini görünce oturduğum yerde omuzlarımı dikleştirdim. Bakışları bedenimi süzdü. Üzerimdeki ıslaklığı fark edince kasları çatıldı. Bir iki adımda yanıma gelip yere diz çöktü ve kıyafetimi yokladı.
Öfkeden koyulaşan gözleri kapıya doğru dönerek dışarıya seslendi. İki koruma hızlı adımlarla yanımıza geldiğinde doğruldu. Bana sırtını dönüp korumalara bakarken tek duyduğum buz gibi sesiydi.
“Size buraya kimse girmeyecek demedim mi? Buraya kim girdi?”
“Pelşin Hanımağa girdi ağam. Anneniz. Olmaz diyemedik.”
Kemal iki korumaya doğru adım atıp ikisine de bir tokat geçirdi. Gücü kadınlara ve çalışanlara yetiyordu demek ki. Annesine gidip hesap soramadığına göre.
“Annem dahil benim izin vermediğim kimse girmeyecek bir daha Adil. Sizi kapıya boşuna mı diktim ben?”
“Affet ağam!”
“Çıkın şimdi!”
Adamlar çıkar çıkmaz yeniden bana döndü ve yanıma eğildi. Elini uzatıp yaralı dudağıma dokunmak istediğinde kendimi geriye çektim.
“Sakın dokunma bana!” Dişlerini sıktığı gerilen çene kasları ele veriyordu.
“Aklın başına gelmedi mi hala Laden’im?”
“Ben senin hiçbir şeyin değilim.”
“Sen benim karımsın!”
“Asla,” dedim tiksintiyle. “Asla senin karın olmayacağım. Aklından tüm hayalleri çıkar. Senin gibi şerefsizin altına yatacak kadar gururumu yitirmedim. Kendimi vururum, yine de senin kadının olmam.”
Beni iyice dibe sıkıştırıp yanağıma dokundu. Bundan bir gün önce ellerinin sıcaklığını sevdiğimi düşünürken şimdi sanki, o elleri buz gibiydi.
Yüzümün buruştuğunu fark etmiş olacak ki gözlerinde hoşnutsuz bir bakış oluştu.
“Dokunuşlarımı severdin.”
“O sapkın zevkleri olan bir sapık olduğunu öğrenmeden önceydi.”
“Bu da ne demek?”
“Bir gece birinin, diğer gece birinin koynuna giden bir adamın, normal olduğunu sen düşünüyor olabilirsin ama ben düşünüyorum.”
“Seni seviyorum Laden. Sana aşık olmasaydım üçüncü bir karıyı başıma bela etmezdim.”
“Gurur duymam mı gerekiyor? Keşke gözlerin kör olsaydı da beni görmeseydin.”
“Yapma böyle. Dedim sana. Oğlumuz olduğunda yalnız sen olacaksın benim için. Diğerlerini konaktan göndereceğim o zaman. Oğlum olmadan babam razı gelmez göndermeme.”
Bu işlerin de bir kuralı vardı galiba. Ne saçma şeyler konuşuyorduk şu an. Kendimden iğrenmeme neden oluyordu.
“Annen, seni doğurduğunda baban öyle yaptı herhalde!”
“Annemle epeyce şey konuşmuşsun gibi görünüyor.”
“Evet, midesiz olduğunu itiraf etti diyelim. Ama ne yazık! Ben annen gibi midesiz değilim.”
“Bu zamana kadar nikahım olmayan kimseye el sürmedim. Erkekler herkesle gününü gün ederken, ben yalnızca evlendiğim kadınlara dokundum diye şerefsiz mi oluyorum?”
Konuyu nasıl da masum göstermeye çalışıyordu. Savunması bile o kadar saçmaydı ki bu düşünce yapısını nasıl fark edemediğim için kızıyordum kendime. Nasıl görememiştim aylar boyunca?
“Kendini nasıl da masum göstermeye çalışıyorsun,” diyerek güldüm. “O adamlar en azından aşık olana kadar gününü gün ediyordur. Sen bir odada biriyle yatarken, diğeri diğer odada seni bekliyor. Sonraki akşam da diğerine mi gidiyorsun? Nasıl oluyor bu işler? Sırası var mı?”
“Ben orta yolu bulmaya çalışıyorum. Sen damarıma basıyorsun,” dedi soğuk bir sesle.
“Beni sevdiğini söylüyorsun. Beni gerçekten seviyorsan gitmeme izin verirsin.” Orta yol dediğin böyle olurdu. Sesimi biraz yumuşatmıştım. Belki insafa gelir de izin verir diye umuyordum.
Kaşlarını çatarak gözlerimin içine baktı. Bakışları anında öyle bir değişim geçirdi ki beni asla bırakmayacağını bir kez daha anladım. En azından kendi isteğiyle…
“Sen benimsin! Eğer kızım zamansız ölmeseydi böyle olmayacaktı,” dedi sıkılmış bir sesle. Planları bozulduğu için gerçekten canı sıkılmış gibi görünüyordu. “Nikahtan kimsenin haberi olmaması için yanıma fazla koruma almayarak hata ettim. Burada uzun bir süre durmam gerektiği için seni tek başına bırakmam riskli olurdu çünkü nikahın sahte olduğunu öğrenme ihtimalin vardı. Yanına koruma bırakma şansım olsaydı, bunları asla yaşamayacaktın ve biz mutlu mesut yaşayacaktık.”
Planı sağlam gibiydi. Buraya gelmeseydim nikahın sahte olduğunu öğrenebilir miydim bilmiyorum. En iyi ihtimalle hastanede falan anlardım galiba. Bilemiyorum. Fakat buraya gelir gelmez öğrenmiştim. Bu riski neden almıştı anlamadım.
“Şimdi de öğrendim. Yani ne değişti anlamıyorum.”
“Orada olsaydın bana izini kaybettirirdin,” dedi gözlerimin içine bakarak. “Ama burada benden kaçma şansın yok.”
Şimdi anlamıştım. Benim her şeyi öğrenip ortadan kaybolma ihtimalimi göze alamadığından beni peşinden sürükleyip buraya getirmiş, gerçekleri öğrenmeme rağmen kaçmamı imkansız bir hale getirmişti.
“Sana yenilmek gibi bir düşüncem de yok. Bana dokunmana izin vermem. Dokunacağını hissettiğim ilk anda ya kendimi ya seni öldürürüm. Buna emin ol.”
Çöktüğü yerden kalkarak bana tepemden bir bakış attı. “Sen hala anlamamışsın belli ki. Benim olmayı kabul etmeden buradan çıkmayacaksın. Bugün iyi günüm bak. Uysal olursan asla seni istemediğin bir duruma sokmam. Ama sabrımı zorlamanı da tavsiye etmem. Sana Nazenin ile bir elbise ve kahvaltı göndereceğim.”
“Bana hizmet için neden karını gönderiyorsun?” diye sordum alaycı bir sesle.
“Çünkü hizmetçileri kendi tarafına çekmeye çalışabilirsin. Buna müsaade etmem.”
“Nazenin’i çekerim belki,” dedim alaycı bir sesle.
“Bir hizmetçinin parayla aklını çelebilirsin. Ama Nazenin’in aklını parayla çelemezsin. Hem bana ihanet edemez o. Başına ne geleceğini bilir.”
Beni ardında bırakıp çıkarken aklım son sözlerine gitti. Dün de buna benzer şeyler söylemişti. Nazenin’e ne yapmıştı bu adam?
***
Yarım saat sonra kapı bir kez daha açıldığında gelenin Nazenin olması için dua ettim. Daha fazla birilerinin tehditlerine maruz kalmak istemiyordum. Nazenin konaktaki en farklı kişi gelmişti bana çünkü yüzünde üzgün bir ifadeyle bana bakan tek kişi oydu.
“Merhaba,” dedi ince bedeni görüş alanıma girdiğinde. Kolunun arasında bir elbise, elinde de bir tepsi vardı.
Çok güzel bir kadındı. Oturup kaderine ağlayacağım kadar güzel. O da benim gibi tuzağa mı düşmüştü çok merak ediyordum. Kim bile isteye bir adamın ikinci karısı olmak isterdi ki?
“Merhaba,” diyerek boğazımı temizledim. Onu incelememden utanmış gibi görünüyordu. Elindeki tepsiyi sanki bu lanet mahzeni iyi biliyormuş gibi, geceden beri hiç fark etmediğim bir sehpanın üzerine bıraktı.
Lanet olsun! Burası bir işkence, ceza odası falan mıydı? Hiç yabancılık çekmemesinin sebebi daha önce burada kilitli kalmış olması olabilir miydi? Neden kendi sonum yerine, onun hikayesini düşünüp duruyordum ki? O kaderine razı gelmiş gibi görünüyordu. Ben onun gibi olmayacaktım!!!
“Önce elbiseni değiştirelim,” diye mırıldandı. Sesi kısık ve çekingen çıkıyordu.
“Bu zincir ayağımdayken mi?”
“Elbiseyi kafanın üstünden geçireceğiz,” dedi şaşırmış bir şekilde. Aman ne zekice! Ben bilmiyordum, sağ ol!
“İç çamaşırını nasıl giymemi bekliyorsun? Onu da boynumdan mı geçireceğiz?”
Sinirle güldüm. Ben gülünce o da ne demek istediğimi anlamış gibi güldü. Sanırım kafayı yemeye erken başlamıştım.
“Kemal'i çağıracağım,” dedi sonunda.
“Hayır,” diye reddettim. “Başkası gelsin.”
“Kemal bunu duyarsa iyi olmaz. Hem anahtar sadece onda var.”
“Peki,” dedim sonunda yenilmiş bir sesle. Üzerimdeki ıslak şorttan ve iç çamaşırından aşağı sıyırıp kurtulsam bile yenisini başka türlü giyme şansım yoktu.
Cevabımı bekliyormuş gibi hemen aradı ve Kemal çok geçmeden mahzenin içinde varlığını gösterdi. Yakışıklı bulduğum yüzü dünden beri ne zaman görsem midemi bulandırıyordu. Şerefsizlerin çirkin olması gerekmez miydi? Demek ki gerekmiyormuş.
Bir bana, bir Nazenin’e baktı. Ardından yeniden bana döndü.
“Çözeceğim. En azından üstünü giyene kadar.”
“Dışarıda korumalar varken nasıl kaçabilirim?” diye homurdandım.
“O zincir kaçma ihtimalin yüzünden değil,” dedi kilidi çözerken. “Gururundan kurtulman için!”
Kendini ne sanıyordu bu herif? İşkence uzmanı falan mı?
“Çık dışarı!” dedim soğuk bir sesle. Tepkimden irkilen Kemal değil Nazenin oldu.
“Arkamı dönmem yeterli.”
“Çık dışarı!”
Çıkış kapısına doğru iki üç adım attı ve arkasını döndü.
“Sabrımı zorlama. Giyin. Sanki görmediğim şey!”
“Benimkini görmedin!” dedim sinirle.
“Seninki farklı mı?”
“Madem farklı değil niye üçüncü karıyı aldın o zaman?”
“Aşık olduğum bedenin değil,” dedi Kemal. Nazenin’in bakışları Kemal'in sırtını buldu. Ne iğrenç bir durumun içindeydim ben böyle! Allah'ım sen aklımı koru.
“Sen ikide bir diline aşkı dolayıp onu kirletmekten vazgeç. Sen aşk nedir bilmiyorsun bile.” O sırada şortumla iç çamaşırımı indirip Nazenin’in uzattığını aldım ve hemen üzerime geçirdim. Üstümü de çıkarıp uzattığı sütyeni üzerime geçirdiğim gibi hızlıca elbiseyi de giydim. Kıyafet seçme lüksüm yoktu değil mi?
“Düne kadar aşkıma inanıyordun. O yüzden kabul etmedin mi teklifimi? Bana olan hislerini hatırlatacağım sana!”
“Kendimi bir bok sanma!” dedim öfkeli sesimle. Sürekli onun tuzağına düşmemi hatırlatan şeyler söylemesi beni öfkelendiriyordu. “Seni sevdiğim için kabul etmedim teklifini. Senin sevgine inandığım için kabul ettim. Yalnız kalmak istemediğim için kabul ettim. Orospu çocuğunun teki olduğunu bilseydim değil seninle evlenmek, selamını bile almazdım.”
Hızla bana döndü ve öfkeli adımlarla üzerime yürüdü.
“Sabrımı zorlamaktan asla vazgeçmiyorsun,” dedi çenemi sıkarken. “Hele bir yedi gün dolsun, bak altımda nasıl zevkle inleyeceksin.”
“Bırak beni! Kapıdaki korumanın altına yatarım. Yine de senin koynuna girmem.”
Elleri çenemi bırakıp saçlarımı buldu. Kökünden çekilen saçımın acısıyla yüzümü buruşturdum. Beni kapıya doğru sürüklerken Nazenin önüne geçmeye çalıştı.
“Ağam yapmayasın. Daha cenaze yeni çıkmıştır evden.”
“Sen karışma,” diyerek Nazenin'i itmesiyle kadın yere düştü. Beni saçımdan sürükleyerek avlusunun ortasına fırlattı. Can havliyle geri geri kaçmaya çalıştım.
“Bu benim karım Laden.” Sanki kimse bilmiyormuş gibi yeniden duyuru ilan etmesine şaşırdım. Beni kolumdan tutup sarsarak ayağa kaldırdı.
“Bu konakta ona yardım etmeye çalışanı, ona yaklaşan birini görürsem acımam öldürürüm. Hiçbir adamın gölgesinin bile üzerine düştüğünü görmeyeceğim.”
Biliyordu. Buradan kurtulmak için her şeyi yapacağımı biliyordu. Ve şimdiden kendince önlemini alıyordu. Beni daha hiç tanımamıştı değil mi?
Ben Hakim Muhsin Altay'ın kızıydım. Beni bir iki tokatla, odalara kapatmakla susturabileceğini mi sanıyordu? Ben ne cehennemlerden kurtulmuştum. Bundan da kurtulacaktım elbette. Öyle basit bir şekilde sinmeye niyetim yoktu. Buradaki kuralları kabul etmeyeyse hiç!
Bu günlerin iyi günlerim olduğunu çok sonra anlayacaktım.