LADEN
“Geldik mi?” diye sordum bakışlarımı büyük konağa çevirirken. Şaşkın bir vaziyetteydim. Dört saat öncesine kadar Kemal hakkında bilgilerimin ne kadar sınırlı olduğunun yeni yeni farkına varıyor ve kararımı sorguluyordum.
“Evet, güzelim.”
“Antalya'da değil de Urfa'da yaşayacağımızı, otel sahibi olmak dışında bir de aşiret ağası olduğunu ne zaman söylemeyi düşünüyordun?” Sesim ister istemez buz gibi çıkmıştı. Karşımdaki taş duvara bakarken verdiğim kararın pişmanlığını çoktan yaşamaya başlamıştım.
Kemal gergin bir şekilde kravatını gevşetti. Halinden ve tavrından anladığım kadarıyla bana söylemeyi bile düşünmüyordu. Bu tavrı da ister istemez normal şartlar altında beni buraya getirmeyeceğini düşünmeme sebep olmuştu.
Daha dört saat önce nikah masasındaydık. Şoförü gelip kulağına bir şey söylemiş ve o andan itibaren kendimi bir karmaşanın içinde bulmuştum.
“Zamanı geldiğinde söyleyecektim.”
“Benim bildiğim bu tür önemli durumlar nikah öncesi söylenir.”
“Ne çok konuşuyorsun! Kes sesini,” diyen sert üslubuyla neye uğradığımı şaşırdım. Bu zamana kadar uzak bir yere gittiğinde arar, ‘sesini özledim konuş da hasretim dinsin,’ derdi.
Dudaklarımı birbirine mühürledim. ‘Annem hasta. Ailem o yüzden nikaha gelemeyecek, ilk firsatta gider tanışırız,’ demişti. Alelacele yollara dökülünce annesine bir şey olduğunu sanıp teselli etmeyi denemiştim.
Anne, baba acısını benden iyi kim bilirdi ki?
Kemal ise “annem iyi,” demekle yetinmişti.
“İn hadi,” dedi sonunda. Sakin bir şekilde bir nefes aldım. Her şeyi kötüye yormamak adına iyi düşünmeye çalıştım. Sorun her neyse onu germişti ve işler yoluna girdiğinde bana düzgün bir açıklama yapacak diye umuyordum.
“Hoş geldiniz ağam,” diyen adam bizi karşıladı. Suratımı buruşturmamak için yüzümdeki yapay gülümsemeyi yerinde tutmaya çalıştım.
Ağalar dizide ve kitaplarda olmuyor muydu? Kendimi hiç bilmediğim bir yerde, hiç bilmediğim olayların içinde bulmuştum bir anda.
Yalnız yaşamaktan korktuğum için kabul etmiştim Kemal'in her fırsatta ettiği teklifi. Hayatıma bir can yoldaşı dahil etmek istemiştim. Bir ordu değil!
Derin bir nefesi daha ciğerlerime gönderdiğim sırada koca kapı ağır ağır açıldı. Kemal belimden tutup beni içeriye yönlendirdi. Bana kalsa adım bile atamayacak durumdaydım.
Etrafta birileri koşturuyor, kimi oturuyor, üç binanın rahat bir şekilde dikileceği koca avluda ortalık insan kaynıyordu. Sanki bir köyü, bir konağın içine sığdırmışlardı.
Etrafıma bakarken bir şeyi çok net anlamıştım. Burası bana göre değildi ve ben kesinlikle buraya ait değildim.
Üstümde Antalya sıcağına uygun bir şort ve kalın askılı bir bluzla ortama öylesine uygunsuzdum ki, kafamı bir yerlere gömmek istedim.
Tüm bakışlar bize dönmüştü. Yedisinden yetmişine herkesin ilgisini çektiğim ortadaydı.
İnsanlarda normalde böyle bir durumda merak olmalıydı değil mi? Oysa birkaç kişi kaşlarını çatarak bizi süzüyordu.
Bir kadın deyim yerindeyse koştura koştura Kemal'in üzerine yürüdü. Elleri yumruk olup Kemal'in göğsüne inerken “kızımız öldü, sen neredesin Kemal?” diye feryat etmeye başladığında başımdan aşağı kaynar sular döküldü.
“Başımız sağ olsun gülüm. Sakin ol!”
Gülüm mü dedi o?
Evli miydi? İyi de evliyse biz nasil evlenmeyi başardık? Bir de çocuğu vardı. Ölmüştü de! O çocuğu ölürken benimle eğleniyor muydu yani?
Dişlerimi sıktım. Her geçen dakika beynimin içindeki sorular artarken ne yapacağımı bilemedim. Küçük bir kızın cenazesinde olay çıkarmak benlik değildi. Fakat çenemi kapalı tutmak da o kadar kolay olmuyordu.
“Burada ne olduğunu anlatacak mısın artık?” diye sordum sabırsız bir sesle. En azından bu kadarını hak ettiğimi düşünüyordum. Nasıl bir oyunun içine düşürmüştü beni böyle?
Kadının can acısı o kadar büyüktü ki gözlerinin beni gördüğünü sanmıyordum.
Kemal ise bir yandan onu teselli ederken bir yandan da eliyle birini çağırdı.
“Misafir odasını hazırla,” dedi. Sesi soğuktu ve tanıdığım adamdan o kadar uzaktı ki… Şu an bunu sorgulayacak zekaya da sahip değildim. Çünkü daha önemli sorularım vardı.
Misafir mi? Ben mi?
“Misafir mi?” dedim bu kez sesli bir şekilde. Kemal yüzüme baktı ama hiçbir şey söylemeden yine kadına döndü.
“Hadi!”
O an bir şeylerin ters gittiğini daha net anladım. Ama o kadar çok fazla sorum vardı ki, hangisini soracağımı bilemiyordum. ”Bu bir şaka değil mi? Misafir olarak kast ettiğin ben değilim herhalde.”
Kemal duraksadı. Gözlerinde bir anlığına da olsa bir tereddüt gördüm. İfadesini çabucak savuşturdu. "Laden, şu an bunu konuşmayalım. Çok yoruldun, git biraz dinlen," dedi.
“Benimle dalga geçiyor olmalısın.” Sinirle güldüm. “Şoförüne söyle beni bir otele bıraksın. Sen de konuşmaya tenezzül edeceğin vakit gelirsin,” diyerek arkamı döndüm.
Sonunda bir yandan teselli ettiği kadının dikkatini çekmeyi başarmıştım. Yanlış anlaşılmasın, niyetim kimsenin dikkatini çekmek falan değildi. Bu lanet olası ortamdan bir an önce kurtulmak ve yalnız kalıp olanları düşünmek istiyorum.
“Bu kim Kemal!” diye bağırdı kadın. “Ben, sana kızımız öldü diyorum. Sen misafir odası diyorsun.”
Karısı dese ortalık yangın yerine dönerdi sanırım. Hatta kızının yanına benim de cenazemi ekleyecekmiş gibi bakıyordu.
“Sonra Gülbeyaz. Şimdi sırası değil.”
“Başınız sağ olsun,” dedim kadına empati yaparak. Kadının gözlerine baktım. Onun çaresizliği ve acısı, benim öfkemin önüne geçti o an. Ben bu durumda mağdur olabilirdim, ama bu kadın da çocuğunu kaybetmişti. Kocası olduğunu tahmin ettiğim Kemal bir şerefsizse de kadının olanlardan haberi yoktu sonuçta. Hatta o da benim kadar mağdurdu.
“Neyin sırası değil?” dedi acıyla. “Benim kızım ölmüş. Benim tek evladım toprak olmuş. Neyin sırası değil ha?”
Yaşlıca bir kadın bize doğru yürümeye başladığında bu işin iyiden iyiye çirkinleşeceğini hissettim. Kafamda bazı şeyler oturmaya başlamıştı. Kemal ailesinden hiç bahsetmemişti çünkü evliydi Ailesi gelmemişti çünkü benden haberleri yoktu. Uzak mesafe diye bahsettiği işleri de Urfa’da görünüyordu.
“Kes sesini Gülbeyaz. Acın var, susuyorum. Sabrımı sınama!”
Sadece onun acısı mı? Kemal’in söylediği üç cümle de kavga sebebiydi. Sabrını sınasa ne yapacaktı yani? Ne yapabilirdi?
Boğuluyordum. Buradan bir an önce çıkmam lazımdı.
“Ne oluyor burada?” diye sordu yaşlı kadın.
“Ana, Gülbeyaz’ı al. Ben birazdan geliyorum.”
Kadın kaşlarını çatarak bir süre oğlunu izledi. Ardından hiçbir şey demeden Gülbeyaz denen kadını alarak bizden uzaklaştırdı.
“Yürü benimle,” dedi kısık sesle.
“Ben burada bir dakika durmam,” dedim öfkeyle. “Beni bir otele bıraksınlar. Sen de yalanlarını gelince sıraya dizersin.”
Kolunun altından sertçe kavradı. “Yürü içeriye.” Canım acıyınca kolumu kurtarmaya çalıştım.
“Canımı yakıyorsun.”
“Damarıma basıyorsun,” dedi o da. “Anlatacağım güzelim. Kalabalıkta bari yapma içeride konuşalım.”
Derin bir nefes aldım. Konuşalım bakalım.
Kemal’in peşim sıra yürüyüp beni zorla içeri sokmaya çalışması sinirlerimi daha da bozuyordu. Kolumu bırakmamıştı, yüzünde o tanıdığım kendine has ifade vardı. Ama bu kez o ifadeye kendimi yabancı hissediyordum.
“Bırak kolumu, Kemal!” dedim sert sesimle. Ona bağırıp çağırmak, bana oynadığı oyunun hesabını sormak istiyordum ama bir yanım umursamıyordu. Çünkü tek gayem buradan bir an önce çekip gitmeye yoğunlaşmıştı.
Odaların bulunduğu koridora girdiğimizde kapıyı açtı ve eliyle işaret ederek içeri girmemi söyledi.
“Geç içeri.”
“Beni burada tutamazsın,” dedim, dik bir duruş sergilemeye çalışarak. İçimde kaynayan öfkeyi bastırmak için mücadele ediyordum. “Buraya kadar getirdin, şimdi de karşında oturup seni dinleyeceğimi mi sanıyorsun? Ne olduğunu açıkla, sonra ben kendim gitmeyi bilir—”
Kapıyı sert bir şekilde kapatınca sesim kesildi. Sessizlik bir anlık olsa da o kadar ağırdı ki içimdeki nefes bile sıkıştı. Gözlerini bana dikmişti. Öfkeli mi, üzgün mü yoksa suçlu mu olduğuna karar veremiyordum.
“Dinle beni,” dedi, ses tonunu yumuşatmaya çalışarak. “Hiçbir şey göründüğü gibi değil.”
Güldüm. Fakat bu içten bir kahkaha değil, tamamen sinirden gelen acı dolu bir gülüştü.
Kendimi aptal gibi hissediyordum.
“Hiçbir şey göründüğü gibi değil, öyle mi?” dedim. “Peki nasıl görünüyor anlatır mısın? Dört saat önce evlendiğim adam aslında evli ve bir çocuğu varmış, hem de ölmüş. Bir karın varken benimle neden evlendin? Daha doğrusu, beni neden kandırdın?”
Kemal’in gözleri bir an karardı. Belki de doğru kelimelere dokunmuştum.
“Ben seni kandırmadım,” dedi, bana yaklaşarak. Ama sesindeki o savunma tonu daha çok suçunu itiraf ediyormuş gibiydi.
“Kamera şakası falan mı yapıyorsun? Saçma bir rüyanın içinde miyiz yoksa? Sen benimle kafa mı buluyorsun?”
Kemal sessiz kaldı. Ellerini saçlarının arasına sokup yüzünü ovuşturdu. Onu böyle çaresiz görmek içimdeki kırgınlığı hafifletmiyordu, aksine daha çok tetikliyordu. Çünkü şu an o çaresizliği yaşamayı hak eden tek kişi bendim.
“Nereden başlayacağımı bilmiyorum,” dedi sonunda, sesi alçalarak.
“Başlayacak bir yer seç bence,” dedim sabırsız bir sesle.
Gözleri benimkilerle buluştu. Bu bakış, bunca zamandır tanıdığım adamın izlerini taşıyordu. Ama o izler ne kadar gerçekti artık gerçekten bilmiyordum.
“Evet, evliydim,” dedi sonunda. “Ama bu evlilik... yıllar önce bitti. Gülbeyaz’la sadece formalite icabı bir evliliğimiz vardı.”
“Peki çocuk?” dedim öfkemi bastıramayarak. “O da mı anlamı olmayan formalite bir şeydi?”
“Laden sonra konuşalım lütfen. Bu kadarı sana yetmeli. Önce şu cenaze işini halletmeme izin ver. Ben gelene kadar odadan çıkma.”
“Beni otele götürsünler,” dedim bir kez daha direnerek.
Gözlerinden öfkeli kıvılcımlar geçti. Bu da alışık olduğum bir durum değildi.
“Sen benim karımsın. Konakta kalacaksın. Beni zorlayıp durma.”
Aşağıdaki ağıt seslerini duyunca sabırla derin bir nefes aldım.
“Peki,” dedim yenilmiş bir şekilde. “Akşama kadar bekleyeceğim.”
“Tamam,” diyerek saçlarını bir kez daha karıştırdı ve bana bir bakış atıp odadan çıktı. Duyduğum kilit sesiyle kaşlarım çatıldı ve hızla kapıya yaklaştım. Beni odaya kilitlemişti manyak!
Yatağın üstüne oturup ağlamaya başladım. Sözlerine inanmıştım. Gerçekten inanmıştım. Fakat üzerime kapıyı kilitlemesi beni bir kez daha kandırdığı anlamına geliyordu. Bir aptallık yapıp evlenmiştim fakat bir kez ortaya çıkan yalana ikinci kez kanacak kadar salak değildim.
Bu işin içinde başka bir iş vardı. En kısa zamanda ortaya çıkacağına emindim.
***
Akşam olmuş, dışarıda küçük kız için mevlüt okutulmuş, koca konakta bir Allah'ın kulu da gelip kapıyı açmamıştı. Odanın içinde tuvalet olması sanırım iyi bir şeydi.
Kapatıldığım andan beri düşünüyordum. Karısı ile evlilikleri bittiyse neden hala buradaydı mesela? Cenaze için burada olmasını mantıklı bir sebep olarak görsem de, benim için Kemal'e hesap sormaya kalkmıştı. Kadın neden boşandığı adama hesap sorsundu ki?
Artık iyiden iyiye emin olmuştum. Kemal beni konakta tutmak için yalan söylemiş olmalıydı.
Oturmaktan sıkılıp bir kez daha camdan dışarı bakmak için ayaklandım. Herkes dağılmaya, konaktan ayrılmaya başlamıştı.
Avlunun ortasında kalan kalabalık konak ahalisi gibiydi. Yaşlıca bir adam etrafta servis yapan hizmetçileri de gönderip Kemal'i yanına çağırdı. Sesler duyulmuyordu ama birkaç kişinin mutfağa doğru kaçtığını fark etmiştim.
Kemal adamla konuşurken bir an bakışlarını kaldırıp benim olduğum noktaya baktı ve yeniden yaşlı adama döndü.
Beş dakika geçti geçmedi odanın kapısı çalındı. İçeriye benden biraz küçük olduğunu tahmin ettiğim bir kız girdi.
“İyi akşamlar.”
“İyi akşamlar,” dedim durgun bir sesle. Bakışlarım kucağında tuttuğu elbiseye döndü.
“Bunu hanımağam gönderdi, üzerini değiştirip aşağı inmenizi ister.”
“Ne giyeceğime hanımağan mı karar verecek?” diye diklendim. Vefat edene kadar annem, babam karışmamıştı bana, o hanımağa kim oluyordu?
“İnelim bakalım,” dedim kızın yanından geçmeye çalışarak
“Giymezsiniz bana çok kızar,” dedi sesini düşürerek.
“Benim kararım, benim tercihim. Sana niye kızıyor?”
Omuz silkti. Sessiz bir kıza benziyordu. En azından elbiseyi kucağından alıp yatağın üstüne fırlattım.
“Sana bir şey soracağım,” dedim yumuşak bir sesle. Aşağıya inmeden bir şeyi öğrenmem lazımdı.
“Buyrun.”
“Kemal ağan evli mi?” diye sordum.
Gözleri büyüdü. “Şey ben bilmem hanımım. Kendisine sorun.”
“Peki, sorarım,” dedim yanından geçerken. Farkında değildi ama ben cevabı almıştım. Kimse birinin bekar olduğunu söylemekte tereddüt etmezdi.
***
Doğrudan avluya indim. Yanlarına doğru yürürken herkes nefesini tutmuş, beni izliyordu. Ben böylesi bakışlara hiç alışık değildim. Küçücük dünyamda ailemden sonra nefes almaya ve yaşamaya çalışıyordum. Şimdiyse kendimi bir bilinmezin içinde bulmuş gibiydim.
Adam beni görünce bir tövbe estağfurullah çekti. Allah affetsin diye düşündüm.
“İyi akşamlar.”
“Gönderdiğim elbiseyi neden giymedin,” diyen kadın, Kemal'in ana dediği kadındı. Demek ki hanımağa da oydu.
“Kendime ait olmayan şeyleri giymek gibi bir huyum yoktur.”
“Sana ait olmayan adamın yanında geziyorsun ama!” Bu kızı ölen kadındı. Yani Kemal'in boşandım dediği karısı.
Bakışlarım Kemal'e döndü. Hem kızgınlık, hem de kırgınlık vardı gözlerimde.
“Söylemedin mi?”
Gündüz benim yanımda çaresiz görünen adam, kızıyla birlikte toprağa girmişti herhalde. Çünkü karşımda o çaresiz adam yoktu.
“Laden benim karım,” diye duyurmaya tenezzül etti sonunda. Fakat sonraki sözlerini kırk ömrüm olsa, duyacağım aklıma gelmezdi.
“Gülbeyaz, Nazenin birbirinize karşı nasılsanız, Laden’e karşı da öyle olacaksınız. Kavga, gürültü istemem.”
“Nazenin kim pardon? Sen Gülbeyaz ile boşandığını söylememiş miydin yukarıda? Bu salak yerde neler döndüğünü adam gibi anlatacak biri var mı?”
“Ne boşanması?” diye sordu Gülbeyaz, Kemal’den önce lafa girerek. “Bu adam benim resmi nikahlı kocam. Nazenin de budur,” diyerek hemen karşı koltukta oturan ben yaşlarındaki kızı gösterdi. Nazenin de kumamdır. Kemal ağamın imam nikahlı karısı.”
Yaşlı adam derince solurken ben sinirden kahkaha atmaya başladım. Ben bir karısı var sanırken, bir karısı daha varmış. Gülmemi durduramıyordum. Biri benimle gerçekten taşşak geçiyordu galiba!
“Siz delirdiniz mi?” dedim gözümden yaş gelirken. “Hepinizin bu kadar sakin olması mümkün mü sahiden?”
“Cenazemiz vardır. Cenazeye saygısızlık mı edelim?” dedi yaşlı adam.
“Siz daha canlı olana saygı duymuyorsunuz. Ölüye duysanız ne olacak?” diye sordum öfkeli bir sesle.
Kemal kolumu sertçe tutup “kes sesini,” dedi.
Kolumu elinden sertçe kurtardım. “Asıl sen kes sesini. Benimle resmi nikah kıydın güya. Sahteydi yani! Bu nasıl oluyor anlamadım ama onu da Antalya’ya dönünce çözeceğim. Seninle nikahımız gerçek olmadığına göre burada durmam için hiçbir sebep yok. Ben gidiyorum. Bu saçmalık da burada bitiyor.”
“Sen benim karımsın!” dedi Kemal sert bir sesle. “Nereye gittiğini sanırsın?”
“Ne karısı be, ne karısı? İki karı yetmedi mi aç domuz!”
Babası sertçe bastonunu yere vurdu. “Madem nikah kıymışsın, madem tutup kolundan konağa getirmişsin, karına nerede nasıl konuşacağını, nasıl giyineceğini anlat. Benim sabrımı taşırma Kemal! Yarın da böyle kavga gürültü patırtı olursa ne ederim, sen bilirsin!”
Adam ayaklanıp giderken, karısı sert bakışlarını üzerime dikti. Etrafımda birçok göz vardı beni izleyen. Bakışlar bile rahatsız ediciydi. Değil bu konakta bir gece, bir dakika geçirmeye niyetim yoktu.
“Yerini bil, o sesini kes. Madem oğlumun karısı oldun, susup oturacaksın. Tıpkı onlar gibi.”
Bana diğer iki kadını işaret etti. Gülbeyaz düşman gibi bakıyordu da, Nazenin halime üzülmüş, oturup benimle ağlayacak gibi duruyordu.
“Sesimi kesmeyeceğim. Susup oturmaya da niyetim yok. Bir an önce buradan gideceğim ve bu saçmalık bitecek.” Bakışlarımı öfkeyle Kemal'e çevirdim. “Sakın peşimden geleyim deme!” diyerek işaret parmağımı ona sallayıp hızla çıkışa yöneldim.
“Eee yeter be!” diye bağıran Kemal kolumdan tutmasıyla beni kendine çevirip suratıma ilk tokadı geçirdi. Elim hızla yanan yanağıma gitti. Babam bile ömründe bir fiske vurmamıştı bana.
“Resmi nikah sahteyse ne olmuş,” dedi çenemi sıkıp. “İmam nikahımız gerçek. Sen benim karımsın. Artık benimsin. Benimle diklenip durma! Değil bu konaktan çıkmak, sabrımı zorlarsan odandan dışarıya çıkamazsın.”
“Devlet bile ikinci nikahı kıymazken, Allah kabul eder mi sanırsın? Kaçıncı yüzyılda yaşıyorsun sen be? Ben kabul etmiyorum. Bırak beni! İki karınla istediğin gibi yaşa. Benden uzak dur.”
“Durmam! Duramam. Sen benimsin. Seviyorum ben seni. Sen onların yapmadığını yapıp bana erkek evlat vereceksin.”
“Siktir git,” dedim öfkeyle. Elini itip ondan uzaklaşmaya çalıştım. Saçlarıma yapıştığı gibi beni konağın avlusunun ortasına fırlattı.
“Belli ki senin aklının başına gelmesi lazım,” dedi yüzüme doğru eğilip. Dizlerim kanamaya başlamıştı. Canım o kadar yandı ki gözlerim doldu. Beni yerden kaldırdığı gibi sürüklemeye başladı.
“Sen seviyorum kelimesinden de anlamıyorsun,” diyerek beni bir yere sokup çekiştirmeye başladı. “Sabaha kadar burada kal ve düşün. Sabah aklın başına gelmemiş olursa ben getiririm. Benimle ters düşersen canın yanar. Seni seviyorum kızım. Hele bir erkek evlat doğur resmi nikah da senin hakkın olacak.”
“Sen cidden kafayı yemişsin. Hatta buradaki herkes yemiş. Seninle işim olmaz artık benim.”
“Nazenin de pişman olduğunda böyle yapmıştı. Ama bak şimdi uslu uslu oturuyor. Sen de uslu uslu oturmasını öğreneceksin.”
Beni yere doğru fırlatıp ışık yaktı. Ardından nereden bulduğunu anlamadığım zinciri ayak bileğime geçirip kitledi.
“Sabaha aklın başına gelir.” Çenemden tutup dudaklarıma yöneldi. Başımı hızla geriye çekip yüzüne tükürdüm.
Dişlerini sıkarken ikinci tokadı da suratıma indiğinde dudağım patlamıştı. Kan tadı ağzıma doldu.
“Hele kızımın yedisi çıksın. Bakalım o zaman nasıl kaçacaksın benden?” Ağır demir kapının kapandığını ve adamlara başında bekleyin dediğini duydum. Gözyaşlarım yüzümü yıkamaya başlamıştı.
Ben nereye düşmüştüm böyle? Nasıl bir hata yapmıştım? Kimin günahına girmiştim de başıma bunlar gelmişti? Hiç mi tanıyamamıştım? Hıçkırıklarım karanlık mahzenin duvarlarına çarparak kulaklarıma doluyor ve bu daha çok ağlamama neden oluyordu.
***
Babam bir keresinde toprağını sulamadığın her çiçek kurur, demişti. O gün bugündür minik dükkanımdaki hiçbir çiçeği ihmal etmemiştim. Bense kurumaya terk edilmiştim. Hem de hiç hak etmediğim bir şekilde.
Bakışlarım kapalı kapıya, kapının dışındaki korumalara ve bileğime geçirilen ağır demir zincire takılınca gözlerim bir kez daha ırmaklarından taştı.
Yaşadıklarım taş olup üzerime yağdı. Ve bir kez daha o taşların altında ezildim.
Kemal ne derse desin ben bu saçma kadere razı gelecek biri değildim. Öyle ya da böyle bir şekilde buradan kurtulacaktım. Henüz hiçbir şey için geç değildi. Hala tenime dokunmayı başaramamıştı. Ve asla başaramayacaktı. Bu lanet olası yerden kurtulacaktım.