7

2505 Words
Zehra uyandığında güçlükle yattığı yerden doğrulmuş ve bir an nerede olduğunu, son günlerde yaşadıklarını ve Aras Karaman’ı tamamen aklından çıkarıp huzurla gülümsemişti. Bedenine soracak olursanız bir hamakta yatmak hoş sayılmazdı ama Zehra ona katılmıyordu. Açık havada kendini sakinleşmiş hissediyordu. Esneyerek aşağı indi, yere düşmüş kitabı alıp çardağa doğru döndü. Aras oturduğu yerde uyurken o kadar komik görünüyordu ki sessizce gülmeden edemedi. Tek eli göğsünün üzerindeydi, parmakları açıktı. Diğer eli yanına düşmüş, başı soluna doğru kaymış, ayakları birbirine dolanmıştı. Neden içeride uyumamıştı ki sanki? Yok yere kendine eziyet etmişti. Onu uyandırmamaya özen göstererek kitabı masanın üzerine bıraktı. Telefonunu çıkarıp adamdan uzaklaştıktan sonra annesini aradı. Nihayet onunla konuşacak fırsatı bulabilmişti. Düğünde yaptıkları anlamsız kaçışı fark ettiğinden beri annesini aramak istiyor ama bir yandan da çekiniyordu. Ona gerçeği söyleyemeyeceğinden emindi. Peki ne söylemeliydi? Kadının endişeli sesini duyduğunda gözlerini Aras’a doğru çevirmişti. Zeynep Hanım, Zehra’nın düğün günü rahatsızlandığını ve biraz paranoyak olan oğlunun da onu hastaneye götürdüğünü söyleyerek herkese yalan söylemişti. Elbette annesi endişelenmiş ve ona ulaşamadığından meraklanmıştı. Kayınvalidesinin oyunculuk yeteneğine karşı hissettiği şaşkınlığı, derin bir nefes eşliğinde yuttu Zehra. “Şimdi iyisin değil mi kızım?” “Anneciğim…” Gözlerini Aras’a dikmeyi sürdürürken kaşlarını çattı. “Çok iyiyim ben. Sadece birazcık rahatsızlanmıştım ama Aras bayılmamdan korktu. Endişelenmene hiç gerek yok.” “Tamam, sen iyiysen ben de iyiyim.” Kadının rahatlayan sesiyle birlikte gülümsedi. Annesine yalan söylediğine inanamıyordu. Gerçekten Aras Karaman ile yaşanacak hiçbir şeyin normal olması mümkün değildi belli ki. Kadınla bir süre daha konuşup ağabeylerinin dün gece eve döndüğünü, ailesinin de bu akşam yola çıkacağını öğrendi. Bu içini büyük bir yalnızlıkla doldurmuştu ama annesine belli etmemek için elinden geleni yapıyordu. Onlar da Mersin’e döndüğünde, burada yapayalnız kalacaktı. İki hafta boyunca adamla yalnız olacaktı. Sonra ne yaşayacağını o da bilmiyordu ama geleceğin umut dolu olduğu söylenemezdi. Telefonu kapattığında gözünden akan birkaç damlayı silip derin nefesler alarak bir süre bekledi. Tarık yanına gelmeseydi olduğu yerde durup adama bakmaya, olanları düşünüp kendini daha da kötü hissetmeye devam edebilirdi. Çocuğun önerisiyle peşinden mutfağa geçti ve kahvaltının hazırlanmasına yardım etmeye başladı. Henüz hiç müşteri yoktu ancak mutfak bir hayli yoğun çalışmasına başlamıştı bile. Dışarıda da temizlik yapıldığını duyabiliyordu. Bahçeye tekrar çıkıp boştaki çardağı kahvaltı için hazırlamaya başladıklarında Osman amca da aşağı inmişti. Tarık’a ikisini yalnız bırakmasını söyleyerek oturdu ve elini yanına vurarak Zehra’yı çağırdı. “Gel otur kızım, seninle biraz konuşalım.” “Tabii Osman amca…” Zehra adamın bastonunu kenara iliştirip Aras’a göz atması üzerine beklemeye başladı. Adam konuştuğunda yine onunla ilgili olacağını az çok tahmin edebiliyordu fakat o konuşurken bunları duymayı beklemediğinden de bir hayli emindi. “Ben her şeyi biliyorum kızım, Zeynep bana olanları anlatmıştı.” Utandığını hissederek yutkundu Zehra. Aras’ın dileğinin aksine, gittikçe daha fazla insan bu olayı öğreniyordu sanki. “Aras’ı ikna etmeye çalışmış ama öfkelendiğinde gözü kimseyi görmüyor.” “Biliyorum.” diye mırıldandı Zehra. Adamın onunla evlenmesinin yanında, düğün günü gözlerinde gördüğü ifade de aklındaydı. Şu an uyuyan kişiyle alakası bile yoktu o halinin ve sebebinin öfkesi olduğunu Zehra da anlayabiliyordu artık. “Sana onu savunmaya ya da haklı göstermeye çalışmayacağım. Tek istediğim, burada yalnız olmadığını bilmen. Eğer Aras seni üzer, kalbini kırarsa kapımız sana açık.” Adam ona kırışmış yüzünde geniş bir tebessümle bakarken başını salladı Zehra da. “Yine de artık evlisiniz ve bu gerçeği aklında tutmaya çalış. Bir büyüğün olarak sana ufak bir öğüt olsun bu benden.” Zehra ağzını açtığı sırada adama teşekkür etmeyi planlıyordu fakat Aras’ın uyandığını görünce sustu. Osman amca bastonunu alıp yan tarafındaki Aras’ı dürterken dudaklarını ısırarak gülüşünü bastırmaya çalıştı. Aras homurdanarak gözlerini açtığı sırada göz göze geldiler. “Günaydın serseri!” Osman amcaya “Günaydın…” diye mırıldanırken gözlerini çocuk gibi ovmaya başladı. Sonunda uykusunu açabildiğinde kaşlarını kaldırarak “Günaydın Zehra…” diye seslendi. “Günaydın.” “Bakıyorum erkencisiniz?” Adam boynunu ovarak onlara bakarken “Evet.” diye cevapladı imasını. Adamın yüzünde bir şeyler arıyormuş gibi bakan ifadesi, Osman amcanın bastonunu Aras’ın dizine bastırmasıyla bölündü. “Öyle aval aval ne bakıyorsun Aras? Gelinimle konuşamaz mıyım?” Yaşlı adamın azarlayan ses tonu üzerine Aras’ın uykusu tamamen açılmıştı. “Ta-tabii Osman amca… Ama… Şey…” “Şaşırdın mı?” diyerek muzırca güldü yaşlı adam. Zehra ikisini izlerken gülümsediğinin farkında bile değildi. “Yok… Şey… Yani… Biraz.” “Sen anlamazsın serseri! Git de o tembel velede kahvaltıyı hazırlamasını söyle. Acıktım ben.” Aras bu ilginç ikiliyi yalnız bırakırken kaşlarını çatmıştı. Yıllardır ona pek de tatlı dilli olmayan huysuz adamın, karısına bu kadar çabuk ısınması garipti. Tıpkı annesi gibi Osman amca da Zehra’yı çabucak sahiplenip gelini yapmıştı bile. Elini yüzünü yıkayıp Tarık’ı buldu. Çocuğun hazırladığı tepsilerden birini alıp bahçeye çıktığında Osman amcanın bir şeyler anlattığını, Zehra’nın da kahkahalarla güldüğünü görebiliyordu. Çardağa yaklaştığında anında susup yüzüne bakmaları, durumu biraz şüpheli hale getirmişti. Yoksa Osman amca utanç verici çocukluk anılarını falan mı anlatıyordu karısına? Zehra’ya bakıp kaşlarını kaldırdı. Kız gülmemek için kendisiyle savaşıyormuş gibi dudaklarını birbirine bastırıp başını iki yana salladığında “Niye sustunuz? Rahatsız ettiysem gideyim?” diye terslendi. “Hayır, öyle bir şey yok.” Tepsiyi masanın üzerine bırakıp ona yardım etmeye başlayan karısını süzdü. “Ben gelince aniden sustunuz ya, merak ettim.” “Önemli bir şey değil, Osman amca bana anılarını anlatıyordu.” Kız kahvaltı tabaklarından birini Aras’a uzatırken kahkahalara boğulduğunda sinirli bir şekilde soluklandı. “Neye güldüğünü öğrenebilir miyim karıcığım?” Söylediği cümleye kendi de şaşırmıştı ama niyeti elbette kelimenin ifade ettiği sahiplenmeden fazlasıyla uzaktı. “Aklıma bir şey geldi.” Boşalttığı tepsiyi kenara bırakıp Zehra’nın karşısına yerleşti. Tarık eksikleri tamamlayıp çaylarını getirdiğinde Zehra’nın yanına oturup konuşmaya başlamıştı. Anlaşılan o da Zehra’yı çabucak benimseyen yakınları arasında yerini almıştı. “Öyle ters ters bakma karına serseri!” Baston bir kez daha bacağına değdiğinde kötü bir şey söylememek için kendini tuttu. “Ters ters bakmıyorum Osman amca.” diye karşılık verdiğinde yaşlı adamı ne kadar da eğlendirdiğinin farkında değildi. Çayına iki şeker atıp karıştırmaya başlarken Tarık’a Mersin’i anlatmakta olan karısını izliyordu. Her neye güldüyse eve gittiklerinde söylemek zorunda kalacaktı Zehra. Bakalım Osman amca yokken de öyle gülebilecek miydi? *** Restorandan çıktıklarında Aras önünde hızlı hızlı yürüyor, Zehra da ona yetişebilmek adına elinden geleni yapıyordu. Ne yapmıştı da o korkunç Aras geri gelmişti bilmiyordu ancak ona uymamaya, karşılık verip de öfkesini daha da çoğaltmamaya kararlıydı. Arabanın kilidini açmasının ardından yerine oturdu. Daha kapıya uzanmasına bile fırsat olmamıştı ki adam kapısı sertçe kapattı. İç çekerek kemerini takarken Osman amcanın söylediklerini aklında tutmaya çabalıyordu. Birbirinize iyi davranın, demişti yaşlı adam. Öfkeyle kalkıp zararla oturmayın. Hele sen kızım, sakın bu serseriye uyayım deme. “Kahvaltıda pek bir eğlendin bakıyorum da?” Adam arabayı çalıştırdıktan sonra imalı bir sesle söylemişti bunu. Başını koltuğa yaslayıp camı açarken konuştu. “Evet, Osman amcayı çok sevdim.” “Ne güzel, ne güzel…” “Sevmemem mi gerekiyordu?” Zehra adama doğru döndüğünde Aras’ın kaşlarını çattığını fark etti. “Hayır.” “Tamam o zaman.” Adam başını sallayarak bir süre daha sessizliğini koruyup yola odaklandı. Zehra’ya hiç bakmıyordu ama kız, sanki adam onu izliyormuş gibi hissediyordu. “Kahvaltıda neye güldün öyle, merak ettim.” Şaşırarak bir an cevap veremese de Osman amcanın anlattıkları aklına gelince gülümsedi. “Önemli bir şey değil.” “Söyle de hep birlikte gülelim.” Aras gerçekten bu cümleyi kurmuş muydu? Zehra kendini tutamayarak hafifçe güldü. “Senin çocukluğundan bahsetti biraz Osman amca.” “Nelerden bahsetti karıcığım, anlatsana?” Adamın bugün ikinci kez ona böyle hitap etmesi üzerine şaşırmıştı. Ses tonu da biraz tehditkâr geliyordu doğrusu. Yanlış bir şey yapmamak adına kelimelerini özenle seçerek anlatmaya başladı. “Şey… Hani sen çocukken Osman amcanın yanında kalmak istemişsin, baban izin vermeyince de ağaca tırmanmışsın.” Zehra derin bir nefes alıp gülüşünü bastırdı, adam o kadar gergin görünüyordu ki gülerek onu kızdırmak istemiyordu. “Sonra aşağı inmeye korkmuşsun da yaklaşık bir saat ağaçta ağlamışsın.” “Aman ne güzel…” Adam homurdanırken başını diğer tarafa çevirdi. Niye bu kadar kızıyordu ki? Çocukken herkes utanç verici şeyler yapmıştı sonuçta. Ama belli ki Aras Karaman bu anıların karısı tarafından bilinmesini istemiyordu. Yolculuğun sessizlikle tamamlanmasının ardından Aras arabayı evin önüne park etti. “İn arabadan.” diyen itici sesini duyduğunda gözlerini devirdi Zehra. Öfkeli ve kaba Aras geri gelmişti. Arabadan inip adamı beklemeden yürümeye başladı. Kapısını sertçe kapattığını, peşinden geldiğini duyduysa da duymamış gibi yürümeyi sürdürdü. Adam ona yetiştiğinde “Niye beklemiyorsun?” diye sormuştu. Zehra şaşkınlık içerisinde adama bakıp omuzlarını silkti. Aras Karaman niye böyleydi? Kocası kapıyı açıp geçmesi için çekildiğinde derin bir nefes alıp sakinliğini korumak için gayret etti. Belli ki Aras Karaman’ın değişken bir ruh hali vardı ve onu anlamak mümkün değildi. Çantasını portmantoya bırakırken Aras uyuyacağını bildirmiş, Zehra cevap vermese de adamı bir süre görmeyeceği için rahatladığını hissetmişti. Önce evi gezmeye karar verdi. Sonuçta burada yaşayacaktı ve madem öyleydi, burayı kendi evi gibi görmeye başlaması gerekiyordu. Hem bir süre ikisi burada yalnız kalacaksa kendini oyalamayı da öğrenmeliydi. Sürekli Aras’ın bir iyi bir kötü haliyle uğraşmak istemiyordu. Alt katta mutfak, küçük bir banyo, geniş bir salon ve yine küçük bir oda dışında bir şey yoktu. Üst katta kendi odaları yanında birkaç oda daha vardı ve ev iki kişi için bir hayli büyük olsa da Zehra burayı sevmişti. Ev çok temiz, düzenliydi. Her şeyin onlar için önceden hazırlandığını anlayabiliyordu elbette. Birkaç gün içinde temizlik yaparak vakit geçirebilirdi ama şimdi onun dikkatini çeken üst kattaki boş odalardan birinde, Aras’a ait olduklarından emin olduğu birkaç kitap görmesiydi. Odaya girip adamın özel eşyalarını kurcalamıyor olduğunu umarak kitapları incelemeye başladı. Çoğu ekonomi ile ilgili şeylerdi, birkaç kişisel gelişim kitabı da vardı ama okumayı ne kadar sevse de içlerinde Zehra’nın sevebileceği herhangi bir şey yoktu. Oda tamamen düzenlenmemişti besbelli ancak buranın çalışma odası olduğu ortadaydı. Bir duvarı boş da olsa devasa bir kitaplık kaplıyordu. Tam yanında bir masa, üzerinde kitaplar ve dosyalar, okuma lambası ve kırtasiye malzemeleri vardı. Zehra masanın ucunda birkaç polisiye roman gördüğünde sevinçle gülümsedi. En sevdiği tür diyemezdi ama ekonomi kitaplarındansa polisiyeyi tercih ederdi. Kitapları alıp alt kata indi tekrar. Salona geçip üçlü koltuğa oturdu, dizlerini karnına çekip kitaplardan birini açtı. Aras’ın sorun etmeyeceğini umarak okumaya başladı, buna da kızarsa ne yapacaktı bilemiyordu doğrusu. *** Aras rahat bir yerde uyumayalı yalnızca iki gece olduğunu biliyordu ancak uyandığında o kadar mutlu ve dinlenmiş hissediyordu ki aylarca taş üstünde yattığını bile söyleyebilirdi. Gözlerini açıp yastığına daha sıkı sarıldı. Ya Zehra ona yatağı vermeliydi ya Aras’ı yanına almalıydı ya da Aras karısıyla aynı odada uyuma seçeneğini tamamen gözden çıkarmalıydı. Annesi öğrendiğinde çıldırır mıydı bilemiyordu ancak bir gece daha küçücük bir koltukta uyuyabileceğini sanmıyordu. Kalkıp banyoya girdi, hızlıca bir duş alıp aşağı indi. Zehra neredeydi? Acaba Aras için yemek hazırlamış olabilir miydi? Etrafına bakındığında karısının gergin bir şekilde koltukta oturduğunu ve kitap okuduğunu fark etti. Dişlerini sıkmış, kaşlarını çatmış ve belli ki kendini kitaba tamamen kaptırmıştı. “Zehra?” diye seslenmesiyle kız irkilip kitabı düşürdü. “Pardon, korkutmak istemedim.” Kız ona dehşetle bakmayı bırakıp kitabı kaldırdı, sayfaların arasına ayraç yerleştirirken gözleri üzerindeydi. “Uyandın mı?” O ayağa kalkarken gülümsedi. “Hayır.” “Hım?” Yanına yaklaşırken karısının şaşkın ifadesine bakıp başını iki yana salladı. “Boş ver. Benim karnım çok acıktı.” Buna hakkı var mıydı bilmiyordu ama Aras’ın yemek yapabilmesi için bir mucizeden daha fazlası gerekirdi. Bir şeyler sipariş etmek mümkün olsa da ev yemeğini tercih ederdi doğrusu. Annesi onu çok şımartmışsa Aras’ın suçu neydi? Zehra’dan yemek yapmasını istese ne tepki verirdi acaba? “Ben de acıktım sanırım.” “Pizza söyleyelim mi?” Niyeti pizza yemekten ziyade ne tepki vereceğini görmekti aslında. Nitekim karısı onu ne kadar memnun ettiğinden bir haber kaşlarını kaldırdı. “Gerek yok, bir şeyler hazırlayabilirim.” “Yemek yapabiliyor musun?” Zehra gözlerini devirirken Aras gülümsedi. Belki bencillik ediyordu ancak kızı sinirlendirmek hoşuna gidiyordu. “Evin tek kızı ben olduğuma göre?” “Evin tek kızı olunca yemek yapabilmek mi gerekiyor?” Nihayet amacına ulaşmıştı çünkü yol boyunca ve eve girdikleri ilk zaman da sakinliğini koruyan kız, şimdi ona öfkeyle bakıyordu. “Evet!” “Becerebiliyorsan sorun yok karıcığım!” Zehra söylenerek mutfağa geçerken onun az evvel kalktığı koltuğa oturup televizyonu açtı. Yardım etmesi gerekir miydi acaba? Hoş, öyle olsa yardım isterdi değil mi? Denk geldiği filmlerden birini seçip izlemeye başladı. Hayatları gerçekten sıkıcıydı, iki hafta nasıl geçecekti böyle hiçbir fikri yoktu doğrusu. Her gün birkaç film mi izleyeceklerdi? Belki oturup kitap okuma saatleri belirler, birlikte eleştiriler yaparlardı. Umutsuzca iç çekerken bir yandan da mutfaktan gelen sesleri duymamak için çaba gösteriyordu. Can sıkıntısıyla film izlemeye çalışırken az ötede çalışan karısını yok saymak pek de mümkün değildi. Bir yanı bu durumdan rahatsız oluyor, diğer yanı oturup filmini izlemesi konusunda ısrar ediyordu. Evliliğin kendisi mi zordu, onlara has olan kısmı mı anlamak imkânsızdı. Böyle anlarda aklına hep bu saçma intikam planını nereden bulduğu geliyordu. Çıldırmış olmalıydı. Yarım saati çelişkili fikirlerine direnerek geçirdiyse de Zehra masayı hazırlamak için mutfaktan odaya gelip giderken daha fazla oturamayacağına karar vererek ayaklandı. “Sana yardım edeyim.” diye seslendi dikdörtgen şeklindeki masanın ucuna iki kişilik sofra hazırlayan eşine. Zehra ona bakarken bunu beklemiyormuş gibi bir hali vardı. “Gerek yok.” “Olsun, iki kişi daha çabuk hallederiz.” “Sen film izlemiyor muydun demin?” Karısı da onu sinirlendirmeyi seviyor olabilir miydi acaba? “Şimdi sana yardım etmeye karar verdim.” “Tamam, salataya tuz koyup getirebilirsin.” Mutfağa geçip denileni yaptı. Elinde tabakla Zehra’nın yanına döndüğünde karısı masayı düzenleme işini bitirmiş gibiydi. “Çorbayı alıp geliyorum.” “Ben de getirebilirim.” Sözünü duymamış gibi davranması üzerine kaşlarını hafifçe çatıp sandalyelerden birine oturdu. Zehra gelip karşısına geçtiğinde aralarındaki bu garip ilişkinin ne zamana kadar devam edeceğini ve bu şekilde nasıl sürebileceğini düşünmeye başlamıştı. Evlenmişlerdi ancak bu iş imzaları atmakla olup bitmiyordu elbette. Annesine evliliklerinin gerçek olacağı sözünü vermişti lakin gerçek bir evliliğin böyle olacağını da sanmıyordu. Tüm bunların yanında karısı da evliliklerinin gerçek olmamasını istiyordu. Ne yapmıştı? Ne yapmaktaydı? Ve Allah aşkına, ne yapacaktı? Yemeğe başladıklarında tam karşısında o yokmuş gibi çorbasını içen karısını izlemeye devam ediyordu. Bir de aynı odada kalma meselesi vardı tabii. “Zehra, aynı yatakta yatmamızı istemezsin, değil mi?” Yediği lokma boğazında kalmış olacak ki karısı öksürmeye başlamıştı. Aras onun peçeteyle ağzını silmesini, önündeki sudan birkaç yudum almasını izleyerek zaten bildiği cevabı duymak için bekledi. “İstemem.” Bunu söylerken Zehra’nın gözlerinde gerçek bir korku belirmişti. İç çekerek başını aşağı yukarı salladı birkaç kez. “Emin olmak için sormuştum zaten.” “Ne?” “Odaya yeni bir yatak sığmaz, sen benimle yatmayı istemezsin, ben de o koltuk müsveddesinde yatamam ömür boyu.” “Yani?” Yemek önemini yitirmiş gibiydi karısı için. Aras çorbasından bir kaşık daha alırken onu izlemeye devam ediyordu. “En iyisi ayrı odalarda kalalım.” İnsanların tepkilerini izlemek ilginçti. Şimdi karısının yüzü ve omuzları gevşemiş, suyundan bir yudum daha aldıktan sonra hafifçe gülümsemişti. “Tamam.” Sorunlardan biri gitmiş, binlercesi kalmıştı ama bugünlük limitinin dolduğunu düşünüyordu. Sessizce yenen yemeğin ardından masayı topladılar. Biriyle konuşmadan bir şeyler yapabilmek ilginçti fakat bu gidişle bunu alışkanlık haline getirecekleri de ortadaydı. Odalarına çıktığında bir yastık ve pike alıp aşağı indi. Henüz boya kokusunun hafiflemediği, eşyasız odalardan birinde yatmaktansa televizyonun karşısında uyumak daha iyiydi. Rahat edemezse yukarı çıkabilirdi. En kısa sürede birkaç film almaya karar verdiğinde, televizyonda saçma sapan bir program izlemekteydi. Hayatı daha önce hiç bu kadar sıkıcı olmamıştı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD