2

1070 Words
Aslında sana kırgınım. Emre, benim bıraktığım işi devralmış gibi beni incelerken yüzünde büyüyen tebessüm canımı sıksa da sesimi çıkarmıyorum. Uzun zaman olmuşmuş! Şiddetle aramın pekiyi olduğunu söyleyemem. Birini dövmeye üşenirim en başta. Neden kendimi yorayım, değil mi? Ama Emre Bucak, inanın bana, insanın ellerini kaşındıran bir tip. “Nasıl bu kadar aynı görünebilirsin, aklım almıyor,” diyor incelemesi bittiğinde. “Belki de bir aklın olmadığı içindir.” Ben gülmüyorum ama Emre sırıtıyor. “Ama çok kilo vermişsin.” “Hım… Kaç kilo vermişim sence Emre?” Emre bir an şaşırsa da işaret parmağını hafifçe burnuna vurarak beni süzüyor. “On?” Bu hareketin beni niye bu denli incittiğini bilmiyorum. Düşünürken hep yaptığı o aptal hareket. Kendimi yıllar öncesindeymişiz de hiçbir şey değişmemiş, Emre hayatımı mahvetmemiş gibi hissediyorum. Sadece bir an tabii. Sonra yerdeki yastıklardan birini adama fırlatıp kendimi toparlıyorum. “Buraya kilomu konuşmak için mi geldin?” “Hayır ama önce onu konuşabiliriz. Çok zayıfsın Nur. Hasta falan mısın?” Bu kez ciddi bir şekilde konuşunca kaşlarımı çatıyorum. İşin aslı adam haklı, onunla son görüştüğümüz günden beri epeyce kilo verdiğim doğru. Bilinçli bir şey değil aslında. Zaten normal bir kiloya sahiptim hep. Ama hafta sonu yürümeyi takıntı hâline getirdiğim, yemek hazırlamaya üşenen ve öğün atlayan biri olduğum şu son yıllarda gittikçe daha çok kilo kaybettim. Şükür ki hasta falan değilim. “Çok hastayım Emre. Bunun için mi geldin yoksa?” Çok kısa bir an bana inanıp ayaklanıyor. Telaşla nefes aldığı birkaç saniyenin ardından hâline alayla gülüyorum. Emre gözlerini kısıp yerine otururken kaşlarımı kaldırıyorum. “Gören duyan da benim için endişelendiğini sanacak.” “Elbette endişelendim!” “O yüzden de beş yılın çabucak geçtiğini fark edemedin tabii.” “Beş buçuk yıl!” “En azından fark ettiğin bir şeyler varmış.” Emre sinirle gözlerini ovuyor. Neden bunu da hatırlıyorum ki? Haksızlık. Her özelliğini unutmam gerekirdi. “Allah aşkına biraz anlayışlı ol Nur.” Ellerini yüzünden çekip derin bir nefes alıyor. Bana bakarken o neşeli hâlinden eser kalmadığını anlıyorum. Hafifçe büktüğü dudaklarına bakıp nasıl da beni bu aptal suratla kandırabildiğini merak ediyorum. Yıllar önce, adam şöyle baktığı her seferinde, yelkenleri suya indirirdim. Şimdiyse ağzına bir tane patlatıp adam gibi durmasını söylemek istiyorum. Bende büyük ilerleme var, o kesin. “Sana anlayışlı olmak için herhangi bir sebebim yok.” “İyi, olma o zaman.” “Eee, konuş artık. Niye geldin evime? Sıktı ama bu muhabbet.” Çirkef bir hâlde konuşurken Emre yine gülümsüyor. “Çünkü seninle evlenmek istiyorum.” Sevgili okur, bu noktada adama tüm kuvvetimle güldüğümü söylersem beni ciddiye alın. Öyle şiddetli kahkahalar atıyorum ki eğer gülüşüm cisimleşip adama çarpabilse şu an bir enkazın altında yalvarıyor olurdu. Nefes almakta zorlandığım kahkahalar eşliğinde koltuğumda kıvranırken Emre ne yapıyor hiç bilmiyorum ama yüzündeki o aptal ifade ve kurduğu akıl dışı cümle zihnimde tekrarlanıp dururken uzun uzun gülüyorum. Boğulacak raddeye geldiğimde güçlükle nefesleniyor, Emre’nin ayaklanıp bana yaklaştığını görünce kendimi toparlamaya çalışıyorum. “Saygısız kadın.” Huysuz bir şekilde koltuğun kenarına oturup uzun uzun iç çekiyor. “Kes artık gülmeyi.” Bense gülmeye devam ediyorum. Pes ettiğimde gözlerimden akan yaşları silerek adama dönüyorum. “İyi eğlendirdin beni ya, sağ ol Emre.” “Amacımın bu olmadığından emin olabilirsin.” “Tüh, senden iyi bir şaklaban olurdu.” Emre bunun üzerine hafifçe omzuma vuruyor. Onu itekleyip ayağa kalkıyorum ben de. “Ciddi değilsindir umarım.” “Gayet ciddiyim Nur.” Sırıtarak Emre’nin karşısında duruyorum. Bana bakarken o kadar huysuz görünüyor ki bıraksam bir kahkaha tufanı daha kopacak ama kendimi tutuyorum. “Cevabımı duymak istediğinden emin misin?” “Şimdi değil.” “O zaman niye şimdi geldin?” “Seni ikna etmem gerektiğini düşündüm.” Komikleşiyor ama belli ki bu umurunda bile değil. Gözlerime bakarken hâlâ gülüşüm yüzünden canının sıkkın olduğunu belli etse de beni ikna edebileceğinden şüphe duymuyormuş gibi bir hâli var. “Delirdin, değil mi?” “Hayır.” “Yani sen, onca yıl sonra, seninle sevgili olmayı reddeden bir kadını evliliğe ikna etmek için geri geldin. Öyle mi?” “Aynen.” “Bir de kendine güveniyorsun?” “Neden güvenmeyeyim ki?” Emre sırıtırken ona eşlik ediyorum. “Bu denli aptal olduğunu kim bilebilirdi ki?” Gülüşü kaybolurken kaşlarını çatıyor. Bir kez daha geçmişimizi düşünürken adamın bana kendini nasıl da yanlış tanıttığını düşünüyorum. Arkadaşım olan Emre daha normal biriydi. Bolca kavga eder, film izler ve insanlardan çok fazla hoşlanmadığımız için yalnız takılırdık. Bazen yürüyüşe çıkar ve hiç konuşmadan gecenin sessizliğine karışırdık. Bazen kimsenin izlemeye tenezzül etmeyeceği filmlerden birini, boş sinema salonlarında, en olmadık saatlerde izleyerek keyif yapardık. Bazen konsere gider, avazımız çıktığı kadar bağırır, bilmediğimiz şarkılarda bile gürültü yapardık. Bazen lunaparka gidip yalnızca çarpışan arabaya binerek aptalca eğlenirdik. İtiraf etmem gerekirse Emre’den gerçekten hoşlanıyordum. Onunla sevgili olamayacak, arkadaşlığını kaybetmeyi göze alamayacak kadar çok hem de. Bu yüzden o bana duygularını açtığında içimde tereddüt dahi yoktu. Ona arkadaş olduğumuzu, böyle kalmak istediğimi söylemiş ve teklifini geri çevirmiştim. Kızacağını biliyordum. Bağırıp çağıracağına şüphem yoktu. Sonuçta o benim arkadaşımdı, nasıl bilmem? Ama o öfkesini kustuktan sonra “Bir daha asla karşıma çıkma Nur,” demişti. “Sen bana layık değilsin.” Sonra her şey mahvolmuş ve biz birbirimizi hiç görmemiştik. Şimdiyse karşıma geçmiş, benimle evlenmek istediğini söylüyor. Bu benim tanıdığım Emre değil bir kere. O asla gururunu bir kenara atamaz. Tekrar karşıma çıkıp da söylediği lafları yok sayamaz. Oysa durmuş, kendinden emin bir şekilde gözlerime bakıyor. Bir parça huysuz duruyor ama yine de korkmuş görünmüyor. Onu tekrar reddedeceğimi düşünmüyor gibi hatta. “Şimdi ya da başka bir gün fark etmez Emre. Seni reddettiğimden beri pişman olduğumu falan düşünüyorsan bil ki değilim. Hatta o zaman bile daha çok şansın olduğunu söyleyebiliriz. En azından arkadaştık ve ben insan olduğunu düşünüyordum.” Emre aramızdaki mesafeyi kapatıp birbirine girmiş saçlarımın üzerine elini bastırıyor. Bir an keşke saçlarımı tarasaydım, diye düşünsem de bu fikir çabucak aklımdan siliniyor. “Bazen ben de insanlığımdan şüphe duymuyor değilim. Böyle pis, pasaklı bir kadınla evlenmeyi kim ister ki?” Elini sertçe itip hakaretlerini görmezden geliyorum. “Artık gitmelisin.” “Ben de öyle düşünüyorum. Cumartesi görüşürüz.” Emre başka bir şey söylemeden çekip gidiyor. Peşinden koşup kapıyı kilitliyorum. Onunla görüşecek falan değilim. Aptal adam. Kendini ne sanıyor? Bir insanın düzenini bozmaya ne hakkı var? Benimle evlenmek istiyormuş! Yesinler! Sanki mağazada gördüğü oyuncağım. Sanki canının her istediğini alabilir. Sanki herkes onun duygularını açması için kapısında bekliyor. Mahvolan ramenimle vedalaşıp yenisini hazırlıyorum kendime. Koltuğuma yerleşip dizimi izlemeye başlarken Emre’yi aklımdan çıkarıyorum. Onca lafımdan sonra bir daha buraya gelmeyeceğinden eminim. Gerçekten aptal değilse gelmez.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD