BEŞ
Aşkın Şafağı
♫ ♪ ♫
Kubilay Karca – Celladına Aşık
Merih’in hareketine gülmekle Bahadır Sorgun’un sözlerine dumura uğramak arasında bir yerde asılı kaldım. Bakışlarım hayretle yan tarafımdaki adama döndüğünde ne diyeceğimi bilememek benim için yeni bir şeydi. En nihayetinde hazır cevap bilinirken karşısında suspus kesilişimi elbette yadırgıyordum.
“Şahsi algılama, Sorgun. Beyza Yüzbaşım benim de kıymetli uzvumu tehdit etti!”
Neyse ki imdadıma Merih yetişti. O düşük çenesi ilk kez bir işime yaradı. Kıs kıs sırıtarak Bahadır Sorgun’un sinirlerini iyice geriyordu. Bu da elbette benim işime geliyordu.
“Merih Yüzbaşım haklı, neden şahsileştirdin ki olayı, Yüzbaşı Bahadır Sorgun?”
Homurdanmaya benzer bir ses çıkarttıktan sonra öfkeyle bakışları benden çekip Merih’e çevirdi.
“Ulan Merih, o gevşek ağzını çoğaltıp her kopyasını ayrı ayrı sikeceğim en son!”
Gözlerim fal taşı gibi açılırken bakışlarımdaki şaşkınlıkla ona döndüm. Bu adam… Ah bu manyak herif…
“Şu kabiliyetini farklı bir alanda kullansan da işimize yarasa bari, Bahadır Yüzbaşım.”
Öfkeli bakışları yeniden bana döndüğünde sözlerimden pek hoşlanmadığını elbette anladım. Onunla bu şekilde konuşmamdan nefret ediyordu. Umurumda değildi benim hoşuma gidiyordu.
“Sana ne lazım, Beyza Yüzbaşım? Senin için hangi alanda faaliyet göstermesini istersin şu ağzımın?”
Öyle bir söz ediyordu ki konuştuğuma bin pişman ediyordu her seferinde beni. Tam dişime göre bir rakipti aslında. Sürekli çatışma halinde olmak her ikimizi de yeteneklerimiz konusunda tetikte olmaya, gelişmeye iterdi. Onunla çatışmaktan bu yüzden tuhaf bir zevk alıyordum.
“Mümkünse işimiz için…” Sesim nereye kaçtıysa artık mırıldanma gibi döküldü dudaklarımdan sözcükler.
“Mümkün değilse?”
“Sanırım bu konuşmada ben artık fazlalığım!” Farkındalık ile konuşan Merih ikimizin aynı anda kendisine dönmesine neden oldu. “Sorgun niyeti bozmuş, Beyza Yüzbaşım. Siz götü kollayın!”
Normalde sinirlenmem gereken sözlere kahkaha atarken buldum kendimi. Bu cümleyi söyleyebildiğine inanamıyordum. Gözümden yaş gelene kadar katıla katıla güldüm deyim yerindeyse. Bahadır Sorgun ise hiç oralı değildi. Somurtmakla meşgul görünüyordu.
Kıstığı gözleriyle öfkeyle Merih’e bakarken mırıldandığı sözleri işittim. “Kulpuna soktuğumun göt lalesi!”
“Yeter, gerçekten yeter!” Daha fazla öylece duramayacağımı anlayıp derhal yanlarından ayrılmak üzere harekete geçtim. “İşim gücüm var, iki tane çocukla uğraşamam!”
“Dikkat et Beyza Yüzbaşım…” diye arkamdan seslenen adama merakla döndüm, neye? “İşin de gücün de ben olmuşum.”
Kendimi kontrol edemesem çenem zeminle buluşacaktı şaşkınlıktan ama neyse ki kendime hâkim oldum. O kendini beğenmiş ifadesine bakarken derin bir nefes aldım. O ifadeyi dağıtmaktan onur duyacaktım.
“İşim de gücüm de sensin malum senden de ben sorumluyum, Kızıl. Beni yeniden kıçını toplamak zorunda bırakma!”
Hızlı adımlarla askerlerin idman yaptığı alana ilerledim. Onları talim alanına yönlendirmesi için çavuşa emir verdikten sonra o tarafa geçtim. Merih’te kendi ekibinin başına geçmişti. Bahadır Sorgun ise çıtını bile çıkarmadan yanımıza gelip askerlerin arasına karışmıştı. Olması gerektiği gibi…
Bakışlarım üzerinde her adımını dikkatle izlerken iplerin olduğu tarafa doğru yürüdü. Kalın ipi tuttuktan sonra bana dönmesiyle nevrim şaştı. Edepsiz bir ifadeyle bana ipi işaret etti ve ardından koca iki eliyle ipleri kavradı. Bedenini yukarı doğru çekerken nefesimi tuttuğumu fark ettim. En olağan halde bile erotik birtakım durumlar yaratabilmesine inanamıyordum! Derhal bakışlarımı kaçırdım ve bir daha ona bakmadım.
İşimiz bittikten sonra askerleri yemek yemeleri için gönderip odama doğru yola çıktım. Şimdilik bir şey yokmuş gibi görünse de ekibimdeki herkesin bakışlarında bir ifade yakalamayı başarmıştım. Ansızın bakışlarında beliren o hayal kırıklığı bir çift el gibi boğazıma dolandı, her geçen saniye sıkılaşıyordu tutuşu. Yaptığım hatanın bir affı yoktu, biliyordum.
Odamda oturduğum sırada bir asker kapımı çaldıktan sonra içeri girip hızla selam durdu.
“Beyza Yüzbaşım, Cemil Albayım sizi odasına çağırmamı emretti.”
Daha sabah görüştüğümüz için bu durumu garipsesem de derhal harekete geçtim ve hızlıca odasına gittim. Beni bekleyenin kötü bir şey olmamasını dilemekten başka çarem yoktu, kötü tek haberi duymaya mecalim de…
“Yeniden hoş geldin, Beyza Yüzbaşım.”
“Hoş bulurum umarım, komutanım.” Derken titreyen sesime mâni olamadım.
“Buyur geç otur.”
Dediğini yaptım. Teşkilattan haber geldiğine emindim ve bu haberin olumsuz olma ihtimali çok daha yüksekti. Her geçen saniye daha fazla gerildiğimin farkındaydım ama elimde değildi. Bu sefer kendimi kontrol etmekte zorlanıyordum.
“Teşkilattan bir yazı geldi, görevinle ilgili…” Nefesimi tuttum ve diyeceklerini beklemeye başladım. “Terörle mücadele ekibiyle göreve katılman konusunda kimsenin bir soru işareti yok, sıkma canını. O konuda sana güvenmeyi biz seçtik ve eğer bir suç varsa bu hepimizindir. Şimdi asıl konu şu, çok önemli bir uyuşturucu baronunu elimizden kaçırmış bulunuyoruz ve elimizde onu tutuklamaya yetecek bir delil yok. Nur’u yeniden oraya gönderebilmemiz de mümkün değil çünkü ifşa olduğuna eminiz.”
“Ben de ifşa olmuş olabilirim…” Sözcükler dudaklarımdan cansız bir şekilde döküldü.
“Nasıl?”
“Bilgi almak için Nur’un yanına gittiğim gün patron denilen adam benim gazeteci olduğumdan şüphelendi ve odasına götürdü…” Her şeyi olduğu gibi anlattım. Dikkatlice beni dinleyen adamın çatılan kaşları korkmam gerektiğinin sinyalini veriyordu.
“Gerçek kimliğini öğrenmesi mümkün değil, sen burası dışında kalan herkes için devletin sana verdiği kimlik neyse osun! Pelin Korhan’sın! Senin ifşa olduğunu düşünmüyorum.”
Umarım öyledir, umarım bu dikkatsizliğimin bedelini Ceyhun ödememiştir…
“Yine de oraya gitmem risk taşıyor.”
“Oraya yalnız gitmeyeceksin,” diyen adamın dudaklarını süsleyen gülümseme korkutucuydu ve korkmam gerektiğini anlayacak kadar zekiydim. “Bahadır ve Merih sana eşlik edecek…”
***
Operasyon için gözlem görevi bize düşüyordu. Kılık değiştirerek sanki normal bir akşam eğlencesi için o bara gitmişiz gibi gösterecektik. Merih’in zaten sıkı bağlantılarının olduğunu da biliyorduk.
“Daha önce locada oturduğundan elin kolun uzundur senin, Yüzbaşı Merih.” Nur’un manidar bakışlarına eşlik eden manalı sözlerine kıkırdamadan edemedim.
“O anı hiç unutmayacaksın değil mi?” Çaresizce soran Merih’e gariptir bir üzülesim geldi.
“Unutmak mı? Telefon anteni si…”
“Gördün mü ulan, niye hakaret edip duruyorsun şeyime?”
Hayretle konunun ne ara buraya geldiğini anlayamayarak ikisine bakakaldım. Tam yanımda duran Bahadır Sorgun ise her gün gündüz kuşağı programı izliyormuşçasına normal karşılıyordu olanları ki tepkisizdi.
“Neyine, bamyaya mı?” Nur’un şuh kahkahasına karşılık kocaman açılmış gözlerle ona bakakaldım.
“Nur!” dedim uyarır tonla ama Nur pek oralı değildi.
“Merih’in şeyinden bamya diye bahseden birini ilk kez görüyorum…” Bahadır Sorgun’un müthiş sıradan yorumuyla bu sefer de şaşkınlıkla ona döndüm. “Genel de pek övünürdün, Merih…”
“Silsilesini siktiğimin hayatına bak, madara olduk! Ulan görmedi ki, Sorgun’um yemin ederim seni aldatmadım!”
“Siktir git şuradan, gevşek!”
Nur, sanki aydınlanma yaşamış gibi bir ifadeyle ikisine döndü. Dudaklarını saran o şeytani gülümseme ile tüm bedenim kasıldı. Şimdi hiç olmadık bir şey söyleyecekti. Yaklaşan kıyametin ayak sesleriydi sanki o suratındaki ifade… Yine Merih zararlı çıkacaktı!
“Eş cinsel olduğunuzu bilmiyordum, benim hatam. Size mutluluklar dilerim ama umarım Merih pasiftir yoksa yazık sana Bahadır Yüzbaşım…”
Bahadır Sorgun’un kahkahası öylesine yüksek ve beklenmedikti ki koridorda yankılandığına emindim aynı şaşkınlığım gibi. Merih’in ise sarı teni öfkeden mi utançtan mı bilinmez kıpkırmızı kesilmişti. Bu hallerine inanamayarak bakıyordum. Ben hariç hepsi pek eğleniyor görünüyorlardı. Gerçi Merih için de geçerli değildi bu…
“Merih, kırk yıllık malzeme verdin bana. Kadınların senden bu kadar şikayetçi olduğunu bilmiyordum.”
“Hay sokayım, yok öyle bir şey bilader niye inanmıyorsun? Bu kadını istemedim ondan bana garezi var!”
“Ay ben sana çok mu meraklıydım, duyan da sanacak ejderhası var!”
Bahadır Sorgun’un kahkahası şiddetlenirken artık gözlerinden yaş geldiğini gördüm ve inanamadım. Gerçekten bu kadar eğleniyor muydu?
“Lütfen susun, bu iğrenç muhabbete daha fazla katlanmak istemiyorum. Nur, sakın ağzını açayım deme!”
“Muhabbetimiz sarmadı komutan hanımı…” dedi alayla Bahadır Sorgun.
Ağzımı açmış bir laf edecekken odaya gireni gördüğümde susmayı tercih ettim. Kesinlikle bu muhabbete şahit olmasını istemezdim. Burada oluşunu anlamlandıramadan ona bakmayı tercih ettim. Niye gelmişti?
“Benimle gel, Beyza. Benim muhabbetim saracaktır!”
Yutkunamadım. Bahadır Sorgun’un birazdan kırmızı beze saldıracak bir boğa gibi karşısındaki adama bakışı gözümden kaçmadı. Nefretinin somut hissedilir bir hali vardı. O konuşmadan sonra aksi beklenemezdi.
“Komutanım, bir mesele mi var?” diye sordu merakla Nur. “Görev için Yüzbaşı Bahadır Sorgun ve Yüzbaşı Merih’e hızlandırılmış bir eğitim vermemiz gerekiyor.”
“İkisinden birine ihtiyaç yok çünkü Beyza’ya ben eşlik edeceğim, Nur.”
Gıcırdayan diş sesini işittiğimde başımı yeniden Bahadır Sorgun’a çevirdim. Çene kaslarını öyle bir sıkıyordu ki çenesinde deri yokmuşçasına her bir kasını, kemiğini seçebilmek mümkündü. Öfkesini daima diri tutan bir adamdı anlaşılan. En son ona söylediği sözleri hâlâ sindirebilmiş görünmüyordu. Ki sindirilebilecek bir yanının da olmadığı aşikârdı.
“Emredersiniz, komutanım.”
Tulgar Bora, bana hâlâ hareket etmemi beklercesine bakıyordu. Daha fazla öylece duramayacağımı bildiğimden hareketlendim. Bahadır Sorgun, yanından geçerken bileğimi sıkıca kavradığında neye uğradığımı şaşırdım. Bu adam delirmişti!
“Beyza’ya ben eşlik edeceğim, komutanım.”
Nur’un dudaklarından kaçan şaşkınlık nidasına benzer bir ses çıkardım. Dehşetle ona dönüp ne yaptığını anlamaya çalıştım. Capcanlı bir nefretle parlayan kuzguni gözleri aman vermeyecek gibi görünüyordu. Bu neyin gövde gösterisiydi?
“Sen emre itaatsizliği huy edinmişe benziyorsun, Yüzbaşı Bahadır Sorgun fakat bil diye söylüyorum burası benim çöplüğüm!”
Hiç beklemeden bu gösteriye katılan Tulgar’a dönerken burada ne olduğunu anlamaya çalıştım. Gerçekten benim bilmediğim bir şey olmadığına inanmakta güçlük çekiyordum.
“Görev Albay Cemil tarafından verildi, bu konuda değişiklik yapıldığı dair bilgi bana iletilmedi, komutanım.” Derken herkesi sakinleştiren bir şeyler söylemeyi ummuştum.
Bahadır Sorgun’un suratına yayılan gülümseme zaferi andırırken Tulgar Bora’da hayal kırıklığının emareleri mevcuttu. Ne oluyordu Allah aşkına, doğru olanı söylüyordum işte.
“Ben katılmak istediğimi söyledim…”
Ne diyeceğimi bilemedim. Yine kandırılmış gibi hissetmekten ödüm kopuyordu, aynı acıları yeniden yaşamaktan deli gibi korkuyordum. Yeniden arkada bırakılmış o kişi olamazdım…
“Merih ve Bahadır Sorgun’a hızlandırılmış bir eğitim vermek zorundayım. Görevle ilgili konuşmayı burada yapabiliriz, komutanım. Hem onlar da bilmeleri gerekeni öğrenirler.”
Kıs kıs sessizce gülen Merih, bunu sanki kimse anlamamış gibi arkasını döndü. Nur ise çıtını bile çıkarmadan olduğu yerde duruyor yere bakıyordu. İkisinin de şu anda halinden pek memnun olduklarına emindim. Skor takip eden taraftarlardan farkları yoktu.
“Teşkilattan iki arkadaşımız daha bize eşlik edecek. Gece ve Öykü, gelin lütfen…” Sözleri tam gözümün içine bakarak söyledi. “Eşlik edeceğimiz ekip arkadaşlarımız. Görevin detayları ve rolleriniz önceden belirtildiği gibi kalacak. Kalabalık bir grup eğlenmeye gitmişiz gibi olacak. Kulaklıklar kulağınızın içine gizlenecek ve üstünüze mikrofon yerleştirilecek…”
Operasyona dair her şeyi kısaca, basit bir şekilde anlattı Tulgar Bora. Bu anlar boyunca gözünü dahi kırpmadan bana bakmayı seçti. Elbette bakışlarımı an dahi kaçırmadan ona baktım. Durmam gereken sınırı artık çok biliyordum, sayesinde. Şimdi kendisi istese bile o sınırı geçirtmezdim. O kızgın ateşle dolu yolda bir kere yürüdüm, tekrar yürümezdim. Yananın sadece kendi ayak tabanlarının olduğunu bilmekten daha fazla kalp kıran bir şey olamaz…
“Her şey anlaşıldı mı?”
“Anlaşıldı, komutanım!” Biz hep bir ağızdan yanıt verirken Bahadır Sorgun’un sessiz kalması elbette gözümden kaçmadı ama bir şey söylemedim.
Hazırlanmak için Nur ile odadan ayrıldım. Koridorda yürüdüğümüz süre boyunca zar zor sessiz kalmayı başaran Nur, kıyafet değiştireceğimiz odaya girdiğimiz an ağzını açtı.
“Tulgar hâlâ sana yanık, onu anladık da bu Bahadır Sorgun ne iş?”
“Nefes al.” Dedim alaylı bir sesle. “Ne olmuş Bahadır Sorgun’a?”
“Bilmem, bileğini kavrayıp seni neredeyse kucağına çekmek üzere oluşunun sebebini sen açıklarsın diye düşünmüştüm!”
“Yok artık devenin dikeni!” derken yerimden fırladım. “Saçmalama!”
“Kızım sen kör müsün? Dişisi için dövüşen makat maymunu gibi birbirlerinin üstüne atlayacaklardı neredeyse ve bunu bir tek sen fark etmedin öyle mi?”
Homurdanmaya benzer bir ses çıkarttıktan sonra pes etmişlikle koltuğa çöktüm. İnkârın bir anlamı yoktu hele de Merih’in aleni ikazından sonra…
“Fark ettim ama etmemiş gibi davranmak daha kolay.”
“En azından aptal dizi karakteri olmadığına sevinmeliyim sanırım…”
Gözlerimi devirdikten sonra sıkıntılı bir nefes verdim. O esnada giyebileceğim birkaç kıyafet seçeneğini suratıma fırlatmayı seçti sevgili arkadaşım. Fırlattığı kıyafetleri tek elimde kaptıktan sonra söylene söylene soyunma odasına gittim.
Elbiselere bakarken nutkum tutuldu. Nur’un zevkli(!) ellerine kendimi bıraktığıma inanamıyordum.
“Beğendin mi?” Eğlenen ses tonundan da anlaşılacağı üzere intikam alıyordu.
“Bu elbiselerin kalanı nerede, kestin mi?”
“Bunu beni eskort yapmadan düşünecektin Beyza Hanım, kendi zehrinin tadına bakma zamanın gelmişti!” Sözlerinin ardından şuh bir kahkaha attı.
Başımı olumsuz anlamda iki yana salladım. Bu kız akıllanmazdı. Daha fazla bir şey söylemeden siyah, ip askılı elbiseyi elime aldım. Üstüme oturttuktan sonra sırtındaki çapraz ipleri en altından tutup sıkıca çektikten sonra bağladım. Boyu idare ederdi, bu gece frikik vermemeyi ummaktan başka çarem yoktu. Göğüs dekoltesi de… Bunun üstüne daha fazla düşünmemeyi kafama yazıp odanın içine geri döndüm.
“Afet olmuşsun, afet! Gel buraya saçını ve makyajını yapalım.” Yüzüne bakakaldığımı fark edince beni bileğimden tutup aynanın önündeki sandalyeye kadar çekiştirdikten sonra sandalyeye adeta itti. “Sayende öğrendik her şeyi malum beni eskort yaptığın zamanlar…”
“Bunu bir ömür boyu söyleyeceksin değil mi?” Çaresizlikle sorduğum soruya karşılık şeytani bir şekilde sırıttı.
“Hem de hiç yılmadan!”
Sohbet eşliğinde kısa sürede saçımı ve makyajımı da yapan Nur’a hayretle baktım. Saçlarımı şekillendirdikten sonra dağınık bir şekilde toplamış ve gözlerime oldukça dikkat çekici buğulu bir makyaj yapmıştı. Elindeki kırmızı rujla bana gülümsemesini aynadaki aksinde gördüğümde hemen itiraz etmeye başladım.
“Göz makyajı yeterince iddialı değil mi? O ruja gerçekten ihtiyaç var mı?”
“Var var, kimse dudaklarından gözlerini alamayacak. Gel buraya!”
Kaçma girişimlerimin tümü Nur tarafından bertaraf edildikten sonra önce çerçevelediği dudağıma kan kırmızısı ruju sürüp ardından bir iki adım uzaklaştı ve eserini seyreden ressam edasıyla bana baktı.
“Taş gibisin, taş!” Elini uzatıp ayağa kalkmaya yardım etti. O esnada kalçama bir şaplak atmayı ihmal etmedi, elbette! “Kasa da kasa ha!”
“Bir gün ciddi anlamda elimde kalacaksın!”
“Bana bayılıyorsun, numara yapma şimdi.” Dedikten sonra yanağımdan bir makas alıp önüme ipli topuklu ayakkabıları itti. “Buyur, bunları giyeceksin.”
“Kızım ben daima postal giyen bir kadınım, bu kadar yüksek topukluyla nasıl yürümemi bekliyorsun?”
“Bahadır’ın koluna girmen için bir bahanen olsun istedim.”
“Çıldırtacaksın sen beni!” diye çığlık attım dayanamayarak.
Sözlerime karşılık alayla kahkaha attı. Ona öfkeli öfkeli baktıktan sonra ayakkabıları da ayağıma geçirdim. İplerini dizimin biraz altına kadar bağladıktan sonra düzelttim ve ayakta dengede durabilmek için muntazam bir çaba sarf etmem gerekti.
“Gel boydan gör kendini.” Diyerek çekeledi beni Nur.
“Çekiştirip durma sinek gibi yapışacağım yere göreceksin!”
Aynadaki aksimi görünce şaşkınlık dolu bir nida döküldü dudaklarımdan. Bu kadın gerçekten ben miydim? Ne kadar da farklı görünüyordum. Daha telaşsız, tasasız ve dertsiz. Sanki gerçekten eğlenmeye giden genç bir kadın gibi…
“Bahadır da Tulgar da bu gece sağ çıkar umarım!” Ona döndüğümde işaret ve orta parmaklarını birbirine dolamış dilekte bulunurken buldum.
“Sen zır delisin, Merih haklı.”
“O Bamyanın haklı olduğu tek bir konu bile yok!”
“Gördün mü bamyayı?” diye sordum arsız bir edayla.
“Tahmin…”
Herkesin hazırlandığını düşünerek odadan çıktık. Toplantı odasına geldiğimizde orada Öykü ve Gece’yi görüp selamlaştık. Erkekleri beklerken kısa bir havadan sudan konuşma gerçekleşti. Birkaç bilgi alışverişinin ardından nihayet teşrif edebilen adamlar kapıda göründü. Hepimiz bakışlarımızı o tarafa çevirdik.
Bahadır Sorgun ilk dikkatimi çeken kişi oldu, nedense… Üstten birkaç düğmesini açık bıraktığı bedenine güzelce oturan siyah bir gömlek ve siyah keten bir pantolon tercih etmişti. Koltuk altı silah kılıfı takamadığından olsa gerek onun yerine pantolon askısı tercih etmişti. Oldukça… Yırtıcı görünüyordu!
Ona olan dikkatli bakışlarımı fark ettiğiniz göz göze geldiğimizde bana attığı manidar bakışlardan anlayabiliyordum. Evet, seni süzüyordum!
Gerçi onun da farkı yok gibi görünüyordu. Yakıcı bakışları altında kavrulmamak zordu. Kurşun gibi delip geçiyor içimde bir oyuk bırakıyordu. İçimde kıpırdanan bu hiç hayra alamet olmayan hisleri zihnimin karanlık köşelerine gömdüm. Bakışlarının üstümdeki tahrik edici etkisini düşünemezdim. Şimdi sırası değildi. Nihayet onca bel altı sözden sonra aklımı bulandırmıştı. Sağlıklı bir şekilde düşünemiyordum!
Merih bir ıslık çaldıktan sonra yanıma geldi ve şöyle bir süzüp, “Bahadır Sorgun sen şimdi naneyi yemedin mi?” diye sordu.
“Mezarının merteğini sikeyim, Merih.” (Mertek: yapıda kullanılan, dört köşe ya da yuvarlak, uzun ve kalınca ağaç.)
“Mezarımda huzur ver bari!”
“Herkes hazır mı?” Tulgar Bora, hazır bir şekilde odaya girip herkese baktıktan sonra bana döndü. Beğeni dolu bakışlarını görmemek mümkün değildi. “Bunca yıldır tanışıyoruz seni hiç böyle görmemiştim…”
Bilinçsizce olduğuna inandığım sözleri söylemesiyle yüzümün yanmaya başladığını hissettim. Onca insanın içinde söylenecek söz müydü canım bu?
“Çok bakma kız, nazar değer…” diyerek kendince espri yaptı Merih.
Tulgar Bora’nın ters bakışıyla suspus kesildi. Hemen ardından operasyon için harekete geçtik. Nur ile vedalaştıktan sonra kiraladığımız limuzine bindik. Parası bol, züppe zenginler gibi davranacaktık bu yüzden lüks bir limuzin bize eşlik ediyordu. Arkada Merih’in yanına oturdum hiçbir şey söylemeden.
“Beyza, canıma kastın mı var?”
Fısıldadığı soruyla şaşkınlıkla ona döndüm. Demek istediğini gerçekten anlamadım.
“O da nereden çıktı şimdi?”
“Bahadır Sorgun’un bakışlarını görüyor musun?”
Gayriihtiyari başımı çevirip ona baktığımda Merih’e olan bakışlarını yakaladım. Gerçekten tehditkâr görünüyorlardı.
“Sen demedin mi kolla götü diye, kolluyorum işte!”
Sanki komik bir şeymiş gibi güldüğünde Bahadır Sorgun’un aniden yerinden kalkmasıyla ikimizde korkuyla kalakaldık. Hiçbir şey demeden gelip boş olan yanıma oturdu ve bu hareketiyle ikimizi de dumura uğrattı. Ben şimdi bu hareketlerden çıkarım yapmayacaktım da ne yapacaktım acaba?
“Timimdeki köstebeği hâlâ bulamadığına göre sanırım yanıldınız, Beyza Yüzbaşım.” Herhangi bir çıkarım yapmaktan beni anında vazgeçiren cümlesine müteşekkirdim. Onun derdi bambaşkaydı.
“Öncelikle bu fikir bana ait değil, Kızıl!” Hemen sözümü kesti.
“Pençe!”
“Ayrıca henüz bulamamış olmam bulamayacağım anlamına gelmiyor belki de çok yaklaştım, nereden biliyorsun, Kızıl?” Kesinlikle bir adım bile yakın değildim. Öyle güzel eğitimlilerdi ki gerçekten bir köstebek varsa çok iyi gizleniyordu!
“Pençe!”
“Boş boş çıkarım yapmakla ilgileneceğine operasyona odaklan, Kızıl!”
“Pençe ulan, benim kod adım Pençe!”
Gözlerinin içine sırıtarak baktım yalnızca. Elini kaldırıp burun kemerine yerleştirdikten sonra gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Benimle uğraşmaması gerektiğini bir gün öğrenecekti. Çünkü kolay kolay yutulmazdım. Gerekirse boğazında bir kemik olurdum!
Mekânın önünde duran limuzinden ilk inen Tulgar Bora oldu. Ardından inen Gece ve Öykü’ye nezaketle yardımcı oldu. Merih’in arkasından Bahadır Sorgun da indiğinde ayağa kalktım. Şu lanet topuklularla başımı derde sokmadan inebilmek için bildiğim tüm duaları ettim.
Arabanın kapısına geldiğimde Tulgar Bora’nın elini uzatacağını anladım. Ben daha ne yapacağıma karar vermeden hemen sağımda bekleyen Bahadır Sorgun’un belimden tutmasıyla nevrim döndü. Bu deli ne yapıyordu? Beni ağırlıksızmışım gibi tutup hemen yanına indirdikten sonra bedenine yasladı ve koluyla belimi sardı.
“Yürürken bana tutun, düşüp bizi rezil etmeni istemeyiz.”
Gülümserken buldum kendimi. Yaptığı her hareketi doğrusunu anlamayayım diye sözleriyle yanlışladığını fark etmediğimi sanması komikti. Yardım ettiğini kabul edemeyecek kadar da gururlu…
“Teşekkürler, Kızıl.”
“Baş Belası…” diye mırıldandı.
Tulgar Bora’nın bakışları eşliğinde onun önünden ilerlemeye başladık. Sanki çok samimi bir çift gibiydik. Güvenlikten Merih sağ olsun hiçbir sıkıntı yaşamadan geçtikten sonra bizim için ayarlanan locaya geçtik. Bahadır Sorgun beni hemen yanına oturttuktan sonra dizimden tutup yanına doğru çekti. Bakışlarımı kaldırıp ona baktığımda dikkatle beni seyrettiğini gördüm.
“Bir şey mi diyeceksin, Pelin?” Sahte ismimi alaylı bir şekilde tonlaması dudaklarımda çarpık bir sırıtışın oluşmasına neden oldu.
“Birçok şey söyleyebilirim ama üstümdeki mikrofon sebebiyle sessiz kalıyorum, Sorgun.” Ona ilk kez yalnızca ikinci ismini kullanarak hitap ediyordum. Normalde ya ikisini birden ya da yalnızca ilk ismini tercih ederdim ama operasyon boyunca kullanacağı isim buydu.
“Ne güzel de yakıştı diline ismim…” Yalandan flört ettiğini bilsem de heyecanlanmamak çok zordu.
Siparişlerimizi almaya gelen garson sayesinde bu sohbetin bitmesine sevindim. İlk sipariş için herkes alkollü bir şeyler içecekti dikkat çekmemek adına. Fazla da kaçırmak istemiyorduk tabi…
Çok eğlenen bir grup gibi gelen içkilerimizi içerken masadaki herkesin ne kadar da iyi oyuncular olduğunu keşfettim.
“O zır deli hatunla da bu masada tanıştık ilk kez işte. Sonra bana küfretti gitti. Elbette erkeklik ya hesabını sormaya peşinden gittim. Kevgire çevirdi yemin ederim, kevgire!”
Merih’in sözlerine gerçek bir kahkaha attım. Nur’du bu, yapardı.
“Hak etmişsindir sen,” diyerek takıldım hemen Merih’e.
“Çok dokundu biliyor musun, Be…” Hemen duraksadı ve boğazını temizledi. “Pelin. Görmeden etmeden yaftaladı benim ufaklığı.”
“Melih!” Tulgar Bora’nın uyarısıyla ona döndüm. Merih kendi için bu ismi seçmişti.
“Eğleniyoruz işte Bora, kasma bu kadar.” Derken rolümün hakkını veriyormuş gibi davransam da gerçekten düşündüklerimi dile getiriyordum. “Ufaklık mı?”
Soruma Bahadır Sorgun bir kahkaha patlattı yine. Nedense bu konu onu gerçekten çok eğlendiriyordu.
“Yani ufaklık dediysem… Şey… Öyle gerçek manada değil…”
“Ufak atta civcivler yesin, Melih.”
Gece ve Öykü gülüşmemize katılıyor olsa da pek sohbete dahil olmuyorlardı. Malum bu sohbet gerçeğe bulanmıştı.
“Kış ayazında sığır sikiyle dövselerdi de bu adamın ağzına maskara etmeselerdi keşke…” diyerek üzgün bir şekilde hayıflandı Merih.
“Masada hanımefendiler var, hayvan! Sözlerine dikkat et artık!”
“Sizden özür dilerim hanımlar, Pelin zaten artık buna alıştı bizden biri.”
Ona dönüp ters ters baktım.
“Onun yanında sürekli küfür mü ediyorsunuz?” Tulgar Bora’nın öfkesinin gerçek olduğunun farkında olmalarını ümit ediyordum.
“Estağfurullah, ben genel de çok açık seçik küfür kullanmıyorum onun yanında ama Sorgun sağ olsun bilmediği bir şey kaldığını düşünmüyorum!”
Tulgar Bora’nın kendisine dönen ters bakışlarını yakalayan Bahadır Sorgun’un bir kaşı havalandı sorgularcasına.
“Seni alakadar eden kısmı?” diye sorarken kendini rolüne pek fazla kaptırmış görünüyordu.
“Seni…”
“Sorgun, dans edelim hadi!” Diyerek araya girmek zorunda kaldım.
İkisi birden şaşkın bir şekilde bana döndüklerinde ne dediğimi idrak edebildim. Başka bir şey söyleyemez miydim gerçekten?
“Olur, tabi edelim.” Derken Tulgar Bora’nın gözlerinin içine keyifle bakıyordu.
Ayaklandıktan sonra elini bana doğru uzattı. O an kalbim göğüs kafesimi dövmeye başladı. Derin bir nefes çekmeye çabalayıp uzattığı elini tuttum. Piste doğru yürürken yine belimden tutarak yürümeme yardımcı oldu.
“Tulgar Bora’yı kızdırmak istemezsin…” diye mırıldanırken piste ulaşmıştık.
Beni belimden tutup çevirdi ve bedenlerimizi birbirine hapsetti. Böyle bir hareket beklemediğim için ağzım açık bir vaziyette yüzüne bakakaldım.
“Aksine, istiyorum!” Kendinden emin çıkan ses tonunun hemen ardından hareketlendi.
Bedenlerimiz onun hareketiyle salınmaya başladı. Gerçekten dans ettiğimize inanamıyordum. Şaşkınlıkla gözlerine bakıyor olsam da çoktan kendimi ona bıraktığımın farkındaydım. Onu durdurmuyordum en nihayetinde…
“Klasik bir yarış mı?” diye sorarken sesim eğlenir gibi çıktı.
“Yeneceğimi bildiğim yarışa katılmam, Kara.”
Tek kaşım havalanırken o kendini beğenmiş sırıtışına takılı kaldı bakışım.
“O zaman derdin ne?”
“Belki de eski sevgilinle derdimiz ortaktır, Baş Belası.”
Derin bir nefes aldıktan sonra kendime sinirlenmemem gerektiğini ve nerede olduğumuzu anımsattım. Aksi takdirde bu iri kıyım adama çelme takıp yere düşürmem an meselesiydi, hem de bu topuklulara rağmen!
“Eski sevgilim falan değil!” diye tısladım sıkılı dişlerimin arasından.
“Tamam tamam,” dedi teslim olurcasına. “Platonikti galiba…”
Hiç düşünmeden karın boşluğuna bir tane geçiriverdim. Gerçekten kaşınıyordu ve ben onu seve seve kaşırdım.
“Ah… Sakin ol, cadı!” Kollarımı tutup beni zapt etti ki yeniden ona vuramayayım.
Bedenlerimizin bu hareketiyle arasından hava bile geçecek boşluk kalmadığından kalp ritmim düzensiz bir hal aldı. Aralık dudaklarımdan bir soluk çekerken alttan ona bakmayı ihmal etmedim.
“Bakma bana öyle, Baş Belası.” İkaz eder gibi döküldü sözcükler ağzından.
“Nasıl bakıyorum?”
“Her şeye razıymış gibi…”
Nefesim kesildi sözlerini işittiğim an. Boğuluyormuş hissi çepeçevre sararken beni tutmasına minnettardım çünkü tek başıma ayakta durabileceğimi zannetmiyordum. Her şeye razıymış gibi… Hayır, kesinlikle hayır!
Dikkat çekmemeye çalışarak ondan uzaklaşmayı başardığımda hâlâ ona bakıyordum. Bu sefer değil, yeniden aynı aptallıkları yapmazdım artık. Yapmazdım, değil mi?
“Tuvalete gitmeliyim.”
Ondan uzaklaşıp tuvalet tabelasını takip ettim. Dar ve loş kırmızı ışıkla aydınlatılan koridora girdiğimde derin derin nefes aldım. Bana neler oluyordu? Bir an önce toparlanıp kendime gelmem gerekiyordu. Ayaklarım yere sağlam basmak zorundaydı, başka şansım yoktu. Ben ayaklarım yerden kesildikten sonra sertçe en yüksekten nasıl zemine çakıldığımı ne ara unutmuştum sahiden?
Elimi soğuk su ile yıkadıktan sonra önce enseme ardından yanaklarıma bastırdım. Aynadaki aksime bakıp kendime gelmem için ikna ettikten sonra doğruldum. Derin bir nefes aldım ve kapıdan çıktım. Koridora adımımı attığım anda, karanlıkta kalan tarafından yakalanan bileğimde bir çığlık attım ama gürültünün içinde yutulup gitti sesim. Beni sertçe çeken kişi sırtımı duvara dayayıp üstüme eğildiğinde şaşkınlıkla suratına bakakaldım.
“Böyle kaba saba bir adamın mekanına bir daha ayak bile basmam!” Daha önce söylediğim sözleri imalı bir şekilde beni taklit ederek fısıldadığında nefesimi tuttum. “Ama yine de buradasın, Pelin.”
“Bırak beni, hayvan herif!”
Öfke zihnimin kuytularından çıkıp damarlarımda çağlamaya başladı. Onun yüzünden ölen Ceyhun’un acısı dört bir yanımı sararken aptalca bir şey yapmaktan korktum, bir kez daha… Doğrusu Ceyhun’un ölümünden sorumlu tutabileceğim tek kişi de kendimden. O bir sebepti ama ben… Ben her şeyin yaşanmasından sorumluydum!
“Bu sefer ne arıyorsun?” diye sorarken tepeden beni süzdüğünü fark ettim.
Dikkatli bakışları her yanımda keyifle oyalanmıştı. Beni sıkıştırmış olmanın keyfini çıkarıyor gibiydi.
“Ulan bir gece eğlenmeye gelemeyecek miyim, arkadaşlarımla geldim ve eğleniyorum. Bırak beni!”
“Bunu artık yutmayacağımı biliyorsun, değil mi?”
Sorusunu sorarken elini kaldırmasıyla geri teptim. Bu hareketime sırıttıktan sonra elinin tersiyle yanağımı okşamasıyla neye uğradığımı şaşırdım. Başımı yan çevirerek ondan kurtulmaya çalıştım. Bu da neydi?
“O elini kıvırır…”
“Ne yaparsın, Pelin Korhan?”
Bana verilen sahte isimle hitap ettiğine göre kimliğim ifşalanmamış olmalıydı. Bu içimi rahatlattı.
“Bir tarafına montelerim, bırak derhal beni!”
“Çok zarif bir hanımefendiye benziyorsun uzaktan oysaki…” Alaylı sesi iyiden iyiye sinirimi bozmaya başladı.
“Biraz daha beni alıkoyarsan ne kadar zarif olduğumu göreceksin, İskender Asılkefeli!”
“Vay vay vay, birileri de araştırmasını iyi yapmış.”
Dilimi ısırdım. Nasıl böyle bir pot kırardım!
“O elinin tendonlarını siktirmeden çek!”
Bahadır Sorgun’un sesini işittiğim an rahatlayarak bir nefes çektim içime. Bir gün küfrünü işitmenin beni böylesine mutlu edeceğini hiç düşünmezdim. Buraya gelmesinin, burada olmasının yarattığı güveni anlatabilecek kelimelerim yoktu. Beni tutan adamın bakışları ona döndü.
“Sen kimsin?”
“O siktiğimin elini derhal çek!”
“Sakin ol, şampiyon.” Derken ellerini üstümden çekip teslim olur gibi havaya kaldırdı.
Ellerinden kurtulduğum gibi aceleci adımlarla Bahadır Sorgun’un yanına gittim. Beni derhal kollarıyla sardığında güvende hissetmenin nasıl bir nimet olduğunu yeniden anımsadım. O buraya gelmese neler olacaktı?
“Sorgun…” diye fısıldadım korkudan kısılmış sesimle.
“Buradayım, buradayım…” Yatıştırıcı sesi ikna olmam için yeterliydi.
Adrenalin ve korkudan hızlanan kalbimin hemen dinginleşmeye başladığını fark ettim. Beni sarıp kendi bedenine yasladıktan sonra yan dönerek kendini öne çıkardı. Böylece o adam için daha ulaşılamazdım artık.
“Bir daha seni kadınımın çevresinde görürsem olacaklardan ben sorumlu değilim!” Tehdidinin ağırlığı loş ortama derhal sindi.
“Sen benim kim…”
“Seni uyardım, İskender Asılkefeli!” Kesinlikle karşısındaki adamın kim olduğunu biliyordu.
“Duydum.” Derken adamın sesi eğlenir bir tonda çıkıyordu.
Bahadır Sorgun, beni oradan derhal uzaklaştırmak için harekete geçti. Birkaç adım sonra durdu ve yalpaladığım için düşünmeden tek hamlede beni kucağına aldı. Bunu beklemediğim için dudaklarımdan bir şaşkınlık nidası döküldü.
“Sikeyim topuklu ayakkabıyı!” Homurdanması garip bir şekilde tatlı geldi kulağıma. O esnada bir yandan da elbisemin eteklerini bacağımın altına sıkıştırdığına emin oluyordu. Elbette bir yerimin görünmesini istemezdim…
Arkamızdaki adamı tamamen unutmuş bir şekilde ilerlerken son sözünü işittiğimde bir korku dalgası bedenimi sarmaladı. Gerçekten faka basmıştım!
“Yeniden görüşene kadar kendine iyi bak, Beyza…”