ALTI
CÜZİ MİKTAR
♫ ♪ ♫
Emre Aydın – Belalım
Barın yüksek gürültüsü, Bahadır’ın nereden bulduğunu bilmediğim arka kapısından çıktığı anda geride kaldı. Bedenime çarpan soğuk havayla ürperdim. Kolumdaki ince sızıdan kolumun zorlandığını anlayabilmem kolay oldu. Bakışım kolumdaki bantlı sargıya kaydı. Nur, çok göze çarpmaması için yalnızca yaranın üstünü bir bant sargı ile kapatmayı akıl etmişti. Ben de zorlamış olmalıyım ki sargıya bulaşan kan gözüme çarptı.
“Yok, böyle içim rahat etmeyecek. Gidip kafasına sıkacağım o itin!” Normal bir insan şu cümleyi kursa ciddiye almaz geçiştirirdim ama bu cümleyi kuran Bahadır oldu mu insanın içini bir şüphe kaplıyordu. Çünkü biliyordum ki dediğini yapardı!
“Öyle bir şey yapmayacaksın!” Sert sesimi duyduğu gibi bakışlarını bana çevirdi.
“Bu bir emir mi yoksa benim için endişeleniyor musun Beyza Yüzbaşım?”
Derin bir soluk çektim ciğerlerime. Ne olsun istediğini merak ediyordum. Merak etsem suç, etmesem bambaşka olaydı. Kafasının içini açıp bakacak kadar merakımı kamçılıyordu bu adam!
“Hem emir hem de elbette askerim için endişeleniyorum, Bahadır Yüzbaşım. İnsani bir eylem bu.”
“İnsani…” Alaylı sesi insanın sinirler uçlarına dokunan cinstendi. Sürekli bir imada bulunmasından da bel altından vurmasından da usanmıştım artık. Normal bir sohbetimiz olmayacak mıydı bizim?
“Başka bir şey mi olmasını umuyordun, Bahadır?” Bu sefer gafil avlayan bendim. Yalnızca ismini kullanmam elbette afallamasına neden oldu. Tam da beklediğim tepkiydi.
Bakışları taarruz edercesine gözlerime çarptı. Tam o anda kucağındaki duruşumu düzeltmek için beni dizine yaslayıp ardından hafifçe yukarı doğru çekti ve tutuşunu sıkılaştırdı.
“Belki de umuyorumdur, Beyza?”
Onun ne kadar arsız olabileceğini unuttuğum için içten içe kendime sövdüm. Elbette tam ondan beklenen cümleyi kurdu. Aklımı bulandırmak ya da kim bilir belki başka emellerle böyle yaptığını biliyordum ama maalesef ilk an dumura uğramaktan alıkoyamıyordum kendimi.
“Umma, Bahadır!” derken sesimin net çıkması için üstün bir çaba gösterdim. “Başka hiçbir şey umma. Ben senin komutanınım sense benim erim. Bu kadar!”
Sert sözlerime karşılık çapkın edayla bir sırıtış kondurdu dudaklarına. Benim savunma mekanizmamla aleni alay edişiydi bu da. Onu bazen boğazlamak istiyordum. Eskisi gibi sinirlenmiyordu. Ne olmuştu bu adama bir anda?
“Rütbem, Yüzbaşı. Kod adım da Pençe, Kara. Senin içinse daima ne istersen o…”
“Aynen öyle, ben ne dersem o!” Kalbimin şiddetlenen ritmini görmezden geldim ve bakışımı kaçırarak bu savaşı kaybettiğimi adeta ilan ettim. “Bunu bilmen çok güzel.”
“İfşa olduğuna emin olduğumuza göre bir daha bu mekânın elli kilometre yakınına bile yaklaşmamalısın.” Tek kaşım havalanırken yeniden ona baktım. “Elbette emirleri sen verirsin benimki yalnızca bir öneri.”
“Nur bu operasyon için eskort bile olmuştu. Benim baltaladığımı öğrendiğinde derimi yüzecek…” diye söylendim kendi kendime. “Ayrıca, gerçekten çok rahatım ama artık yürüyebilirim diye düşünüyorum. Teşekkürler, Bahadır Yüzbaşım.” Rütbesini söylerken ses tonum biraz manidar çıktı.
Sözlerimin ardından durumumuzun sanki yeni farkına varıyormuş gibi garip bir ifadeyle bakan Bahadır sonraki an beni ondan beklenmeyen bir nezaketle yere indirdi. Ayakta durabildiğime emin olduktan sonra kolunu uzattı, girebilmem için. Onun bu kadar nazik olabileceğini dahi düşünmezdim.
“Haber verelim bizimkilere, operasyon bitmiştir.”
“Maalesef…”
***
Nur
Üzerinde aylardır çalıştığım, uğruna eskort bile olduğum operasyonun elimizde patladığını öğrendiğim andan beri huzursuzdum. Gözüme uyku girmediğinden Kale’deki (Teşkilat Binası) mutfağa gitmeye karar vermiştim. Madem uyuyamıyordum bari bir kahve alıp sabaha kadar çalışırdım.
Benim ifşa olmam beklendikti. İçeri sızdığımı anlamalarından daha normal bir şey olamazdı çünkü operasyondan çok kısa bir süre önce tüymüştüm. Operasyonun başında daha o bara çalışmak için girerken aklını çeldiğim güvenlik görevlisi sağ olsun hiç de zorlanmamıştım. Geride kalan kadınları kurtarmak için tutuşuyordum. Onlara ölümden başka bir hayatta olabileceğini göstermeliydim. Şimdi ise iş beklediğimizden bile daha uzun sürecek gibiydi çünkü mafya bozuntusu uyuşturucu baronu nasıl yaptıysa bir şekilde Beyza’nın gerçek kimliğini öğrenmişti.
Beyaz, milli gizli olarak korunan, kimliği değiştirilmiş üst düzey görevlilerden birisiydi. Onun bilgilerine ulaşanın elinin kolunun ne kadar uzun olduğunu düşünmek bile istemiyordum. Sanırım gördüklerimiz yalnızca buzdağının görünen kısmıydı. Suyun altındaki kısım ise beni daha çok korkutuyordu.
“Uyku tutmadı mı?”
Çevik bir hareketle arkamı dönerken elimdeki bıçak fırlayıp konuşanın boynunu sıyırdıktan sonra tam arkasındaki duvara çarpıp yere düştü. Karşımdaki adamın şaşkınlıktan ağzı açık kalırken gözleri korkuyla büyüdü. Eliyle ince bir şekilde çizilen boynunu tuttu. Bu saatte yapabileceği en kötü şey ben gibi özel yetiştirilmiş bir ajana sinsice yaklaşmaktı ve o aptal olduğu için tam da bunu yapıyordu.
“Hassiktir!” Korkudan titreyen bir sesle konuştuktan sonra şaşkınlıkla dönüp arkasına düşen bıçağa bakakaldı.
“Eceli gelen köpek cami duvarına işermiş derlerdi de inanmazdım. Aklını mı kaçırdın sen?” Çirkef bir şekilde konuşmak gibi bir amacım yoktu ama olmuştu işte bir kere.
“Kızım sen psikopat mısın? Ülkenin en iyi korunan binasında elinde bıçakla kimi bekliyorsun?”
Merih’in mavi gözlerinde hâlâ bir korku parlıyordu ama ben utanmadan karşısında sırıtmaya başladım. Şeker çocuktu gerçekten. Asker olmasına rağmen bu kadar saf düşünebilmesine inanamıyordum.
“Su uyur ama düşman uyumaz, yakışıklı.” Dedikten sonra ona göz kırptım. “Daima tetikte olmak hayatta tutar, aklına kazı bu mottoyu seni de hayatta tutar.”
“Allah seni alana merhamet etsin çünkü sen etmezsin…”
“Küçücük bir bıçaktan mı korktun, yakışıklı? Daha küçük şeylere de sahipsin oysaki…” Sözlerimle beyaz teninin kızarmaya başladığını fark ettim. Öfkeleniyordu ama buna bayılırdım. Öfkeli erkekler daima hata yaparlardı ve ben bundan her daim faydalanmaktan mutluluk duyardım.
“Görmediğin şeyler hakkında kesin yargıların olmasın, Vipera.” (Bir tür yılan.)
Sırıttım. Kod adımı kimden öğrendiğini bilmiyordum ama önemli de değildi, anlamını bilmesi hoşuma giderdi.
“Önyargılı olduğumu mu düşünüyorsun?” Konuştuğum sırada onun üstüne doğru yürümeye başladım. Hareketimle gerildi. Bedeninin kasıldığını hemen fark ettim ama hareket etmedi. Birkaç adım daha atıp tam önünde durduğumda elimi omzuna yerleştirdim. Elim omzundan göğsüne doğru kayarken ben de etrafında dönmeye başladım. Az önce elimi koyduğum omzunun arkasında durduğumda kulağına doğru fısıldadım. “Hayal kırıklığına uğramam en azından.”
“Aklımın tası bile kalmadı, ne yapıyorsun kızım?”
“Eğleniyorum.”
Sözümü söyledikten saniyeler sonra Merih daha fazla duramamış olacak ki bana döndü. Beni belimden yakaladığında bu sefer hazırlıksız yakalanan ben oldum. Sertçe bedenine bedenimi yaslayıp üstüme doğru eğildiğinde artık bir akıl sahibi değildim.
“Ben eğlenmeye başlarsam burası yangın yeri olur…”
Yutkunma ihtiyacıyla kavrulurken sabit bir şekilde mavi gözlerine bakmayı sürdürdüm. Kurumuş dudaklarımı dilimle ıslatırken bakışları bir kor gibi hemen dudaklarıma kaydı. Sonraki an dudaklarımda beliren gülümsemeden anlamış olmalıydı başına gelecekleri. Göğsüne dayadığım elimi kaldırıp çenesinin altından vurduğumda dişlerinin birbirine çarpma sesini duydum ama durmadım. Onun boşluğundan faydalanıp bedenimi geri çektim. Maalesef o da durmadı. Ben arkamı dönmüş gidecekken beni dirseğimden yakaladı.
“Neden seni istemediğim için bu kadar alındın, Vipera?”
“Ne?” Samimi şaşkınlık nidam dudaklarımdan dökülürken hışımla ona döndüm. “Bu da nereden çıktı şimdi?”
“Beni gördüğün an agresifleşmenden olabilir mi?” diye çok mantıklı bir soru yöneltti şahsıma.
Kendine fazla güveniyordu. Bunu yalnızca aptallar yapardı. “Görev başındayken ahlaksız teklif edip sonra da gevşek gevşek konuştuğun için olabilir mi?”
“Ulan ettiğin küfürleri duyan haznemin dengesi şaştı, ben mi gevşek gevşek konuşmuşum?”
“Evet, başka soru?” Kolumu yeniden elinden kurtarmak için hamle yaptım ama bu da başarısız oldu. “Çek elini.”
“Derdinin ne olduğunu söylemeden olmaz.”
“Seni uyardım, Pembe Yanaklı. Çek elini yoksa olacaklardan ben sorumlu değilim!”
“Yap bakalım ne olacakmış?”
Tehdidimi ciddiye almadı. Yaptığı en büyük hata bu olmalıydı. Az önce yakışıklı yüzü benim biricik bıçaklarımdan biri tarafından neredeyse dağıtılıyordu ve o bunu unutmuşa benziyordu. Oysa garip bir şekilde kokusunu seçmeyi başaran burnum sayesinde ölümcül bir darbe almaktan kurtulduğundan haberi bile yoktu ve elbette bu detayı ona açıklamayacaktım.
“Benden günah gitti.”
Onu bir hamleyle iki adım gerilettikten sonra üstüne kelimenin tam anlamıyla atladım. Önce belini saran bacağım hızla omzuna uzandı. Göğsünden destek alıp omzuna doğru tırmanıp sonraki an omzuna oturdum. Başı direkt olarak bana bakıyordu.
Ellerim boynunun iki yanını kavrarken ona üstten gücün kimde olduğunu belli eden bir bakış attım. “Üç saniyeden bile kısa sürede işini bitirebilirim, Pusula…”
Madem kod adlarımız kullanılıyordu o zaman ben de ona bu şekilde hitap edebilirdim.
“Ulan, o nasıl bir hız? Gerçekten yılansın!”
“Boynunu kırmamam için tek bir sebep söyle!” diyerek onu ikaz ettim durumun ciddiyetini kavrasın diye.
“Çok yakışıklıyım, yazık olur…”
Garip bir şey oldu. Sözlerine karşı gülüşümü tutamadım ve kısa bir kahkaha döküldü dudaklarımdan. Gerçekten şapşalın tekiydi…
Bu anı fırsat bilip elleriyle kalçalarımı kavradı ve öne doğru eğilmesiyle bedenimi tedirginlik ele geçirdi. Ama kısa sürede hemen aklımı toplayıp bedenimi geriye doğru eğdim. Kollarımı arkama uzatıp ellerimi zemine dayadıktan sonra ters bir taklayla yeniden dik pozisyona gelip tam karşısında durdum.
“Hadi bu gece yırttın kefeni, yakışıklı.”
Bana inanamayan bir ifadeyle baktı. Ne kadar kaçık olduğuma kanaat getirmek ister gibi bir hali vardı. “Sen tam bir ruh hastasısın, biliyorsun değil mi?”
“Bıçağımı da alayım, çeyizimin sevdiğim parçalarından bir tanesi. Kaybolursa çok üzülürüm ya.” Diyerek kapının yanından hemen bıçağımı kapıp bacağıma bağlı kılıfına yerleştirdim.
“Zır delisin.”
“Tatava yapma, bu saatte hiç çekilmiyorsun.” Kahvemi bardağa doldurduktan sonra kapıya doğru ilerledim. “Sana iyi geceler dilerim, yakışıklı. Tabi mümkünse…”
“Ruhumu siktin, kemiklerim sızlıyor ruh hastası!”
“Ölünü bile, Merih Yüzbaşım. Öldüğümde ölmüşünü bile… Bunu aklında tut!”
Yanağından makas alıp oradan çıktım ve odamın yolunu tuttum. Sessiz ve boş koridorda ilerlerken sırıtmadan edemedim. Tam dişime göreydi. Onu ısırmadan yutardım ben, hiç yanmazdı canı!
***
Operasyonun gidişatını ve ifşa olmamı ekibin geri kalanına mesajla ilettikten sonra geldiğimiz arabayla geri döndük. Yol boyunca kimse ağzını açmadı. Bahadır bile sinirimi bozacak tek kelime etmedi.
Kale’ye giriş yaptıktan sonra ilk iş revirin yolunu tuttum. Kolumun ağrısından durumunun kötü olduğu çıkarımına vardım. Bahadır da sanırım bu sebepten peşimden geliyordu hem de hâlâ çıtını bile çıkarmadan. İmkânsız olanı gerçekleştirmekte üstüne tanımıyordum artık.
Revire girdiğimde elbette saatin geç olmasından dolayı kimseyi bulamadım. Dudaklarımdan bir küfür yuvarlanırken kendi işimi kendim yapmak zorunda olduğumun farkına vardım.
“Küfürden rahatsız olana bak sen, ne güzel şeyler biliyormuş meğer.” Sessizliğe daha fazla dayanamayacağını biliyordum nihayet konuşmuştu.
Ona kısa bir bakış attıktan sonra dolaba yöneldim. Başımın derde girebilme ihtimalini göze alarak içinden pansuman için gerekli olanları aldım ve sedyenin yanındaki masanın üstüne yerleştirdim. Sedyeye oturduktan sonra kan olmuş bandajı çıkartmaya giriştim. Üstünde koluma yapışması için kullanılan bant, kolumdan çekerken canımı yaktı. Dudaklarımdan kısa, acı bir nida döküldü.
O an daha fazla öylece duramayan Bahadır yanıma geldi. “Bırak ben yapayım.”
Bakışlarım şaşkınlıkla ona döndü. “Gerek yok.”
Beni dinlemedi. Bunda şaşırılacak bir şey görmüyordum artık, genel olarak beni dinlemezdi zaten. Elimdeki bandajı alıp çöpe attıktan sonra yeniden yanıma döndü. Pamuğa yarayı dezenfekte etmeye yarayan ilacı biraz döktükten sonra bana bakıp duraksadı.
“Acıyacak.” Sesi bu durumu önemser gibi çıkıyordu ve elbette bu benim için inanması zor bir durumdu.
“Acı eşiğim yüksektir.” Buna güvenmek istiyordum.
Yarayı temizlemeye başladı. Pamuk yarama temas ettiği an sıkılı dişlerimin arasından bir nefes çektim. Bahadır derhal pamuğu tenimden uzaklaştırıp bana baktı. Bakışlarımdan devam etmesi gerektiğini anlamış olacak ki kısa bir duraksamanın ardından devam etti. Garip bir şekilde işini titizlikle ve ciddiyetle icra etti.
Büyük bir dikkatle yaramı temizleyen adama bakmaktan kendimi alıkoyamadım. Benim her tepkimle yüzü ekşidi. Canımın yanmasından zevk almasını beklemiyordum elbette ama bu kadar onu olumsuz etkileyebileceğini de düşünmezdim doğrusu. Yaşananlar göz önüne alındığında aslında aksi daha mümkün görünüyordu.
Temizleme işini bitirdikten sonra temiz bandajla yaramı sardı. Ardından bakışlarını bana çevirdi. Ona baktığım için göz göze geldik ve bu durum beni aşırı rahatsız etti. Yakalanmıştım…
“Haklıymışsın, acı eşiğin bir hayli yüksekmiş Beyza.”
İlk an ne diyeceğimi bilemedim. “Ben demiştim.” Beceriksizce sırıtmaya çalıştım.
Gülüşüme takılan bakışlarını kısa bir süre sonra çekti ve yeniden gözlerimle buluştu. “Bugün burada kalacakmışız, dinlen sen. Yarın kışlaya geçeriz.”
Şu an sıradan, olağan ve oldukça normal bir konuşma yapabildiğimize inanamıyordum. Başka bir şey dilesem olacakmış gerçekten. Onu başımı sallayarak onayladım. Yorgundum, tam iyileşmeden bu kadar hareketli bir hayat sürmem bedenimi yıpratmışa benziyordu. Vurulalı kaç gün olmuştu sahi, iki mi? Ve ben şimdiden omuz askısını bile çıkarıp atmıştım. Kendime çok yüklendiğimi kabul ediyordum.
Revirden çıkıp kimsenin olmadığı sessiz koridorda ilerledik. İkimiz de söyleyeceklerimizi toparlayamıyor olmalıydık ki suskunduk. Odalarımız tarafımıza bildirilmişti, kimlik kartlarımızla (iş için kullanılan) giriş yapabilirdik. Kale’nin misafirhanesinde kalacaktık bu akşam.
Odamın önüne geldiğimizde durdum ve ona döndüm. “Benim odam burası.”
Bakışları bir süre beni taradı. İyi olduğumdan gerçekten emin olmak ister gibi bir hali vardı. “Benim odam geride kaldı, sana iyi geceler.”
O an içten içe sarsıldığımı inkâr edemeyeceğim kadar net hissedebildim. Sırf beni odama bırakmak için mi benimle yürüyordu bunca zamandır? Bu ani hassasiyeti de nereden geliyordu? Ona ne olmuştu birdenbire?
Kafamdaki soruları bir kenara itip derhal konuştum. “Teşekkür ederim, her şey için.”
“Görevimiz, komutanım.” Dedikten sonra göz kırptı.
Hangi ara gafil avlanan tarafa geçmiştim bilmiyordum. Bildiğim tek şey burada bir şeylerin yanlış gittiğiydi. Bunu tüm kalbimle hissediyordum. Bu adam benim çıramı yakacak gibi görünüyordu.
“İyi geceler,” diye ağzımın içinde geveledim derhal. Aynı anda çantamdan kimlik kartımı çıkarmaya çalışıyordum.
“İyi geceler,” deyip arkasını döndü. Yürümeye devam ederken duymayacağımı sanarak mırıldandığı kelimeleri elbette duydum koridorlarda mutlak bir sessizlik hakimiyet sürdürdüğü için. “Baş Belası.”
Bir cevap vermedim. Sahiden yorgundum bu yüzden kimlik kartımı kapıya okutup hemen odama girdim ve kendimi olduğu gibi yatağa attım. Zihnim bu gece bana eziyet etmedi, direkt uykuya daldım.
Sabahın köründe de Nur’un çekiştirmeleriyle zihnim uyanmaya başladı. Gelmiş geçmiş en kötü uyandırma yöntemlerini seçen Nur bugün de şaşırtmıyordu. Beni ayağımdan tutmuş yataktan çekiyordu.
“Kalk çabuk! Bir de üstüyle uyumuş, pasaklı. Kırk beş dakika sonra toplantı var, acilen hazırlanmalısın.”
“Ne toplantısı ya?” Uyku mahmuru bir homurtu döküldü dudaklarımdan. Aynı anda ayağımı Nur’un elinden kurtarmaya çalışıyordum.
“Müdürümüz herkesi topluyor, başkanlar, üst düzey görevliler… Aklına gelebilecek herkes orada olacakmış. Genel toplantı, kime diyorum kızım kalksana!”
Müdürü duyduğum gibi yatakta doğruldum. Nihayet beni uyandırmayı başaran Nur, saçlarımı yıkayabilmem için yardımcı oldu. Malum sebeplerden ötürü bir iki gün daha duş alamayacaktım. Ardından Nur’un getirdiği kıyafetleri giydim. Her zamanki gibi zevkliydi, seçtiği çizgili gri takım elbise tam üstüme oturmuştu ve klas bir çizgisi vardı. Bu kız işini çok iyi biliyordu.
“Hadi çıkalım.”
Geç kalmamak için adeta koşar adımlarla toplantı odasının yolunu tuttuk. Neyse ki zamanında yetiştik. Bizden hemen sonra içeri giren Tulgar Bora ile göz göze geldiğim an bakışlarımı kaçırmak istesem de yapamadım. Bana kırgın bir bakış attı ve ardından başıyla selamladı. Selamlamasına aynı şekilde karşılık verdikten sonra önüme döndüm.
“Ne oluyor?” Hemen merakla kulağıma fısıldadı Nur.
“Sonra anlatırım.” Diyerek geçiştirdim onu. Şimdi sırası değildi.
Müdürümüz her zamanki gibi tam vaktinde toplantı odasından içeri giriyordu. Hemen arkasından gelenlerdi şaşırtıcı olan. Bahadır ve Merih yine jilet gibi takım elbiselerinin içindeydiler. Burada ne işlerinin olduğunu anlamak zordu.
“Onların ne işi var burada?”
“Bilmiyorum…”
Fısıldaşmamızı bölen müdürümün sesi oldu. “Herkese günaydın.”
“Günaydın, müdürüm.” Dedik hep bir ağızdan.
“Bugünkü toplantıya daha önce operasyonda yer alan özel kuvvetlerden Yüzbaşı Merih ve Yüzbaşı Sorgun da eşlik edecekler. Buyurun oturun, lütfen.”
Müdürümün sözleriyle hemen hareketlendiler. Bizim tarafımıza doğru yürüdükleri için Nur ile aynı anda gerildik. Bu toplantıda umarım bir olay çıkarmazlardı. Hemen yanımızdaki sandalyelere oturup, oturuşlarını düzelttikten sonra önlerine döndüler. Büyük bir ciddiyetle toplantıya odaklandıklarını görmek ikimizi de şaşırttı. Konu iş olduğunda ikisi de gerçekten böyle mi oluyorlardı?
“Bunlar Merih ve Bahadır’sa sürekli birbirlerine küfrederek anlaşan lamalar kim?”
Hayretle Nur’a döndüm. Duyabileceklerini bilmiyor muydu? “Sessiz ol!”
“Çok geç, çünkü duydum.” Bahadır Sorgun elbette fırsatını kaçırmadı.
“Ben duymadım yine ölmüşümüze mi sövüyordu?” diye sordu saf saf Merih.
“Baş Kıdemli İstihbaratçı Yüzbaşı Beyza…” İsmimi duymamla derhal kendime çekidüzen verdim ve müdürümün konuşmasına odaklandım. “Kimliğinin, asıl kimliğinin bir şekilde ifşa olduğuna artık eminiz. Milli gizli bir kıdemlimizin kimliğini tespit edebildiklerine göre olaylar düşündüğümüzden bile ciddi demektir. Bu sebeple operasyondan alındığınızı bildirmek isteriz.”
İtiraz etmek için yanıp tutuşan yanıma rağmen gözlerimi yumdum, omuzlarımı düşürdüm ve durumu kabullendim. Haklılardı, daha fazla risk alıp operasyonun da akıbetini riske atamazdım.
“Operasyonu Binbaşı Tulgar Bora ve ekibine devrediyoruz. Kendisi görevden döndüğü için artık bu işle ilgilenebilir. Kıdemli İstihbaratçı Öykü ve İstihbaratçı Teğmen Gece saha görevini devralacak. Artık çok daha fazla dikkatli olmalıyız, Tulgar Binbaşım.”
“Emredersiniz, müdürüm.” Diyerek selam durdu derhal Tulgar Bora. Ona yalnızca kısa bir an bakıp önüme döndüm.
Nur’un da canı benim kadar sıkıldı. Sahadan adeta kovulmamız olacak iş bile değildi ama ikimizin de ifşa olduğu düşünülürse…
“Beyza Yüzbaşım, sizin Gökbörü Timindeki göreviniz devam edecek. Kıdemli İstihbaratçı Nur, timdeki köstebeği bulman için sana yardım edecek. Terörle mücadele operasyonlarına katılacaksınız. İstihbarat ağını senin ekibin yönetecek, sahada da Nur ile çalışacaksınız. Sandığımızdan bile daha büyük işler dönüyor, herkes tetikte olsun.”
Bu operasyon için gece gündüz uğraştıktan sonra o simsarı parmaklıklar ardına göndermemize çok az kala yaşananlar şimdi daha çok canımı sıktı.
“Tüm başkanlar ve müdürlerin ortak kararlarını dinlediniz. Millî Savunma Bakanlığına bağlı…”
Bize ait olan görevleri ve bilgilendirmeleri aldığımız için gerisini dinlemeye gerek duymadım. Canım tahmin ettiğimden bile çok sıkıldı. Elimden alınan her operasyon daima canımı sıkardı ama simsar ile artık şahsi bir meselem vardı. Onu sonsuza dek hapsetmek için yanıp tutuşurken operasyondan tamamen alınmış olmaktan ötürü huzursuzdum.
Sarkıttığım dudağım ve astığım yüzümle Bahadır ile göz göze geldiğimde bu halim onu eğlendirdi. Munzur ışıltılar saçan gözleri üstümde dolandı ama toplantı devam ettiği için olsa gerek bir şey söylemedi.
Toplantının bitmesiyle de hepimiz ayaklandık. Herkes bir bir odayı terk ederken ben ve Nur durup birbirimize baktık. Sıkkın ifademizden belliydi keyfimizin olmadığı.
Elini uzatıp omzuma yerleştirdi. Anaç bir edayla onu sıvazlarken konuşmaya başladı. “Ayliz’i de alıp bir akşam dışarı çıkalım ve kafa dağıtalım. Ayarlayacağım ben, sıkma canını.”
Sözlerinin ardından Merih’e gözdağı verdiğine emin olduğum bir bakış atıp Bahadır’ı da başıyla selamlayıp kapıya yöneldi. Arkasından korku dolu gözlerle bakan Merih hemen radarıma yakalandı.
“Bir sorun mu var?”
Bakışlarını az önce odadan çıkan Nur’un gittiği yoldan çekip bana çevirdi ve hemen toparladı. “Omzuma çıkıp boynumu kırmakla tehdit eden ruh hastası arkadaşın dışında mı, hiçbir sorunum yok!”
Duyduğum sözleri idrak ederken gözlerim şaşkınlıkla büyüdü. Doğru duyup duymadığımı düşünmem çok sürmedi. Nur’du bu, yapmıştır kesin!
“Ne?” Bahadır’ın eğlenen sesi kulaklarımıza ulaştı. Sonraki anda hiç çekinmeden alayla güldü. “Bir de dayak mı yedin küçücük kızdan?”
Küçücük kız mı? Nur’un özel eğitilmiş bir ajan olduğunu unutmuştu sanırım.
Bakışlarım usulca ona döndü ve dudağımın kenarı kıvrıldı. “Ne olmuş, sende benden dayak yemedin mi?”
Kollarımı göğsümde kavuşturup sinir bozucu bir ifadeyle ona baktım. Yüzü ekşidi. Gerçekten bunu söylediğime inanamadı.
“Onu hatırlattığın iyi oldu…”
“Dinime söven Müslüman olsa bari. Önce sen yemişsin lan dayağı,” diyerek Bahadır’ın omzuna bir tane geçirdi Merih.
“O elini alır…” Duraksadı ve bana baktı.
Ona kısa bir hatırlatma yapmak farz oldu. “Nerede olduğumuzu unuttun sanırım, Kızıl. Burası kışla değil!”
Zihnimin tenhalarından ansızın çıkan hatırayla yüzümü zar zor ifadesiz tutabildim. Tekinsiz bir önsezi damarlarımda dolanmaya başladı. Bu duruma böylesine içerlediğimden haberim bile yoktu.
“Çok mu rahatsız oldun, defol git o zaman o çok elit istihbaratına. Burada böyle, küçük hanım!” Cümle birden fazla kez zihnimde yankılanırken kinlendiğimi hissettim.
“Neredeymişiz, komutan hanım?” O alaylı dilini kopartmak istiyordum!
“Burası askeriye değil.” Dediğim an ne diyeceğimi bildiğinden olsa gerek dudaklarına sinir bozucu bir tebessüm oturdu. “Çok mu rahatsız oldun, defol git o zaman kışlana. Burada böyle, Kızıl.”
“Beyza Yüzbaşım yine doksana çakarken Sorgun’um elleri boş bir şekilde, içinde beş bin kadar adamın olduğu kışlasına döner…” Merih’in muntazam yorumuyla ortam daha da şenlendi.
“Merih…”
Küfredeceğine emin olduğumdan derhal müdahale etmem gerektiğini biliyordum. “Sakın ağzını açıp bir küfredeyim deme, Bahadır!”
“Seni öyle bir sikerim ki, fanatiğim olursun. O çeneni kapatmazsan seni yere sererim, ha hâlâ devam etmek istiyorsan seni yerde de sikerim, Merih!”
Sanki orada ben yokmuşum gibi davranması, beni görmezden gelmesi son damlaydı artık. Tüm kontrolümü yitirdim o an. Öfke başımda tüten bir duman gibiydi. Üstüne doğru bir adım atarken işaret parmağımı ona doğru salladım.
“Sakın bir daha…”
“Ulan senin götündeki kıllar kadayıf olmuş hâlâ beni tehdit ediyorsun…” Merih’in benim sözümü kesip sanki onca küfür kendisine edilmemiş gibi hâlâ gevşek gevşek gülebildiğine inanamıyordum.
Ellerimle yüzümü sıvazladıktan sonra sakin kalabilmek için kendimi zorlamam gerekti. Nasıl bir günah işlemiştim ki bu iki ağzı bozuğa denk gelmiştim kim bilir?
“Derhal Kale’den ayrılıp kışlaya gidiyorsunuz.” Orada olduğumu yeni fark etmiş gibi bana döndü ikisi de. “Bu bir emirdir!”
“Beyza Yüzbaşım, yanılıyorsam düzeltin ama benim komutanım değilsiniz ve bana emir veremezsiniz. Tabi Bahadır sike sike siz ne diyorsanız onu yapmak zorunda. “Hâlâ eğlenebildiğine inanamıyordum.
“Merih, sen benim sabrımı mı sınıyorsun gerçekten?”
Ölümcül bir sakinlikle sorduğumdan olsa gerek derhal gevşek haline bir çekidüzen verip boğazını temizledi.
“Yani demek istediğim… Seve seve… Evet, seve seve demek istemiştim, Beyza Yüzbaşım.”
“Kışlada görüşeceğiz seninle, Kızıl.” Dedim Merih’i kale almadan. “Sonraki emre kadar gözüme gözükmeyin, terbiyesizler!”
Daha fazla yanlarında durmamak için derhal hareketlendim ve kapıya doğru yürümeye başladım.
“Beyza Yüzbaşım, tekrar ediyorum ama ben sizin astınız değilim…” Onu daha fazla dinlemek istemediğim için hemen araya girdim.
“Kes sesini, Merih!”
[BÖLÜM 5000 KELİMEYİ AŞTIĞI İÇİN 2 PART HALİNDE PAYLAŞILMIŞTIR, SONRAKİ PARTTAN BÖLÜMÜN DEVAMINI OKUYABİLİRSİNİZ ♥]